Teketek Haber

17 YAŞINDA BİR ŞEHİT: ÇUHADAR ALİ

17 YAŞINDA BİR ŞEHİT: ÇUHADAR ALİ
29 Kasım 2018 - 12:01

Elif Betül KARACİĞER

Millî Mücadele Kahramanıdır. Babası şehrin bilinen ailelerinden Çuhadar Hacı Mustafa Efendi, annesi Bayram hanımdır. Rüştiye’ye devam eder. İngilizce’ye merak sararak öğrenir. Babası Çuhadarzade Hacı Mustafa Efendi Şehrin işgal günlerinde İngilizlerin yerine Fransızların geleceği haberinin duyulması üzerine endişeye düşer. Belediye Başkanı Hacı Bekir Sıktı Beyle yapılan toplantıda alınan şikayet dilekçesine imza atan 11 kişiden biridir. Şehrin ileri gelenlerinden 11 kişinin imzasını taşıyan şikayet dilekçesi Antep’teki işgal kuvvetleri komutanlığına gönderilir. Dilekçede İngiliz işgali süresince milletin dini ve örfi görüşlerini incitecek hiçbir olaya meydan verilmediği, fakat Fransız işgal kuvvetleri içerisindeki Ermenilerin yapacakları taşkınlıkların huzuru bozacağı vurgusu yapılır. Yazılan bu dilekçeden bir sonuç alınamaz.

Fransızların şehre girişinin henüz ikinci günü olan 31 Ekim 1919’da Sütçü İmam Olayı yaşanır.

Sütçü İmam Olayının ardından 28 Kasım 1919’da Bayrak Olayı yaşanacaktır.

O gün, saaat sabahın ya onu ya onbiri idi.

Abdestini tazeleyen her Türk gözlerini kaleye çevirmiş, Fransız bandırası ile burun buruna gelmişti.

Fransız devriyelerinde gözle görülür bir artış vardı.

Manga halinde dolaşmaya başlamışlardı.

Ulu Camiin dışındaki bütün camilerde hemen hemen hiç cemaat yoktu.

Ulu Camii ise erken başlayan vaiz vesilesi ile doluydu.

İçi, önü, çevresi insan kaynıyordu.

Şalvarlı zubunlu, abalı abasız, köylü şehirli, yeni yetme ihtiyar mahşer yerini hatırlatıyordu insana.

Ulu Caminin avlusundaki hücrede ise, Şeyh Ali Sezai Efendi, Arslan Bey, Zülkadiroğlu Süleyman Bey, Evliya Efendi ve birkaç çete beyi sessizce beklemekteydiler.

Cuma selasına daha vakit vardı.

Vaiz Rafet Efendi vaaz veriyordu. Vaizin konusu istiklaldi. Caminin içi iğne atsan yere düşmeyecek kadar doluydu.

Çarşıdaki Türklere ait dükkanların hepsi de kapalıydı. Ermeniler ise ortalıkta gözükmüyorlardı.

Kalabalığın arasında Alikoğlu Kazım, Çuhadar Ali, Mıllış Nuri ve diğer beylerin adamları muhtelif yerleri tutmuşlar, silahlarını abalarının altına saklamışlar, sabırla, sükunetle bekleşiyorlardı.

Cuma, vakti ile beraber yavaş yavaş yaklaşıyordu.

Uğultu… Uğultu…

Nerden geldiği, nerden başladığı belli olmayan bir uğultu.

Ulu Cami yapıldığından bu yana böyle bir kalabalığı ne görmüş, ne de böyle bir uğultuyu işitmişti.

Her kafadan bir ses çıkıyordu:

-Bayraksız bir beldede Cuma namazı kılınmaz.

-İstiklali olmayan bir müslümana Cuma namazı kılmak farz değildir.

-Sancağımızı çıkarın.

-Rıdvan Hoca istiklalsiz hutbe okumaz.

-Hutbe okumak istiklal demektir.

Rıdvan Hoca, kiminin anladığı, kiminin anlamadığı uğultular arasında minbere çıkmıştı. Duasını bitirmiş, konuşmasını hazırlamıştı.

Ancak, cemaati tepeden görünce içinde ılık, ılık olduğu kadar da garip bir sızı hissetti.

Bir anda söyleyeceklerinin hepsini de unutuverdi.

Kafası doğduğu gün gibi boşalmıştı.

Cemaatin üzerinde gözlerini gezdirirken, kalabalığın içinde kendine bakan, Evliya ile göz göze geldi. Evliya tebessüm etti.

Aynı anda iriyarı bedeni ile kalabalığın arasında hemen kendini belli eden Arslan Beyi gördü. Kapıya yakın bir yerde Çuhadar Ali’yi, onun hemen yanında Mıllış Nuri’yi. Geceki toplantı olduğu gibi kafasında canlanıverdi. Hutbesini okumaya başladığında uğultu “hırp” diye kesilmişti.

Caminin avlusu ise aynı durumdaydı. Rıdvan Hoca’nın dua eden sesi dışarı kadar geliyordu.

Hücrenin penceresinden dışarıyı izleyen Şeyh yanında bulunanlara baktı. Vezir Hoca ve Süleyman Bey sessizce oturuyorlardı.

Rıdvan Hoca duasını bitirmişti.

Kalabalık, kalabalık bir sessizlikteydi. Rıdvan Hoca’nın:

-Bayrağı olmayan bir beldede Cuma namazı kılmak caiz değildir, demesi ile uğultu koptu.

-Haydi arkadaşlar bayrağımızı dikip gölgesinde namazımızı kılalım.

-Haydi, gazanız mübarek ola.

-Allah, Allah, Allah…

Sesler uğuldadı.

Bir anda caminin dışına taştı. Yeşil sancak eller üzerinde dışarı çıktı. Kalabalık bir sel gibi, kalenin sırtına doğru tırmanmaya başladı.

Uğultu şehrin her yanını sardı.

Kadın, çocuk, ihtiyar, genç bir anda kalenin sırtlarını doldurmuşlardı.

 

Bayrak Olayı’nın ardından Babası Çuhadarzade Hacı Mustafa Efendi gibi amcası Çuhadarzade Hacı Mehmet Efendi de Şeyh Ali Sezai Efendi tarafından Şekerli Camii hücresine çağrılanlar arasında idi. O da Heyet-i Temsiliye’nin kuruluşuna maddi ve manevi destek verdi.

Ermeniler Ahır Dağı’na oduna giden Çömezoğlu Mehmet, Hüseyin oğlu Mehmet isimli iki fakiri Kışla civarında şehit etmişlerdi.

Çuhadar Ali, 30 Aralık 1919’da iki oduncunun intikamını almak üzere kendiliğinden Hıristiyan mezarlığı civarında iki Ermeni’yi öldürmüş, birini de yaralamıştı. Bu olay üzerine Fransız kumandanı bir beyanname neşr ederek Ermenilere ve Fransız askerlerine tecavüz edildiğini, bundan sonra taş atılırsa kurşunla, kurşun atılırsa topla, bir nefer ölürse, Maraş eşrafından iki kişiyi idam edeceğini söylüyordu.

Ermenilerin baskısı ile Fransızlar tarafından her yerde aranmaya başlanılınca büyüklerinin tavsiyesi ile Çuhadar Ali Bertiz’e gitti.

Bayazıtoğlu Muharrem ve Zafer Bey komutasındaki Bertiz çeteleri ile düşmanı Bababurun’da durduran kahramanlar arasında yerini aldı.

Güya uzun savaş yıllarından sonra General Keret barış sürecini başlatmak üzere Fransa Cumhuriyetinin Doğu Ordusu Komutanının emriyle Maraş’a gönderilmişti. Ayrıca Antep ve Urfa sancaklarındaki tüm Fransız kuvvetlerinin de komutanıydı. Bir taraftan şehrin ileri gelenleri ile yapılan toplantılarda barıştan bahsedip Bayrak Olayı sonrası teşkilatlanma çalışmalarına hız veren Maraş halkına nasihatçılar gönderirken diğer taraftan da hızla Ermenileri silahlandırıyordu. Şehre Antep ve Adana üzerinden sürekli bir şekilde silah ve cephane taşınmakta idi.

Maraş Heyet-i Merkeziyesi şehrin önemli giriş noktalarını ele geçirmişti. 2 Ocak 1920 Cuma günü Hayrullah Efendi ve Benli Ökkeş yönetiminde bulunan çeteler işgal kuvvetine karşı Bababurnu denilen sarp bir boğazda şiddetli bir çatışmaya girerler. Bababurnu, Antep, İskenderun ve Adana’dan gelecek askeri güç ve ağırlıkların iç Anadolu’ya sevkedilebileceği tek geçit yeridir

O gece Zafer ve Muharrem Bayazıt Beyler aralarında Çuhadar Ali’nin de bulunduğu silahlı 128 Bertizli çete ile gizli yollardan geçerek, şiddetli kar ve fırtınalı dağları aşarak Orçanbanısına yetişmişler ve yerlerini almışlardır. Heyet-i Merkeziyeye gönderilen yazıda “Başarımız için dua edin kardeşler” denilir.

Ertesi günü yapılan kanlı çarpışmalarda birçok şehit verilmekle birlikte düşman bozguna uğratılır.

Düşmanın savurduğu top ve mitralyöz ateşine karşı çeteler Allah Allah sesleriyle kurşunlara göğüs gerip yaralanarak ve şehitler vererek çarpışmayı karanlık basıncaya kadar sürdürmüşlerdir.

Bu acıklı bozgun olayını haber alan General Keret, bir takım kuvvetle bir Binbaşıyı geceleyin mutasarrıf vekili Ahmet Cevdet Bey’in yanına gönderir. Jandarma komutanı İsmail Hakkı Bey’in hükümetteki odasına varılıp, memleket ileri gelenlerinden bir bölümün çağrılması için jandarma ve polis gönderilir. Çağrı üzerine oraya gelenler: Belediye Reisi Hacı Bekir Sıtkı Bey, Müftü Hacı Mehmet Tevfik, Hasan Ra’fet, Hafız Ali, Karaküçük Hacı Mustafa, Dedezade Mehmet Hilmi, Kocabaş Hacı Mehmet Naci, Şişman Arif ve Mühendis Abdullatif Efendilerdir. Görüşme sonu, müftü efendiden başka diğerleri jandarma komutanı ile birlikte nasihat heyeti olarak görevlendirilip bölgeye gitmeleri kararlaştırılır. Güya nasihat heyeti gitmezden önce geceleyin hükümete geldiği belirlenen Binbaşı, Maraş’ta bulunan Fransız kuvvetinin önemli bir bölümünü top ve mitralyözlerle alarak Eloğlundaki askerlerini kurtarmak amacıyla oraya varmıştı. Nasihat heyeti ise sabahleyin giderler..

Bu sırada General Keret de bir bildiri yayınlayarak tehditlerde bulunur. Şöyle ki:

“1-Üzerinden silah çıkan her kim sorgusuz kurşuna dizilecektir.

2-Kargaşalık çıkmasında ölecek bir Fransıza karşılık yerliden 2 adam asılacak ve bunlar da kurra ile seçilecektir.

3-Böyle bir durumda Osmanlı memurları görevlerinden çıkarılacaktır.

4-Sokaklar mitralyözlerle taranacaktır.”

Bababurun muharebeleri 21 Ocak’ta başlayacak olan şehiriçi çatışmaların ilk kıvılcımıdır.

 

Çuhadar Ali 21 Ocak’ta başlayan şehiriçi muharebelerine de katılır. En önde savaşır.

Kışla civarındaki düşman askerlerine ateş eylediklerinden Fransızlar kışla pencerelerine kum torbaları yerleştirir. Kışla pencerelerine yapılan atışlarla Fransızların bu hazırlıklarına da mani olunur. Kışlanın doğu ve kuzeyindeki tepelerde Fransızlar dâima tahkîmat yapmağa mecbur kalır. Keskin nişancılardan Çuhadar Ali ve Sarı Katip Hasan ve arkadaşları açtıkları ateşlerle düşmanın buradaki tahkimatını akamete uğratırlar ve düşmana zâyiat verdirirler.

 

Yine bu günlerde, işgal kuvvetlerinden bir Fransız subayı, neye sinirlenmişse sinirlenmiş, Ulucami önündeki eski kahvehanenin avlusuna çıkmış yüksek sesle bir şeyler söylüyor. Türklerden oluşan bir kalabalıkta subayın etrafında halka olmuşlar, ne dediğini anlamadıkları halde hayretle onu dinliyorlardı. Fransızın bağırarak sinirli konuşmasına sinirlenen ve onun susturulması gerektiğine inanan 25-30 yaşlarında bir Türk genci (Hürü Ana’nın damadı, Çuhadar Ali’nin arkadaşı Cıngıl Ali Ede) kalabalığı yararak Fransız subayına yaklaşır. Bir o yüzüne, bir bu yüzüne iki şamar indirir ve “Bize mi küfür ediyor bu gavur zabit?” diye bağırır. Fransız neye uğradığını anlayamaz, şaşırır ve susar. Her hangi bir mukabelede bulunamadığı gibi, elini belindeki tabancaya dahi götüremez. Türkler Cıngıl Ali Ede’yi çekerek kalabalık arasında saklarlar. Ne o anda, ne de daha sonra Fransızlar olayı araştırmağa bile yanaşmazlar.

Bunlar münferit ve basit gibi görünen olaylar ama, düşünülürse o günlerde Türklerin  ve düşmanların ruh hallerini yansıtması bakımından önem taşırlar.

 

Muharebenin 18. Günü Mercimektepe’nin takviye edilmesi için Evliya Mustafa ile birlikte Mercimektepe’ye gönderilir.

Garp cephesinde, düşmanın geçit yolu üzerinde olan Mercimektepe de güneyden gelecek düşmana karşı tahkimat yapılması planlanır. Bu plana göre Cancık’taki Elbistan kuvvetleriyle ihtiyat olan Bertiz ve Yenicekale kuvvetleri Türkoğlu Mustafa Çavuş ve Nedirli kuvvetleri, karargâhtan 300 silahlı ile takviye edilerek Mercimektepe sırtlarını tutacaktı. O sırada Yörük Selim, Yüzbaşı Kâmil, Şube Reisi Binbaşı Cemil ve Binbaşı Hasan Beylerle Yüzbaşı Mahmut Cancık’ta bulunuyorlardı. Alınacak tertibatı görüşmek için Cancığa gitmek üzere Çuhadar Hacı Mehmet ile Bayazıt oğlu Kenan şehirden ayrılırlar. Elbistan’dan gelmiş olan Eczacı Lutfi’nin Cancıkta ihtiyat bekliyen Bertiz ve Yenicekale kuvvetlerini Kılınç Ali kuvvetlerine iltihak etmek üzere kuzey cephesine sevk ettiği görülür. Bu durum karşısında Mercimektepe sırtlarının savunulması zora girer. Eldeki mevcut kuvvetlerle savunulmaya çalışılır. Takviye efradiyle Evliya Mustafa ve Çuhadar Ali Mercimektepe’ye gönderilir. Ayrıca tahkimat yapmak üzere 200 kadar da silahsız efrat gönderilir.

 

Şehiriçi çatışmalar devam ederken Kışla civarında bulunan Arkbaşı’nda Çuhadar Ali ağır bir şekilde yaralanır. Yaralarına aldırmadan mücadeleye devam eder. Arkadaşlarının aşırı ısrarı ile evine götürülür. On beş gün sonra ise henüz 17 yaşında iken vefat ederek şehit olur.

Kahramanlıklarıyla düşmanın uykusunu kaçıran genç ve Kahramanlardan biridir  Çuhadar Ali de. Her semtte, her mahallede bir çok Çuhadar Ali’ler, Sütçü İmam’lar, Çakmakçı Said’ler olmasa idi bu vatan kurtarılabilir miydi?

 

Çuhadar Ali’nin genç yaşta şehit olması yürekleri burkar. Onun için destanlar yazılır, ağıtlar yakılır.

 

“Ali’yi sorarsan on yedi yaşında

Mavzerle vurdular ark başında

Çeteler toplanmış ağlar başında

Uyan Ali’m uyan gör neler oldu

Sevdiğin Maraş’a Fransız doldu

 

Uyan Ali’m uyan yaran çok mudur

Düşmandan intikam alan yok mudur

Bağrına saplanan yoksa ok mudur

Uyan Ali’m uyan gör neler oldu

Sevdiğin Maraş’a Fransız doldu”