Yrd. Doç. Dr. Erhan YOSKA*
Cengiz Han ve oğullarının hemen bütün Asya coğrafyasını hâkimiyetleri altına almaları, Anadolu’yu askerî, siyasî ve ekonomik bakımdan yakından ilgilendirmiştir. XIII. yüzyılın ortalarında Ortadoğu’da Memlûk Devleti hariç tutulacak olursa; Moğol tehdidi, işgali ve katliamına doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalmamış siyasi teşekkül yoktur. Moğol-Türk İmparatorluğu, Çin dâhil, doğu-batı yönündeki hemen bütün siyasi teşekküllere boyun eğdirmiş, Batı’daki siyasi teşekküller arasında en büyüğü olan Harezmşahlar Devletini fiilen ortadan kaldırmış ve Karakurum şehrine yıllık sembolik bir vergi (hediye) vermek karşılığında Türkiye Selçuklu Devleti’ne hâkimiyetini kabul ettirmiştir[1]. Anadolu’daki İlhanlı işgali; Selçuklu tarihi için yüz karası olarak bilinen Kösedağ savaşında mağlubiyetten sonra başlamıştır. Maraş ve çevresinde Moğollar ilk defa, Kösedağ savaşının akabinde görülmüşlerdir. Kayseri’nin işgal, istila ve yağmalanmasının devamında Elbistan’a kadar giden Moğollar, buradaki Türkmenleri kılıçtan geçirmişlerdir[2]. 1244 yılında, Curmagun Noyan’ın yardımcısı ve tümen beyi rütbesindeki Yasavur Noyan’ın komutasında Moğollar, Halep’e kadar ilerlemiş ve dönüşte Maraş çevresini yağmalayıp, Türkmenleri katletmişlerdir[3]. Baycu Noyan’ın Kösedağ savaşından 13 yıl sonra Sultanhanı Savaşı’nda Selçuklu ordusunu yenmesiyle birlikte, Anadolu siyasi ve iktisadi bakımdan adeta bir İlhanlı sömürgesi haline gelmiştir. Anadolu bu süreçte, Konya ve Tokat olmak üzere iki başkentli ve iki sultanlı bir ülke olarak İlhanlı Devleti’ne bağlanmıştı[4]. Böylece Anadolu’nun daha önce Tebriz’e ödemekte olduğu yıllık vergiyi yeni dönemde aynı oranda fakat ayrı ayrı her iki merkeze ödemiştir. Çağdaş kaynaklardan Kerimüddin Mahmud-i Aksarayî Moğol işgal ve istilasındaki bu dönemi “O yıl bir katre kar ve yağmur düşmediği ve havalarda ılık geçtiği için, Müslümanların postunu soyan Moğol askerleri bu sene posta ihtiyaç duymamıştır.” ifadesiyle açıklamıştır[5].
Moğol işgal ve istilasına bağlı olarak, doğuda Çin sınırından, batıda Avrupa içlerine kadar uzanan büyük coğrafyada göçer-evli konumdaki Türkmenler, yerleşik Türk unsur ve diğer halklar yer değiştirmek zorunda kalmışlardı. Söz konusu halkların hemen tamamına yakını Türkler ve göç yönleri de tarihî Türk göçlerinde olduğu gibi doğudan batıya doğru idi. Moğol hadisesine bağlı olarak yer değiştirmek zorunda kalmış olan Türk halkları için son durak, Anadolu, Suriye ve Mısır olmuştur. Anadolu’ya gelmiş olan Türkmenler, öncelikli olarak yeni yurtlarında göçer evli hayat tarzına uygun olan yerleri tercih etmişlerdir. Ancak Anadolu’ya bu dönemde gelmiş olan Türkmenler, bir müddet sonra hayat tarzlarına uygun olan yerler kâfi gelmeyeceği için namüsait olan yerlerde yaşamak zorunda kalmışlardı. Binaenaleyh XIII- XV. yüzyıllarda Türkiye Selçuklu Devleti tarafından uc bölgesi konumunda olan Maraş-Elbistan civarına yerleştirilen Türkmenlere, ormanlık alanları yurt tutmalarından Ağaçeri denilmektedir[6]. Ağaçerilerde uc bölgelerine yerleştirilmiş diğer Türkmenler gibi geçimlerini ya hayvancılıkla ya da savaşlarda almış oldukları ganimetlerle sağlamaktaydılar. Şimdiye kadar Maraş ve Elbistan emîrlerinin hâkimiyetinde olarak Türkiye Selçuklu Devleti’nin birçok savaşına iştirak etmişlerdi. Ağaçerileri, uc bölgesinde iskân edilmeleri sebebiyle Kilikya Ermeni Krallığı, Antakya prensliği, El-Cezire ve Suriye arasını yağma ile meşgul olmuşlardır. Türkiye Selçuklu Devleti’nin Moğol işgal ve istilası karşısında zayıflamaları üzerine Ağaçerileri, ganimet elde etmek için savaşmamaya başlamışlardır[7]. İlhanlıların, Türkiye Selçuklu Devleti’ne müdahalesiyle saltanatın zayıflamasını fırsat bilen Cuti Bey liderliğindeki Ağaçerileri, 1256 senesi içinde Maraş- Elbistan coğrafyasında geçimlerini sağlamak için, yerleşim birimlerine saldırmışlar, Kayseri-Elbistan-Maraş- Halep yolunu kullanan tüccar kafilelerini yağmalamışlardır[8]. 1241 yılından itibaren Maraş Emîri olarak görev yapan İmadeddin Bey’in, Türkiye Selçuklu Devleti’ne sürekli şikâyeti üzerine, Ağaçerilerin sebep olduğu huzursuzluğa son vermek isteyen Sultan II. İzzeddin Keykavus, Selçuklu ordusunu Elbistan tarafına sevk etmiştir. Ancak Moğol hükümdarı Möngke Kağan’ın kardeşi Hülagû’yü Ön Asya’ya göndermesinden sonra, bu coğrafyada bulunan Baycu Noyan’ın, Anadolu’ya girerek Erzincan’a kadar ilerlemesi, Kayseri’de bulunan emîrleri telaşa düşürmüştür ki Maraş-Elbistan havalisine giden askerlere haber gönderip onları geri çağırmıştır. Dolayısıyla Moğol işgali sırasında, Maraş ve çevresinde asayişsizlik giderek artmıştır. Emîr İmadeddin Selçuklulardan sağlamış olduğu destekle bölgedeki huzursuzluğa son vermesi ve Maraş civarını II. İzzeddin Keykavus’a bağlaması üzerine, 1257 yılında Baycu Noyan harekete geçmiştir. Sultan İzzeddin Keykavus’a itaat eden yerleşim birimlerini geri almak için Elbistan’a gelen Moğol valisi, şiddetli bir hücumun sonrasında burada ikamet eden 7000 civarındaki insanı öldürmüş, kadınları, kızları ve çocukları esir etmiştir[9].
Türkiye Selçuklu Devleti’nin müşterek sultanlık sistemi ile idare edilmeye başlandığı dönemde, ortaya çıkan asayişsizliği fırsat bilen Ağaçeriler, Maraş bölgesindeki yağma hareketlerine yeniden başlamışlardır. Diğer taraftan Türkiye Selçuklu Devleti’nin içine düştüğü siyasi durumdan faydalanan Kilikya Ermenileri Maraş istikametine doğru taarruza geçmişlerdir. Hem ağaçerilerine hem de Ermenilere karşı koyamayacağını düşünen Maraş Emîri İmadeddin, Sultan İzzeddin Keykavus’a haber göndererek yardım istemiştir. Ancak Türkiye Selçuklu Devleti’nin içine düştüğü durumdan ötürü cevap verememesiyle, Maraş ve havalisini Hıristiyan Ermenilere kaptırmak istemeyen Maraş valisi, Suriye Meliki Nasır Selahaddin Yusuf’a haber gönderip şehri ona teslim etmeyi düşünmüştür. Bir yandan Ermenilerin saldırıları, bir yandan Ağaçerilerin isyanı, diğer yandan da Moğolların akınları sebebiyle Maraş’taki Selçuklu idaresi çökmüştür[10]. Ancak beklediği yardımı Suriye’den de alamamış ve 1258 yılı itibariyle hâkimiyeti altında bulunan bölgeyi Ermenilere bırakarak, Anadolu’nun içlerine çekilmiştir[11].İlhanlı Devleti hükümdarı Hülagû’nün Suriye seferine beraberindekiler ile iştirak eden Ermeni kralı Hetum, hizmetlerine mükâfat olarak başta Maraş olmak üzere, Merzubân[12], Ra’ban[13], Derbsâk[14] ve Behisni’yekadar olan bölgeleri almıştır[15]. Moğollar, zapt ettikleri yerleşim merkezleri için ilk iş olarak, bir şahne, askerî vali ve bir de darugaci yani sivil vali tayin ediyorlardı. Şahneler Moğol, Darugacılar ise Türk veya o şehrin yerli eski yöneticilerinden birisi olabilirdi. Şahnelerin beraberlerinde konuma ve duruma göre askerler, darugacıların emrinde de maliyeciler, kâtipler vb. elemanlar vardı. Bu bağlamda, Moğollarında Maraş ve çevresini aynı düşünce ile Ermenilere verdiği anlaşılabilir. Netice itibariyle bölgede Maraş ve çevresinde Türkiye Selçuklu hâkimiyeti sona ermiştir[16].
Ortadoğu’da Moğollara tâbi olan siyasi teşekküller, Azerbaycan’daki Moğol genel valilerinin yani Curmagun, Baycu ve Elcigidey Noyan gibi Moğol genel veya askerî valilerinin kontrolleri altında XIII. yüzyılın ortalarına kadar kalmıştır. Bütün çabalarına rağmen, Moğolların söz konusu coğrafyada nihai bir netice elde edememiş olmasına bağlı olarak, Moğol İmparatoru Möngke Kağan, kardeşi Hülâgu’yu toplamış olduğu bir kurultayın da onayını almak suretiyle, geniş yetkilerle donanımlı olarak Ortadoğu’ya göndermiştir[17]. Bu çerçevede Möngke, kardeşi Hülâgu’ya bu seferle ilgili olarak yapması gereken işleri sıralarken; ataları Cengiz Han’ın örf ve âdetleri ile kanunlarını, Amuderya’dan Mısır sınırına kadar yaymasını buyurmuştur[18]. Möngke bu seferler sırasında, itaat ve inkıyat gösterenlere iyilik ve yardımlarını esirgememesini, karşı koyanları ise, acımadan cezalandırmasını kardeşine söylemiş, Ön Asya’da kazanılacak olan toprakların, kendisinin nüfuzu altında olmak kaydıyla Hülâgu ve ailesinin hâkimiyeti altında olacağını belirtmiştir[19]. Moğolların Batı’daki temsilcisi Hülâgu Han’ın İsmailîlerin ve Bağdat Abbasi Halifeliği’nin siyasi varlığına son verdikten sonra Ortadoğu’daki, büyüklü küçüklü siyasi kuruluşlara göndermiş olduğu tehdit mektuplarından da beklediği sonucu almıştır. Nitekim daha Ögedey Kağan zamanında Türkiye Selçuklu Devleti, Moğol tâbileri arasında yerini almıştır. Hülâgu, Bağdat’a hâkim olduktan sonra Suriye hâkimlerine yönelik tehdit mektupları göndermiştir. Hülâgu Han, Suriye’ye hâkim olmadan Memlûklar ile karşılaşmanın mümkün olmayacağını biliyordu. Tehdit mektuplarını takiben Hülâgu, Musul yoluyla Halep ve Şam üzerine yürümüştür. Halep ve Şam hâkimleri de Memlûk Devleti’nden bekledikleri yardımı zamanında alamadıkları için fazla direnmeden sadece zaman kazanmak düşüncesiyle bahaneleri neticeyi değiştirmemiş ve söz konusu şehirler Hülâgu’nun yönetimine girmiştir. Suriye şehirlerinin hâkimleri ve onların yakınları da Mısır Memlûk Devleti’ne sığınmışlardır. Böylece, Anadolu gibi Suriye de Moğol işgaline girmiştir[20]. Suriye şehirlerinin Mısır’dan bekledikleri yardım zamanında gelmediği için Moğollar fazla zorlanmadan ve zaman kaybı olmadan işgali sonuçlandırmışlardır. Nitekim Moğol kuvvetleri 1260 yılında Ayn Calut savaşında Memlûklar karşısında mağlup olması ve Kit-Buka Noyan’ın esir edilmesi yanında Moğol askerlerinin de büyük bir bölümü kılıçtan geçirilmiştir[21]. Hülâgu’dan sonra İlhanlı tahtına çıkmış olan oğlu Abaka ve takiben gelecek olan İlhanlı hükümdarları Ayn Calut mağlubiyetinin intikamını almak için Suriye üzerine aralıksız seferler düzenlemişlerse de Fırat nehri iki devlet arasında sınır olarak kalmıştır. Bu yüzden, İlhanlı hükümdarları Memlûklardan atalarının intikamını alabilmek için Memlûk Devleti’nin düşmanı olan herkesle dost ve müttefik olmuşlardır[22]. Ortadoğu merkezli çıkar çatışmasının sonucu XIII. yüzyıl ortalarında bir siyasal bloklaşma gündeme gelmiştir. Bu ittifakın odağında bulunmuş olan Anadolu ve Suriye arasında çatışmalarda bir yandan tehditlerin ve hatta zaman zaman İlhanlı Devleti’nin fiili işgali, katliamı ve ekonomik manada bir soygun süreci yaşamıştır. Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Suriye’yi ayıran doğal sınır olmadığı için bu iki bölge zaman zaman aynı siyasi gücün etki alanı içerisinde kalmıştır. Nitekim X. yüzyıla kadar Anadolu’nun siyasi hâkimiyetini elinde bulunduran Bizans ile Ortadoğu’nun hâkimi olan Abbasi İmparatorluğu arasında Toroslar, Munzur, Karasu ve Aras dağları boyunca uzanan, İslam devletlerinin Suğur-Avasım adını verdiği alanlarda, Bizans’ın ise Akritai adını verdiği birlikleri sınır bölgelerindeki İslamiyet-Hristiyanlık mücadeleleri yüzlerce yıl sürmüştür. Din söz konusu mücadelelerin sadece bir yönünü oluşturmaktadır. Bunun yanında siyasi, askeri iktisadi sebeplerden dolayı da güney ve kuzeydeki siyasi teşekküller söz konusu suğur veya uc bölgelerinde karşı karşıya gelmişlerdir. Bu durum bir uc bölgesi durumunda olan Hıristiyanlarla Müslümanların, İlhanlılarla Memlûkluların, mücadele halinde olduğu Maraş ve çevresinde, siyasi istikrarsızlığa sebep olduğu gibi, bölge için son derece önemli olan uluslararası ticaret yollarını da olumsuz yönde etkilemiştir. Bu yolların en önemlilerinden olan Kuzey-Güney ticaret yolu da Sinop, Tokat, Sivas Sarız, Elbistan[23]– Akça Derbend-Göynük-güzergâhından Halep şehrine ulaşıyordu[24]. İlhanlı-Memlûk devletlerinin birbirlerine karşı nüfuz mücadelesinin yaşandığı Maraş coğrafyası bu durumdan ziyadesiyle etkilenmiştir[25].
İlhanlı- Memlûklu mücadelesi Hülâgu’dan sonra da devam etmiştir. Abaka Han, kuzeyde Berke Han ve daha sonra da Mengü Temur kuvvetlerini, doğuda Horasan’da Çağatay Han’ı Barak’ı mağlup ettikten sonra yönünü güneye çevirmiştir. Zira babası döneminde Ayn Calut’ta uğramış oldukları mağlubiyetin intikamını almak için Hülâgu’nun çabaları sonuçsuz kalmıştı. Bu yüzden İlhanlı Devleti”nin düşmanı Memlûk sultanlığı ile hesaplaşmalıydı. Bu düşünceyle kardeşi Acay ve Samagar Noyan’ı Anadolu”ya göndermişti. Bunlardan Acay, ne ölçüde haşin, tez canlı ve zalim ise, Samagar Noyan da, ağır başlı ve adil yönetimi ile Moğollar arasındaki ender şahsiyetlerden birisi olarak bilinmektedir. Bu dönemde Selçuklu kuvvetleri de, Muineddin Pervane ve diğer bazı Selçuklu beyleriyle birlikte, Abaka Han’ın bilgisi dâhilinde zaman zaman Memlûklar ve Suriye’nin kuzeyine yönelik askerî harekât düzenlemişlerdir[26]. Buna mukabil Memlûklu Devleti, Fırat Nehri’nin batısında Moğol ilerlemesini durdurmanın verdiği güvenle onların idaresinde bulunan memleketlere doğru harekete geçmişler ve Göynük’e (Hades) kadar ilerlemişlerdir[27]. Nitekim 1271 yılı sonbaharında, henüz Anadolu’ya yeni gelmiş olan Samagar Noyan ve Pervane aynı yıl içinde, Abaka’dan gelen buyrukla, Maraş’a kadar ilerlemişler, Memlûk Sultanı Baybars’ın Şam’da olduğu haberi üzerine, sadece Baycu Noyan’ın oğlu Üvek Noyan idaresinde bir keşif kuvveti göndermekle yetinmişlerdir. İlhanlı işgal ve istilasının yoğun olarak hissedildiği bu dönemde, Anadolu Türklüğü, Suriye ve Mısır hâkimi Memlûk Sultanı Baybars’a ümit bağlamışlardır. Selçuklu devlet adamlarını, hatta Selçuklu sultanlarını Memluk Sultanı Baybars’ı Anadolu’ya gizli yollardan davet etmekle suçlamış olan Pervane’nin iftira ve entrikaların sonucunda suçlu-suçsuz birçok insan hem makamlarını ve hem de hayatlarını kaybetmişlerdir. İlhanlı baskısına sonunda Pervane Muineddin Süleyman da katlanamamış ve kendisi de Sultan Baybars’a gizli yollardan haber göndermek suretiyle Sultanı Anadolu’ya davet etmiştir[28]. Baybars, göndermiş olduğu mektubunda, bu yıl içinde değil gelecek yıl gelebileceğini bildirmiştir. Türkiye Selçuklu Devleti’nin başında çocuk denecek yaşta bir sultanın bulunması sonucunda, devlet işlerindeki bütün yetkiler, Pervane’nin veya O’nun tayin etmiş olduğu akraba ve yakını olan üst düzey yöneticilerin hâkimiyetinde idi. Memlûk Sultan’ı Baybars 1276 yılı başlarında Anadolu seferi ile ilgili olarak, Emir Bektut kumandasında bir keşif birliğini göndermiş, Memlûk keşif kolu Elbistan’a kadar gelmiş, burada Selçuklu emirleri de onlara dâhil olduktan sonra, İlhanlı keşif kuvvetleriyle çarpışarak bazı Selçuklu beyleri ile birlikte geldikleri yoldan Suriye’ye dönmüşlerdir[29].Bu süreçte, Anadolu’da, kendilerinin emniyet içinde olmadığını düşünen Selçuklu devlet adamları, aile bireyleriyle birlikte Suriye’ye gidiyorlardı. Sultan Gıyaseddin’ı de alarak Kayseri’den Memlûk ülkesine gitme veya daha sonra gitme konusu sürekli gündemde olmuştur. Bu arada Memlûklara karşı olanlar da vardı ve aralarında gizliden gizliye bir çekişmenin yaşandığını çağdaş kaynaklar zikretmektedirler. Pervane ve beraberindeki devlet adamları Tebriz’de bulunduğu sırada; Kayseri’de Türkiye Selçuklu Devleti Beylerbeyi Hatiroğlu Şerefüd-din, İlhanlı yönetimine karşı isyan etmiş ve Sultan Gıyaseddin”ı de yanına alarak, Niğde”ye gitmişti.[30] Kendisi Niğde’de iken, kardeşini de Sultan Baybars’a Anadolu’daki durum hakkında yani Anadolu halkının ve Selçuklu devlet adamlarının kendisini sabırsızlıkla bekledikleri mealinde bilgi vermesi düşüncesiyle göndermiştir. Ancak Sultan Baybars onlara gönderdiği cevabında; daha önce Pervane ile Anadolu’ya geleceği zamanı bildirdiğini, henüz askerî manada hazırlıklarının tamam olmadığını bildirmiş, kendilerinin de, İlhanlılara vakitsiz başkaldırmış olduklarını da hatırlatmıştır[31].
Pervane ve beraberindeki Tuku ve Tudavun Noyanlar ile birlikte diğer Selçuklu devlet adamları, Selçuk Hatun”un düğün merasimini takip eden günler sonrasında, Abaka’dan almış oldukları buyruklar ve kardeşi Kongurtay komutasındaki bir tümen İlhanlı ordusu ile Tebriz”den ayrılmışlardır. Bunlardan Kongurtay ile Tudavun beraberindeki kuvvetlerle Elbistan yönüne, Pervane ve Tuku Noyan da Kayseri ve Niğde yönünde hareket etmişlerdir. Kayseri’ye geldikten sonra, ilk olarak kendileri Tebriz’de iken suç işlemiş olan başta Hatiroğlu Şerefüddin ve çevresindekiler bir bir sorgulanarak, Hatiroğlu olmak üzere birçokları idam edilmiş, diğerlerine de değişik türde cezalar verilmiştir[32]. Anadolu’da Kayseri ve Niğde ve yöresinde, Pervane ve beraberindekiler Tebriz de oldukları sırada İlhanlı yönetimine başkaldıranların, sorgulanmaları, yargılanmaları ve cezalandırılmaları adeta kış mevsimi boyunca devam etmişti. Diğer yandan bütün bu olayların yaşandığı dönemde, Memlûk Sultanı Baybars, Anadolu’da kendisi ile yazışan, gönül veren ve Anadolu’ya gelmesini bekleyenlerin başına gelen hadiselerin de etkisiyle, Anadolu seferi için gerekli hazırlıklarını tamamlamıştır. Pervane, daha önceki yazışmalarından dolayı Baybars’ın geleceği zamanı muhtemelen biliyordu. Kongurtay ve beraberindeki İlhanlı yetkilileri ziyafet ve eğlencelerle vakit geçiriyordu. Sultan Baybars 1277 yılı Nisan ayı başlarında Halep şehrinden harekete geçmiştir. Ayıntab, Dülük, Mercü’l-Dibac ve Göynük üzerinden Göksu nehrini geçerek Akçaderbend’e gelmişlerdir. İlhanlı Noyanları, Baybars”ın sefere çıktığını Anadolu’daki Ermeniler aracılığıyla öğrenmişlerdi. İlhanlı ordusunun başında bulunan Kongurtây, Pervane, Tuku ve Tudavun Noyanlar, Kayseri’den hareketle Elbistan yönünde harekete geçmişlerdir. Horon dağları (Binboğa Dağları) civarından geçerek savaşa mahalline gelmişlerdir. Her iki tarafın öncü veya keşif kuvvetlerinin karşılaştığı ilk mücadelede Memlûk kuvvetleri galip gelmiştir. Çağdaş kaynaklar, tarafların özellikle de İlhanlı askerlerinin sayıları konusunda farklı rakamlar verilmiş olsa da, Kongurtay idaresindeki bir tümen yani on bin kişilik kuvvete ek olarak Selçuklu ve Gürcü kuvvetleriyle bu sayının 15 ile 20 bin arasında olduğu söylenebilir[33]. Memlûk kuvvetlerinin ise otuz bin civarında olduğu ifade edilmektedir. İlhanlı kuvvetlerinin merkezinde Kongurtay, Sulduz tümeninin başında Tudavun, İlhanlıların Anadolu’daki işgal kuvvetleri, Celayir tümeni olarak, başında Tuku Noyan bulunuyordu. Elbistan’ın kuzeybatısındaki Huni ovasındaki (Günümüzde Arıtaş) şiddetli bir çarpışmanın sonunda İlhanlı kuvvetleri sadece yenilmemişler, arasında Tuku ve Tudavun Noyanların da bulunduğu büyük bir bölümü hayatlarını kaybetmişlerdir. Gürcü kuvvetleri de ciddi manada kayıp verdikleri halde Selçuklu kuvvetleri pek kayıp vermemiştir, sadece Selçuklu ordusunda ileri gelen on iki kişinin Memlûklar tarafından esir edilmiş oldukları konusunda çağdaş kaynaklar aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Baybars’ın Elbistan savaşının galibi olarak Kayseri’ye gelmesinin ardından Sultan ile birlikte Tokat’a gelmiş olan Pervane, Abaka Han’a, Seyfeddin Erbey’i elçi olarak göndermiş ve O’nu Anadolu’ya çağırmıştır. Sultan Baybars;” Biz verdiğimiz sözü tuttuk ve geldik, onlar sözlerini yerine getirmediler, savaş alanında bizim karşımızda oldular ve atlarını düşmanın hizmetine verdiler…” diyerek Türkiye Selçuklu Devleti’nin yönetimi hakkında da bilgi vermektedir[34]. Memlûk Sultanı Baybars, kendisiyle birlikte Mısır’a gitmek isteyen Selçuklu devlet adamları da yanında olduğu halde Kayseri’den hareketle Elbistan’daki savaş alanını bir daha gördükten sonra, Akçaderbend, Göksu, Göynük ve Maraş üzerinden 10 Haziran 1277 tarihinde Şam’a dönmüştür[35].
Pervane, İlhanlı ordusunun Elbistan’da uğramış olduğu felaketi bildirmek üzere acele olarak Seyfeddin Erbey’i Tebriz’e göndermişti. Elbistan savaşında hayatını kaybetmiş olan Sulduz boyuna mensup Tudavun Noyan’ın nökerlerinden Bûkdây, Pervane’nin elçisinden daha önce Tebriz’e varmış ve gerçeği Abaka’ya anlatmıştı[36]. Abaka Han, Elbistan yenilgisini öğrendiğinde Memlûklar ve haliyle Sultan Baybars’tan kaybetmiş olduğu değerli kumandan ve askerlerinin intikamını alacağına dair yemin etmiş ve hiç vakit kaybetmeden üç tümenlik bir süvari birliği ile 1277 yılının Haziran ayı başlarında Tebriz’den yola çıkarak Erzincan-Divriği üzerinden Elbistan’a ulaşmıştır. Abaka’dan önce Elbistan’a varmış olan Pervane, beraberinde getirmiş olduğu Sultan Gıyaseddin ve Sahib Fahreddin Ali birlikte Abaka Han’ı karşılamışlar ve birlikte savaşın cereyan etmiş olduğu alana gitmişlerdir. Abaka, binlerce askerinin cesedi ve bilhassa çok sevdiği; Tuku ve Tudavun’un parçalanmış cesetleri karşısında ağlamaktan kendisini alamamıştır[37]. Abaka, düşmanın gelişi konusunda kendisine yanlış bilgi vermiş olduğu için Pervane’yi suçlamıştır. Pervane ise, Mısır Sultanının birden bire çıkageldiğini ifade etmiştir. Abaka“ demek ki, Mısır hükümdarı ile anlaşma halinde idin” diyerek, Pervane hakkında söylenenlerin doğru olduğu şeklinde bir konuşma yapmıştır. Ayrıca savaş alanındaki ölüler arasında Selçuklu askerlerinin bulunmamış olması da İlhanlı Hükümdarı’nın dikkatinden kaçmamıştı[38]. Mevsimin sıcaklığı dolayısıyla Memlûklar üzerine sefer yapmaktan vazgeçen Abaka; Elbistan mağlubiyetinin suçluları arasında gördüğü Türkmenlerden intikam alma düşüncesiyle; uzakta, yakında ve nerede bir Türkmen görülürse sorgusuz sualsiz öldürülmesini buyurmuş ve buna bağlı olarak binlerce günahsız insan sırf Türkmen oldukları için öldürülmüştür. Abaka Hanı’nın çıktığı bu intikam seferinde kaynakların farklı rivayetlerine göre öldürülen insanlar 200.000-600.000 arasında gösterilmekte ve alınan esirler de bu sayıya ulaşmaktadır. Abaka Han ordusu ile götürdüğü esirler, Bayburt şehrine varınca, orada dikkate şayan bir olay vuku bulmuştur. Burada bir ihtiyar mutlaka Abaka’nın huzuruna çıkmak ve kendisine konuşma hakkı ve aman verilmesini de belirtmiştir. Abaka Han kendisine söz hakkı ve aman verince bu ihtiyar zat “Ey Yeryüzünün hükümdarı! Düşmanın senin memleketine girdi; fakat tebaana dokunmadı. Sen ise düşmanına karşı harekete geçtin; ama kendi ra’iyyeni yağma, esir ve katlettin. Acaba senden önce gelen hanlardan hangisi böyle bir yasayı takip etmiştir? Demesi[39]üzerine genellikle asker, çiftçi ve diğer insanlardan oluşan takriben 400.000 esiri serbest bırakmıştır, Pervane ve adamlarını 1277 yılı Ağustos ayında idam ettirmiştir[40]. Elbistan savaşında İlhanlı ordusu, tıpkı Ayn Calut savaşında olduğu gibi, Memlûklar karşısında ikinci defa tarihî bir yenilgiye maruz kalmıştır. Bu yüzden Abaka Han, bir yandan Elbistan savaşının intikamını alma düşüncesi, diğer yandan da İlhanlı Devleti’nin tâbilerinden olan Ermeni kralına destek için hazırlıklarını tamamlamıştı. Abaka Han, kardeşi Mengü Timur’u 80.000 kişilik bir ordunun başında Suriye seferi için göndermiştir. İlhanlı kuvvetlerine, Anadolu’daki ordularının kumandanlarından Samagar, Tayci ve Tarancı Noyanlar bulunuyorlardı. . Kayseri arasındaki bir yere gelerek burada karargâhını kurmuştur. Bu kuvvetlerin durumunu öğrenmek isteyen Sultan Kalavun, Antep, Göynük ve Akçaderbend üzerinden Elbistan’a ulaşan bir keşif kolu göndermiştir[41]. İlhanlı kuvvetleri, Kayseri, Elbistan yoluyla Suriye’ye girdiler Hama ile Humus arasındaki bir yerde Sultan Kalavun’un başında bulunduğu elli bin kişilik Memlûk ordusu ile 1281 yılı sonlarında karşılaşmışlardır. Ancak tıpkı Elbistan ve AynCalut gibi bir katliam savaşında da Memluklar galip gelmiştir. Böylece İlhanlı ordusu, Memluklar karşısında üçüncü defa ağır bir mağlubiyete uğramıştır. Böylece Abaka Han da tıpkı babası Hülâgu gibi Memlûklar karşısında bir türlü başarılı olamamıştır[42].
Netice itibariyle İlhanlılar zamanında Moğolların Ortadoğu’ya geldiği dönemde Maraş; askerî ve siyasî faaliyetlerin yoğun olduğu bir uc bölgesi konumunda olmuştur. Orta zamanlar Türkiye’sinde Maraş; coğrafi konumu itibariyle bölgeye yakın her devletin sahip olmak istediği ve uğrunda savaştığı bir alandır. Maraş ve çevresindeki Türkmenler bölgedeki Moğol yıkımından dolayı daha güvenli buldukları Suriye-Mısır coğrafyasına ve Anadolu’nun batı uc bölgesine göç etmişlerdir. XIII. yüzyılın ikinci yarısında, Moğol harekâtının akabinde, Müslümanlarla Hıristiyanların, İlhanlılarla Memlûkların yoğun olarak mücadele halinde olmasının etkileri Maraş coğrafyasında siyasi, askeri, ticari ve demografik olarak hissedilmiştir.
KAYNAKÇA
Akkuş, Mustafa Ermenilerin İlhanlı Dini Siyasetindeki Rolleri”, S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.31, Konya 2012.
Alaaddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşa, Çeviren: Mürsel Öztürk, Türk Tarih Kurumu, 1. Baskı, Ankara 2013.
Baypars Tarihi: Al Melik- Al Zahir (Baypars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi, Çeviren: Şerefüddin Yaltkaya, Türk Tarih Kurumu Yayını, İstanbul 1941
Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekâleti Neşriyatı, İstanbul, 1339.
Cahen, Claude; Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, Çeviren: Yıldız Moran, İstanbul 1984.
Gökhan, İlyas; Başlangıçtan Kurtuluş Harbine Maraş Tarihi, Ukde Yayıncılık, Kahramanmaraş, 2011.
Gregory Abû’l Farac (Bar Hebraeus ), Abû’lFarac Tarihi, C. II, Çeviren: Ömer Rıza Doğrul, Türk Tarih Kurumu, III. Baskı, Ankara 1999.
Grousset, René; Stepler İmparatorluğu: Attilâ, Cengiz Han, Timur, Çeviren: Halil İnalcık Türk Tarih Kurumu Ankara 2011.
- Ahmet Özdemir, Moğol İstilâsı: Cengiz ve Hülagû Dönemleri, İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2011.
Kaya, Selim; “Ortaçağ’da Maraş’ın Sosyo Kültürel Ve Etnik Yapısı Hakkında Bir Değerlendirme”, I.Kahramanmaraş Sempozyumu (6-8 Mayıs 2004 Kahramanmaraş), C. I, İstanbul 2005.
Kaymaz, Nejat; Pervâne Mu’înüd’dîn Süleyman, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, Ankara 1970.
Kerîmüddin Mahmud-i Aksarayî, Müsâmeretü’l- Ahbâr, Çeviren: Mürsel Öztürk, Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara 2000, s. 33.
Öngül, Ali; Selçuklular Tarihi 2: Anadolu Selçukluları ve Beylikler, Çamlıca Basım Yayın, 2. Baskı, İstanbul 2014.
Reşîdüddin Fazlullah, Câmiu’t- Tevârih (İlhanlılar Kısmı), Çevirenler: İsmail Aka, Mehmet Ersan, Ahmad Hesamipour Khelejani, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013.
Selçuk, Ali; Tahtacılar, Yeditepe Yayınevi, II. Baskı, İstanbul 2005.
Sümer, Faruk ; “Ağaçeriler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1988.
Tarîh-i Âl-i Selçuk, (Anonim Selçuknâme), Tercüme ve Notlar: Halil İbrahim Gök-Fahrettin Çoşguner, Atıf Yayınları, Ankara 2014, s. 46.
Turan, Osman; Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 1996.
Yinanç Mükrimin Halil – Selim Kaya;” Maraş Emîrleri”, VII-XVI. Asırlarda Maraş Emîrleri (Emîr, Melik, Bey, Senyör, Beylerbeyi, Sancakbeyi), Editörler: İlyas Gökhan-Selim Kaya, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş 2008.
Yinanç, Mükrimin Halil; Türkiye Tarihi: Selçuklular Tarihi, II. Cilt, Yayına Hazırlayan: Refet Yinanç, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2014.
Yuvalı, Abdulkadir; İlhanlılar Tarihi I: Kuruluş Devri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1997.
* Erciyes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Kayseri, elmek: eyoska@erciyes.edu.tr
[1] Abdulkadir Yuvalı, İlhanlılar Tarihi I: Kuruluş Devri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1997, s.10; René Grousset, Stepler İmparatorluğu: Attilâ, Cengiz Han, Timur, Çeviren: Halil İnalcık Türk Tarih Kurumu Ankara 2011, s. 199-405.
[2]GregoryAbû’lFarac (Bar Hebraeus ), Abû’lFarac Tarihi, C. II, Çeviren: Ömer Rıza Doğrul, Türk Tarih Kurumu, III. Baskı, Ankara 1999, s.543.
[3]Abû’l Farac Tarihi, age, s.545.
[4]Tarîh-i Âl-i Selçuk, (Anonim Selçuknâme), Tercüme ve Notlar: Halil İbrahim Gök-Fahrettin Çoşguner, Atıf Yayınları, Ankara 2014, s. 46.
[5]Kerîmüddin Mahmud-i Aksarayî, Müsâmeretü’l- Ahbâr, Çeviren: Mürsel Öztürk, Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara 2000, s. 33.
[6] Faruk Sümer, “Ağaçeriler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. I, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1988, s.460. Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, Çeviren: Yıldız Moran, İstanbul 1984, s. 152-155; Ali Selçuk, Tahtacılar, Yeditepe Yayınevi, II. Baskı, İstanbul 2005, s.27.
[7] Mükrimin Halil Yinanç- Selim Kaya,” Maraş Emîrleri”, VII-XVI. Asırlarda Maraş Emîrleri (Emîr, Melik, Bey, Senyör, Beylerbeyi, Sancakbeyi), Editörler: İlyas Gökhan-Selim Kaya, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş 2008, s.51.
[8] Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi: Selçuklular Tarihi, II. Cilt, Yayına Hazırlayan: Refet Yinanç, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2014, s. 222.
[9]Yinanç-Kaya, “agm”, s.52.
[10] Selim Kaya, “Ortaçağ’da Maraş’ın Sosyo Kültürel Ve Etnik Yapısı Hakkında Bir Değerlendirme”, I.Kahramanmaraş Sempozyumu (6-8 Mayıs 2004 Kahramanmaraş), C. I, İstanbul 2005.
[11] İlyas Gökhan, Başlangıçtan Kurtuluş Harbine Maraş Tarihi, Ukde Yayıncılık, Kahramanmaraş, 2011, s.171.
[12] Fırat nehrinin batısında bir çayın adı olduğu gibi, şimdiki Gaziantep’in Yavuzeli ilçesinde bulunan kaledir.
[13] Günümüzde Gaziantep’in Araban ilçesinin adıdır.
[14] Kırıkhan yakınlarındaki şimdiki Terbizek olarak bilenen yerin adıdır.
[15] Mustafa Akkuş, Ermenilerin İlhanlı Dini Siyasetindeki Rolleri”, S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.31, Konya 2012, s.213.
[16]Yinanç-Kaya, “agm”, s.53.
[17]Alaaddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşa, Çeviren: Mürsel Öztürk, Türk Tarih Kurumu, 1. Baskı, Ankara 2013, s.498.
[18]Reşîdüddin Fazlullah, Câmiu’t- Tevârih (İlhanlılar Kısmı), Çevirenler: İsmail Aka, Mehmet Ersan, Ahmad Hesamipour Khelejani, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2013, s. 27.
[19] H. Ahmet Özdemir, Moğol İstilâsı: Cengiz ve Hülagû Dönemleri, İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2011, s. 232.
[20] Yuvalı, age, 81.
[21] Özdemir, age, s.235.
[22] Yuvalı, age, .s. 98.
[23] Selçuklular zamanında Maraş ve Elbistan, çoğu zaman ayrı birer idarî birim olarak yönetiliyordu. Maraş’ı Hüsameddin Hasan’ın soyundan gelen valiler idare ederken, Elbistan genellikle Selçuklu hanedanından melikler tarafından idare edildiği gibi, bazı zamanda önemli ümera tarafından yönetilmekteydi. Bundan dolayı Elbistan’ın Maraş emirliğinin hudutlarına dâhil olmadığını görüyoruz. Bu emirliğinin hudutlarına Maraş’tan başka, Göksun, Afşin, Pertus, Dülük, Raban Tel-bâşir, Derbsak gibi şehir ve kaleler girmekteydi. Ayrıntılı bilgi için bakınız: Gökhan, age. S. 24.
[24] Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekâleti Neşriyatı, İstanbul, 1339, s.41.
[25] Gökhan, age, s.172.
[26] Nejat Kaymaz, Pervâne Mu’înüd’dîn Süleyman, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, Ankara 1970, s. 139-143.
[27]Yinanç, age, s. 290.
[28] Baypars Tarihi: Al Melik- Al Zahir (Baypars) Hakkındaki Tarihin İkinci Cildi, Çeviren: Şerefüddin Yaltkaya, Türk Tarih Kurumu Yayını, İstanbul 1941, s.33; Kaymaz, age, s.158.
[29] Yuvalı, age, s. 112.
[30] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 1996, s.538.
[31] Gökhan, age, s. 174.
[32]Yinanç, age, s. 291.
[33]Yinanç, Türkiye…, s. 291.
[34] Baybars Tarihi, s.87.
[35] Gökhan, age, .s 175.
[36] Kaymaz, age, s. 165.
[37] Turan, age, s. 539.
[38] Kaymaz, age, s. 166.
[39] Ali Öngül, Selçuklular Tarihi 2: Anadolu Selçukluları ve Beylikler, Çamlıca Basım Yayın, 2. Baskı, İstanbul 2014, s. 224.
[40]Abû’lFarac Tarihi, s.600.
[41] Gökhan, age, s. 176.
[42] Gökhan, age, s. 176.