Teketek Haber

AYAKLANMANIN HAZIRLIK (PROPAGANDA) SAFHASI

AYAKLANMANIN HAZIRLIK (PROPAGANDA) SAFHASI
07 Şubat 2018 - 22:50

1-) Baba İlyas Horasanî’nin Kefersud Yöresindeki Faaliyetleri

Elbistan, Maraş ve Kefersud yöresine Türkmenlerle birlikte gelmiş birçok derviş bulunmaktaydı. Bunlardan biri de Baba İlyas Horasanî idi. Baba İlyas Horasanî, “kam (kâhin-hekim) tipi”nde bir halk bilgesiydi. Bilim adamları arasındaki yaygın ve genel kanaate göre, bu halk bilgeleri “melâmî” anlayışta, yani dünya nimetlerine ve zevklerine sırtını çevirmiş birer derviş idiler. Bu dervişler, toplumun eski inançlarına ve geleneklerine hoşgörülü bir anlayışla yaklaşmaktaydılar.

Baba İlyas Horasanî, ilk defa XIII. yüzyılın ilk çeyreği içinde, Elbistan yöresinde faaliyet gösteren ünlü Türkmen şeyhi Dede Karkın’ın müridi olarak tarih sahnesine çıkmıştır. O da tıpkı şeyhi gibi “Vefâî tarikatı”na mensuptu[1]. Baba İlyas Horasanî, tarikatının fikir ve görüşlerini temsil etmede ve yaymada olağanüstü bir yetenek göstererek, kısa bir süre içinde Dede Karkın’ın has halifeleri arasına girmiştir. Dede Karkın da bu başarısından dolayı onu, Samsat (Sümeysat) civarındaki Kefersud köyünde görevlendirmiştir.

Baba İlyas Horasanî, zamanını Kefersud’da oturup ibadet etmekten çok bölgedeki Türkmen obalarını gezmekle geçirmiştir. Bu arada bütün faaliyetlerini Türkmenlerin dinî, sosyal ve ekonomik problemleri üzerinde yoğunlaştırmıştır. Halkın dertleriyle yakından ilgilenerek, bunlara çözümler getirmeye çalışmıştır. Bu hususta göz boyama tekniği olan “büyü ile telkin yöntemini”[2] ustalıkla uygulamıştır. Özellikle yazdığı “muska”larla fertler arasındaki soğukluğu yakınlaşmaya, düşmanlığı da dostluğa çevirmekte büyük bir başarı göstermiştir. Faaliyetlerinde samimi olduğunu gösterebilmek için de hem dilini hem de gözyaşlarını maharetle kullanmıştır[3]. Onun bundan güttüğü amaç, şahsında olağanüstü bir güç ve yetenek bulunduğu şeklinde bir duygu ve düşünce yaratarak, halkı etkilemek ve kendisine bağlamaktı. Baba İlyas Horasanî, gerçekten de bu faaliyetlerinde son derece başarılı olmuştur.

Bir lider, ne kadar yetenekli olursa olsun, çevresinde kendi hayat görüşüne ve amacına uygun sosyal bir ortam bulamazsa başarılı olamaz[4]. Baba İlyas Horasanî, bu hususta son derece şanslıdır. Çünkü o, Kefersud köyü ve çevresinde kendi düşünce ve inancına uygun ve yatkın, daha da önemlisi kolayca etki altına alabileceği kalabalık bir Türkmen kitlesi bulmuştur.

Kitleyi harekete geçiren sebepleri, hem kitlenin içinde hem dışında aramak gerekir. Zira Türkmen kitleleri ve onlara yön veren halk bilgeleri, sade ve samimi bir Müslüman olmakla birlikte eski Türk inancının ve geleneklerinin hâlâ kuvvetli bir şekilde etkisi altındaydılar. Bu kitleler ve halk bilgeleri Mâverâünnehir, Harezm ve Horasan’da iken Şiî inançlardan, Güney-Doğu Anadolu bölgesine gelince de Kuzey Suriye’deki Batınî fikirlerle Hıristiyan dini ve Mazdekçilik gibi çeşitli inançlardan etkilenmiş idiler[5].

Baba İlyas Horasanî, bölgedeki gezileri ve incelemeleri sırasında hem Türkmenlerin hem de Harezm Türklerinin Selçuklu idaresine karşı büyük bir tepki ve muhalefet içinde olduklarını görmüştür[6]. Bu durum onda “şeyhlikten şahlığa yükselmek” gibi yeni bir duygu ve düşünce uyandırmıştır. Böylece o, bölgedeki faaliyetlerini tamamen siyasî bir alana kaydırmıştır. Bu da Baba İlyas Horasanî için hiç de zor olmamıştır. Çünkü onun en kuvvetli özelliği, farklı toplumsal meselelere ilgi duyması ve bir konudan diğerine kolayca atlayabilmesiydi.

Bir liderin amacına ulaşabilmesi için hiç kuşkusuz kitle hareketine ihtiyaç vardır. Toplumu harekete geçirebilmek de iki temel şarta bağlıdır. Bunlardan biri mevcut idarenin değerini halkın gözünden düşürmek, diğeri ise, kitlenin ruhunda arzularına uygun parlak bir gelecek hayali ve umudu yaratmaktır.

Baba İlyas Horasanî, birinci şartı gerçekleştirme hususunda hiç de zorlanmamıştır. Çünkü bu sırada Selçuklu tahtında bulunan Sultan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev, son derece zayıf ve yetersiz bir hükümdardı. O, devleti ne idare etmekte ne de temsil etmekte bir başarı gösterebilmiştir. Onun gerek resmî gerekse özel hayatı beğenilmeyen kötü davranışlarla doluydu. Bu hükümdar, toplumun nefretini uyandıran bütün nitelikleri âdeta şahsında toplamış gibiydi. Üstelik Sultan Keyhüsrev, devlet ve memleket meselelerini bir tarafa bırakmış, zevk ve eğlenceye dalmış bulunuyordu. Bütün gecesini ve gündüzünü özel eğlencelerle geçirmekteydi. Gerçekten Selçuklu sarayında gizlilik perdesi arkasında, zevk ve eğlence adına bin bir türlü rezalet yaşanmaktaydı. Fakat bu rezaletler, gizli kalmamakta, zaman zaman gizlilik perdesini aşarak, fısıltılar hâlinde dalga dalga bütün yurda yayılmaktaydı.

Selçuklu idaresindeki otorite zâfiyeti, Selçuklu devlet adamlarını da olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Onlar da kendi aralarında kıyasıya bir iktidar mücadelesi içine girmiş bulunuyorlardı. Dolayısıyla bu devlet adamları da memleket meseleleriyle ilgilenecek vaziyette değillerdi.

Öte yandan Türkmenlerin Doğu Akdeniz ve Güney-Doğu Anadolu bölgesinde yaşadıkları ağır hayat şartları, tam bir mutsuzluk tablosu oluşturmaktaydı. Üstelik bu sırada Türkmenler, kendilerini dışlamış ve ihmal etmiş olan Selçuklu idaresine karşı çok büyük bir kızgınlık içinde idiler. Her iki durum da Baba İlyas Horasanî’nin gayesi için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Zira Baba İlyas Horasanî’ye göre, Türkmenler fakr u zaruret içinde ıstırap çekerken devleti yönetenlerin zevk ve sefa içinde yaşamaları ve kendi aralarında kavga etmeleri doğru değildi. Böylece o, ustalıkla yürüttüğü bu propaganda ile Türkmenlere, Selçuklu idaresini bütün kötülüklerden sorumlu bir suçlu ve düşman olarak göstermiştir. Kendisini de bir kurtarıcı olarak sunmuştur. Gerçekten de bu propaganda, ekonomik sıkıntılar altında ezilen ve dinî heyecan içinde çalkalanan Türkmenler üzerinde son derece etkili olmuştur. Çünkü toplum ve fert maddî sıkıntılar içinde ise, manevî kuvvetlere daha çok rağbet eder ve ondan medet umar[7].

Baba İlyas Horasanî, faaliyetinin birinci safhasını hemen hemen tamamlamış olmasına rağmen ikinci safhasına geçemedi. Çünkü o, Doğu Akdeniz ve Güney-Doğu Anadolu bölgesindeki Türkmenler arasında ilk dinî ve siyasî propagandasını yaptıktan sonra birden ortadan kayboldu. Kimse nereye ve neden gittiğini bilmiyordu. Baba İlyas Horasanî, bir süre sonra Türkmen kitlelerinin en yoğun olarak yaşadıkları Amasya civarındaki Çat (İlyasiye) köyünde ortaya çıktı. Devrin kaynak yazarları, onun böyle birden yer değiştirmesinin sebebi hakkında bir şey söylememişlerdir. Öyle anlaşılıyor ki, şeyhi Dede Karkın, onun Kefersud yöresindeki faaliyetlerini dinî alandan siyasî alana kaydırmış olmasını pek hoş karşılamamıştır. Bu yüzden onu bölgeden uzaklaştırmış olmalıdır. Nitekim Baba İlyas Horasanî’nin üçüncü göbekten torunu olan Elvan Çelebi, eserinin bir yerinde, Dede Karkın’ın büyük babasının emrine dört mürit vererek, onu Amasya yöresine gönderdiğini belirtmiştir[8].

2-) Baba İlyas Horasanî’nin Amasya Yöresindeki Faaliyetleri

Baba İlyas Horasanî, idealine büyük bir inanç ve kararlılıkla bağlı olduğunu Çat köyünde de göstermiştir. Kefersud yöresinde yarım bırakmış olduğu faaliyetlerine burada yeniden başlamıştır. Fakat onun bu defa yöntemi farklıdır. Daha doğrusu onun, kendi gayretleriyle üretilmiş ve tamamen kendisine ait orijinal bir yöntemi yoktur. Baba İlyas Horasanî’nin fikirlerini ve hayal gücünü besleyen bilgi, tamamen peygamberler tarihidir. O, amacına ulaşabilmek için en kestirme yolu taklitçilikte görmüştür. Bu hususta ona yol gösteren düşünce, peygamberler tarihinden aldığı ilhamdır. O, Hz. Muhammed ile Hz. Musa’kendisine örnek ve model almıştır. Özellikle kendisini Hz. Musa, Selçuklu hükümdarı Sultan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev’i Firavun, Türkmenleri de Firavun’un demir yumruğu altında eziyet çeken ve karın tokluğuna çalıştırılan Yahudi toplumunun yerine koymuştur. O da, tıpkı Hz. Musa’nın Tanrının mucizeleriyle Yahudi toplumunu kurtardığı gibi Türkmenleri Selçuklu hanedanının kötü yönetiminden kurtarmak istemiştir.

Baba İlyas Horasanî, yöredeki halkı ikna edebilmek ve kendisine bağlayabilmek için Hz. Muhammed’in peygamberlikten önceki hayatını kendisine örnek ve model alıp güvenilir insan imajı sergilemekle işe başladı. Bunun için o, önce dünyevî arzu ve ihtiraslardan arınmış bir veli gibi davrandı. Kendisini fâni zevklerden mahrum ve men etti. Bir süre köylülerin koyun sürüsüne gönüllü çobanlık yaptı. Köylülerin kendisine borçlu ve minnettar kalmaları için de onlardan hiçbir ücret ve yiyecek almadı. Tabiatta ne bulduysa onunla yetindi. Gecelerini mağaralarda ibadet ve tefekkürle geçirdi. İnsanlara olduğu gibi koyunlara da sevgi ve şefkat gösterdi. Başka bir deyişle koyunlara, âdeta onlardan biriymiş gibi davrandı. Sürünün başından hiç ayrılmamaktaydı. Tabiri caizse onlarla birlikte yatıp onlarla birlikte kalkmaktaydı[9]. Onun bu tutumu, köylülerde sürülerinin ve ürünlerinin bereketlendiği, işlerinin de düzeldiği ve yolunda gittiği şeklinde müspet bir duygu uyandırdı. Böylece köy halkı onda manevî bir güç ve yetenek olduğuna inandı. Baba İlyas, bu durumu kendi lehine değerlendirdi. Çevredeki Türkmenlerden kendisine inanan müritler edindi. Bütün hayatını tefekkür ve ibadetle geçirmek için köyün dışında bir tepe üzerinde, kendisine bir zaviye yaptırdı. Müritlerini bu zaviyede topladı. Müritlerinin sayısı artınca da çevrede yeni yeni zaviyeler inşa ettirdi[10]. Bu arada evlendi ve arka arkaya beş oğlu oldu.

[1] Âşıkpaşaoğlu Tarihi, 1970: 1; Ocak, 2009: 75 vd.

[2] Baba İlyas Horasanî, telkin yöntemini uygularken büyük bir ihtimalle şöyle davranmış olmalıdır: O, hiç ayrım yapmadan herkes ile görüşür; herkesin dertlerini sabırla sonuna kadar dinlerdi. Dertlerini dinlediği kişilerin ellerini iki avucunun içine alarak, bütün gücünü ona geçiriyormuş gibi bu elleri konuştuğu sürece yavaş yavaş sıkardı. Sözlerini onları bütün dertlerinden kurtarıyormuş gibi bir havayla söylerdi. Zarif hâli, ciddî karakteri, sakin tavrı ve yüzünde hiç eksik olmayan tebessümüyle herkesi büyüler ve rahatlatırdı.

[3] İbn Bîbî, 1956: 488; 1996: II, 49.

[4] Krş. Kaplan, 1985: III, 39; Hoffer, 1980: 134.

[5] Geniş bilgi için bkz. Ocak, 2009: 45-48, 62-76.

[6] Koca, 2011: 411-416. Harezmşâhlar hükümdarı Celâleddîn Mengüberti’nin Sultan I. Alâeddîn Keykubâd’a karşı yapmış olduğu Yassıçemen savaşında yenilmesi ve arkasından ölümü (1230) yüzünden ordusu tamamen dağılmıştı. Sultan Keykubâd; Harezm beylerini ve topluluklarını hizmete alarak, bunları Kuzey ve Güney Uçlarına yerleştirmişti. Sultan Keykubâd’ın yerini alan oğlu Sultan II. Gıyâseddîn Keyhüsrev, ortada hiçbir sebep yokken Emîr Sadeddîn Köpek’in tahrik ve teşviki ile Harezm beylerinden Kayır Hanı tutuklatıp hapse koymuştu. Kayır Han da aradan çok zaman geçmeden hapishanede ölmüştü. Aynı akibetin kendi başlarına da gelmesinden korkan bütün Harezm beyleri, topluca Türkiye Selçuklu Devletinin hizmetinden ayrılmak suretiyle Harran ve Urfa yöresine gelip yerleşmişlerdi. Fakat onlar, beylerine yapılan bu haksızlıktan dolayı Selçuklu devlet adamlarına çok kızgın idiler.

[7] Krş. Kaplan, 1985: III, 62.

[8] Elvan Çelebi, 1995: s. 18, b. 208; s. 139, b. 1614.

[9] İbn Bîbî, 1956: 499; 1996: II, 49. Bilindiği gibi, peygamberimiz de çocukluk yıllarında amcası Ebû Tâlib’in koyunlarını gütmüştür. O, bir gün arkadaşlarına bu çocukluk hatırasını anlatırken “Hiçbir peygamber yoktur ki, koyun gütmemiş olsun” demiştir (Avcı, 2008: 94 vd.). Kanaatimizce, çobanlık ile liderlik ve teşkilâtçılık arasında kuvvetli bir ilişki bulunmaktadır.

[10] Simon de Saint Quentin, 2006: 43.