Teketek Haber

SÜNBÜLZADE VEHBİ’DE POETİK-PENDNAME OLARAK ÇOCUK AHLÂKI

SÜNBÜLZADE VEHBİ’DE POETİK-PENDNAME OLARAK ÇOCUK AHLÂKI
27 Aralık 2018 - 8:30

ÇOCUK AHLÂKINA GİRİŞ

Biz çalışmamızda üç şey yapacağız. Birincisi bir sorun ortaya koymak, ikincisi Sünbülzade üzerinden çocuk ahlakını örnekleyerek bir giriş yapmak ve üçüncüsü sonuçlandırmak.

Bir felsefecimiz ahlâkla ilgili bir projede, ‘İslam ahlâk düşüncesinin müteahhirun dönemine ilişkin çalışmaların azlığından payını almasının yanı sıra, genel olarak İslam düşüncesinin en az çalışılan alanlarından da biridir’ şeklinde ahlâkla ilgili iki iddiada bulunmaktadır.[2] Yine Meşrutiyet dönemi Osmanlı ahlâk düşünürlerinden Midhat, İbn Kemâl’in Beyanu’l-vücud adlı eserinin çevirisine yazdığı önsözde, felsefecimizin gündeme getirdiğine benzer bir iddianın varlığını dile getirmektedir.[3] Midhat’a göre ahlak araştırmaları akan bir pınara benzemektedir. İslam ahlâk araştırmaları alanında, ‘Ahlâk-ı İslamiyye’ ve ‘Muhalifin Ahlâkı’ adıyla iki pınar/ahlâk çizgisi vardır. Bu iki iddiaya bağlı olarak İslam ahlâk düşüncesi ile ilgili şu soruları sorabilir, sorunu netleştirebiliriz: Acaba İslam düşüncesi içerisinde, özellikle müteahhirun döneminde, diğer disiplinler arasında gerçekten bir ilm-i ahlâk yok mudur? Yahut bu dönemde ahlak, gerçekten az çalışılan bir alan mı olmuştur? Eğer böyleyse, bunun sebeb/ler/i olmalıdır ve bu sebepler nelerdir? Bu sorulara ilaveten acaba 14 asırlık bir süreçte yokluğu veya azlığı iddia edilen İslam ahlâkı çalışmaları arasında, bir çocuk ahlâkından söz edilebilir mi? Eğer edilebilirse, çocuk ahlâkı ne anlama gelmekte ve hangi nitelikler onu diğer ahlâk alanından ayırmaktadır? Yine çocuk ahlâk felsefesinin kaynakları neler olabilir? Onlardan daha önemlisi ahlâk felsefesi araştırmalarında çocuk ahlâkından söz etmek ahlâkî midir yahut ne kadar ahlâkîdir?

Biz daha önce sunduğumuz bir çalışmamız çerçevesinde, aynı sorunu dile getirmiş onun varlığına dair bir araştırma yapmış, edeb-âdâb literatürü geleneğini örneklemiştik. Çalışmamızda klasik Osmanlı bibliyografik eserlerinden hareketle İslam ahlâk eserleri arasında, çocuk ahlâkından söz eden üç tür klasik ahlâk literatürünün varlığından söz etmiştik. Bunlar edeb-âdâb literatürü geleneği, vasiyyet-nasihat literatürü geleneği, poetik-pendname literatürü geleneği idi. Bunlara yeni/çağdaş dönemde üretilen çocuk ahlâkıyla ilgili bir yenivazife ahlâkı literatürünü ilave etmiş, toplamda çocuk ahlakıyla ilgili dört tür literatür geleneği olduğunu belirtmiştik.

Bu çalışmamızda ise klasik ahlâk literatürümüzün dört geleneğinden birisi olan Osmanlı poetik/pendname literatürü geleneği ile bu gelenek içerisinde yer alan Sünbülzade Vehbi’nin (1718-1809)[4] Lütfiyye’si üzerinde durulacaktır.

 

OSMANLI POETİK-PENDNAME GELENEĞİ

Öncelikle poetik-pendanme terimini ‘manzum-ahlak’ terimi için kullandığımızı belirtelim. İkinci olarak bir edebiyatçımız Türkçe poetik-ahlak/nasihat geleneğini, Yunus Emre’nin Risâletü’n-nushiyye’si ve Ahmed Fakih’in Çarhnâme’si ile 13.yüzyıldan başlatmakta, Pendname geleneğinde çocuklara yönelik yazılan eserlerin ilkinin, Ahmed Dâî’nin Farsça’dan tercüme ettiği 115 beyitlik 15.yüzyıla ait Vasiyet-i Nûşirevân-ı Âdil be-Pusereşt’i[5] olduğunu belirtmektedir.[6] Rusçuklu Ömer Zarifi Baba’nın Pendname’sini neşreden Bosnavi Kurtbegzade Mustafa Sabri, Pendname’yi tehzib-i ahlâk ve tenvir-i ahlâk başlığıyla yayınlamakta, eserin mütalaasının farz-ı ayn derecesinde olduğunu”[7] belirtmektedir. Yani eser bir poetik pendnamedir.

Bir başka edebiyatçımız Dâ’î’nin eserini, vasiyetname ve siyasetname kavramlarıyla birlikte zikrederek ‘pend-name (nasihatname)’ geleneğine bağlamakta ve geleneğin ahlâkî ve didaktik bir muhtevaya sahip olduğunu, yazarlarının Lokman Hekim, Aristo ve Eflâtun’un öğütlerini müstakil eserler veya mesnevilerin bölümleri olarak kaleme aldıklarını belirtmektedir. Özetle Dâ’î’nin eserinde adil bir yönetici olan Nuşirevan’ın oğlu Hürmüz’e öğütleri yer almaktadır. Eser bir pendname olarak şiir (mesnevi) biçimli bir eserdir. Eserin aslı Farsçadır ve Nuşirevan’ın tacındaki on yedi dilimde yer alan öğütlerden oluşmaktadır. Eser, Abbasî halifesi Me’mun (813-833) tarafından Nûşirevân’ın türbesinde Pehlevî yazısıyla kaydedilmiş olarak bulunmuş ve Arapçaya tercüme ettirilmiştir. Dâ’î’nin eserinin ilk dokuz beyti mukaddimedir. Bu beyitlerde nasihatin önemi, bilgili insanların sözünün değeri, ilim öğrenmenin gerekliliği anlatılmaktadır. Dâ’î’nin ilkesi, ‘İnsan dünyada iyi bir isim bırakmak için iyi işler yapmalıdır’ ilkesidir. Dâ’î, mesnevisinde ilim, adalet ve aklın öneminden sonra, konuşma âdâbı hakkında bilgi ve öğütler vermektedir. [8] Yani Dâ’î’nin iyi iş yapma konusunda temel erdemi adalettir ve Nuşirevan adil bir yönetici ve bir baba olarak iyi ve ideal bir insandır.

Dâ’î’nin ve Rusçuklu Ömer Zarifi Baba’nın Pendname’lerinden anlaşıldığı gibi adı geçen eserler, kendilerini poetik-pendname (manzum-ahlak) olarak klasik ahlâkın iki çizgisinden birisi olan itidal ilkeli/amaçlı tehzib-i ahlâk çizgisinde konumlandırmaktadırlar.[9] O nedenle tehzib-i ahlâk çizgisinde konumlanan poetik-pendname geleneğinin muhtevasını anlamak için Rusçuklu Ömer Zarifi Baba’nın eserinde verdiği konu başlıklarını bir örneklememiz gerekmektedir. Eserin başlıkları şunlardır:

Hukuk-ı valideyn, hukuk-ı üstad, hukuk-ı hemsaye, hüsn-i hulk ve ictinab-ı gazab, ictinab-ı kibir ve iltimas-ı tevazu, ictinab-ı afat-ı kelam, ictinab-ı kizb ve taleb-i şefkat, ictinab-ı hıyanet-i emanetüllah, ibadat-ı halisa ve ictinab-ı riya, ahval-i zaman, ictinab-ı ikbal-i felek, hukuk-ı garib, ibret ve mülahaza, ictinab-ı bühtan, adab-ı kelam sohbet-i izam, ictinab-ı iltimas-ı eşya-yı mergube, ictinab-ı samiin-i keffet ü ku(?), ictinab-ı vakf-ı mal, ictinab-ı nazar-ı masiyeti’n-nas, adab-ı Sühan meclis-i ara, fezail-i tasadduk, fezail-i hayrat ve hasenat, hayru’n-nas ve şerru’n-nnas,  eda-yı hacet, ictinab ez-mechulü’l-asl, ictinab-ı azm-i sefer, ictinab-ı kefalet, ahval-i mümin billah, talebu’l-ahibba, ictinab-ı afak-ı afat-ı talebi’n-nefs, ictinabu’l-a’dâ’, itibar-ı eşya-yı mergub, ihtiraz-ı kesret-i kelam, adab-ı tekellüm, kemal-i âdemiyet, ictinab-ı niza, taleb-i vahdet ve ictinab-ı kesret, ictinab-ı cemiyet-i haşerat, nefret-i cidal ve ictinab-ı gavga, kıllet-i ekl ve şurb-i nevm, ahval-i aşk ve aşık ve maşuk ve ictinab-ı ağyar, taleb-i adab ve erkan ve ictinab bi-haya, taleb-i adl ve ictinab-ı zulm,… fazilet-i ehl-i kemal ve hatime-i kitab. Eserde 23 zilhicce 1325 ile 13 Kanunsani 1323 tarihleri yer alır.[10]

Sözünü ettiğimiz örnek, poetik-pendname geleneğinin reziletlerini ifade etmek için “İÇTİNAB”, faziletlerini ifade etmek için “ÂDÂB, TALEB, FEZAİL, vb.” kavramları kullanmıştır. Diğer bir ifadeyle ‘kötü’ fiiller ‘ictinab’ kavramıyla, ‘iyi’ fiiller ‘fazilet, âdâb’ vb. kavramlarla belirlenmiştir.

Poetik-pendname, genel anlamda şiirsel düşünc/m/e biçimi’ne ait bir gelenektir ve o ahlaka dairdir. İslam düşünce tarihinde ‘şiirsel düşünme biçimi’ni yahut ‘şiir biçimli düşünc/m/e’ geleneğini başlatan kişinin Yunus Emre olduğunu[11]  az önce söylemiştik. Bu geleneğin arkaplanında yukarıda geçtiği gibi öncelikle Aristoteles ve tabii ki hocası Platon vardır. Onlara göre şiir, bir taklittir. Platon şiir konusunu İon’da ve Devlet’inde ele almaktadır. Yani ona göre şiir bir sanat olarak taklittir ama mahiyeti itibariyle ‘tanrısal ilham’dır ve ‘haz’za yöneliktir. Şair ise kutsaldır, kanatlıdır ve elçidir.  İlham ise Devlet’in 10.bölümünde bir ‘yansıma’dan ibarettir. Yansımanın metaforu ‘ayna’dır. [12] Filozofun şiir için kullandığı ‘ilahî ilham, ayna, yansıma’ kavramları, şair için kullandığı ‘kutsal, kanatlı, elçi’ kavramları sözünü ettiğimiz poetik geleneğin de temel kavramlarıdır. Bu bağlamda şairimiz Sünbülzade şiiri, ‘hünerin en yücesi, bilginin (marifet) en güzeli’ olarak değerlendirmekte, şiiri metafizik (gayb) dünyadan gelip sineye saplanan oklara benzetmektedir. O nedenle şiiri eleştirip ayıplamak şairimize göre çok çirkin bir şeydir. En büyük mutluluk, rindane bir şair olup bilgi (irfan) meclisini süsleyebilmektir. Bu tür şairi Sünbülzade, ‘şair-i mâhir ve sultan’ olarak nitelemektedir: “Şâir-i mâhire sultan dirler/Şân virüb sâhib-i dîvân dirler.”[13] Özetle Sünbülzade’nin, şiir ve şair anlayışında Platoncu olduğunu söylememiz gerekmektedir. Çünkü ona göre şair, gönül aynasını saflaştırıp/parlatıp metafiziğin oklarını sinesine çeker. Sinesine saplanan oklar, ‘taze/yeni anlamlardır (bikr-i mana)’. Taze/yeni anlam (bikr-i mana), her şairin kendisine özgü ilhamıdır, teknik kavramla ‘irfan’dır, diğer adıyla ‘ilm-i ilahî’dir. Bu anlamda şairimiz Sünbülzade ‘şiir vehb-i ilahî amma/sa’y ile kesb olunurmuş inşa’ beytinde şiiri ‘vehb-i ilahî’ olarak ifade etmektedir.[14]

 

LÜTFİYYE’NİN POETİK-PENDNAME GELENEĞİNDEKİ KONUMU

Şairimizin biyografilerde üç yönü öne çıkar. Müderrisliği, Kadılığı[15] ve şair-düşünürlüğü, yani onun felsefeye olan ilgisi ve çocuk ahlâk felsefesine katkısı. Şairin adından söz edilen eserleri, Hâşiye alâ tehzîbi’l-mantık ve’l-kelâm, Münşeât, Ikdü’l-cümân’dan bir kısmının tercümesi,  Divan,   Tuhfe-i Vehbî (Farsça-Türkçe sözlük), Nuhbe-i Vehbî (Arapça-Türkçe sözlük), Şevkengîz, Nasihatname ve Lütfiyye’dir. Şairimizin Osmanlı-İslam bilimlerinden ve çocuk ahlâkından söz ettiği tek eseri, Lütfiyye’dir ve eseri oğlu Lütfullah için kaleme almış ve isimlendirmiştir.

Ben de yazdım sana bu muhtasarı

Hâzır itdüm ne ise mâhazarı

Çün seninçün yazılub oldı tamâm

Kondı Lütfiyye-i Vehbi deyü nam[16]

Bu bakımdan eser, çocuk felsefesi çalışmaları arasında değerlendirilmeyi hak etmektedir. Çünkü eser, çocuk ahlâkı (nasihatnâme/pend) türünde yazılmış, 1181 beyitlik bir mesnevîdir, yani bir poetik-nasihatnamedir ve 1205/1791 yılında kaleme alınmış, yaklaşık elli yıl sonra 1253/1837’de Bulak matbaasında, Mısır’da basılmıştır. Dizelerinde hem nasihat hem pend kavramını kullanan Sünbülzade eserini şu sözlerle tanıtmaktadır.

“Anla kim bu yazılan güftârı/Ekseri tecrübemün âsârı”

Gayriler böyle dekâyık yazamaz/Yazsa da asra muvâfık yazamaz

Fehm idüb kadrini vicdânunda/Hırz-ı cân eyleyesin yanunda

Sana bu pak NASİHAT benden/İsterüm tutmağa himmet senden

PENDÜMİ itme sakın mahv u heba/Dime kim lâf-ı nasihatçı baba”[17]

Kendisinin de işaret ettiği gibi eser Sünbülzade’nin doksan yıllık tecrübelerini, hatta aile (Sünbülzade) tecrübesini içermektedir, bu bakımdan eser ‘asra muvafık’ yazılmış bir eserdir ve ahlakaairdir. Sünbülzade şiirinde geçen ‘pend’ kavramını, kendi sözlüğünde ‘nasihat’ olarak çevirmekte,  Lütfiyye’de Nabi’nin Pend-i Hayriye’sinden sitayişle söz etmekte ve eserini Osmanlı-İslam ilimleri sistemi içerisinde ‘fenn-i ahlâk’ disiplinine ait olarak konumlandırmaktadır.  Şu beyitler böyledir:

FENN-İ AHLÂKda çokdur telif/Nazm u nesr üzre olınmış tasnif

Lik Nâbi-i dakîka-dânun/Yani ol pîr-i sühân-pîrânun

PEND-İ HAYRİYE’sidür pür ma’nî/Dime yazmış nice malâyanî

Ben de yazdum sana bu muhtasarı/Hâzır itdüm ne ise mâ-hazarı”,[18]

Beyitlere bakılırsa, İslam Ahlâk Fenni yazımının (tasnif) iki türü vardır. Birisi Nazım (Poetik) geleneği, diğeri Nesir (Prose) geleneğidir. İşte Lütfiyye bu iki gelenekten poetik/nazm biçime (tasnif) mensuptur. Sünbülzade’nin piri Nâbi, örneği de Nâbi’nin Hayriyye’sidir. Kendi ifadesine göre eseri Lütfiyye bu gelenek içerisinde yer alan bir ‘muhtasar’dır. Örneği olan Nâbi’nin 712 beyitlik Hayriyye’si,[19] Osmanlı toplumu/devleti/nin aksayan yönlerini, bozulan yapısını, değişen anlayışlarını, insan ilişkilerini eleştirir, gençlere öğütler verir ve “örnek/ideal insan” modeli çizmeye çalışır.[20] Yani Nâbi gözlem ve tecrübelerini eserine taşır. Bu hikmettir. Yine Nâbi’nin ‘hakikat’a ve ‘ahlâk/nasihat/a’ dayalı şiir biçimli hikmeti, irşada/eğitime yönelik bir hikemî eserdir. [21]

Şairimiz Sünbülzade eserinin Hâtime’sinde, eserini bir haftada yazdığını, çok hasta olduğunu, saçma sapan, kırık dökük sözlerinden hasta halinin anlaşılacağını, eserinin karalama olarak kaldığını, ona güzel bir biçim (nizam) veremediğini, pendnamesini gönülleri hoş tutacak şekilde, rağbet görsün diye yazdığını belirtmekte, oğlundan ve okuyucudan hataları olursa affedilmesini, oğlundan güzel ahlâkla ahlâklanmasını istemekte, görenlerin onu tebrik etmesini arzulamakta, oğluna okumasını istediği ahlâkî eserlerin bir listesini vererek kendi klasik ahlâkî çizgisini bir beytinde belirlemektedir.

Oku bin can ile İhya-yı ulûm/Hüsn-i hulk anda serâpâ ma’lûm

Eyle Ahlâk-ı Alâî’ye nazar/Bul Nâsırî’deki ma’naya zafer[22]

Anlaşılacağı gibi Sünbülzade oğluna bu gelenekte okunacak iki ahlâkî eserden söz etmektedir. Ahlâk-ı Alaî ve Ahlâk-ı Nasırî.[23]  Ancak bu eserler birer poetik pendname değillerdir. Aksine onlar Sünbülzade’nin nesir tür dediği klasik ahlâk eserlerimizdir. Bu temel eserler ahlakta itidali amaç edinirler. Bilindiği gibi onların öncülü ve örneği, İbn Miskeveyh’in Tehzib-i Ahlâk’ıdır. Böylece şairimizin eserini konumlandırdığı ahlâk alanındaki selefleri, İbn Miskeveyh-Gazzali-Tusi-Kınalızade olmaktadır. Sünbülzade eserinde ilimler sisteminden söz ederken İbn Sina’ya da atıf yaptığını dikkate alır isek Sünbülzade’nin, bir gelenek olarak ahlâk felsefesi çizgisini, İbn Sina-İbn Miskeveyh-Gazzali-Nâsıreddin Tusi-Kınalızade Âli ve Nâbi çizgisi olarak ortaya koyabiliriz. Ancak onlar, bu çizgiden Ahmet Daî’yle birlikte ideal-yönetici (Nuşirevan-Hürmüz) örnekleriyle farklılaşmaktadırlar. İşte biz bu manzum çizgiyi, Sünbülzade için Yunus Emre’den başlayan, özellikle Nâbi ile sürekliliğe/geleneğe kavuşan ‘şiir biçimli ahlâk (poetik-pendname) çizgisi’ olarak ifade ediyoruz. Onu ve Nâbi’yi klasik itidal çizgide farklılaştıran özgün yönleri şiirin içeriğine taşıdıklarıdır. Netice itibariyle Yunus Emre’nin başlattığı, Ahmet Dâî’nin pers örnekliğiyle manzum-ahlâk alanına konumlanan ve Nâbi ile güncellenip gelişen poetik-hikmet (şiirsel düşünme biçimi) çizgisi, genel olarak ‘şiir formunda düşünceyi ve düşünce formunda şiiri’, özel olarak da ‘ahlâk’ı içeren bir gelenek olmaktadır. Bu anlamda şairimizin Lütfiyye’si, Osmanlı düşüncesinde klasik tehzib-i ahlâk çizgisinde konumlanan poetik-ahlâk telif tarzına sahip bir ahlâk disiplinini (fenni) içermektedir. [24]

Şairimiz klasik İslam ahlakının iki çizgisinden birisi olan tehzib-i ahlâk geleneğinde konumlandırdığı eserinde, iki temel ahlâk konusuna yer vermiştir. Birincisi klasik bireysel ahlâk olan tedbir-i nefs, diğeri aile ahlâkı olan tedbir-i menzildir (Der Tedbir-i Umur-ı Beyt). Bu ikinci bölüm olan aile ahlâkında şairimiz, evlilik (izdivaç), komşuyla güzel ilişkiler (der hüsn-i ülfet-i behemsaye), hizmetliler, keyif vericilerden kaçınmak (der tahzir-i ez-mükeyyifat), çiçekçilik yapmaktan sakınmak (der men-i şüküfekâri) gibi konuları ele almaktadır. Klasik aile felsefesinin konularıyla karşılaştırıldığında ahlâk konularının tecrübelerle yenilendiği, klasik konulara bazı güncel/muasır konuların ilave edildiği görülmektedir. Şairimiz klasik geleneğin üçüncü temel konusu olan siyaset felsefesine (tedbir-i medine) eserinde girmemiştir.

Eserin genel yapısı, ilimler tasnifi, ahlâk fenni ile birey ve aile ahlâkı olmak üzere üç farklı konudan oluşmaktadır. Adı geçen geleneğin ve eserin en temel özelliği, erdemler (fezail) ve erdemsizlikler (rezail) olmak üzere insan davranışlarını temelde ikiye ayırmasıdır. Birincisi iyi, yani olması gereken davranışlardır; ikincisi kötü, yani olmaması gereken davranışlardır. Bu temel yapı, tehzib-i ahlakın temel yapısıdır. Tehzib geleneğinde erdemler, cins-tür, asıl-fer, cevher-araz kavram çiftleriyle ifade edilen[25] ‘orta’ felsefî ilkesi üzerinde temellendirilirler. Gelenekte en yüksek erdem ‘adalet’tir. Yani adalet, cinstir. Adalet, iffet, cesaret ve hikmet erdemlerine, onların her birisi ise alt erdemlere şamildir. Şairimiz Sünbülzade eserinde geleneğin bu temel ilkelerine sadık kalır. İlkesi dizelerde açıkça görülür. Sözgelimi şairimiz, güzel ahlâktan (hüsn-i ahlâk),[26] hüzel huydan (hün-i hulk)[27] ve öğütten (nush),[28] söz eder. Orta ilkesini ‘Mutavassıt ola hâlin ü mâlin/Arama pek ötesin ikbalin (beyt 862-863)’ beytinin birinci dizesinde açıkça tavsiye eder. Reziletler için ‘men, ictinab, tahzir/ihtiraz’ vb. kavramlarını, faziletler için ‘âdâb, itibar, eda’ vb. kavramlarını kullanır.

Klasik ahlâk geleneğine uygunluğuna mukabil şair, eserini oğlu Lütfi için, Lütfi adına kaleme almış, eserine “Oğlum Lütfî’nin Ahlâk (Pendname-i Lütfiyye) kitabı” adını vermiştir. O nedenle eserin en özgün yönü, klasik tehzib geleneği içerisinde bir poetik-pendname olarak çocuk ahlâkı formunu içeriyor olmasıdır. O nedenle bizim çalışmamız, şair-düşünürümüzün Lütfiyye’sinde yer alan işaret ettiğimiz bu ‘çocuk ahlâkı’na odaklanmakta ve ‘çocuk ahlâkı’ konusunu akademik gündeme taşımayı amaçlamaktadır.

 

SÜNBÜLZADE’NİN ÇOCUK AHLÂKI

Tanımlamak gerekirse çocuk ahlâkı, ‘çocuk amaçlı’ ahlâktır. Yine çocuk ahlâkı, ‘çocuğa göre’ yazılan ahlâkî eserler ile bu eserlerde yer alan ahlâktır. Bu anlamda Lütfiyye, İslam çocuk ahlâkına dair yazılan ‘çocuk amaçlı/çocuğa göre’ bir eserdir.

Maraşlı ‘düşünürler ailesi’nin bir üyesi[29] olarak Sünbülzade  Vehbi’nin ahlak düşüncesi, Sünbül ailesi ortamında, bir şair duyarlılığıyla ‘bâğ-ı irfan’da temellenip çiçek açmakta ve meyve vermektedir. Sünbülzade’nin aile bilgi (irfan) bağında açan ideal çiçeği ‘sünbül’, İslam düşüncesi ortamında/bahçesinde ‘gül’dür. O oğlu için bir beytinde iki çiçeğe birlikte atıf yapar.

“Bâğ-ı irfanda sünbül olagör

Sen o gülşende açıl gül olagör”.[30]

İslam çocuk ahlâkı araştırmalarının yerli ve yabancı olmak üzere iki kaynağı vardır. Yerli kaynağımızda (Kur’an ve Hadis) yer alan Çocuk Ahlâkı, bir ebeveyn-çocuk (baba-oğul/kız, anne-oğul/kız) ilişkisi ile babanın çocuğuna olan öğütlerinden ibarettir. Yabancı kaynakta (grek felsefesi) yer alan Çocuk Ahlâkı’nı ise, Aristoteles’in oğlu Nikhomakhos’a yazdığı ahlâk ile hocası Platon’un Devlet ve Kanunlar ile bazı risalelerde yer alan ahlâk düşüncesidir. Onlar, Lütfiyye’nin de kaynakları durumundadırlar. Ancak biz burada onlara ve kaynak meselesine girmeyecek ve şairimizle ilgili şu soruyla ilgileneceğiz:

Acaba şairimizin eserinde görünen, yansıyan çocuk ahlâkının mahiyeti nedir? O hangi konulara yer vermektedir?

 

Baba-Çocuk İlişkisi

Sünbülzade’nin eserinde oğluna İslam ilimler sistemini tanıttığını yukarıda söyledik. Sünbülzade eserinin başında, Der Hitab-ı Ferzend-hîş başlığı altında oğluna seslenir, eserini ona yazdığını, onun da bir sünbül/gül olarak çocuklarına bu eserden daha güzelini yazmasını tavsiye eder:

Asıl meseleye gelince, ey her şeyden haberdar olan oğlum, ciğerimin parçası Lütfullah’ım. Ey ahlâkın (edeb) gül bahçesindeki taze gülü, sünbüller yurdunun taze sünbülü. Ey ebedi feyizle beslenen, ümit gül bahçesinin yeni açan fidanı. Ey şeref hazinesinin seçkin incisi, ululuk burcunun parlak incisi. Ey gözümün nuru, gönlümün neşesi, kalbimin huzur kaynağı, ömrümün varı oğlum. Hamdolsun Allah’a ki o ihsan sahibi Allah, seni bu kuluna ihsan eyledi. Benim aziz evladım, yaşlılıkta bana neşe kaynağı oldun. Güneş gibi ışıklandırarak karanlık gönlümü nurla doldurdun. Bana Allah istediğimi verdi, her an şükretsem az bile… Senin için yazılıp tamamlanan bu esere Lütfiyye-i Vehbi diye ad kondu… Sende çocuklarına öğüt verip bundan daha güzellerini söyleyesin.[31]

Tekraren belirtmemiz gerekirse, Sünbülzade’ye göre baba ve oğul sünbül bahçesinin iki sünbülü/gülü/dürler. Baba bir sümbüldür, çocuk taze sünbüldürdür. Taze gülün yetkin gül olması, taze sünbülün yetkin sünbül olması gerekmektedir. Bu ise ancak ilim ve hünerle mümkündür. Sünbülzade ilmin değerini, ailenin ilim hüneriyle karşılaştırır, çocuğu ilme yönlendirir:

Ey ümidimin, iki gözümün nuru, gönül hazinesinde eşi, enderi olmayan mücevherim. Baban olarak söylediğim sözleri işite, inci gibi kulağına küpe edinesin. Sana Vehbi’nin oğlu deseler de dünyada bir faydası olur mu? Babanın, dedenin mahareti, irsî olarak çocuğa geçer mi? Asil evladın babası ilimdir. Yükselmenin sebebi, ilim ve irfandır. Âlim olmak ne büyük devlettir. Âdem’in ilmi karşısında melekler suskunlaştı, alimler peygamberlerin mirasçısı sayılmış. Anla ki bu ne veraset, ne zenginlik. [32]

Şairimize göre ilim, sünbül olacak taze sünbül/gül (çocuk) için olması gereken bir önceliktir, ama Sünbülzade çocuğunu her ilme yönlendirmez, oğlundan özellikle ‘yararlı ilim’ öğrenmesini ister.

Ey babasının canı, her şeyden evvel seni ilme yönelttim. İlmin her şeyden evvel olduğunu kabul edip değerini anlayasın. İlim güzel ahlâkın mayasını oluşturduğundan her şeyin önünde olması doğaldır. Ey her şeyi bilen Allah’ın Lütfu olan oğlum, arzu edilen ilim, faydalı ilim (ilm-i nâfi’) olmalıdır. Ayrıca faydalı olan değerli ilim (ilm-i şerif-i nâfi’), amelsiz olursa boşa gider mahvolur. Amelle ilim tek şeydir (vâhid). Sende ilimlerin sistemini gösteren bir eser var, onda ilmin her çeşidi belli değil mi?[33]

Şairimiz artık oğluna şairce sözler söylemeyi bırakır, elinde olduğunu söylediği kitaptan (tertib-i ulum) daha yoğun ve teknik bir şekilde oğluna ilimleri tanıtır, çünkü o oğlunun faydasız ilimle meşguliyetini istememektedir. Yani Lütfi, öğrendiği bilgiyle hayatını/maişetini kazanabilmelidir. Yazar bilimleri tanıttıktan sonra ahlâki konulara yer verir. Özetle şair eserinde oğluna iki şeyi öğütler. Biri faydalı ilim, diğeri faydalı amel. Onlardan biri teorik, diğeri pratik. Çocuk için amaç bilgili iyi bir meslek sahibi olabilmek. Bu anlamda Sünbülzade, Dâ’î’nin Nuşirevan’ı ve Nâbi ile ortak özelliklere sahiptir. Her üçü bir ailenin ideal/kamil/örnek bir yetişkin üyesidir ve ‘baba’dırlar. Her üçü de oğluna seslenmekte, çocuğundan ailenin örnek bir üyesi olmasını öğütlemektedirler.

Biz çalışmamızı, Sünbülzade’nin tecrübelerine dayalı olarak ortaya koyduğu erdemlere ve erdemsizliklere örnekler vererek tamamlamak istiyoruz.

 

Erdemler (Faziletler)

Yazar iki tür erdeme yer verir. Birincisi Gazzali ve Kınalızade üzerinden aldığı klasik tehzib ahlâkının bilinen erdemleri, ikincisi Nâbi’den yahut poetik gelenekten devraldığı ve kendi tecrübelerini de ilave ederek belirlediği erdemleridir. Sözgelimi tevâzu,  hilm , insaf, sabır, afv-ı cemil, hayâ, istiğra, sahavet, tazim-i üstad gibi erdemler klasik ahlâkın erdemleridir. Konuşma Adabı (âdab-ı Sühan), Değerli İnsanlarla Dostluk (Der muaveneset-i kiram-ı nas), Gayretkarlık ve İntikam Hazzı (Der gayretkâri, Der lezzet-i intikam), Alimlere, pirlere, ebeveyne saygılı olmak (Der tevkir-i ehl-i ilim, Der tevkir-i piran, Der tevkir-i ebeveyn), Şükretmek (Der eda-yı şükr-i nimet), Borçlanma (Der karz u düyun), Mevki-Makam Sevgisi (Der hubb-ı cah), Yazıcılık, Müderrislik ve Bürokratlık (Der tarik-i hacegan, Der tarik-i ulema, Der tarik-i unvan u hazm-ı devlet), Danışma (Der meşveret-i umur), Evlilik (Der emr-i izdivaç) ya yeni erdemlerdir, ya yenilenen, yeni-tecrübî bakışla ele alınan erdemlerdir.

 

Konuşma Âdâbı

Şairimiz, erdemleri, İslam kaynaklarında yer alan öğütler tarzında, İslam düşüncesinde yer alan hikemiyat tarzında işlemiştir. Sözgelimi ‘konuşma adabını’ şairimiz şöyle ifade eder:

Lakin sözünü adab ile söyle, boşboğazlıkla açma ağzını. Kötü dilli olma, tatlı dilli ol. Yumuşak sözle azarlamakdan konuş. Gerçi dil küçük bir cisim görünür, fakat söyletirsen cirmi büyük olur. Kızgınlıkla bir kimseye seslenme, ki dağ bile böyle hitaba cevabı reddeder. Bazı meclislerde dinleyici ol, çok konuşma suskun ol. Evvela sözünü endişe eyle, sonradan karışıklığa düşmeyesin. [34]

Şairimiz konuşma adabının arkasından yalancılık (kizb) reziletine yer verir.

Çok söz söyleme, kibarlık budalası olma, yalan dolan konuşma. Şair de olsan yalan söylemekten kaçın (hazer), doğru yoldan gerçeğe ulaş. Yalancının ağzından adeta zehir saçılır. Yalan ile yılan imlada birdir. Yalancılık kötü kişilerin mizacına uygundur. Doğruluk kurtuluşa (fevz-ü necat) vasıta olur.[35]

 

Değerli Kimselerle Dostluk

Değerli Kimselerle Dostluk erdemini şair şu ifadelerle anlatır:

Soyu temiz (şerifü’n-neseb), edepli, vakarlı, namuslu kişilere saygılı ol. Mayası bozuklarla, işe yaramaz pespaye kişilerle beraber olma. Halk ile içli dışlı olup her şeyi tükenmiş damgası yeme. Düşüp kalktığın kişileri çok fazla araştırma. En yakın dostun kitaplar olsun. Güzel olmayan meclislere gitmekten, kadrini mahvedip düşürmekten sakın. Bazen dostlarını ziyaret et, ama davranışlarına dikkat et. Hoş karşılanmadığın şüphesine kapılırsan oturma, durmadan kalk git.

 

Meslek Seçimi

Selefi Nâbi’den aldığı ve tecrübeleriyle belirlediği Mevki-Makam Sevgisi, Yazıcılık, Müderrislik ve Bürokratlık bir diğer ifadeyle ‘Osmanlıda Meslek’ meselesinde şairimiz şunları söylemektedir.

Meslek değiştirmeye meyletme, bunda meymenet yok. Yoksul, dilenci olursun. Başıma geldi, pişman oldum, çok zaman inledim, perişan oldum. Devlette itibar mevkiinde olmama rağmen yine sıkıntılara uğramıştım. Velhasıl tez elden eski mesleğime dönünceye kadar bir gün rahat yüzü görmedim.

Devlette rahat ulaşılabilen tek bir meslek ulema mesleği kaldı. Gerçi onların imzalarını ‘fakir’ kelimesi süslese de onlara saygı duyulmaktadır. Osmanlı Devleti ilme saygı ile onların canını emniyet altına aldı. Ulema devlete/varlığa ancak yaşlılıkta ulaşır, mezara girmeye yakın rahata kavuşur. Mansıbı, arpalığı yerde yatar, bilmem ömrünün sonunda âlim nerde yatar.[36]

Nâbi’nin söylediğine göre meslekte öncelik Haceganlık/Kâtiplik imiş, şimdi o kapıyı kapattılar. Çoğalmaları değer kaybına, birçoğunun hor görülmesine sebep oldu. Sadakaya muhtaç dilenciler gibi geçici bir gölge kadar ikbal sahibiydiler. Birçoğu evini besleyemez, defteri olsa da çalıp yiyemez oldu. Giyim kuşamı Horasanîdir. Divan hocası diye övünür…[37]

Allah doğru yola iletmeyince bir meslek sahibi olmak kişiyi besleyemez. Her mesleğin şerefi kişiyledir. Zannetme ki at ve at takımıyladır. Dahi bahtı açık olmalıdır. Velhasıl unvana meyledip de şöhret düşüncesiyle perişan olma. Verilen ne ise onu sindir ki nimetini rahat yiyesin. Bu dünyayı mihnet alanı olarak tanı, bunda hakkıyla rahat etmek mümkün mü? Tek bir ferdinin bile rahat ettiğini sanma. Mutlak herkesin bir derdi vardır.[38]

Yaşayışın, malın vasatta kalsın (Mutavassıt ola hâlin ü mâlin). İkbalin daha ötesini isteme. Gözümün nuru bunu çok iyi düşün, unvana bakıp da görünüşe aldanma.[39]

Şairimizin tecrübelerine dayanarak yer verdiği bir diğer konu “insafsız esnaflar” hakkındadır. Esnaflar meselesi kitaptan okunabilir. Biz işaret etmekle yetineceğiz.

 

Aklını Kullanmak ve İstişare

Şairimiz oğluna aklını kullanmasını, onunla yetinmeyip istişareye başvurmasını tavsiye eder:

Aklını hevaya mağlup eyleme, rağbet gören işler akıllıca yapılan işlerdir. Aklını her zaman kullan, Cebriyye ve Kaderiyye misal durma. İnsan aklıyla şerefli oldu, hayvanlar gibi şaşkın kalma. Lakin aklına da çok güvenip müşavere etmekten vazgeçme. Kendi aklını beğenip bencil olanlar hüzünlü bir şekilde pişmanlık köşelerine çekildiler… Meşveret çeşit çeşit düşünceyi bir araya toplamak, şartı ise doğru olanı kabul etmektir…[40]

Şairimiz cömertliği (sehavet), israf ve sefahet açısından ele alır, dikkat etmesi için çocuğunu uyarır. Başka bir ifadeyle şairimiz erdemlere, zarar görme, zarara uğrama (kötü bir fiildir) açısından bakarak değerlendirir ve oğlunu uyarır. Uyarılarının temel hareket noktası, tecrübelerinden hareketle başkalarına muhtaç olmaması, fakirlik ve sefalete düşmemesidir.

 

Erdemsizlikler

Şairimiz, eserinde erdemsizliklere, diğer adıyla kötü fiillere de yer verir. Onları men, hazer, tahzir, ihtiraz kavramlarıyla ifade eder. Örnek vermemiz gerekirse sözgelimi, fısk ve isyandan kaçınmak (men), taassup ve riyadan kaçınmak (men), hileden kaçınmak (ihtiraz), keyif vericilerden kaçınmak (tahzir), gibi. Tevliyet ve cibayetten kaçınmak (men), kuşbaziden, şüküfekariden kaçınmak (men) gibi. Bu fiiller şairimizin doğrudan tecrübesinden çıkardığı olmamasını istediği kötü fiillerdir. Kötü fiillerin anlatımında da erdemlerin ifade tarzını kullanır. Fısk, isyan, taassup, riya, hile, keyif vericiler, kizb, kibr, istihza, nemime, dilencilik, zulüm gibi reziletler Gazzali üzerinden aktarılan klasik tehzib ahlâkının reziletleridir.[41] O nedenle biz burada onlara girmeyeceğiz. Örneklerimiz arasında yer alan zulümden ve son dördünden söz ederek çalışmamızı tamamlayacağız.

 

Zulmün Kötülüğü

Kötü bir fiil olarak zulmün ne olduğundan söz etmez, oğluna fırsat eline geçtiğinde zulmetmemesini, zulmetmeme fiilinin Allah’ın fiili olduğunu, mazlumun ahının olduğu yerde zulmedenin rahat olamayacağını, ilaveten insanın malının bu dünyada kalacağını ama kul hakkının onunla ahirete gideceğini öğütler.

 

Tevliyet ve Cibâyetten kaçınmak

Şairimiz oğluna vakıf işlerinden ve vergi tahsildarlığından uzak durmasını öğütler. Sebeplerinden birisi vakıf şartlarını yerine getirememektir. Birçok örnekte vakfın gelirinin tüketilmesi, ama taşınmazlarının harap olmaları durumunda çoğu görevlinin ilgilenmeme olgusunu gösterir. Vergi tahsildarlığından uzak durmasını, onların kira toplama peşinde olduklarını, bu işe bulaşmaktan çoğunun hanesinin yıkıldığını, ahirette de azap içinde olacaklarını belirtir.

 

Kuşbâzîden Kaçınmak

Kuşçuluktan kaçınmak fiili şairimizin Aile/Şehir Ahlâkı konuları içinde yer verdiği kötü fiillerden birisidir. Çünkü o öncelikle faydasız ve boş (abes) fiillerdendir. Şairimiz klasik ahlâk felsefesinin ‘medenî’ kavramını kullanmaz, bu anlamda ‘şehrî’ kavramını tercih eder. Kavramı hevasına tabi, ciddiyetten uzak (hevayî) ile niteler. Bunlar, yani hevâyî şehrî olanlar, zamanın derdini ve belasını çekmemişlerdir. Onların bu hali, akıl kuşunu uçurup kuş beslemelerinden kaynaklanmaktadır. Bir bakıma gözü bağlı kuş gibidirler. Şevk/haz içindedirler. Sesi kısılmış elde kanarya kafesi gezdirirler. Kuşlarına tane saçar, yem verir, ama akıl tanesini de yabana saçarlar. Kuş tutar, tuttuğunu besler, yem verir, ama onun yavrularını aç bırakırlar.

Şairimizin bir diğer gerekçesi, bülbülü kafese koyarak aynı zamanda onu gülün kokusundan mahrum bırakmalarıdır. Kafesteki bülbülü kuş sütüyle besleseler de hakikat böyledir ve biçare feryat eder. O feryat ederken mutlu olmak (şad) mümkün müdür? Şairimize göre bu tür fiil sahipleri, arzularının peşinde koşan, aklı kaçık kişilerdir. Oysa doğal olan bülbülü gül bahçesinde dinlemektir. Gönlü açacak olan da bu hakikattir. Haz/lezzet kuş dilinde değildir, güzel konuşan şairin kendisindedir.

 

Şüküfekârîden Kaçınmak

Çiçekçilik, devrin İstanbul’unun yaygın fiillerinden birisidir. Şair bu fiili de boş (bî-hude) fiillerden birisi olarak görür. Şairimizin şüküfekari için verdiği özel isim Laleciliktir.[42] Pek çok kişi laleci lakabını almış, çiçek dizip saksı saymaktadır. Aklı soğan dikmek ve sökmek’e vermiş, yerin altına girmiş sanki.

Şairimiz bu işi/fiili, bahçıvan fiili olarak isimlendirir. Oğluna kendisini onlardan uzak tutmasını öğütler.  Soğanla, çiçekle uğraşması yerine ilkbaharda gülbahçesine çıkmasını, açılan çiçekleri seyretmesini, Allah’ın sanatına (Sun’ı Bari) bakmasını, gülbahçesindeki gülleri, sünbülleri seyretmesini öğütler. Şairimiz bakışını gülistandan (fizikten) bağ-ı irfana (metafiziğe) yükseltir. İrfan bağında yetişen sünbül olmasını, gülşende açılan gül olmasını öğütler. O halde şairimize göre erdem, fiziksel güzel çiçek yetiştirmek, çiçekçilik yapmak değil, çiçekteki sanat üzerinden çiçeğin varlık sebebi olana ulaşmaktır. O bu hali, Farabi’nin metaforu olan gül ve sünbül olmak olarak ifade etmekte, ailesiyle örneklemekte, oğlundan gül ve sünbül olmasını istemektedir. Eğer böyle olursa oğlu, ecdat/aile çimeninde yetişmiş taze gül olacak ve ona ‘sünbülzade’ denilecektir. Şairimiz oğluna şu sözlerle seslenir.

Ey temiz soylu yavrum, Allah’tan dilerim ki bağımıza güzel kokulu sünbül olasın. Faziletinle ceddinin şöhretine ulaşasın, Eşbah adlı eserin ikinci şârihi sen olasın. Allah seni mamur etsin, uzun ömürlü kılsın. Lütfuna, nimetlerine layık kılsın.

“Dilerim Hakk’dan eya necl-i necib/Bağımızda olasın sünbül-i tîyb

Fazl ile şöhret-i ceddin bulasın/Sâni-i şârih-i Eşbah olasın

Seni ma’mur-u muammer ide Hakk/Lütf-u in’âmina mazhar Hakk[43]

 

SONUÇ

Yazı başlığımızda yer alan ‘poetik-pendname’ terimi, ‘manzum ahlâk’ kavramıyla eşanlamlı kullandığımız bir terimdir. Sünbülzade Vehbi, Osmanlı pendname/ahlâk geleneğini nesir ve nazım/manzum olmak üzere ikiye ayırmakta, kendi eseri Lütfiyye’yi poetik-pendname olarak ifade etmektedir. Kendi ahlâk çizgisini Gazzali-Nasıreddin Tusi-Kınalızade Ali Efendi olarak belirlemektedir. Belirlediği bu çizgi klasik İslam ahlâkının itidal/adalet amaçlı tehzibî ahlâk geleneği çizgisidir. Bu çizginin teorik temelini, cevher-araz, cins-tür, asl-fer teorisi oluşturmaktadır. Araştırmacılar tarafından poetik-pendname geleneğinin kurucusu olarak Yunus Emre, bu çizgide çocuk ahlakına dair ilk eser veren kimse olarak Ahmet Dâ’î kabul edilmektedir. Poetik-pendname geleneğinde Sünbülzade Vehbi’nin yakın örneğini/öncülünü ise Nabi ve eseri Hayriyye oluşturmaktadır. Hem Dâ’î hem Nabi ve hem Sünbülzade, eserlerini ‘hikmet’ bağlamında kaleme almaktadırlar. Her üç yazarın eserinin ana omurgası, tehzib-i ahlak’ın temel konularından birisi olan baba-çocuk ilişkisi üzerinde konumlanmaktadır. Eserlerde çocuk pasiftir. Etkin söz sahibi babadır. Baba ailenin önemli/yetişkin temsilcisidir. Çocuktan gelecekte o aileyi, aile geleneği bağlamında temsil etmesi istenmekte/beklenmekte/dir.

Sünbülzade’nin bir çocuk ahlakı olan eseri Lütfiyye, genel olarak iki konuya/bölüme ayrılmaktadır. İlk bölümde Osmanlı ilimler sistemi/tasnifi/ne, [44] ikinci bölümde ahlâk disiplinine (fenn-i ahlâk) yer verilmektedir. Şair, eserini didaktik amaçla oğlu için hem ilimleri hem ahlâk disiplinini tanıtıp öğretmek için yazmış, ilaveten duygularını, düşüncelerini, düşlerini paylaşmıştır. Bir baba olarak çocuğuna duygulu ve muhayyel cümlelerle hitap etmiş, hikemî/ahlâkî düşüncelerini şiir (poetik-pendname) biçiminde ortaya koymuştur.

Belirttiğimiz özellikleriyle şairimizin eseri, kendisini konumlandırdığı çizgiden oldukça farklılaşmış durumdadır. Bu durum İslam ahlâk çalışmalarının zenginliği açısından olumlu bir durumdur. Eserin zaafı ise şairin eserini ömrünün son zamanlarında kaleme alması nedeniyle iyi düzenlenememiş, eserin sistematize edilememiş olmasıdır. Buna mukabil şair eserinde klasik ahlâkın erdemler-erdemsizlikler temel ayırımına bağlı kalmıştır. Şair, erdemler için poetik-pendname geleneğinin beyan, âdâb, taleb, fezail kavramlarını, erdemsizlikler için men ve ictinab kavramlarını kullanmış, doğrudan çocuğuna hitap etmiştir. Yine hem erdemleri hem erdemsizlikleri öncülü/örneği Hayriyye’yi takip ederek farklı bir tarzda ve tecrübeleriyle zenginleştirerek güncellemiş ve yenilemiş, ahlâkı/hikmeti çocuk olmayan çocuğu Lütfullah için, yani ‘çocuğa göre, çocuk amaçlı ahlak’ olarak sunmuştur. Başka bir ifadeyle şairimiz tecrübeyi çocuk ahlâkı alanına bir bilgi kaynağı olarak taşımış ve eserinde ‘baba ve aile tecrübesi’ne vurgu yapmıştır. Bu vesileyle belirtmemiz gereken şey, şairimizin şahsî ve ailevî tecrübelerinden çıkardığı önemli/temel ahlakî ilkesi ‘fayda’ olmuştur. Başka bir ifadeyle o, ilimleri ‘fayda’ açısından tasnif eden Gazzali’nin İhyau ulumiddin örneğine, kendi şahsî ve ailevî tecrübelerini de ilave ederek oğluna geçim/maişet bakımından faydası olmayan ilimlerden uzak durmasını öğütlemiş, kendi tecrübelerini bu olum/lu/suz durumlara örnek olarak vermiştir. Verdiği örnekler, Osmanlı devlet, toplum, aile hayatından gözlediği, bireysel olarak tecrübe ettiği örneklerdir. Vakıf yöneticiliği, hacegan görevleri, hizmetlilerle ilişkiler, hainler-hilekarlar, azledilmiş bürokratlar, insafsız esnaflar, görevdeki bürokratlar, hazine ve devlet malının kullanımı, şahitlik, vb.konu örnekleri böyledir. Şairimize göre oğlu Lütfi, bu ahlâkı pratiğe aktarırsa Sünbül bağının ideal bir Sünbülü, yani Farabi’nin metaforuyla İslam devlet bahçesinin ‘kırmızı gül’ü olacaktır.

Bu bağlamda özetlemek gerekirse şairimiz, oğluna döneminin lalecilik, çiçekçilik vb. yeni fiil ve davranışlardan/meşguliyetlerden uzak durmasını öğütlemiş, Maraşlı Sünbül ulema ailesinin büyüklerini ideal örnek olarak sunmuştur. Eğer böyle yaparsa çocuk, sünbül bağında yetişen bir ‘sünbülzade’ olacaktır. Bu bağlamda diğer bir tavsiyesi, oğlunun Eşbah adlı fıkıh kitabının ikinci şârihi olmasıdır. Fıkıh, devlet tarafından istihdamı yapılan kadılık mesleği için yararlı bir ilimdir. Şairimize göre yararlı ilmin yararı hiçbir zaman geçmez. O kaybolmaz, çalınamaz, kişinin elinden alınamaz. İkinci olarak şairimiz oğluna poetik-pendname geleneğine sahip çıkmasını, torununa Hayriyye ve Lütfiyye’ye benzer bir eseri yazmasını öğütlemiştir. Çünkü bu iki tür eser (fıkıh şerhi ve poetik-pendname), şairin bağ-ı irfanda sünbül/gül olduğunun göstergesi olacaktır.

Netice itibariyle şairin ‘ideal ulema-şair’ ahlâkı yorumundan şu sonuç çıkarılabilir: Bir çocuk ilim tahsil etmeli ve öğrenmelidir; ama o çocuk, istihdamında/maişetinde yararlı olan ilmi öğrenmelidir. İlaveten o, hikmet ilimlerinden ahlâk fennini öğrenmeli, ahlâkî varlıktan hareketle Yaratıcının sanatını idrak etmeli, böylece Allah ile bağ kurmalıdır. Kurduğu bu bağı ve öğrendiği ahlâkı benzer poetik bir eser (pendname) yazarak kendi nesline/çocuğuna anlatmalıdır. İşte bu ahlak, Sünbülzade’nin hikmetlerinden bir hikmettir; bu hikmetin ideal öznesi sünbül/gül/dür ve bu gül bağ-ı irfan dediği aile içerisinde yetişecek ve onu temsil edecektir.

 

KAYNAKÇA

ATTAR, Ebu Hamid Feridüddin, Pend-i Attar Tercümesi, Şirket-i İbraniye Matbaası, 1309.

BURSALI, Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, 1338,  II.

EDİRNEVİ, Şeyh Hüseyin Kuds Efendi, Pend-i Mahduman Nam-ı Zuhurat-ı Kudsiyye, Mekteb-i Sanayi Matbaası, 1302.

EMİR EDİRNELİ, Pend-i Attar Tercümesi, İBB Atatürk Kitaplığı, BEL_Yz_K0459.

GÖRKAŞ, İrfan, “İslam Ahlâk Araştırmalarının İki Ana Çizgisi”, Yozgadî Keşfi Mustafa Efendi Keşifler Risalesi Risale-i Keşfiyye Ahlâk-ı Adudiyye Tercümesi, Hz.İrfan Görkaş, Büyüyen Ay, İstanbul 2016.

GÖRKAŞ, İrfan, “Şiiri Bilime Uygulamak” Yahut Sünbülzade Vehbi’nin Hikmet Anlayışı ve İlimlere Bakışı”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED], Sayı 52, Erzurum 2014, 315-330.

GÖRKAŞ, İrfan, “Platon düşüncesinde ‘Şiir-i İlhamî’”, Hece Taşları Aylık Şiir Dergisi (e-dergi), Kahramanmaraş 15 Mart 2017, 25. Sayı, 17-18.

MİDHAT, Leâli-i Meânî Beyanu’l-vücud, Artin Asadoryan ve Mahdumları Matbaası, İstanbul 1328.

NABİ, Hayriyye, Matbaa-i Ebuzziya, Konstantiniyye 1307.

PALA, İskender, “Nasihatnâme”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, yıl: 2006, cilt: 32,  sayfa: 409-410.

RUSÇUKLU, Ömer Zarifi Baba, “İfade-i Mahsusa”, Pendname-i Zarifi, Metin Matbaası, 1327.

RUSÇUKLU, Ömer Zarifi Baba, Pendname-i Zarifi, Metin Matbaası, 1327, s.58.

SÜNBÜLZADE VEHBİ, Lütfiyye, Hz.Süreyya Ali Beyzadeoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1994.

SÜNBÜLZADE VEHBİ, “Der ilm-i muamma”, Lütfiyye, Hz.Süreyya Ali Beyzadeoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1994.

SÜNBÜLZADE VEHBİ,”Der Şi’r ü İnşa”,  Lütfiyye, Hz.Süreyya Ali Beyzadeoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1994.

TATAR, Burhanettin, “Doğumunun 770.Yıldönümünde Yunus Emre’de Şiirsel Düşünme Biçimi”, Uluslarası Yunus Emre Sempozyumu, Ed.H. Bayram Başer, İstanbul 2010, ss.68-71.

TÜRKER, Ömer, “Sunuş Ahlâk-i Adudiyye Projesi”, İsmail Müfid İstanbuli Şerhu’l-ahlâki’l-adudiyye, çev. Selime Çınar, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2014.

YENİKALE, Ahmet, Sümbülzade Vehbi Divanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı e yayın, 2012.

YORULMAZ, Hüseyin, Divan Edebiyatında Nabi Ekolü, Kitabevi, İstanbul 1996.

YOZGADÎ Keşfi Mustafa Efendi, Keşifler Risalesi Risale-i Keşfiyye Ahlâk-ı Adudiyye Tercümesi, hz.İrfan Görkaş, Büyüyenay yay., İstanbul 2016.

YENİTERZİ, Emine, “Ahmed-i Dâ’î’nin Vasiyyet-i Nûşirevân Adlı Mesnevisi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, ss.1-15. http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/yeniterzi_dai.pdf Erişim: 25.08.2016.

 

[1] Bozok Ünv. İlahiyat Fakültesi Öğrt. Üyesi, gorkas08@gmail.com.

 

[2] Bk.Ömer Türker, “Sunuş Ahlâk-i Adudiyye Projesi”, İsmail Müfid İstanbuli Şerhu’l-ahlâki’l-adudiyye, çv.Selime Çınar, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2014, s.9.

[3] Midhat, Leâli-i Meânî Beyanu’l-vücud, Artin Asadoryan ve Mahdumları Matbaası, İstanbul 1328, s.3.

[4] Bk. Ahmet Yenikale, Sümbülzade Vehbi Divanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı e yayın, 2012; Sümbülzade Vehbi, Lütfiyye, Hz.Süreyya Ali Beyzadeoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1994. Yayın Sümbülzade ismiyle yayınlanmıştır. Oysa eserin aileyle ilgili kısmında yukarıda verdiğimiz şekilde Sünbülzade olarak verilmiştir. O nedenle atıf Sünbülzade adıyla yapılacaktır.

[4] Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, 1338,  II, s.237.

[5] Eser için bk. Emine Yeniterzi, “Ahmed-i Dâ’î’nin Vasiyyet-i Nûşirevân Adlı Mesnevisi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, ss.1-15. http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/yeniterzi_dai.pdf Erişim: 25.08.2016.

[6] İskender Pala, “Nasihatnâme”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, yıl: 2006, cilt: 32,  sayfa: 409-410. Ayrıca bk. Burhanettin Tatar, “Doğumunun 770.Yıldönümünde Yunus Emre’de Şiirsel Düşünme Biçimi”, Uluslarası Yunus Emre Sempozyumu, Ed.H.Bayram Başer, İstanbul 2010, ss.68-71.

[7] Rusçuklu Ömer Zarifi Baba, “İfade-i Mahsusa”, Pendname-i Zarifi, Metin Matbaası, 1327.

[8] Bk.Emine Yeniterzi, Ahmed-i Dâ’î’nin Vasiyyet-i Nûşirevân Adlı Mesnevisi, age, s. 15.

[9] İki ahlakî çizgi için bk. İrfan Görkaş, “İslam Ahlâk Araştırmalarının İki Ana Çizgisi”, Yozgadî Keşfi Mustafa Efendi Keşifler Risalesi Risale-i Keşfiyye Ahlâk-ı Adudiyye Tercümesi, Hz.İrfan Görkaş, Büyüyen Ay, İstanbul 2016, s.24-35.

[10] Rusçuklu Ömer Zarifi Baba, Pendname-i Zarifi, Metin Matbaası, 1327, s.58.

[11] Bk. Burhanettin Tatar, “Doğumunun 770.Yıldönümünde Yunus Emre’de Şiirsel Düşünme Biçimi”, Uluslarası Yunus Emre Sempozyumu, Ed.H.Bayram Başer, İstanbul 2010, ss.68-71.

[12] İrfan Görkaş, “Platon düşüncesinde ‘Şiir-i İlhamî’”, Hece Taşları Aylık Şiir Dergisi (e-dergi), 25. Sayı 15 Mart 2017, s.17-18.

[13] Sümbülzade Vehbi,”Der Şi’r ü İnşa”,  Lütfiyye, s. 57, 296-30. beyt.

[14] Sünbülzade Vehbi, “Der ilm-i muamma”, Lütfiyye, s. 58, 59, Beyt 309, 310, 311, 317.

[15] Sünbülzade Vehbi, Tuhfe, s.10.

[16] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s.23/35 ve 38.beyitler.

[17] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s.166/1175, 1176, 1177, 1178, 1179.beyitler.

[18] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s.22/31.beyit; 23/33.beyit.

[19] Bk.Nabi, Hayriyye, Matbaa-i Ebuzziya, konstantiniyye 1307, s.1 ve 3.

[20] İskender Pala, “Nasihatnâme”, DİA, yıl: 2006, cilt: 32,  sayfa: 409-410.

[21] Bk. Hüseyin Yorulmaz, Divan Edebiyatında Nabi Ekolü, Kitabevi, İstanbul 1996, s.30.

[22] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s. 164, 165.

[23] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s. 165.

[24] Şairimiz bu hususu “Şi’rini eyleye ilme tatbik/Bile mefhum-ı maani-i dakîk” beytiyle ‘şiir-ilim’ kavramlarıyla ifade etmektedir. Bk.Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s.73.

[25] Bk. Yozgadî Keşfi Mustafa Efendi, Keşifler Risalesi Risale-i Keşfiyye Ahlâk-ı Adudiyye Tercümesi, hz.İrfan Görkaş, Büyüyenay yay., İstanbul 2016, s.8, 9.

[26] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s. 22, beyt 25; s.28, beyt 73.

[27] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s. 164, 165.

[28] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, s. 23, beyt 39.

[29] Bk. Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, 1338,  II, s.237; Ahmet Yenikale, Sümbülzade Vehbi Divanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı e yayın, 2012, s.3.

[30] Sünbülzade Vehbi, Lütfiyye, Hz.Süreyya Ali Beyzadeoğlu, s.163.

[31] Bk. Sünbülzade, age, s.21, 22, 23.

[32] Bk. Sünbülzade, age, s.24, 40- 44.beyitler.

[33] Bk. Sünbülzade, age, s.28, 74-77.beyitler.

[34] Sünbülzade, age, s.68, 384-389.beyitler.

[35] Sünbülzade, age, s.69, 390-394.beyitler.

[36] Bk. Sünbülzade, age, s.119, 779-784.beyitler.

[37] Bk. Sünbülzade, age, s.120, 785-789.beyitler.

[38] Bk. Sünbülzade, age, s.124, 125, 819-825.beyitler.

[39] Bk. Sünbülzade, age, s.129, 862-863.beyitler.

[40] Bk. Sünbülzade, age, s.138, 939-948.beyitler

[41] Şairimizin yer verdiği erdemsizlikler (reziletler) başlıklarda şu şekilde yer alır: Der men-i menâhî ve fısk u isyan, Der men-i taassub ve riya, Der men-i kizb, Der men-i istihza ve nemime, Der men-i havâdis, Der men-i kibr-i şeytani, Der men-i keşf-i uyûb, Der men-i hisset, Der men-i ez-isrâf ü sefahet, Der men-i vesâyet ü vekâlet ü kefâlet, Der men-i tevliyet ü cibâyet, Der men-i ez-beytü’l-mâl ü mâl-i mîrî, Der men-i zulüm, Der ihtiraz ez-hile kârân u hâinân, Der men-i tebdil-i tarik, Der men-i ez-keşf-i râz, Der tahzir-i ez-mükeyyifat, Der men-i kuşbâzi, Der men-i şüküfekâri.

[42] Kavram için bk. Sünbülzade, age, s.162, beyt 1140.

[43] Sünbülzade, age, s.163, beyt 1149, 1150, 1151.

[44] İrfan Görkaş, “Şiiri Bilime Uygulamak” Yahut Sünbülzade Vehbi’nin Hikmet Anlayışı ve İlimlere Bakışı”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED], Sayı 52, Erzurum 2014, 315-330