Son günlerin en dikkat çekici konu başlıklarından biri af. Gerçekten af çıkmalı mı? Çıkmamalı mı? Afla birlikte suçlular dışarı çıkıp yeniden suç oranlarımı mı artacak? Af toplum için fayda mı zarar mı getirir? Soruları daha da arttırmak mümkün… Her şeyden önce şunu söyleyelim, Türkiye gibi adalet mekanizmasında sıkıntıların çokça yaşandığı ülkelerde, suç ve cezalandırma metotları arasında zaman zaman sıkıntılar olduğu, bu sıkıntıların da toplumu gerip ciddi rahatsızlıklar verdiği bir gerçektir. Kişilerin içinde bulunduğu durum itibariyle (sanık, mahkûm yakını veya mağdur yakını gibi) aşırı tepkisel olabildikleri, bu tepkinin de toplumsal gerginliklere neden olduğu görülmektedir. Bu işin bir tarafıdır. Ancak diğer ve en önemli tarafı ise ülkede yıllardır yargılama yapan hâkim-savcıların FETÖ terör örgütünün birer elemanı oldukları, bu hain örgüt elemanlarının yüzbinlerce insanın mağduriyetine sebep olduğu durum ise işin bir diğer tarafı. Bu kişilerin vermiş oldukları kararların aslında geçersiz sayılması gerektiği. Peki bu iki eşitsiz durum karşısında nasıl bir toplumsal dengeleme yapılacak veya yapılmalıdır? Bize göre asıl mesele budur. Bu yazı sadece sorunun tespitine yönelik bir yazı değildir. Aynı zamanda çözümde üreten bir yazı olacaktır. Adaletten başlayalım o zaman. Adalet, haklının, haklı olana teslim edildiği bir sistemdir. Allah’ın bir ismi de EL ADL’dir. Adaleti koyan ve sağlayandır. El adl esmasının tecellisi olarak adalet bir yüzü dünyaya bakarken, diğer yüzü ahirete bakmaktadır. Bu yönüyle karar tesis ediciler (hakimle), aynı zamanda EL ADL esmasının yeryüzünde temsilcileridir. EL ADL esmasının sahibi olan Allah, bu nedenle de suçluluğu çok zor şartlara bağlamıştır. Örneğin toplumsal yara haline dönüşen cinsel suçlarda, ya kişinin (sanığın) kabulünü, sanığın kabulü olmaması halinde en az 4 kişinin “gördüm” diye şehadet etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Allah’ın temel sistemi, önce insanı, sonra toplumu korumaktır. Bu nedenle de Allah, suç ve suçlu konusunda merhameti, affetmeyi tavsiye etmektedir. Örneğin Kitabı kerim de Allah, bir insanı öldürmeyi tüm kâinatı öldürmek gibi adlandırmak da; ancak affetmenin daha hayırlı olduğunu vurgulamaktadır. Allah, sonsuz merhametinin bir sonucu olarak insanlara defalarca imkân ve fırsat vermekte, yine insanlardan da hata etmiş, suç işlemiş kişileri affetmelerini tavsiye etmektedir. Yazıyı okuyanların “kısasta hayat vardır” ayetini düşündüklerini ve itiraz ettiklerini duyar gibiyim. Evet Allah, kişilere bu hakkı tanımıştır. Bu hak kullanacak kişiler için mutlak, vazgeçilmez bir haktır. Kişi bu hakkını kullandığında, “neden kullanıyorsun” diye sorma hakkı dahi yoktur. Ancak Allah, bu hakkı tesis etmesine rağmen affetmeyi tavsiye etmektedir. Sahabenin büyüklerinden Ebu Zer Gıfari Hazretlerinin, taksirle ölüme neden olan bir sahabeye kefalet etmesi, sonra o sahabenin gelmesi ve hak sahiplerinin kısas hakkından vazgeçmeleri İslam tarihinde anlatılanlar hikayelerden biridir. Osmanlı döneminde de buna benzer çok hikayeler duymuş ve okumuşsunuzdur. Osmanlı Devleti’nin manevi kurucularından Şeyh Edebali Hazretleri, Osman Bey’e, “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” diyerek Allah’ın, sistemini dile getirmiş, merhamet ve affetmenin daha adil ve hakkaniyetli sonuçlara götüreceğinin altını çimiştir. BU KONUYA DEVAM EDECEĞİZ