Bir diğeri, akıl nimetinden dolayı Allah Teâlâ’ya şükretmek.
Akıl ruhun lisanı, basiretin tercümanıdır. Basiret ruh için kalp mesabesinde, akıl için ise dil mesabesindedir.
Ruh Allah Teâlâ’nın emir (âlemin)dendir. Göklerin ve yerlerin yüklenmekten çekindikleri emaneti ruh yüklenmiştir. Aklın nuru ruhtan feyizlenir. İlimler aklın nurunda şekillenir. İlimler için akıl “Levh-i Mektûp” mesabesindedir. Aklı levh-i mektupta hazırlanan (intesabe) kişinin aklı da basiretle teyit edilir, Yaratıcıya ihtida eder. Sonra âlemi Yaratıcıyla tanır. Bu akıl hidayet aklı olur.
Allah Teâlâ herhangi bir hususta kendisine yönelmesini her istediğinde, aklı kendisine yönelmeye delalet eder. Allah’ın kerih gördüğü şeylere ise kendisinden uzaklaşmaya delâlet eder. Artık Allah’ın sevdiklerini araştırmaya, Allah’ın sevmediklerinden ise kaçınmaya devam eder.
Hidayet aklının delaleti doğruluğa ve sapıklıktan nehiy etmeye olur. Hidayet aklının meskeni kalpte, öğrencisi ise fuadın iki gözü arasındaki sadırdadır.
Haberde vârid olduğuna göre, Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır. Allah akla “Gel.” dedi, geldi. “Git.” dedi, gitti. “Otur.” dedi, oturdu. “Konuş.” dedi, konuştu. “Sus.” dedi, sustu. Allah şöyle buyurdu: “İzzetim, celâlim, kibriyam, sultanım ve ceberûtum hakkı için yemin ederim, Bana senden daha sevimli bir şey yaratmadım. Seninle bilinirim, seninle yönelinirim, seninle itaat edilirim, seninle alırım, seninle veririm, sana itap ederim. Sevap senin lehine, ikap, ceza senin aleyhinedir. Sana sabırdan daha efdal bir şey ikram etmedim.”[1]
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Bir kişinin Müslüman olması sizi sevindirmesin. Siz her zaman sonunun neyle hitama ereceğine bakınız, aklının ukdesini biliniz.”
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: Bir adam mescide gider, namazını kılar. Fakat namazı sivrisineğin kanadına bile denk gelmez. Başka bir adam mescide gelir, namazını kılar. Bunun namazı ise aklen en güzeli olduğu zaman Uhud dağına denk gelir. “En güzeli nasıl olur?” diye sorulduğunda, Peygamberimiz (s.a.v) “Amelde ve nafilelerde az olsa bile, Allah’ın haramlarından en çok veralı olanı, hayır işlerine en hırslı olanıdır.”[2] buyurdu.
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah Teâlâ aklı kulları arasında grup grup ayırdı. İki kişinin ameli, iyiliği, orucu, namazı, eşit olur. Fakat her ikisi akıl bakımından farklı olur. Tıpkı yan yana sıra sıra dizili mısır tanelerinin farklı olması misali.”
Biz de deriz ki, Allah’ın şu beş şeyi; akıl, ilim, amel, aşk ve irfan verdiği ve sırat-ı müstakime hidayet ettiği kişi, Allah Teâlâ’nın velilerinden bir veli, ricâlullahtan kâmil bir mürşid, yer ve gök ehlinin teberrükte bulunduğu Allah’ın gözlerinden bir göz olur. O kişi sayesinde bütün mahlûkat rızıklandırılır. O kişi sayesinde herkesten belalar defolur. Eğer bütün bunlar sana verildiyse, verilenlerden dolayı Allah’a şükret, insanların uyduğu kişilerden, uyuyanları uyandıranlardan, havassa ve avama nasihat edenlerden, insanları yaratanın yoluna irşad edenlerden ol. Bütün günahları bağışlayan, tövbe edenleri seven Allah’ın rahmetinden günah işleyenleri ümitsizliğe sürükleyen bahtsızlardan sakın olma.
Menâzil şârihi şöyle söyler: “Günah hemen tövbe edildiği zaman, bazen kul için pek çok taattan daha faydalı olur. Esasen bazı selefin söylediği şu söz bu anlamdadır: ‘Kul bazen günah işler, bu günah sayesinde Cennete girer. Kul bazen de taatte bulunur, ama bu taat vesilesiyle Cehenneme girer. Günah işleyen kişi yatar, oturur, kalkar, yürür gözlerini hep günahına diker. Gözlerini günaha diktiğinde hep günahını hatırlar. Günahını hatırlaması inkisar, tövbe, istiğfar ve pişmanlık doğurur. Sonuçta kurtuluş vesilesi olur. İyilik yapan kişi ise oturur, kalkar, yürür hep gözlerini iyiliğine diker. İyiliğini her hatırladığında, ucub, kibir ve minnet hisseder. Sonuçta helak sebebi olur. Günah pek çok taat, pek çok iyilikten, önünde boynunu bükerek, utanarak, ağlayarak, pişman olarak, Rabbine yönelerek Allah korkmasından ve hayâsından dolayı birçok kalbi muamele yapmasını mucip olur. Bütün bu özellikler kula güç, kibir, insanlara tepeden küçümseyerek bakmayı mucip olan taatten elbette daha faydalıdır. Şüphesiz böyle bir günahkâr her ne kadar sözüyle tersini söylese de, Allah kalbinde olana şahit olması hasebiyle, taatini beğenen, saldırgan, taatiyle hem Allah’ın hem de kullarının başına kalkan kişiden elbette Allah katında daha hayırlıdır, necat ve kurtuluşa daha yakındır. Allah böyle bir kuluna hayır murad ettiği zaman, inkisar duyacağı, kadrini bildireceği, Allah’ın kullarına kendi şerrini yeterli göreceği, başını öne eğdireceği bir günahın içine atar. Bu günah sayesinde kulunu ucub, kibir, Allah’a ve kullarına minnet hastalığından kurtarır. Sonuç itibariyle bu günah böyle bir kula birçok taatten daha faydalı olur. Dermansız bir dertten kurtulmak için ilaç içmeye benzer.”
Abidlerden birinden şöyle bahsedilir: Bir kul bir gece Kâbe’yi tavafı esnasında Rabbinden ismeti isteyerek tavaf ediyordu. Ansızın uykusu geldi. Uyuya kaldı. Rüyasında şöyle bir ses işitti: “Sen Benden ismeti (hiç günah işlememeyi) istiyorsun, bütün kullarım da Benden ismeti istiyor. Ama Ben onlara istedikleri ismeti verirsem, kime lütufta bulunacağım, mağfiretimi ve affımı kime göstereceğim, kimin tövbesini kabul edeceğim. Benim keremim, affım, mağfiretim ve fazlım n’olacak?”
Ebu Zerr’in rivayet ettiği kudsî bir hadiste şöyle buyurulur: “Ey kullarım! Siz gece-gündüz hata yapıyorsunuz. Ben ise günahları bağışlıyorum. Benim mağfiret sahibi olduğumu anlayan kişiyi, küçüğüne büyüğüne bakmam mağfiret ederim. ~~39.53~
قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذٖينَ اَسْرَفُوا عَلٰى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمٖيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ ~ ~ ~
‘Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin! Allah bütün günahları bağışlar. O çok bağışlayan, çok esirgeyendir.’[3] Ey kullarım! Acziyete düşme. Sena yaraşan dua etmek, Bana yakışan icabet etmek. Sena yaraşan istiğfar etmek, Bana yakışan bağışlamak. Sena yaraşan tövbe etmek, Bana yakışan kötülüklerini iyiliklere çevirmek.”
Menâzil şârihi şöyle devam eder: “Tövbe kulluğu Allah Teâlâ’ın en sevimli, en lütufkâr davrandığı kulluktandır. Allah Sübhânehû ve Teâlâ tövbe edenleri sever. Eğer tövbe Allah’a en sevimli şey olmasaydı, mahlûkatın en ekremini günahla imtihan etmezdi. Allah kulunun tövbesini sevdiği için mahbubunun vuku bulup kuluna muhabbetini artırmayı mucip olan günahla imtihan eder, dener.”
Tövbe edenlere Allah katında özel bir muhabbet vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:~~25.70~
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُولٰئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّپَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَحٖيمًا “Tövbe eden, iman eden ve sâlih amel yapan müstesna. İşte bunların Allah kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet sâhibidir.”[4]
Bu ayet, tövbelerini iman ve sâlih amelle birleştirdikleri zaman, tövbe edenlere en büyük müjdedir. İşte gerçek tövbe budur.
İbn Abbas (r.a) şöyle söyler: “Bu ayetin nazil olduğundaki sevinci kadar Peygamberimizin (s.a.v) başka bir şeye sevindiğini görmedim. Peygamberimizin bu sevinci~~48.1~
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبٖينًا~~48.2~
لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ ‘Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışladı.’[5] ayetinden dolayı idi.”
Günahların iyiliklere tebdilinin bu dünyada mı ahirette mi olacağı keyfiyeti ihtilaflıdır. Başlıca iki farklı görüş vardır. 1) İbn Abbâs ve öğrencileri bu tebdilin kötü amellerinin iyi amellerle tebdili olduğunu söylerler. Allah şirkle imanı, zinayla iffet ve namusu, yalanla doğruyu, hıyanetle emaneti tebdil eder, yer değiştirir. Bu yoruma göre, ayetin anlamı şöyle olur: “Çirkin sıfatlarını güzel sıfatlara, kötü amellerini sâlih amellere çevirir. Tıpkı hastanın hastalığını sıhhate, belâya maruz kalının da belasını afiyete çevirmesi misali.” 2) Saîd bin Müseyyeb ve diğer bazı tâbiin âlimleri ise bu tebdilin Allah’ın kıyamet günü yapmış oldukları kötülükleri iyiliklerle tebdili olduğunu söylerler.
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiye şöyle söyler: “Ebedî saadeti isteyen kişi, kulluk eşiğine yapışsın.”
Âriflerden biri şöyle söyler: “Hüsnü kuruntulardan daha kalın bir perde yoktur. Ucub ve kibirle yapılan amel ve gayretin hiçbir faydası olmaz. Farz amelden sonra zillet ve iftikâr ile yapılan az nafile amel ise zarar vermez. Bu zillet ve has inkisar onu Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkarır ve onu muhabbet tarikine atar. Her ne kadar diğer amellerin ve taatlerin tarikleri kula muhabbet kapılarını açsa bile, bu tarikten başkasına açılmayan bir kapı ona açılır. Fakat zillet, inkisar, iftikar, nefsini küçümseme, nefsini zayıf, aciz, noksan görme, nefsinin değersizliğini, acizliğini, günahını, hatasını görmek suretiyle zemmetme sebebiyle açılan şey farklı bir çeşittir.
Bu tarik ile sülûk eden kişi insanlar içende gariptir. Böyle olanlar bir vadide, değerleri farklı bir vadidedir. Buna kuş tariki denir. Yatağında uyuyan kişi nice gayret gösterenlerin önüne geçer, büyük bir mesafe katetmiş olarak sabahlar. Öyleyse bu tarik ile bütün tariklerin önüne geçer, nice gayret gösterenler geride kalır. Yardım edecek olan sadece Allah’tır. O bağışlayanların en hayırlısıdır.”
İmam Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde Peygamberimizden (s.a.v) şöyle rivayet edilir: “İstisnasız her gün deniz âdemoğlunu boğmak için, melekler de âdemoğlunu kurtarmak ve helak etmemek için Rablerinden izin isterler. Rab Teâlâ ise şöyle buyurur: Kulumu Bana bırakın. Onu en iyi Ben bilirim. Çünkü ben onu topraktan yarattım. Eğer sizin kulunuz ise ne haliniz varsa görün. Ama eğer Benim kulum ise Benden kuluma sözüm şudur: İzzetime, Celalime yemin ederim, eğer gece gelirse, kabul ederim. Eğer gündüz gelirse, yine kabul ederim. Bir karış yaklaşırsa, bir kulaç yaklaşırım. Bir kulaç yaklaşırsa, bir boy yaklaşırım. Yürüyerek gelirse, koşar adımlarla karşılarım. Af dilerse, affederim. Hatalarından vazgeçmemi isterse, vazgeçerim. Tövbe ederse, tövbesini kabul ederim. Benden daha cömert ve daha kerem sahibi kim olabilir ki? Ben Cevad ve Kerimim. Kullarım Bana büyüklük taslayarak geceliyor, Ben ise onları yataklarında koruyorum, döşeklerinde kolluyorum. Bana yönelirse, uzaktan karşılarım. Benim için bir şeyi terk ederse, daha fazlasını veririm. Benim güç ve kuvvetimle çalışırsa, kolaylaştırırım. Muradımı isteyene, istediğini veririm. Ehl-i zikrim ehl-i mücalesetimdir. Ehl-i şükrüm ehl-i ziyaretimdir. Ehl-i taatim ehl-i kerametimdir. Ehl-i masiyetime rahmetimden umutlarını kestirmem. Eğer Bana tövbe ederlerse, Ben onların habibi olurum. Eğer tövbe etmezlerse, Ben onların tabibi olurum. Ayıplardan temizlenmeleri için çeşit çeşit musibetlerle imtihan ederim.”
[1] Ebû Dâvud, Sünnet, 16; Ahmed bin Hanbel, V, 317.
[2] Zebidi, VIII, 490.
[3] Zümer, 39/53.
[4] Furkân, 25/70.
[5] Fetih, 48/l-2.