Bir diğeri, sarılmak.
Sarılmak iki çeşittir. Birincisi Allah’a sarılmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِ هُوَ مَوْلٰیكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّصٖيرُ “Allah’a sımsıkı sarılın. O sizin Mevla’nızdır. O ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır!”[1] İkincisi ise Allah’ın ipine sarılmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمٖيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا “Topluca Allah’ın ipine sarılın, sakın ayrılığa düşmeyin.”[2]
“Îtisam” ismet kelimesinin iftiâl bâbıdır. İtisam seni koruyacak, seni sakıncalı şeyden menedecek şeye tutunmaktır. İsmet himaye etmek, itisam ise himaye edilmek anlamına gelir. Bu anlam münasebetiyle, mani olduğundan ve himaye ettiğinden dolayı kalelere “avâsım” denir.
Dünyevî ve uhrevî saadetin medarı Allah’a ve Allah’ın ipine sarılmadır. Kurtuluş ancak bu iki ismete tutunanadır. Allah’a sarılmak tehlikeden, ipine sarılmak ise dalaletten korur. Allah yolcusu, maksuduna giden yolun bir kısmında olan yolcudan farksızdır. Böyle bir kişi yolu bulup öğrenmeye ve selâmetle aşmaya muhtaçtır.
Selef-i sâlihîn “Allah’ın ipi” ifadesinde ihtilâf ettiler. İbn Abbâs’a (r.a) göre, “Allah’ın dinine sarılınız” anlamındadır. İbn Mes’ûd’a (r.a) göre ise, ayetteki ip ifadesi “cemaat” anlamındadır. İbn Mes’ud (r.a) şöyle söyler: “Sizin cemaate sarılmanız gerekir. Cemaat, uymayı emrettiği Allah’ın ipidir. Ama siz cemaatten hoşlanmıyorsunuz. Yine de, itaat etmeniz sevdiğiniz tefrikadan çok daha hayırlıdır.”
Menâzil sâhibi şöyle söyler: “Allah’ın ipine sarılmak, Allah’ın emrini gözeterek taati muhafaza etmektir. Allah’a sarılmak ise her türlü mevhum şeylerden terakki etmektir. Ona göre mevhum Allah’tan gayrı her şeydir. Mevhumdan terakki ise fayda ve zarar görmesinden, vermesi ve vermemesinden, dahası her türlü tesirinden Allah’a yükselmedir. Bu, fani olmaya işarettir. Muradı ise Allah’tan gayrısını şuhûddan Allah’a yükselmektir.”
Menâzil şârihine göre ise, Allah’a sarılmaktan maksad, O’na tevekkül etmek, O’nunla mani olunmak ve O’nunla himaye edilmek, O’dan kulu himaye etmesini, mani olmasını, korumasını ve müdafaa etmesini istemektir. O’na sarılmanın neticesi kulu müdafaa etmesidir. Allah iman edenleri müdafaa eder. Kendine sığındığı zaman mümin kulunu sürçmesine sebep olan her şeyden korur, himaye eder. Ayrıca, kulunu şüphelerden, şehvetlerden, açık ve gizli düşmanının hilesinden, kendi nefsinin şerrinden korur. Dahası Allah, zatına sığınma derecesine ve temekkününe göre, tamamlandıktan sonra bile şerrin sebeplerinin sonuçlarından korur. Kendisi hakkında bütün sürçme sebepleri ve sonuçları inikat eder.
Ebu Hureyre’den (r.a) rivayetle, Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah sizin için üç şeyden hoşnut olur, üç şeye de kızar. Hoşnut olduğu şeyler şunlardır; 1) Sizin ona ibadet etmeniz, hiçbir şeyi şirk koşmamanız, 2) Topluca Allah’ın ipine sarılmanız, 3) Allah’ın işinize veli kıldığı kişiye nasihat etmenizdir. Allah’ın sizin için kızdığı şeyler ise şunlardır; 1) Dedikodu yapmanız, 2) Malı zayi etmeniz, 3) Çok soru sormanızdır.”[3]
Îtisamü’l-hâsse ise nefsin amaçlarını kesmek, Allah Teâlâ’nın gayrısından iradeyi kabz etmektir. Bu hal, Ebu Yezîd Bistâmî’nin (k.s) haline benzer. “Ne istersin?” diye sorulduğunda, Ebu Yezid Bistami kendini şöyle anlatır: “İstememeyi istiyorum.”
Alâkaları bırakma hususunda asıl olan ise bâtınî alâkaları kesmektir. Batınî alakaları kestiği zaman, zâhirî alâkalar sana zarar vermez. Mal elinde olsa bile, kalbinde olmadığı zaman, çok bile olsa, sana zarar vermez. Ama elinde hiçbir şey olmasa bile, kalbinde olduğu zaman, sana zarar verir.
“Bin dinarı olan bir kişi zâhid olabilir mi?” diye sorulduğunda, Ahmed bin Hanbel “Arttığı zaman sevinmemesi, azaldığı zaman üzülmemesi şartıyla evet. Bu sebeple sahâbilerin (r.a) ellerinde mal bulunmasına rağmen, ümmetin en zâhidleri idiler.” diye cevap verdi.
“Mal sahibi zâhid olabilir mi?” diye sorulduğunda, Süfyân Sevri (r.a) “Evet, eğer malı arttığı zaman şükreder, azaldığı zaman ise hatırlayıp sabreder.” diye cevap verdi.
[1] Hac, 22/78.
[2] Al-i İmran, 3/103.
[3] Müslim, Ekdıye, 10; Muvattâ, Kelâm, 20.