Site icon Teketek Haber

ANADOLU’DA YAYLAK VE KIŞLAK DARLIĞINDAN KAYNAKLANAN EKONOMİK PROBLEMLER

1220 yılından itibaren Doğu İslâm ülkeleri üzerine başlayan Moğol istilâsı, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu bölgesine çok miktarda Türkmen kitlesi sürmüştü. Türkmenler, daha önce yaşadıkları yerleri (Türkistan, Mâverâünnehir, Horasan, Harezm gibi) terk ederken, taşınmasında kendilerine güçlük çıkarabilecek bütün mallarını ve eşyalarını feda etmek ve geride bırakmak zorunda kalmışlardı. Üstelik bu uzun ve tehlikeli yolculuğun verdiği güçlükler, onların hem sağlıklarını hem de ekonomilerini son derece olumsuz etkilemişti. Gerçekten de onlar, Anadolu’ya göçerken içinden geçtikleri ve hiç tanımadıkları bölgelerde ve alışık olmadıkları iklimlerde, bin bir türlü güçlükler ve tehlikelerle boğuşmak zorunda kalmışlardı. Türkmenler Anadolu’ya geldiklerinde ise, hem maddeten ve hem de manen çok yıpranmış, sosyal ve ekonomik düzenleri de temelinden sarsılmış bir vaziyetteydi.

Daha önce, yani Anadolu’nun fethi sırasında veya bunu takip eden yıllarda Anadolu’ya gelen Türkmenlerin bu ülkede yerleşmeleri ve eski hayat tarzlarını, sosyal ve ekonomik düzenlerini yeniden kurmaları pek zor olmamıştı. Çünkü bu sırada Anadolu’da Türkmenlerin hayat tarzlarına ve ekonomik yapılarına uygun sahalar hemen hemen boş ve ıssız bir durumdaydı. Fakat Moğol istilâsı önünden kaçıp gelen Türkmenler için aynı imkânlar mevcut değildi. Çünkü daha önce Anadolu’ya gelmiş olan göçebe unsurlar tarafından bu ülkedeki bütün kışlak ve yaylaklar tutulmuş bir vaziyetteydi. Özellikle Doğu Akdeniz ve Güney-Doğu Anadolu bölgesinde yeni gelen göçebe unsurun ihtiyaçlarını karşılayacak genişlikte ve büyüklükte kışlak ve yaylak pek fazla kalmamıştı. Bu yüzden, daha önce Anadolu’ya gelen Türkmenlerle yeni gelen Türkmenler arasında sonu gelmez itişmeler, kakışmalar, kışlak ve yaylak kavgaları başlamıştır. Dolayısıyla bu kavgalar, her iki taraf için de son derece yıpratıcı olmuştur. Özellikle yeni gelen Türkmenler, büyük bir ekonomik sıkıntı içine düşmüşlerdir. Türkiye Selçuklu idaresi ise, Türkmenlerle sadece kendi politikalarına yaradığı sürece ilgilenmiştir. Onların problemleri karşısında hep ilgisiz ve duyarsız kalmıştır.

Hiçbir kitle hareketi yoktur ki, temelinde toplumsal hayatı ve düzeni sarsan ekonomik sıkıntılar ve problemler bulunmamış olsun. Türkmenlerin Doğu Akdeniz ve Güney-Doğu Anadolu bölgesinde oturdukları yöreler, özellikle yaz aylarında sivrisineklerin, karasineklerin ve eşek arılarının kaynaştığı bir hastalıklar yuvasıydı. Sıtma, tifüs ve dizanteri burada gayet uygun bir ortam bulmaktaydı. Zaman zaman ortaya çıkan kolera ve veba salgınları, nüfusu ve onların başlıca ekonomik varlıkları olan sürülerini kırıp bitirmekteydi[1]. Türkmenlerin yaşadıkları bu ağır hayat şartları, tam bir mutsuzluk tablosu oluşturmaktaydı. Bu tabloyu, hiç kuşkusuz, kitleyi harekete geçiren en temel sebeplerden biri olarak kabul etmek ve değerlendirmek gerekir. Fakat bugün elimizde, bu tabloyu tam ve ayrıntılı bir şekilde tasvir edebilecek kaynak metinleri bulunmamaktadır.

XIII. yüzyılda “Selçuklu devlet adamları ve şehir halkı” ile “köylü ve göçebe unsur”un hayat standardı arasında çok büyük bir uçurum oluşmuştu. Bu uçurum, köylü ve göçebe unsurun duygularını ve düşüncelerini olumsuz olarak etkileyebilecek ve kendilerini de harekete geçirebilecek kadar derinleşmişti. Bu hususta İbn Bîbî’nin verdiği kısa bir kayıt, idareci ve şehirli unsur ile köylü ve göçebe unsur arasındaki hayat standardı farkını göstermesi bakımından son derece önemlidir: Karaman Türkmenlerinin başında bulunan Mehmed Bey, Türkiye Selçuklu Devletinin içine düştüğü otorite zâfiyetinden faydalanarak 1277 yılında Konya’ya girmişti. Bu sırada Mehmed Bey’in hem kendisi hem de maiyeti (Türkmenler) perişan bir vaziyetteydi. Hiçbirinin üzerinde doğru dürüst bir elbise bile bulunmuyordu. Bazılarının ayağında çarık vardı. Fakat bazılarında o da yoktu, yani bir kısmı yalınayaktı. Buna karşılık Konya halkının ve özellikle devlet adamlarının giyimi son derece güzel ve lüks idi. Bu durumdan bir hayli etkilenmiş olan Türkmenler, kaynağın ifadesiyle önce “çekirgeler gibi şehre dağılarak köşkleri, dükkânları ve hanlardaki mal ve eşya depolarını yağma etmişlerdir. Üzerlerindeki çuldan yırtık pırtık elbiseleri çıkarıp bunları altın sırmalı ipek ve kıymetli kumaşlardan yapılmış olan elbiselerle değiştirmişlerdir”[2]. Burada hemen belirtelim ki, XIII. yüzyılda Anadolu’daki diğer Türkmenlerin durumu da Karaman Türkmenlerinin durumundan pek farklı değildi. Kanaatimizce bu durumun sosyal patlamada etkisi çok büyük olmuştur.

[1] Bölgede sık sık ortaya çıkan salgın hastalıklara ve bu hastalıkların insanlar ve hayvanlar üzerindeki etkisine dair kaynaklarda birçok bilgi bulunmaktadır. Bunlardan biri de şudur: Türkiye Selçuklu Devletinin dördüncü hükümdarı Sultan Mesud, 1154 yılında Çukurova’da bulunan Ermeni Baronluğu üzerine sefere çıkmıştı. Sefer, sıcakların ve salgın hastalıkların çok yüksek ve yoğun olduğu yaz mevsimine rast gelmişti. Bu yüzden Sultan Mesud’un ordusunda veba salgını çıkmıştır. Çok miktarda can ve mal kaybeden Sultan Mesud, ordusunun geri kalan kısmını güçlükle geri çekebilmiştir. Sultan Mesud’dan sonra gelen Selçuklu hükümdarları bu felâketten gerekli dersi almış olmalılar ki, Anadolu’nun güney bölgelerine olan seferlerini yaz mevsiminde değil, genellikle ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde yapmışlardır (Koca, 2003: 148).

[2] İbn Bîbî, 1956: 690, 692; 1996: II, 204 vd.

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version