Philaretos’un Maraş ve çevresinde faaliyet gösterdiği dönemde Anadolu topraklarına hâkim güçlü bir iktidarın varlığı söz konusu değildi. Nitekim Bizans XI. yüzyılın ikinci yarısında eski ihtişamlı günlerinden oldukça uzak bir vaziyetteydi. İmparatorluk II. Basileios’un (976-1025) ardından zor bir döneme girdi. Tahta geçen şahsiyetler bu unvanı taşıyabilecek vasıflara sahip kişiler değillerdi. Ayrıca bu dönemde kilise etkisini yoğunlaştırmış,[1] köylü sınıf pek çok haktan mahrum kalırken asiller fazlasıyla güç kazanmış, sivil ve askeri kanat arasındaki çekişmeler daha da artmıştı.[2] Bilhassa bu son söylediğimizin etkisi yani sivil ve asker sınıfının rekabeti Bizans ordusunun kuvvet kaybetmesinde oldukça etkili olmuş, ordunun bel kemiği olarak adlandırılan “thema sistemi” büyük bir çöküntü yaşamıştı. Bu cümleden olarak Herakleios dönemi temelleri atılan bu sisteme göre Anadolu arazisi askeri bölgelere yani “themalara” (kolordu) ayrılmış ve başlarına da en yüksek askeri ve sivil güce sahip “strategoslar” atanarak kuvvetli ve yerli bir ordu meydana getirilip, güven vermeyen ücretli yabancı askerlere bağımlı olunması anlayışının ortadan kaldırılması amaçlanmıştı.[3] Lâkin XI. yüzyılda sivil partiler, askeri aristokrasinin nüfuzunu kırmak amacıyla asker sayısını azaltma ve asker köylülerden vergi alma yoluna giderek Bizans ordusuna ciddi bir zarar vermişlerdi.[4]
Öte yandan Bizans’ın rakipleri de boş durmuyorlardı. Batıda Normanlar Güney İtalya bölgelerini işgal ederlerken, Macar ve Peçenekler Tuna’yı geçip Bizans topraklarını yağmalamışlardı. Bizans için asıl sorun ise doğu sınırında yaşananlardı. Zira Selçuklu birlikleri harekete geçerek Anadolu topraklarında hızla ilerlemeye başlamışlardı.[5] Daha açık bir ifade ile XI. yüzyılın başından itibaren Anadolu topraklarına akınlar düzenleyen Selçuklu ve Türkmen birlikleri Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasının ardından Anadolu yönündeki askeri faaliyetlerini daha da yoğunlaştırmışlardı. Sultan Tuğrul Bey zamanında Muradiye ve Erciş’i ele geçiren Selçuklular, Malatya’ya kadar ilerleyip, çoğunluğunu Ermeni nüfusunun oluşturduğu Sivas’ı ele geçirmişlerdi. (1059) Sultan Alp Arslan zamanında da bizzat sultanın katıldığı sefer neticesinde Anadolu savunması ve Ermeniler için kritik öneme sahip Ani Kalesi ele geçirilmiş, Kars’ın idarecisi Gagik bizzat Alp Arslan’a tabiiyetini bildirmişti. Bizans için bu dönemdeki asıl vurucu darbe 1071 tarihinde Malazgirt’te gelmişti. Kaynaklarda muazzam sayı ve teçhizata sahip bir ordu olarak tasvir edilen Bizans ordusu, Sultan Alp Arslan’ın komutasındaki Selçuklu ordusuna yenilmişti.[6] Kısacası bir yandan kendi iç meseleleriyle uğraşan diğer yandan da rakipleriyle mücadele etmeye çalışan Bizans İmparatorluğu, uzun yıllar hükmettiği Anadolu topraklarındaki gücünü önemli ölçüde kaybetmişti. Bilhassa da Malazgirt’te Selçuklular karşısında uğranılan mağlubiyet, Bizans üzerinde telafisi güç bir etki yaratmış, bu yenilgi uzun süreden beri Anadolu’da var olan otorite boşluğunu daha da net bir şekilde ortaya koymuştu. İşte Selçuklu Bizans mücadelesiyle daha da belirginleşen Anadolu’daki bu otorite boşluğu, Philaretos için bir fırsata dönüşmüş, o, hiç vakit kaybetmeden Maraş bölgesine giderek kendi hâkimiyetini tesis etmek için faaliyetlerde bulunmaya başlamıştı.
[1] Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret Işıltan, Ankara, 1999, s. 296, Cyrıl Mango, Bizans Yeni Roma İmparatorluğu, çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul, 2011, s. 65
[2] Ostrogorsky, Bizans Devleti, s. 296,297
[3] Ostrogorsky, Bizans Devleti, s. 90,91
[4] Ostrogorsky, Bizans Devleti, s. 307
[5] Demirkent, Bizans, s. 237
[6] Ayrıntılı Bilgi için bk: Turan, Selçuklular Zamanında, s. 1-37, Sevim, Anadolu’nun Fethi, s.45-97