2.1. İslâm Coğrafyacılarına Göre Maraş Bölgesi
Ortaçağ’da Maraş tarihi incelenirken, bu bölgede bulunan ve el-Hades4 olarak bilinen, bugün tamamen yıkılmış olan şehirle birlikte ele alınmalıdır. Maraş ve Hades şehirleri Ortaçağ İslâm ve Hıristiyan kaynaklarında birlikte geçer. Hititlerin, Gurgum, Asurluların Maraj veya Markasi gibi isimlerle bildikleri Maraş, Romalılar zamanında Ca- ligula adlı bir generalin ismine nispetle Germanikeia olmuştur. Müslü- manlar ise şehri Maraş olarak biliyorlardı. Fethettikten sonra da aynı adla anmaya devam ettiler.5 Maraş’tan İslâm kaynakları sıkça bahseder ve Şam’ın kuzey beldelerinden biri olarak yazarlar. Şehir hakkında en eski ve ayrıntılı bilgilere el-Belâzurî’nin Fütûhu’l-Büldân adlı eserinde rastlanır. Bu müellif Maraş’ın yanı sıra Hades’in de Müslümanlar tara- fından nasıl, kim tarafından ve ne zaman fethedildiğini açıklar. Ayrıca bu bölgelerde Müslümanlar ile Hıristiyanların mücadelelerini ayrıntılı bir şekilde ortaya koyar. Böylece el-Belâzurî, verdiği bilgiler ile birçok müellife kaynak olmuştur.6 Yine Maraş bölgesinde Efsus ve Elbistan şehirleri de İslam kaynaklarında sıkça geçer. Efsus Kehf ehlinin şehri olarak kaydedilirken Elbistan ise Anadolu’nun meşhur şehirlerinden biri olarak gösterilir.
Önemli İslâm coğrafyacılarından biri olarak kabul edilen İbn Havkal (ö. 977), Maraş’ı el-Cezire’nin batısında ve Hades’in yakınında bir yer olarak tarif ederek, şehrin doğusunda Malatya ve batısında Hârûniye’nin7 bulunduğunu yazar. O, Malatya’dan Maraş’a kadar olan yerlere el-Cezire Sugûru (sınır) denildiğini belirterek bölgenin bu adla anılmasının sebebini de bu şehirlerin el-Cezire Sugûru’nda olmaların- dan dolayı değil de el-Cezire ahalilerinin buralarda İslâm hudutlarını korumak için Bizans’a karşı karakolluk görevi yapmaları ve savaşma- larıyla açıklar. İbn Havkal, Maraş’ın cebel-Lükam’a (Amanos Dağı) yakın olduğunu da ifade eder.8 Bu genel bilgilerden sonra yaşadığı Hamdanîler döneminde Maraş ve Hades’in durumu hakkında da bilgi veren İbn Havkal kendi zamanında bu şehirlerin Bizans’ın eline geçti- ğini ve daha sonra Seyfüddevle tarafından fethedildiğini yazmaktadır. Onun verdiği bilgilerden bu dönemde Maraş ve Hades’in mamur birer şehir olduğu anlaşılıyor. Ancak İbn Havkal kısa süre sonra bu iki şehrin düşman eline geçtiğine şahit olmuş ve buralarda Hıristiyanların Müslü- manlara eziyetlerini işittiğini kaydetmiştir. Maraş’ın batısında bulunan başka bir garnizon şehri olan Hârûniye’yi de ziyaret eden İbn Havkal buranın da mamur bir yerken, Hıristiyanlar tarafından işgal edilerek ha- rap bir hale getirildiğini ifade eder. Müellifin verdiği bir bilgiye göre bu sırada, Irak üzerinden İstanbul’a gidilirken Malatya, Afşin ve Rum- mane (Hurman Kalesi) üzerinden gidilmekteydi9. Yine Şam üzerinden, Haleb-Hades üzerinden Akçaderbent’ten geçilerek Afşin’e ve Hur- man’a ulaşılıp buradan yol İstanbul’a ulaşmaktaydı.10 Bu bilgilerden Maraş’a bağlı Afşin-Hurman bölgesinin yolların geçtiği bir kavşak ol- duğu anlaşılmaktadır.
Kudame b. Cafer adlı müellif Hades’in Zibatra’dan11 dört fer- sah mesafede olduğunu yazarak, burasının düşmanın göğüsünden daha
tehlikeli bir yer olduğunu belirtmektedir. Yine Kudame Maraş’ın, Ha- des’ten beş fersah uzaklıkta olduğunu belirterek bu iki yerin tehlikeli sınırları oluşturduğunu ve bunlardan sonra düşman hududunun başladı- ğını ifade eder.12 Maraş’tan, Maraş Amiki’ne inildiğini zikreden İbn Hurdadbih ise amik kelimesinin etrafı dağlarla çevrilmiş yeşil ovaya dendiğini kaydeder.13 Mesâlikü’l-Memâlik’in müellifi Istahrî de Ma- raş, Hârûniye ve Hades gibi yerleri hudut şehirlerinden saymakta, bu- raların Fırat’ın gerisinde olup Malatya’dan Maraş’a kadar olan yerlerin sugûr olduğunu ifade etmektedir.14 El-Mukaddesî ise Maraş ve Ha- des’i Şam ülkesinin Haleb bölgesinin şehirlerinden olarak belirtir.15 İbn Rusteh de eserinde Maraş, Hades ve Malatya’dan bahsederek buraların sugûr şehirlerinden olduğunu yazar.16
Yakut el-Hamevî ise, Maraş’ın Biladü’ş-Şam ve Biladü’r-Rum arasında bulunan sugûr şehirlerinden biri olduğunu yazarak, şehrin or- tasında iki tarafı hendek olan bir kalesinin bulunduğunu kaydeder. Ya- kut, son Emevi Halifesi II. Mervan b. Muhammed tarafından tamir edilen ve mamur hale getirilen Maraş’ın kalesi ve surlarının halifenin isminden dolayı Mervanü’l-Himar17 olarak bilindiğini yazar. Aynı mü- ellifin verdiği bilgiye göre, daha sonra Hârûn Reşid civardaki Hades ve Hârûniye ile birlikte Maraş’a büyük önem vermiştir.18 Yakut, bugün Aksu olarak bilinen nehir hakkında da bilgi verir. Bu nehrin adını Nehr- i Hûrîs olarak yazar. O, bu nehrin Hades yakınındaki göllerden suyunu aldığını, daha sonra Maraş yakınından akarak Ceyhan Nehri’ne karış- tığını belirtmektedir.19 Ceyhan Nehri hakkında da bilgi veren İslâm
coğrafyacıları, bu nehrin Rum beldelerinden çıkıp, Maraş yanından ge- çerek Misis üzerinden Akdeniz’e döküldüğünü belirtirler. Bu nehrin adı bazan Cahan şeklinde de geçer.20
XIII. yüzyıl müelliflerinden olup, Eyyubiler tarafından Alâed- din Keykubad’a elçi olarak gönderilen İbnü’l-Adim, Kayseri’ye gidip gelirken Maraş ve Hades’i gördüğünü belirterek bu şehirler hakkında geniş bilgi verir. Ona göre Maraş; Haleb yakınlarında, mamur, suyu, ekinleri ve ağaçları bol bir yerdir. Şehrin sağlam bir kalesi bulunmak- tadır. Maraş’ta yaşayan ahaliden ilim, irfan ve ibadetle meşgul olanlar çıkar. Burada pek çok âlim yetişmiş olup onlar el-Mar’eşî mahlasıyla bilinmektedirler. Bunlardan biri Huzeyfetü’l-Mer’aşî’dir. İbnü’l-Adim, bir coğrafyacı olan Ebû Yezid el-Belhî’den naklen Hades’in de Maraş gibi özelliklere sahip olduğunu belirterek her iki beldenin de sugûrda bulunduğunu zikretmektedir. İbnü’l-Adim, Maraş’ın kendi zamanın- daki tarihi hakkında da bilgi vermektedir. Buna göre Maraş, Nureddin Mahmûd Zengî tarafından Haçlılardan Tel-Bâşir kontu Joscelin’in esir edilmesi sırasında fethedilmiştir.21 İbnü’l-Adim, daha sonra Selçuklu- lara terk edilen Maraş’ın 1258’e kadar onların elinde kaldığını, bu ta- rihte Ermeniler tarafından istila edildiğini haber vermektedir. 22
İslâm kaynaklarında geçen Maraş’a bağlı yerlerden biri de As- habü’l-Kehf Mağarası’nın bulunduğu Efsûs’tur. Kaynaklarda Ebsus, Efsus, Arabsus, Arabisus gibi isimlerle de anılan bu yer Dikyanus/Dak- yanus (Diokletianus) şehri olarak bilinir. Yakut, Efsûs’u Anadolu şehir- lerinden Elbistan yakınlarında bir nahiye olarak zikreder ve Ashabü’l- Kehf ve er-Rakim’in23 orada bulunduğunu yazar. Müellif burada harap halde bulunan büyük eserlerin olduğunu belirtir.24 Bu şehri 1237’de Kayseri’ye giderken Ashabü’l-Kehf makamı olduğu için ziyaret ettiğini belirten İbnü’l-Adim ayrıntılı bilgiler verir. Buna göre: Ashabü’l-Kehf ehlinin yaşadığına inanılan mağara bir dağ yamacında olup, önünde zi- yaretçiler için Maraş sahibi tarafından yapılmış misafirhane ve diğer binalar bulunmaktadır. Mağaranın yakınında adı Efsus olan bir kasaba olup, yıkılmış ve harap halde bulunan surları hâlâ ortadadır. Bu bilgileri verdikten sonra İbnü’l-Adim Ashabü’l-Kehf ehli ve onların yaşadığına inanılan şehir hakkında bilgi veren sahabe, tarihçi, müfessir, muhaddis ve Anadolu’ya gazâ amacıyla gelen Müslüman komutanların isimleri ve verdikleri bilgileri aktarır. Bütün bu bilgi ve rivayetlere dayanarak söz konusu Ashabü’l-Kehf ehlinin bulunduğu mağara ve şehrin Efsus olduğunu açıklar. İbnü’l-Adim’e göre:
1.Yahya b. Muin’in tarihinde ismi Azabzus olarak yazılan Arabsus Şam köylerinden biridir.
2. İbn Hurdadbih’te Ashabü’r-Rakim’in bulunduğu, Tarkis is- miyle anılan yer Bilad-ı Rum’un nahiyelerinden biridir. Orada Afsis ka- lesi bulunmakta olup Ashabü’l-Kehf’ burasıdır. Mesleme Rum’a (Anadolu) girerken buradan geçmiştir.
3. Hz. Ömer’e isnad olunan rivayetlere göre göre, Anadolu’ya yürüyen İslâm ordularının başında bulunan komutanlar, kendileri ile düşmanları arasında Ashabü’l-Kehf ehlinin saklandığı mağaranın bu- lunduğu Arabsus’un bulunduğunu söyleyerek buranın korumasız oldu- ğunu beyan etmişlerdir. Halife de buraya ilgili bazı sözler söyleyerek Ashabü’l-Kehf ehlinin hayırlı insanlar olduğuna dair sözler söylemiştir.
4. Ebû Ubeyde, Hades’in nahiyelerinden biri olarak zikrettiği Arabus’un Ashabü’l-Kehf ehlinin yaşadığı mekân olduğunu beyan eder.
Müellif kendisinin de ziyaret ettiği Ashabü’l-Kehf mağara- sıyla ilgili gözlemlerini yazar. Burada Maraş sahibi25 tarafından vakıf- lar kurularak binalar tesis edildiğini, bir çardak bulunduğunu insanların buraya ziyaret amacıyla geldiklerini yazar. Ayrıca mağaranın Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığı özelliklere uyduğunu belirterek Kehf Suresi’nin iki ayetini yazar.26 İbn Hurdadbih ve Kazvinî gibi müellifler Ashabü’l- Kehf’in Rum dağlarında Amuriyye yakın bir yerde olduğunu zikreder- ler.27 Ashabü’l-Kehf ehlinin yaşadığı şehrin neresi olduğu günümüze kadar tam olarak tespit edilememiş olup, bu konuda tartışmalar sürüp gitmektedir.28 Ancak dinî, tarihî, coğrafî ve arkeolojik belge ve kalıntı- ların bu şehrin Afşin’de olduğunu güçlendirmektedir.29 Ashabü’l-Kehf Mağarası’nın Afşin’de olduğuna dair Faruk Sümer Hoca değerli bir eser yapmıştır. Bu eserde tefsir, hadis ve tarih kitapları incelenerek, Ashabü’l-Kehf ehlinin yaşadığı mağaranın Afşin’de olduğu ortaya kon- maya çalışılmıştır.30 Refet Yinanç Hoca ise Ashabü’l-Kehf vakıfları üzerinde bir makale yazmıştır. Bu makalede Selçuklu, Dulkadirli ve Os- manlı Dönemlerinde Ashabü’l-Kehf vakıfları ve mütevellileri tahrir ve arşiv kayıtlarından çıkarılarak incelenmitir.31
Emeviler zamanında İslâm-Bizans sugûru Ceyhan’dan Fırat’a kadar uzanmaktaydı. Sugûr bölgesi bu dönemde ikiye ayrılmıştı: Bura- lar el-Cezire ve Kınnesrin valilikleri tarafından korunuyordu. el-Cezire Sugûru denilen bölgenin merkezi Malatya idi. Diğerinin merkezi ise Tarsus’tu. Avâsım da denilen sugûr bölgelerinden Müslümanlar Ana- dolu içlerine biri yazın diğeri kışın olmak üzere iki gazâ yaparlardı. Kı- şın yapılana şâtiye yazın yapılana ise sâfiya denirdi.32 Abbâsiler zamanında ise Bizanslılar ile İslâm hudutları üç kısma ayrılmıştı: Bun- lar sahil, sugûr ve avâsım’dır. Sahil denilen bölge şehirleri kuzeyde Tarsus’tan başlayarak Adana, Misis, Anavarza =Ayn Zarba, Hârûniye, Payas’ı içine almaktadır. Bu bölgenin yıllık geliri yüz bin dinar olup, bu paranın hepsi bu şehirlerin askerî giderlerine harcanmaktaydı. Hattâ bu meblağ yetmediği gibi devlet hazinesinden de buraya yardım gön- derilirdi. Şam’ın kuzey hududundan sonra ise el-Ceziretü’l-Irak’a nis- petle (Sugûr-ı Cezire) adı verilen hudut şehirleri bulunurdu. Bunların ilki Maraş olup, daha sonra Hades, Samsat, Malatya gibi şehirleri kap- sardı. Bu şehirlerin geliri ise 70.000 dinar idi. Bu paranın mühim bir kısmı askerlere bir kısmı da gönüllü olarak orduya katılanlara verilirdi. Bu suretle bu müstahkem şehirler uzun müddet Arapların Rumlara karşı yaptıkları akınların üssü olmuştu.33 M. Halil Yinanç Hoca ise Ma- raş’ı Şam sugûrunda yani sahil bölgesine dahil eder ve Hadesle birlikte üçüncü derecede müstahkem mevkiler arasında görür.34 Hârûn Reşid halife olduktan sonra Maraş’ı Bizanslılardan alıp, yakınına Hârûniye şehrini kurup bölgede Hıristiyanlara karşı yeni bir savunma hattı oluş- turmuştu.35
Hârûn Reşid, zamanında Menbic, Dülük, Ra’ban, Kurus, An- takya ve Tizîn şehirleri avâsım olarak teşkilatlandırılmıştı. elBelâzurî’ye göre Müslümanlar savaşa gittiklerinde veya sınırlardan çıktıklarında buralara sığınıyorlardı. Avâsım denilen bu yerler onları koruyor ve muhafaza ediyordu. Avâsım’ın merkezi Hârûn Reşid zama- nında Menbic’di. Antakya ve sahildeki birçok şehir de zamanla avâsım şehri olmuştu.36 Bununla birlikte avâsım ve sugûr tabirleri kesin çizgi- lerle birbirinden ayrılmayıp zaman zaman biri diğerinin yerine de kul- lanılıyordu. İslâm hudutları Anadolu içlerine doğru ilerledikçe ileri karakol vazifesi yapan sugûr şehirleri daha öndeki yerlere denmeye başlıyor, dolayısıyla avâsım da buna göre değişiklik gösteriyordu.
İbn Hurdadbih, Bizans ile Araplar arasındaki 846’da hudut ka- leleri olarak Tarsus, Ayn-ı Zarba (Anavarza), Hârûniye (Düziçi), Keni- setü’s-Sevda (Kara Kilise), Tel-Cübeyr (Tarsus yakınlarında bir kale), Salagus, Keysun, Samsat, Malatya, Zibatra, Hades, Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Kurus (Antakya yakınlarında bir kale), Maraş, Dülük, Ra- ban ve Kemah’ı saymaktadır.37 Müslümanların elinde bulunan bu hat- tın karşısında Bizans İmparatorluğu da İslâm ordularının saldırılarını püskürtebilmek için Silifke’den başlayarak Küçük Kapadokya, Khar- sianon (Harşana), Sivas ve Koloneia’da kleisuralar (dağ geçidi koruma yerleri)zinciri denen bir savunma hattı oluşturmuştu. Buralar daha sonra stratejik ehemmiyetleri dolayısıyla themalığa yani Bizans’ın ida- resinde bulunan müstakil valiliklere yükseltildi.