Kamil Levent ZOROĞLU
Akhilleus güzel bir ölüm şöleni verdi onlara.
Kesildi bir sürü koyun, meleyen keçi,
böğürdü bıçak altında bir sürü ak boğa
kızartıldı bir sürü ak dişli domuz.
Homeros, İlyada XXIII 29-32 (A. Erhat-A.Kadir çevirisi, Can Yayınları)
M.Ö. 9. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Homeros’un bu ölümsüz destanında geçen dizeler Geç Tunç Çağında cenaze törenleri sırasında insanların birlikte yemek yediklerinin önemli bir kanıtıdır. ‘Cenaze veya ölü yemeği’ konusu hariç tutulursa, toplu yemek yeme (symposium) sahnelerinin betimlenmesinin geçmişinin aslında çok daha da eskiye gittiği bilinen bir gerçektir. Tunç Çağında özellikle bazı silindir mühürler üzerinde görülen ve içeriğinde genellikle kutsallık ve kutsal figürlerin (tanrı ve tanrıçalar ve onların hizmetçileri) betimlendiği bu sahnelerin bir başka ilginç örneğini ‘Ur Standardı’ olarak bilinen; ahşap bir kutu üzerinde kabuklar, kırmız kireçtaşı ve lacivert renkli lapis lazuli ile oluşturulmuş mozaik benzeri betimlemede görürüz. Bu kısa yazıda geçmişi oldukça erken dönemlere uzanan yemek sahneleri betimleme geleneğinin bir sonraki Demir Çağına yansıması sonrasında aldığı yeni anlamı, yani Homeros’un destanında sözünü ettiği ‘ölü yemeği’ betimlemesine dönüşmesi konusunu bir çoğu Maraş kökenli kabartmaları da zikrederek ele alarak bazı değerlendirmeler yapacağım.
Tunç Çağındaki arkalıklı veya arkalıksız iskemleler üzerinde oturur durumda betimlenen figürlerle yapılmış ve konusunun daha çok dini içerikli olan ve mezarla ilgisi bulunmayan bu kabil ziyafet sahnelerinin önemli bir bölümü bir sonraki Demir Çağında da karşımıza çıkar. Fakat bunların bir bölümü ölü gömme gelenekleriyle yakından ilişkilidir. Bununla ilgili en güzel örneklerden biri, Erken Demir Çağında 10. yüzyılda bir lahit üzerinde betimlenmiş bu formattaki bir ziyafet sahnesidir. Fenike (günümüzde Lübnan) coğrafyasında Byblos Kralı Ahiram’ın üzeri yazıtlı lahdinin uzun yüzünde görülen sahnede kral arkalıklı bir koltukta otururken, önünde üzerinde yiyecekler olan bir sehpa ve bir hizmetkarlar alayı yer almaktadır. Bu lahdin Tunç Çağındaki benzer ziyafet örneklerinden en önemli farkı ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, konunun artık ölü gömme gelenekleriyle bağlantılı bir obje üzerinde olmasıdır. İşte özellikle Geç Hitit sanatında oldukça ilginç örneklerle temsil edilen kabartmalı mezar taşları (stel) üzerindeki ziyafet sahneleri de bunun bir yansımasıdır. Bunlardan ilginç bir gurubu Gurgum Krallığının başkenti olarak Markas veya Markasi olarak bilinen Kahramanmaraş ve yakın çevresinde bulunan kabartmalar temsil eder. Bunların üzerindeki yemek sahnelerinde, Tunç Çağındaki örneklerden farklı olarak, figürlerin önüne üzerinde yiyecekler olan bir sehpa konmuştur. Sehpanın yanı başında veya iki tarafında bir veya iki figürün yer alır. Bu kompozisyon temelde tekrar etse de her bir kabartma diğerinden bir şekilde ayrıldığı için bazı sınıflandırmalar yapılmıştır.
Demir Çağında Tunç Çağında görülmeyen, aynı zamanda Demir Çağındaki Geç Hitit ziyafet sahnelerinden farklı bir başka ziyafet şekli de bir yatak (kline) üzerine yarı uzanmış haldeki bir veya birden fazla figürden (genellikle erkekler) oluşur. Bu sahnede yatağın önünde yer alan sehpa üzerinde yine yiyecekler görülür. Bununla ilgili bilinen en erken örneklerden biri Yeni Asur kenti Ninova’daki (şimdi Irak) Kuzey Sarayda bulunan bir kabartmadır. Bu sahne Geç Hitit örneklerden farklı olarak normal bir yemek sahnesi olup, ölü yemeğiyle ilgili değildir.
İlginç olan zaman içinde Geç Hitit modelinin ortadan kalkmasına karşın yemek sahnesinde kline üzerinde yarı uzanmış şekilde betimlenen tipler giderek yaygınlaşacak ve tüm sonraki zamanlarda yaygın bir ölü yemeği konusu olarak ikonografisini oluşacaktır. Bu durumda sorulacak soru nasıl oluyor da Geç Hitit oturan figürlerle gerçekleştirilen ölü yemeği betimlemeleri bundan sonraki dönemlerde ve başka coğrafyalarda karşımıza çıkmazken kline üzerine uzanmış figürlerin oluşturduğu yemek sahnesi ölü yemeği sahnesine dönüşme olanağı buldu sorusu hala yanıtını aramaktadır.
Bu verilerden yola çıkarak ifade edecek olursak, Homeros’un anlatımını da dikkate alarak Tunç Çağından itibaren ölü yemeği geleneğinin varlığından söz edilebilir. Fakat oturur şekildeki ölü yemeği sahnelerinin betimlenmesi geleneğinin kaynağı olarak Demir Çağı plastik sanatı üzerinde çalışma yapan hemen herkesin önerdiği gibi, bunların ilk kez Geç Hitit sanatında karşımıza çıkması önemlidir. Dolayısıyla Tunç Çağında başlayan ve tamamen kutsallık arz eden bir iskemlede oturmuş figürlerle olan yemek sahnesi Demir Çağında özellikle Geç Hitit Dönemi yemek sahneli kabartmalarda bu kutsallıktan arınmış bir şekilde, artık belli bir statüye ait bireylerin de betimlendiği bir şablona dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz. Bir başka ifadeyle Gurgum Bölgesinde ve diğer Geç Hitit merkezlerinde bulunan yemek sahneli kabartmalarda yer alan figürler tanrı/tanrıça veya kral/kraliçe gibi, toplumun inançları veya görevleri, yetkileri nedeniyle saygı duyduğu kişiler olmayıp, çoğu kimlikleri belirsiz kişilere aittir. Bazı kabartmalardaki kişi adları veya çoğu kabartmada görülen ve sahnede yer alan kişinin kimliğiyle ilgili bazı atribüler toplumun varlıklı, aristokrat bireyleri olduğunu açıklamaktan öteye bir kutsallık iade etmezler. Diğer taraftan bu tip iskemlede oturan ve önlerindeki sehpada yiyeceklerin söz konusu olduğu bu tür sahneler yalnızca Geç Hitit mezar taşları üzerinde karşımıza çıkmaz. Bu içeriğe uygun birkaç betimleme örneği Geç Hititlerin çağdaşı Etrüsklerin coğrafyasından bazı örneklerle temsil edilir ki, bunlar söz konusu kompozisyonun kökeninin Doğu’da olduğunun açık bir kanıtıdır (Tuck 1994, Fig. 5).
Fakat ilginç olan konu, iskemlede oturur durumdaki figürlerin ziyafeti konulu betimlemeler Demir Çağını takip eden dönemlerde nerdeyse tamamen yok olmuşken diğer, yani kline üzerinde yarı uzanmış figürlerin ziyafetini içeren sahneler giderek daha fazla ve yaygın biçimde betimlenmeye başlar bu Roma :ağı içlerine kadar da devam eden bir gelenek halini alır. Bunlardan bir bölümü günlük yaşamda, eğlence amaçlı ziyafet sahneleri iken[9] geç 6. yüzyıla ait bir Etrüsk mezar steli üzerinde hem oturur, hem de kline üzerine yarı uzanmış durumda ziyafet sahnesinin birlikte betimlendiği bu örnekte, bir yandan hala oturur durumda ziyafet ikonografisinin sürdüğü, fakat daha önemli olarak kline üzerinde yarı uzanmış figürlerin betimlendiği bir mezar steli olması bakımından dikkat çekicidir. Bu aynı zamanda Etrüsk mezar odalarına bu sahnelere fazlaca yer verilmiş olmasını da açıklar. Bu bakımdan bir yandan Tunç Çağında ulvi bir nitelik taşıyan tanrısal ziyafet sahnelerinin, diğer yandan da Asur kralının bir bahçede bir yatak üzerinde yarı uzanmış halde betimlendiği günlük yaşama ait bir ziyafetin nasıl olup da ölü yemeği sahneli mezar betimlemelerine dönüşmüş olduğu gerçekten ilginç bir sorudur.
Klasik, Helenistik ve Roma Çağlarına ait ölü yemeği konulu sahnelerin tamamında tek kompozisyon geçerli duruma gelmiştir: Kline üzerine uzanarak ziyafet.
Genelde Geç Hitit, özelde ise Gurgum mezar stellerinin dikkat çekici en özgün gurubunu oluşturan “ziyafet sahneli” olanlar da dahil olmak üzere günümüze kadar hatırı sayılır sayıda çalışma yapılmış olmasına karşın, bu kabartmaların hiçbirinin bilimsel bir kazı çerçevesinde ele geçmemiş olması bir talihsizliktir. Zira öteden beri bu kabartmaların Geç Hitit halkının ölü gömme geleneğiyle bağlantısını kanıtlayacak in-situ bir kremasyon (ölü yakma) mezar söz konusu olmamıştır. Hem Türkiye, hem de yurtdışı müzelerine dağılmış olan kabartmalı stellerin buluntu yerleri hiçbir şekilde nokta olarak kayıtlara geçmemiştir. Ancak Kahramanmaraş Müzesi’nde sergilenen ve üzerinde bir karı-kocanın ziyafet sahnesinin betimlendiği 229 envanter numaralı kabartmalı stelin Yörükselim Mahallesinde bulunmuş olması dikkat çekicidir. Bu stelin bulunduğu nokta eğer bir Geç Hitit mezarlığı ise bu bu mezarlığın Maraş Kalesi’ne yakın bir yerde olması gerekir.
Kale ve çevresinin topografyasına bağlı olarak konuyu biraz daha açacak olursak, günümüzde Kale’nin doğusunda “Abarabaşı” olarak bilinin semt Roma İmparatorluğu zamanındaki Germanikeia yerleşiminin merkezinin bir parçasını oluşturduğunu düşünüyorum. Bunun güneydoğusu Kanlıdere, batısı Uzunoluk Deresi’yle sınırlandırılmış durumdadır. Maraş Kalesi’nin bulunduğu tepe ise doğuda Uzunoluk Deresi, batıda ise Şekerdere ile sınırlandırılmıştı. Zaman içinde üzeri kapatılan ve günümüzde kent ulaşımını sağlayan yollara dönüşmüş olan bu dereler büyük bir olasılıkla Hititler Dönemi’nde Pınarbaşı’ndan gelen sularla gürül gürül akmaktaydı ve kentin su ihtiyacını karşılaması bir yana, Kale ile Abarabaşı tepelerinin stratejik anlamda korumasını da sağlamaktaydı. İşte günümüzde Kale’nin kuzeyinde yer alan Yörükselim ve Fevzipaşa Mahallelerinin bulunduğu bölge, günümüzde Şehit Muallim Hayrullah Caddesi yüzünden her ne kadar Kaleden koparılmış gibi olsa da, aslında Kale’nin hinterlandında mezarlık yapmaya (daha sonraları da yerleşim oluşmasına) en uygun alandı. Günümüzde Acar Hamamı olarak bilinen (çocukluğumuzda yeni anlamında “Ecer” derdik) Kale’nin kuzeyi aynı zamanda geçmişi Geç Hitit Gurgum Beyliğinin yönetim merkezi olan Kale’nin giriş kapısına en kolay ulaşmanın başlangıcını oluşturmaktaydı. Dolayısıyla üzerinde ziyafet sahnesi bulunan stelin Yörükselim Mahallesinde bulunmuş olması bir tesadüften ziyade bir gerçeğin, yani Geç Hitit mezarlığının bu alanda bulunması olasılığının yüksek olduğunun işaretidir.