Osmanlı Şiir Tarihi’ni yazan meşhur İskoçyalı şarkıyatçı E. J. Wilkinson Gibb (1857-1901), Sünbülzâde Vehbî’nin hayatını hikâye ettikten sonra eserleri hakkında bilgi verir ve bazı değerlendirmeler yapar. Gibb, ilk cildinden sonraki beş cildi ölümünden sonra bastırılan bu hacimli şiir tarihinde, Lûtfiyye’yi genişçe özetlemiş; Hayriyye ile kısaca karşılaştırmış; söz konusu mesnevinin başarılı taraflarını isabetle belirtmiş; fakat sonuçta büyük bir adamın eseri sayılamayacağını, edebiyat yönünden hayli bayağı olduğunu iddia etmiştir. Yazara göre, Vehbî, Lûtfiyye’yi sağlık yönünden daha uygun zamanda da yazmış olsaydı, onun bu mesnevisinin Nâbî’nin anılan nasihatnamesine rakip olabileceği pek muhtemel görünmemektedir.
Gibb’in adı geçen eserinde Vehbî’nin bu mesnevisi hakkındaki “edebiyat nokta-i nazarından (…) oldukça bayağı bir eserdir” hükmünü yazımızın sonunda ele alıp değerlendirmek üzere Lûtfiyye’yi nasıl özetlediğini ve tenkid ettiğini görelim:
“Eserinin ismine oğlu Lutfullah’ın adına izafeten Lutfiyye diyen yazar, Nâbî’nin Hayriyye’sini model olarak almış ve bir dizi nasihatleri içeren bu eseri oğlu Lutfullah için yazmıştır, ona ithaf etmiştir. Her iki eser de içerdikleri nasihatler itibariyle birbirinden farklı olsa da düzenleniş bakımından birbirine çok benzemektedir. Vehbî eğitime büyük önem vermiş, hangi ilimlerin tahsil edileceği nelerin gereksiz olduğu konusu üzerinde önemle durmuştur. Zamanın hekimlerinin çoğunun güvenilmez olduğu için tıb, her ilmin temeli olduğu için de mantık, tavsiye ettiği ilimler içerisindedir. Faydasız olduğunu düşündüğü için felsefe ve matematiği, bilinmesi imkansız olan konularla uğraştığı için de zamanında hakim olan astrolojik astronomiyi tavsiye etmemiştir. Ona göre bütün gizli ilimlerle meşgul olmak aynı sebeplerle faydasızdır. Müziğin zevk verici olduğunu söylemekle birlikte bir beyefendi için herhangi bir enstrümanı kullanmanın ve dinlemenin uygun olmayacağını ifade eder. Tarih ve edebiyat, öğrenilmesi gereken bilimlerdendir; Şiirden bahsederken, o sıralarda İran’da meşhur olan muamma üzerinde çalışılması gerektiğini söylerken oğluna hiç de iyi bir nasihatte bulunmuş olmaz. Veysi ve Nergisi tarzının da modası geçtiği için nesirde yeni bir yolun tutulması gerektiğini söyler. Hattatlık tavsiye ettiği meslekler arasında yer alır. Satranç ve keyif verici maddeleri kullanmak insanı meşgul ettiği için tavsiye edilmez. Hovardalık, ayyaşlık, ikiyüzlülük, sofuluk ve buna benzer her türlü ahlâksızlık kınanırken, bunların zıddı olan erdemler övülür ve bunlara sıkıca yapışılması tavsiye edilir. Vehbi de tıpkı Nâbî’nin yaptığı gibi, oğluna, devlet makamlarında görev almaya heveslenmemesini, devlet memurluğunun çok tehlikeli olduğuna ve devlet memurlarının dürüst ve şerefli yaşamalarının çok zor olduğuna işaret ederek bu nasihatine uymasını ister. Nâbî hocalığı tavsiye ederken Vehbi tavsiye etmez ve kendisinin bu mesleği denediğini ve kadılık uğruna seve seve bu meslekten vazgeçtiğini söyler. Zira ona göre zaman, yaşlı Nâbî’nin zamanından bu yana oldukça değişmiş ve içinde bulunulan durum da eskisi gibi değildir. Ayrıca günlük hayatta nasıl davranılacağı, gelire göre harcamaların nasıl ayarlanacağı vb. konularda oldukça sağlam, pratik tavsiyelerde de bulunur. Evlilik konusunda Vehbi’nin görüşleri Nâbî’ninkinin tam aksidir; Nâbî oğluna, evlenerek kendisini bir takım yükümlülüklerin altına sokmaktan kaçınmasını tavsiye eder ve şer’î hukukun izin verdiği ölçüde cariyelerle yetinmesini söyler. Vehbi ise cariyelerin umumiyetle güvenilmez, cahil ve nasıl davranacağım bilmeyen kişiler olduğunu söyleyerek oğluna, iyi yetişmiş ve terbiye görmüş, kendi dengi olan bir hanımla evlenmesini tavsiye eder. Bununla birlikte tıpkı Nâbî gibi o da Gürcü kızlarının tercih edilmesi gerektiğini ifade eder. Hizmetçilerin seçiminde de oldukça dikkatli olunmalı, bunlara iyi muamele etmeli, fakat gereksiz samimiyete girilmemelidir. Esrar ve afyon gibi bütün mükeyyifatlardan sakınılmalı, hatta tütün ve kahve de oldukça dikkatli ve arasıra kullanılmalıdır. Şair, oğluna yaptığı nasihatleri, boş ve faydasız gördüğü zamanın modası olan kuş beslemek, çiçek yetiştirmek gibi çılgınlıklardan uzak durması, bilhassa son derece insafsızca bir davranış olan, özgür yaşaması gereken kuşları hapsetmek gibi bir alışkanlığa asla mübtela olmamasını söyleyerek tamamlar.
Vehbi, hatimede yine oğluna hitaben, bu eserini bir hafta içerisinde ve hiç de iyi olmadığı bir zamanda yazdığını, bunun neticesi olarak şiiriyyetten ya da olması gereken intizam ve insicamdan yoksun olduğunu söyler. Yaşadığı süre zarfında dünyanın pek çok yerini gördüğünü, pek çok ülke gezdiğini ve pekçok insanla tanıştığını söyler; iyiliğiyle kötülüğüyle hayatı her yönüyle tanıdığını ve öğrenmesi gereken şeyleri öğrendiğini belirtir. Bu kitapta yazdıklarınınsa bizzat kendi tecrübeleri olduğunu, tavsiye olarak söylediği şeyleri kendisinin bizzat tecrübe ettiğini bu sebeple büyük bir güvenle aynı şeyleri oğlunun da yararlanması için tavsiye edebildiğini ifade eder. Kitabın vezninden farklı bir vezinle yazılmış muamma kabilinden bir kıta ile telif tarihi 1790 (1205) olarak verilir.[1]
Bu sahada yazılan ikinci eser olmakla ve oldukça ilginç bir eser olmakla birlikte Hayriyye’nin sahip olduğu orijinal niteliklerden yoksundur. Aynı şekilde içinde yaşanılan ve eserin yazıldığı dönemin doğru bir panoraması çizilmiştir; sosyal hayatla ilgili tasvirler oldukça canlıdır ve bütün teferruatıyla anlatılmıştır. Şairin şahsiyeti de şiirlerinde oldukça belirgindir; pekçok tecrübesiyle ilgili olarak imalarda bulunması, ilgilerini ve şahsiyetini gizlememesi de kendisinden önceki şairlerin şiirlerinde bulunmayan ya da çok ender bulunan özelliklerdendir. Ne var ki bu eser için büyük bir adamın eseridir denemez; edebiyat nokta-i nazarından da, şairin sağlığı dolayısıyla öyle olmuş olsa da, oldukça bayağı bir eserdir ve üstelik daha uygun bir zamanda da yazmış olsaydı Nâbî’nin eserine yine de rakib olabileceği pek muhtemel görünmemektedir.
Eserin üslubundan ve ihtiva ettiği hükümlerden anlaşıldığı kadarıyla yazar, sevgili oğlu Lutfullah için kendisininkinden daha şerefli bir hayat arzu etmiş olmalıdır. Ancak talihsiz Lutfullah babasının tavsiyelerini yerine getirecek kadar uzun yaşamamıştır. Sürûrî’nin Divan’nında yer alan onun ölümüyle ilgili bir manzumede yirmiyedi yaşındayken, 1795 (1210) yılında, yani Lutfiyye’nin yazılmasından beş yıl sonra, Vehbî’nin ölümünden de on yıl[2] önce ölmüştür. Yine Sürûrî’nin güzel bir beytinde dile getirdiği gibi annesi de daha önce vefat etmiştir:
Kurb-ı mâderde girüb kabre sevindirdi anı
Lâkin âlâm-ı firâkiyle peder oldı dütâ”[3]
[1] 1023 Oldı tarîhi de hal-i ruh-ı zîbâ-yı hayâl
Ahsen-i vechle Lutfiyye-i nev buldı hitâm
Yazar burada eserin telif tarihinin “hal-i ruh-ı zîbâ-yı hayâl” terkibinde ve bu terkibin harf değerlerinin toplamına ikinci mısradaki noktalı harflerin değerlerinin ilâve edilmesiyle bulunacağını söyler; hal (ben) noktalı harflere işaret etmektedir.
[2] Vehbî, H. 1224 (M. 1809) yılında vefat ettiğine göre, oğlu babasından on yıl değil, on dört sene önce ölmüştür. (ÂC).
[3] E. J. W. Gibb, A History of Ottoman Poetry, Londra 1905, c. 4, s. 254-257. (Lûtfiyye hakkındaki parça, söz konusu edilen beyitlerin imlâsında bazı düzeltmeler yapılarak şu tercümeden alınmıştır: E. J. Wilkinson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi, I- V, çev. Ali Çavuşoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara 1999, c. III-V, s. 437-39).