Maraş Emiri Nusretüddin Hasan Bey, I. İzzeddin Keykâvus’un 1218’de düzenlediği Haleb seferine de katıldı. Haleb hükümdarı Melikü’z-Zâhir’in ölümü üzerine yerine üç yaşındaki oğlu Melikü’l-Azîz geçirilmişse de asıl iktidar onun atabeyliğine getirilen Şihabeddin Tuğrul’un elindeydi. Ona muhalif bazı komutanlar I. İzzedddin Keykâvus’a başvurarak Haleb’e davet ediyorlardı. Dımaşk Eyyûbî hükümdarı Melikü’l-Eşref ve diğer Eyyûbî melikleri de Haleb’i ele geçirmek istiyorlardı. I. İzzeddin Keykâvus da fırsatı değerlendirmek üzere bu şehir üzerine sefere çıkmaya karar verdi. Bu amaçla o, Selahaddin Eyyûbî’nin oğlu Samsat hükümdarı Melik’ül-Efdal ile ittifak yaptı. Halep ve kuzeyindeki şehirler alındığı takdirde ona verilirken, Urfa ve Harran bölgesi de Selçuklulara bırakılacaktı. Böylece Selçuklular Güneydoğu Anadolu bölgesine, el- Cezire’ye doğru yayılırken, Haleb de kendilerine tabi Melikü’l-Efdal’in olacaktı.[1]
I.İzzeddin Keykâvus Haleb seferine çıkmaya karar verince Maraş Emiri Nusretüddin Hasan Bey’e de haber vererek hazırlanmasını istedi. Sultan ona gönderdiği mektupta kendisi o bölgeye gelinceye kadar, bütün maiyetiyle birlikte, eski kuvvetlerine ilave olarak yeni asker temin etmesini, piyade ve süvarileri hazırlamasını, vergileri toplamasını, silah ve mancınıkları hazırlayarak kuşatma aletlerini de temin etmesini istemişti. Ayrıca Sivas ve Malatya valileri ile uç beylerine de haberler gönderilerek bilhassa Suriye seferine okçu ve süvari birliklerinin katılmasını temin etmeleri istendi. Bu arada Yabanlu Ovası’nda toplanan ve alış veriş yapan komutan ve yiğitlere de Elbistan Ovası’nda toplanmaları emredildi.[2] İbn Bibi’nin yazdığına göre bu sırada Maraş’ta önemli ölçüde Selçuklu askeri ve mühimmatı konuşlandırılmıştı. Suriye seferine çıkacak ordunun Elbistan Ovası’nda toplanması ve savaş hazırlıklarını tamamlaması 20 gün sürmüştü. I. İzzeddin Keykâvus da Elbistan’a gelmiş olup, burada savaş meclisleri kurulup eğlenceler düzenleniyordu. Askerleriyle birlikte buraya gelen bütün emirler sultana bağlılıklarını yenilediler. Sultan da onlara fethedeceği toprakların dağıtımını yaptı.
Sultan Haleb’e gidilecek en kestirme yoldan geçilmesini istiyordu. Haleb’e giden en kısa yol da Akçaderbend üzerinden geçendi. Ancak Selçuklu ordusunun hangi yolu takip ettiği kesin belli değildir. Tahminlere göre ordu Elbistan-Akçaderbend-Hades yolunu takip ederek Haleb Eyyûbîlerine bağlı Marzuban’a ulaşmıştır. Fakat kaynaklar çok iyi bilinen bir geçit olan Akçaderbend’den bahsetmezler. Diğer bir yol ise Elbistan-Zibatra (Doğanşehir) ve Malatya üzerinden geçendi. Ancak çok uzun olan bu güzergâhın takip edilmesi mümkün görünmemektedir. Çünkü sultan bir an önce ve en kestirme yoldan Haleb üzerine yürünmesini istemişti. Sultanın Suriye seferini anlatan kaynakların Ortaçağ’ın en iyi bilinen geçitlerinden biri olan Akçaderbend’in adını zikretmemeleri bir hayli ilginçtir.
Elbistan’dan çıkıldıktan sonra Selçuklu ordusu Marzuban[3] Kalesi’ne gelerek burayı kuşatır. Çok hazırlıklı ve donanımlı olan Selçuklu ordusu beraberlerinde getirdikleri kale deliciler ve okçuların yardımı ile üç gün içinde bu kaleyi fethettiler. İbn Bibi, Maraş hükümdarı olarak nitelediği Nusretüddin Hasan Bey’in Marzuban’ın fethedilmesinden sonra büyük bir ordu, çok sayıda eşya ve teçhizatla sultanın huzuruna geldiğini, bundan dolayı sultanın çok memnun olduğunu ve ona iltifatlar ederek sevgi gösterdiğini belirtmektedir.[4] Sultanın kumanda ettiği esas kuvvetler Elbistan’da toplanıp Eyyûbîlerin üzerine yürürken yapılan plan üzerine Maraş Emiri de Ayıntab üzerinden geçerek Marzuban’da orduya katılmıştı.
Selçuklu ordusu Marzuban’ın fethinden sonra Eyyûbîlere bağlı bir kale olan Raban’a[5] geldi. Burası derhal kuşatılarak mancınıklarla dövülmeye başlandı. Halk feryat u figanla sultandan aman dileyerek kaleyi teslim etti. Yapılan anlaşma gereği Raban Kalesi Samsat hükümdarı Melikü’l-Efdal’e verildiyse de daha sonra onun Selçuklu ittifakından ayrılması üzerine Maraş Emiri Nusretüddin Hasan Bey’in adını bilmediğimiz bir damadına verilmişti.[6] Diğer kaynaklardan farklı olarak Ebü’l-Ferec, I. İzzeddin Keykâvus’un Ayıntab’ı alıp sonra Tel-Bâşir’e yürüdüğünü haber vermektedir.[7] Marzuban ve Raban’dan ise hiç bahsetmemektedir.
- İzzeddin Keykâvus kendisine katılan Melikü’l-Efdal ile birlikte Haleb Eyyûbîlerinin elinde bulunan Tel-Bâşir Kalesi’ne gelerek orayı kuşattı. Kale komutanı ve halk savunmaya geçmişti. Derbsâk beyi Alemeddin Kayser ve Behinsi Beyi Necmeddin Altunboğa da Selçuklu sultanına iltihak ederek onu güçlendirdiler. Tel-Bâşir on gün kuşatma altında tutuldu. Ancak şiddetle direnişe devam ediyordu. Gerek muhasırlar ve gerekse içindekiler çok fazla kayıp vermişlerdi. Bunun üzerine sultan öfkeye kapılarak kale etrafındaki bütün bağ ve bahçelerin tahrip edilmesini ve ağaçların kesilmesini emretti. Bu durumdan rahatsız olan ahali kale komutanının huzuruna çıkarak aman dilenmesini istediler. Bunun üzerine kale komutanı Bedreddin Dilderem İbn Bahaeddin Yarukî çaresizlik içinde kaleyi sultana teslim etmek zorunda kaldı. Kendisine Elbistan’ın kuzeybatısında bulunan Hunî vilayeti (Arıtaş) iktâ olarak verilerek oraya gönderildi. Bu arada ordunun zahire ve mühimmatı azalmış olmalı ki Malatya ve Elbistan naiplerine haber salınarak en kısa zamanda 200 araba zahire ve teçhizat göndermeleri emredildi. Fethedilen Tel-Bâşir Kalesi’nin komutanlığına ise Nusetüddin Hasan Bey’in adı bildirilmeyen bir kardeşi getirildi. Yanına asker ve muhafızlardan başka, emin ve seçkin sipahiler de verildi.[8] Claude Cahen, Sultan I.İzzeddin Keykâvus’un Suriye’nin kuzeyindeki bu başarılarını Maraş Emiri Nusretüddin Hasan Bey’in askerlerine borçlu olduğunu ifade etmektedir.[9]
- İzzeddin Keykâvus, Haleb’e doğru yaklaştığında Selçuklulara karşı bir komplonun hazırlanmış olduğunu öğrendi. Samsat hükümdarı Efdal ele geçirilen Raban ve Tel-Bâşir gibi kalelerin kendisine verilmemesinden endişe ederek sultanla yaptığı ittifakı bozduğu gibi karşı tarafa da geçmişti.[10] Böylece bütün Eyyûbî melikleri Selçuklulara karşı birleşmiş oldu. Bu arada Eyyûbî casusları bazı Selçuklu komutanlarına sanki önceden haberleşmiş gibi sahte mektuplar yazarak, bunların Selçuklu askerlerinin eline geçmesini sağladılar. Böylece Selçuklu komutanları güya Eyyûbîlerle gizlice anlaşmış gösterildi. Oysa bu hileden ne sultanın ne de komutanların haberi vardı.[11]Sultan I. İzzeddin Keykâvus doğrudan doğruya Halep üzerine yürüyeceğine şehrin etrafında bulunan kaleleri fethetmekle uğraştı. Hatta günümüzde pek çok tartışmaya konu olan Menbiç’i de fethetti. Ancak onun etrafta oyalanması Eyyubi kuvvetlerinin Halep’te toplanmasına neden oldu. Bu durum da Selçukluların mağlubiyetine yol açtı.[12]
Bir yandan Melikü’l- Efdal’in ittifaktan ayrılması diğer yandan da bu komplolar sultanı zor durumda bıraktı. Ayrıca iki taraf arasında başlayan öncü çarpışmalarını da Selçuklular kaybetti. Mübârizüddin Behramşah gibi büyük bir komutan esir düştü. Bunun üzerine sultan daha fazla zayiat vermemek için geri çekilemeye karar verdi. Selçuklu ordusunun Elbistan’a doğru geri çekilmesi üzerine Melikü’l-Eşref karşı saldırıya geçerek daha önce Selçuklular tarafından fethedilen Raban, Tel-Bâşir ve Marzuban gibi kaleleri birbiri peşi sıra aldı. Bu kalelerin sahipleri ve savunanlar başta Nusretüddin Hasan Bey’in damadı ve kardeşi olmak üzere geri çekilmişler ve savaşmamışlardı. Daha fazla ilerlemeyi tehlikeli gören Eyyûbî hükümdarı Melikü’l-Eşref esir edilen başta Mübârizüddin Behramşah olmak üzere Selçuklu komutanlarını serbest bırakarak Haleb’e geri döndü. I. İzzeddin Keykâvus ise Elbistan’a gelerek ordugâhını daha önce olduğu gibi burada kurdu. O, Haleb seferinin bir muhasebesini yaparak başarısızlığın ve yenilginin nedenlerini araştırdı. Bu arada Tel- Bâşir, Raban ve Marzuban gibi şehirleri savunmak için bıraktığı komutanlar da Eyyûbîler karşısında direnmeyerek sultanın ardından Elbistan’a ulaşmışlardı. Bu komutanlar arasında Maraş Emiri Nusretüddin Hasan Bey’in damadı olan Raban Kalesi sahibiyle, kardeşi olan Tel-Bâşir Kalesi sahibi de bulunuyordu. Sultan hiç acımadan en yakın adamı olan Nusretüddin Hasan Bey’in akrabaları olan bu beyleri savunma yapmadan çekildikleri için idam ettirdi.[13] Onların idam edilmeyip bir kulübenin içinde yakılan komutanlar arasında bulunduğu da iddia edilmektedir.
Beklenmeyen bu yenilgi üzerine I. İzzeddin Keykâvus kızmış, kimse onu sakinleştirememiş ve hatta teskine cesaret bile edememişti. Sultan, Eyyûbî casusları tarafından yazılan mektupları bir bir komutanların önüne atarak onlardan hesap surdu. Yukarıda değinildiği gibi onların hiçbirinin mektuplardan haberi yoktu. Sultan suçu ve ihmali olduklarını düşündüğü komutanları toplayarak küçük bir kulübeye hapsetti. Bu kulübenin etrafına odunlar yığdırıp daha sonra ateşe verdirdi. Dışarı çıkarak kurtulmak isteyenler zorla buraya geri sokuldu. Bu suçsuz komutanların hepsi feryatlar içinde diri diri yakıldılar. Sultan daha sonra bu yaptıklarından pişman olup büyük ıstırap duymuş ve bu kulübenin olduğu yere bir mescit yaptırmıştır. Yanmışlar Mescidi (Mescid-i Sûhtegân) olarak bilinen burası uzun yıllar Elbistan halkının hafızalarında yer etmiştir.[14] Dönemin muasır müellifi ve İslam tarihçisi İbnü’l-Esir, I. İzzeddin Keykâvus’u komutanlarına reva gördüğü bu davranışından dolayı ağır bir şekilde suçlar.[15] Niğdeli Kadı Ahmed nükteli bir şekilde onun lakabının galip olmasına rağmen mağlup olduğunu ifade eder.[16]
Onun şahsiyeti üzerine bir değerlendirme yapan Mükrimin Halil Yinanç, âlim ve şairlere değer veren, onlara iltifat eden ve ihsanlarda bulunan bir sultan olarak bahseder. Onun şark dillerine bilhassa da Farsça’ya vakıf olduğunu, bu dilde şiirler yazdığını, Sultan Mahmud’un Firdevsi’ye yazdırdığı Şehname’yi taklit ederek devrin âlimlerinden Kadıüddin Burhaneddin Anevî’ye 60000 beyitlik Farsça bir eser yazdırdığını ifade etmektedir. Yinanç Hoca, sultanı acem âlimlerini Anadolu’ya doldurmakla da suçlar. Onun İran medeniyetinin meftunu olduğunu bu yüzden de İranlı ulema ve şuarayı memleketine çağırdığını, yabancılara kapalı olan memleketin kapısını açtığını belirtir. Ona göre, bu tarihten sonra her memleketten çok derbeder serseriler Anadolu’ya gelecekler, ilim ile beraber riyakârlığı, taassubu, kötü ahlakı birlikte getireceklerdir. Farisilerin vezirlik, münşilik, müstevfilik, tuğralik, tercümanlık, haciplik, kâtiplik, kadılık gibi mansıpları işgal ederek ondan sonra da memlekette tutunabilmek için sultanları mutlakıyete teşvik ederek Anadolu asilzade beylerini öldürtmeye ve sarayı ele geçirdiklerini belirtir. Böylece Anadolu’da idare yabancıların eline geçer.[17]
- İzzeddin Keykâvus, uzun yıllardan beri Maraş emirliğinde bulunan Nusretüddin Hasan Bey’in, damadı ve kardeşini öldürmekle birlikte kendisine dokunmamıştı. O da sultana herhangi bir ihanette bulunmayarak hizmetine devam etmiştir. I. İzzeddin Keykâvus, 1220’de ordusunu toplayarak Eyyûbîlerden intikam alma düşüncesiyle yeni bir sefere çıkarak Malatya’ya kadar geldi ise de daha ileri gidemeyerek hastalandı ve öldü.
[1] Koca, 47-41.
[2] İbn Bibi, II, 204.
[3] Marzuban: Gaziantep ilinde kuzeyinde ve Fırat’ın kollarından biri olan Marzuban çayı kenarında tarihi bir kale olup bugünkü Yavuzeli şehri kurulmuştur.
[4] İbn Bibi, II, 204–205; Koca, 53.
[5] Raban: Fırat’ın batısında tarihi bir kale ve şehir adı olup bugünkü Gaziantep’in Araban ilçesi.
[6] İbn Bibi, II, 53.
[7] Gregory Ebü’l-Ferec, , Ebü’l-Ferec Tarihi, (Ç. Ernest- A. Wallıs Budge, Türkçeye Ter. Ömer Rıza Doğrul), II, TTK Yay., Ankara 1982, s. 501.
[8] İbnü’l-Esir, el-Kâmil Fi’t-Tarih, (Büyük İslam Tarihi), C.XII, (çev. A. Ağırakça, A. Özaydın), Bahar Yay., İstanbul 1987,s. 303; İbn Bibi, II, 207; Koca, 54.
[9] Cahen, 132.
[10] Ebû Şâme, Şehâbeddin Ebi Abdurrahman b. İsmail, Zeylü’r-Ravzateyn, (neşr. es-SeyyidAzîz el-Attar el-Hüsaynî) Darü’l-Ceyl, Beyrut 1947,s.109; İbnü’l-Esir, XII, 302; Faruk Sümer, “Keykâvus I”, DİA, C.XXV, İstanbul 2001, s.353.
[11] Koca, 56.
[12] M. Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, (Yay. Haz. R. Yinanç), TTK Ankara 2014, s.38.
[13]İbnü’l-Esir, XII, 304; İbn Bibi, II, 213.
[14] Ebü’l-Ferec, II, 501; İbn Bibi, II, 213; Koca, 59.
[15] İbnü’l-Esir, XII, 304-305.
[16] Niğdeli Kadı Ahmed, el- Veledü’ş- Şefîk, ve’l- Hâfidü’l-Halîk, C. I, (Tercüme:Ali Ertuğrul), TTK Yayını, Ankara 2015, s.441.
[17] Yinanç, Selçuklular Devri, s.42.