Yöre halkından Himmet Baba ve türbesi etrafında gelişen pek çok halk inanışı gerek alan araştırmalarımız gerekse literatür taramamız sonucunda tespit edilmiştir.
Himmet Baba türbesi etrafında gelişen halk inançlarını ve Himmet Baba efsanelerinin arka planını çözümlerken ilgili menkıbelerde yer alan motiflerin mitolojik alt yapısına temas etmemiz gerekmektedir. Zira efsaneler, masal ve hayal dünyasından destanlara ve nihayetinde halk hikâye ve anlatmalarına geçerken çok önemli bir kültürel kod arşivi ve köprü vazifesi görmektedir.
Himmet Baba ile ilgili anlatılan hemen bütün efsane ve menkıbelerde ilk karşılaştığımız motif, çeşitli yönleriyle evrensel özellikler de taşıyan kesik baş motifidir.
“Kesik Baş” Türk halk tasavvufunun önemli motiflerindendir. Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak[1] bu konuda bir eser vermiştir. Yaşar Kalafat da tespitini yapabildiği kesik başlar üzerinde durmaya çalışmıştır. Diyarbakır çevresinden Kesikbaş yatırlarının resimlerini çekmiştir.[2]Anadolu’da onlarca kesik baş yatırı vardır: Erzurum’da Abdurrahman Gazi de bir kesik baş Türk ulusudur. Kesik başların kesilmiş başları muhakkak yanlarındadır ve koltuklarının altında tasvir edilmiştir. Genç Osman’ın Bağdat’a girişinde kellesi koltuğunda savaşmıştır[3].
Kellesi koltuğunda savaşma ölmeden evvel ölebilme, öldüğü sanıldığı halde gerçek yaşayanlar inancının bir tezahürüdür. Derinliklerinde yeşil sarıklılar olarak bilinen gerektiği zaman zemine ve zamana rağmen yurt müdafaasına koşabilme inancı yani anamaykıl vardır. Toprağın kutsallığı, bu kutsiyet için savaşılması inancı vardır. Bu inancın sistematiğinde sır ve sır ehli olma hususu vardır. Sır açık olunmamalı, sırrın açık olması sır sahibinin yanması ile sonuçlanır. Sır sahibinin sırrını merak etmemeli ve hayret duymalı. Belki de nefis ve göz bağlantısı ile bir şekilde ilgilidir. Ne hikmet ise kesik başların savaşırken görünüp hayretle karşılanıp göçmelerine her defasında bir kadın sebep olmaktadır.
Kesikbaşlar kelle koltukta savaşırlarken, kendilerinin görülüp hayretle karşılanmaları halinde sırları açıklandığı için hemen orada şehit olurlar, inancı vardır.
Kahramanmaraş ilinin Elbistan ilçesinde türbesi bulunan Ümmet Baba, çok adil bir komutan iken savaş sırasında başı kesilerek şehit düşer. Ümmet Baba savaş bitinceye kadar kafası koltuğunun altında savaşır, kendisini gören bir kadın “şu yiğide bakın” deyince, hemen orada yere düştüğüne ve düştüğü yere defnedildiğine inanılır.
Genç Osman Bağdat’a girerken kellesi koltuğunda tasvir dilmiştir. Kesik Başların muhakkak kesik olan başları yanlarındadır. Kefeni boynunda veya koynunda inancında olduğu gibi… Bu bulgudaki inancın sistematik derinliklerinde, sır ve sır ehli olmak vardır. Sır sahibinin sırrı merak edilmemeli ve hayretle karşılanmamalıdır. Sırrı açık edilmiş zat göçer, “sırrı açık olunduktan sonra orada kalınmaz, kalınmamalıdır” inancı vardır[4]. Bu olgu belki de nefs ve göz hasetliği ile bir şekilde bağıntılıdır. Bu tespitin başı bozuk, başı bağlı, başını bağlamak gibi deyimlerdeki inanç ile bağlantısı da ayrıca aranabilir. Biz bu konu ile ve vesile düştükçe de konunun Kuru Kafa inancı ile bağlantısına dair tespitlerimizi yansıtmaya çalışmaktayız.
Anadolu’da beyliklere merkezlik yapmış şehirlerin türbelerinde daha ziyade beyliğin kurucusu ve sahibi olan hanedana mensup kimseler yatmaktadırlar. Geçmişten günümüze konaklardan ziyade mimarî eser olarak mabetler ve onların müştemilatındaki camiler günümüze kadar kıymetli birer hatıra olarak kalmıştır. Bazı yörelerimizde folklorik İslam adeta tamamen silinmiş, Türbeye adak adamak, mum yakmak, bez bağlamak tamamen kalkmış, türbeler Allah rızası için ziyaret edilip Fatiha okunan makamlar olmuşlardır.
Anadolu türbelerini inceleyerek, Anadolu’nun tarikat dokusuna dair fikir edinebileceği gibi padişah ailelerinin yatmakta oldukları yerlerin de haritası çıkarılabilir… Ayrıca yerin altında merdivenle inilen türbelere, Belh –Afganistan, Diyarbakır, Cizre, Urfa, Erbil–Irak’ta da rastlamaktayız[5]. Muhtemelen bu türden mezarların yapılmış olmasının temelinde tevazu inancı yer almaktadır. Gök Tengri inancında Tengri, gökte; insanoğlu gök ile yer arasında idi[6]. Yer altına gidildikçe karanlık dünyaya, Karahan’ın ülkesine gidiliyordu. Sürüngenler en alt yaratıklar idi.
Geçen yüzyıla kadar şehit mezarları türbe kabul edilirdi. Bunda şehidin Allah indinde itibarlı yerinin olduğu inancı önemli rol oynardı. Zamanla şehitliklerin mahiyeti kısmen değişmiş, harp şehitleri adeta devletin resmen kurduğu şehitliklerde yatmaya başlamıştır.
Türk halk inançlarında mum yakılması olayının eski Türk dininden geldiği izahını yapanlar da vardır. Yaşar Kalafat, Türklerde mevtanın ve kabrinin bir süre ışıksız bırakılmadığını, bu maksatla ateş yakıp aydınlatıldığını, bu mum yakma uygulamasının buradan gelmiş olabileceğini belirtmektedir[7].
Halk inançlarında büyük komutanlar, gaziler, şehitler Ulucanlardan sayılmış ve onların mezarları, türbe muamelesi görmüştür.
Buraya yağmur duası yapmak, namaz kılıp dua etmek, aşure ve sair hayır işlerini eda etmek adaklar ve dileklerde bulunmak, askere gidecek gençler için “sıla toprağı” almak için ziyaret edilir.
Yörede çocuğu olmayan kimseler türbeye gelip türbede yatan Himmet Baba’nın yüzü suyu hürmetine halis bir niyetle Allah’tan çocuk dilerlerse çok zaman geçmeden bu muratlarına kavuşacaklarına inanılır. Hatta öyle ki bu niyetle gelip dua eden birçok hanım kişinin rüyasında Himmet Baba’yı gördükleri ve doğan çocuklarına Himmet veya Ümmet ismini verdikleri vakıadır.
Nitekim Elbistan eşrafından ve eski Temyiz reislerinden olan Ali Himmet Berkî[8], 1883 senesinde Elbistan’da doğmadan önce rahmetli annesinin bahsi geçen Himmet Baba türbesini ziyaret etmesini ve Himmet ismini almasını şu şekilde anlatmaktadır:
“Elbistan’da evliyadan bir Himmet Baba vardır. Annem, ‘eğer oğlum olursa ismini Himmet korum‘, diye niyet edip, Cenab-ı Hakka yalvarmış. Allah duasını ve niyetini kabul edince, benim adımı Ali Himmet koymuşlar”.
Anadolu Erenlerinin efsaneleri, benzerlerinde olduğu gibi, kendilerinden evvelkilerle karışmış ve birleşmiştir. Faruk Sümer Anadolu’daki Eshab-ı Kehf’leri bir çalışmasında toplamıştır.[9] Benzer şekilde Yaşar Kalafat da Nahcivan gibi Türk bölgelerinden konuyla ilgili tespitlerde bulunmuş ve bunları yayınlamıştır.[10]
(Dede):Mevlevilikte, şeyh yardımcısı, çok kere “Dede” mevki olarak Baba’dan üst mertebe olarak bilinmesine rağmen en üst mertebe “Baba” olarak bilinir. “Dede Baba” ise ikisi arasında bir mevkiidir.
Dedebaba ile ilgili anlatımlar Anadolu Erenleri anlatımı ile tamamen uyuşmaktadır. Birkaç kardeş olarak gelen, Anadolu’da görevli olarak istihdam edilen derviş yapılanması bize Anadolu eren sistemini düşündürmektedir. Hacı Bektaş Veli görevlilerinden olabilecekleri rivayeti daha gerçekçi görünmektedir. Nitekim Dedebabalık, Alevî-Bektaşî İslam inanç hiyerarşisinde bir statüdür. Bu sistemde Baba, Dede, Dedebaba olunmaktadır. Dedebaba’nın Dede Abdal olarak bilinmesi de bu teşhisimizi doğrulamaktadır. Abdalan-ı Rum, Anadolu Abdalları, Türk Sofizminin önemli bir öğesidir.
Türbeye bazı geceler nur veya ışık inip çıktığı iddia olunmaktadır.
(IŞIK): Yatırlardan yukarıya doğru nur sütunu çıkar. Bunların renkleri vardır. Su, 7 renkten önemli olan beyaz ve tek renk olandır. Bu ışığın beyaz bir renk almasına “fütuhat indi” denir. Veya “su verildi” tabir edilir. Buna “Hablî Metin-î İlahî” de denir. Evliyanın mertebesi büyüdükçe bahsi geçen sütun genişler. O ışık sütununun bulunduğu hattan kuş vs. de geçemez. Evliyanın ışığının etrafından dönerler. Bu bir nevi tavaftır. Kuşlar dönerken ağlaşır, yakarışta bulunurlar. Kuşlar su içerken de yukarıya bakar, hamd ederler. Gagalarını toprağa sürerler. Bu onların ibadetidir. Leylek, besmele çeker. Hadiste, “her kuşun zikri ayrı” denilmektedir. Baykuşun ötüşünde 8 ayrı ayetin sırrı vardır. Hiçbir kuş Kâbe’ye pislemez. Bir leyleğin etrafında döndüğü yerde ya bir evliya veya kutsal bir mekân, evliyaların toplantı yeri veya makamları vardır. Bazen de cinler, ışık gösterirler.
Allah bir kulunu sevdi mi; İlkin meyil, sonra heves, sonra heva, sonra hubb, sonra muhabbed, sonra mevedded-müveddet, sonra goran, sonra aşkla helak eder, böyle kişi, Rab olmuş olur, mealinde hadis vardır (Güngör, 1989: 55).[11]
Ayrıca tekke ve bilhassa zaviyeler çok kere yol güzergâhlarında ve şehrin dışındadırlar. Bu durum ise bize “yol iyesi”ni hatırlatırlar. Yola çıkan kimse ulu kişiyi ziyaret ettiği gibi ulu mezarı da ziyaret eder. Bu tür ulu mezarlar Güneydoğu Anadolu’da da vardır. Bu ulu mezarların yolun açık olmasını sağlamak türünden bir fonksiyonları vardır. İran ve Özbekistan’da yol fakirleri vardır. Bunlara yola çıkarken veya yol boyunca sadaka verilir.
Bir diğer husus da Hacca gitmeden ulu kabirleri ziyaret etme ile ilgili mistik folklordur. Bu uygulamayı da Anadolu’da çok sık görmekteyiz. Buna benzer ziyaret yolu ile ibadet etmenin diğer şekli de bazı ulu mezarları 3 veya 7 defa ziyaret etmekle hacca gitmiş olunur[12]. Sevabı kazanılacağına inanılır. Bu tür ulu kabirler Dağıstan’da da vardır.
“Sıla Toprağı” halk inançlarımız itibariyle çok önemlidir. Toprağın kutsallığı, vatan toprağının kutsallığı, “toprağı çekti” inancının, toprağı görünen ve görünmeyen gençlerin birlikte korunma inancının[13], daha önemlisi yatır topraklarında bir kuvvenin bulunduğu inancı ile ilgilidir. Ata Ruhu, Kam Ruhu ile ilgilidir. Anadolu ve Türk Dünyasının birçok yerinde sünnet olmadan, gelin olmadan, askere gitmeden evvel ulu mezarlar ziyaret edilir.
Burası köylüler ve çevreden gelenlerce ziyaret edilirler. Burası Hacca, askerliğe ve uzun yolculuğa çıkanlar ziyaret için gelirler. Ayrıca çocuğu olmayanlar da dilek için gelirler Türbeden bazı geceleri halka şeklinde ışık indiği görülmüştür.
Dede, Baba ve Dede-Babalık halk inançlarında manevî mertebelerdir ve hiyerarşileri her tarikatta farklı olabilmektedir.
Halk inançlarında haftanın günlerine de kutsiyet verilmiştir. Uğuruna inanılan ve inanılmayan günler vardır. Cuma akşamları, cuma arifeleri ve cuma günleri dilekler için daha uygun bulunmuşlardır[14].
Anadolu türbelerinin büyük bir kısmı şehit mezarıdır. Şehitlik, İslam inancı itibariyle yüksek bir mertebe olup halk inançlarında önemini korumaktadır.
Türk halk inançlarında türbenin toprağından suyundan, türbe ağacının yaprağından medet umma uygulaması olduğu gibi, türbede herhangi bir eşyasını bırakıp sonra almak suretiyle bu eşyanın manevî güçle yüklendiği inancı da vardır. Bazı yörelerde, davalı mahkemeye gitmeden gömleğini türbede bırakır. Dava günü alıp giyer. Böylece manevî güç yüklenilmiş ceketin davada yardımcı olacağına inanılır. Himmet Baba türbesinde ise, türbede yazmasını bırakmış genç kızların bu yazmayı örtününce kısmetlerinin açılacağı inancı vardır.
Ziyaretçilerin ibadet ve dua yaparak bazı hastalıklardan kurtulmak için şifa aramaya geldikleri bilinmektedir.
Burasını ziyaret etmek suretiyle kör olanların gözlerinin açıldığına, yitiği olanların yitiklerini bulduklarına, çocuğu olmayanların çocuklarının olduğuna, buranın sara ve diğer hastalıkların tedavisine iyi geldiğine inanılmaktadır.
Türbe ziyaretlerinde hayır-hasenat yapmak, aç doyurmak, çıplak giydirmek, çocuk sevindirmek Türk Dünyasının genelinde yaygındır.
Himmet Baba’nın sandukası ahşap olup bitki motifleri ile süslüdür. Türbeyi ziyaret edenler burada “hacet namazı” kılıp dua ederler. Burada adak adanır, mum yakılır.
Türbe çevresindeki ağaçlara çaput bağlamak saçı veya cansız kurban olarak bilinir. Bu beze “adak bezi” denilir. Bu uygulama şekli Türk dünyasının hemen her kesiminde vardır. Kaynağı eski Türk inançlarıdır. Ağaç kültü ile ilgilidir. Taşlardan ev türü maketler yapmak daha ziyade Hıdırellez’de olur. Bazı yörelerde yapma bebekler, beşikler de konulur. Amaç gayb âlemine mesaj vermektir. Böylece ev sahibi, araba sahibi, çocuk sahibi olunacağına inanılır.
Halk inançlarında “çaput bağlamak”, eski Türk inancının bir uzantısı olan adak türüdür. Türbelerde ve Hıdırellez’de gül ağacı altında ev, araba ve benzeri şeyler yapmak manevî âleme mesaj vererek onları talep etmek demektir.
Gök gürlemesi gibi kuvvetli ve rahatsız edici seslerin çıkması, ulu kişilerin-ulu güçlerin narası olarak bilinir. Bazı ulu kişilerin gök gürültüsünü konuşulan bir lisan gibi anladığı söylenir. Halk sofizminde bütün tabiatın bu arada kayaların da canı vardır. Amasya yöresinde sel sularına ve yangının alevlerine karşı “bayrağını çekip yürüdü, seli veya yangını mübarek durdurdu” inancı vardır.
Allah’tan yardım isteyerek ulu zatların heyelanları (kayaları) durdurmaları gibi sel felaketlerinde suyu yönlendirdikleri, yangını durdukları, düşmanı püskürttükleri gibi örnekleri de biliyoruz. Ayrıca bu tür zatların türbeleri de benzer hikmetler göstermektedirler. Bu inancın derinliklerinde; Atalar ruhu, Kam/Şaman ve kadim Türk inançları yer almaktadır.
Şehitlik, Türk-İslam dünyasında ortak dinî kültür kodlarındandır. Anadolu halkında, Anadolu’nun İslam’a açılmasında Arap ordularının fütuhatı ile şehit ve gazi olanlarla, Anadolu’nun Türk-İslam fetihlerine açılmasındaki şehit ve gaziliğin doğal olarak mahiyet bakımından farkı yoktur. Anadolu’nun fethi itibariyle olduğu gibi, Anadolu’nun devlet olarak kurulup kollanmasında da bu ilke ve mahiyet aynılığı ve düşüncesi hep var olmuştur. Bu noktada Anadolu’nun Haçlı Seferleri karşısında korunmasında Selçuklular ile Eyyubiler arasında hiçbir mefkure farkı olmadığı cihetiyle bu uğurda cihat yapanlar bu milletin gazileri ve şehitleridir. Bunun içindir ki, şehitlerin ve gazilerin mezarları bütün Anadolu Müslüman halkınca kutsal mekanlar olarak bilinirler. Savaş zamanı yeni nesillerin yanında yer alan bu ulu zatlar, bölge ve etnisite farkı gözetmezler.
SONUÇ
Biz, türbeleri bir kültür kodu olarak ele alıp Diyanet İşleri Başkanlığı arşivi merkezli çalışmalarımızı yoğunlaştırınca gördük ki, türbeler etrafında oluşan halk kültürü tespitleri kadar önemli bir husus daha vardır: Türbeler, kültür kodundan hareketle başlangıçta Türkiye’deki bölgeler arası halk kültürü karşılaştırmaları olmak üzere Türk dünyasını kapsayacak çalışmaların yapabileceği bir tarafa, türbelerdeki ulu zatların menkıbeleri, hikmetleri, kendileri ile ilgili rivayetler Türk estetiğinin tespiti itibariyle fevkalade önemlidir. Bu noktadan hareketle Türk insanının dünya görüşünü, örnek insan kabul edilen bu kimselerden hareketle tespit etmek mümkündür.
Bu incelememiz münasebetiyle halk inançlarımızda yer alan, “Dedelik”, “Yedi”, “Üç”, “Işık”, “Ulu ağaçlar”, “Adak”, “Kurban”, “Taş”, “Tepe”, “Mekân”, “Tayy-îzaman-tayy-îmekân”, “Keramet”, “Çaput Bağlamak”, “Menkıbe”, “Yağmur Duası”, “Dilek Ziyareti” gibi tabirlere açıklık getirmeye çalıştık. Türbelerin; onomastik, toponomi, sanat tarihi, Anadolu Türk Tarihi ve benzeri konular itibariyle önemine yer vermeğe çalıştık. Çalışmamız tamamen bittiğinde daha tatminkâr sonuçlar vereceğine inanıyoruz.
Bu bildiri ile Himmet Baba türbesi etrafında gelişen halk inançlarını disiplinler arası bir yöntemle ele almaya çalıştık. Böylece Kahramanmaraş yöresi ve Selçuklu Zamanında Maraş konulu çalışmalara halkbilim disiplininden katkı sağlamayı amaç edindik. Bildirimizin, yöre ile ilgili yapılacak devam mahiyetli halkbilim çalışmalarına katkı sağlaması en büyük arzumuzdur.
KAYNAKÇA
B.O.A., T.T.D., Nu.: 402, s.1037
GÜNGÖR, Sebahattin (1989),Tasavvuf Metinleri, Burhaniye, s.55
KALAFAT, Yaşar (2000),Güney Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Ankara, s. 19
KALAFAT, Yaşar (2001), “Kerkük Yöresi Türkmenleri ve Türkmen Halk İnançları” Türk Dünyası Araştırmaları, S. 130, s. 171-185
OCAK, Ahmet Yaşar (1989), Türk Folklorunda Kesik Baş (Tarih-Folklor İlişkisinden Bir Kesit), Ankara
ÖZDEMİR, Veli Cem (2016), “Birinci Dünya Savaşı’na Gönüllü Katılan Burdur Nakşibendileri ve Burdurlu Din Adamlarının Millî Gayretleri”, Birinci Dünya Savaşı’nda Mevlevî Alayı ve Gönüllü Topluluklar Uluslararası Sempozyumu, Kırıkkale-Ankara, 22-24 Ekim 2015, Bildiri Kitabı, s.267-276
ÖZKARCI, Mehmet (2003), “Elbistan Ümmet (Babaiyye – Himmet) Baba Külliyesi”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.1, s.41-64
SÜMER, Faruk (1990), Eshabü-l Kehf (Yedi Uyurlar), İstanbul
YİNANÇ, M. Halil (1993), “Elbistan” mad., İslâm Ansiklopedisi, VI, İstanbul, s. 223
İnternet Kaynakları:
http://www.bediuzzamansaidnursi.org/icerik/ali-himmet-berk%C3%AE, s. erişim: 31.10.2016
EK:
Resim: Himmet Baba Camii ve Türbesinin görünümü (http://www.panoramio.com/photo/93810512, son erişim: 31.10.2016)
[1] Ahmet Yaşar Ocak, Türk Folklorunda Kesik Baş (Tarih Folklor İlişkisinden Bir Kesit), Ankara, 1989
[2] Yaşar Kalafat, “Kerkük Yöresi Türkmenleri ve Türkmen Halk İnançları” Türk Dünyası Araştırmaları, Şubat 2001 S. 130 s. 171-185
[3] Nitekim meşhur Genç Osman Marşında “Bağdat’ın kapısın Genç Osman açtı / Düşmanın cümlesi önünden kaçtı / Kelle koltuğunda üç gün savaştı / Allah Allah deyip geçer Genç Osman of of” diye yer alan dörtlükte bu durum açıkça ifade edilmektedir.
[4] Aynı durum Veliyullah için de geçerlidir. Uzunca bir müddet insanlar arasında manevî hallerini bildirmeden bir nevi inziva hayatı yaşayan Allah Dostları, çeşitli vesileler ve sebepler hasıl olduktan sonra Allah’ın izniyle birtakım kerametler gösterirler. Bunun neticesinde yörede şöhretleri artmaya başlayınca manevî bir huzursuzluk çekerler ve bulundukları beldeyi terk ederek başka bir yere göç ederler. Nitekim Burdur-Dirmil’de yaşayan İbiş Efendi isimli mübarek zat da kerametleri ortaya çıktıktan sonra yaşadığı beldeyi terk edip Konya-Seydişehir’e dostlarının yanına gitmiş ve orada vefat ederek üzerine türbesi inşa edilmiştir (Özdemir, 2016: 271).
[5]Zir-î Zemin olarak adlandırılan bu türden türbe ve mezarlar daha çok Selçuklu coğrafyasında karşımıza çıkmaktadır. Bu türden mezarların en son ve dikkate değer örneklerinden birisi Mustafa Kemal Atatürk’ün medfun bulunduğu Anıtkabir’dir. Asıl mezar aşağıdadır ancak gelen ziyaretçiler bir üst katta yer alan sembolik lahdi veya sandukayı ziyaret etmektedir.
[6] Semavî dinlerde de aynı düşünce sistemi yer almaktadır. Önce gökleri yaratan Ulu Tanrı, daha sonra yeryüzünü yaratmış ve yer ile gök arasında kişi oğlu yaratılmıştır.
[7] Benzer uygulamayı Burdur-Dirmil yöresinde gerçekleştirdiğimiz alan araştırmaları sırasında bilhassa cenaze merasimleri esnasında tespit etmiştik. Gündüz veya akşam vakti vefat eden ancak çeşitli sebeplerden dolayı defnedilme işinin ertesi güne tehir edilerek evinde bekletilmesi gereken cenazelerin bulunduğu odada ışık ve odanın hemen dışında da ocak yakılmış sabaha kadar başında beklenerek asla cenaze yalnız bırakılmamıştır. Böylece hayvanların, haşeratın ve en önemlisi de kötü ruhların, kara iyelerin mevtaya musallat olmasının önüne geçilmiştir (Yazarın Notu).
[8] Elbistan eşrafından ve yörenin yetiştirdiği saygıdeğer kişilerden birisi olan Ali Himmet Berkî, 1883 yılında Elbistan’da doğmuştur. Kendi sahasıyla alâkalı kıymetli eserlerin sahibidir. Temyiz Mahkemesinin yıllarca reisliğini yürüttükten sonra l976’da Ankara’da vefat etmiştir. bkz.http://www.bediuzzamansaidnursi.org/icerik/ali-himmet-berk%C3%AE, son erişim: 31.10.2016
[9] Faruk Sümer, Eshabü-l Kehf (Yedi Uyurlar), İstanbul 1990
[10] Yaşar Kalafat, Güney Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Ankara, 2000, s. 19
[11] Türk halk inançlarında ışık konusunda bak. Yaşar KALAFAT, “Geçmişten Günümüze Halk İnançlarımızda (Işık)”, Milli Folklar, Ekim 1994, S.21. s.25-30
[12] Benzer şekilde sahabe-i kiramın ve veliyullahtan önemli mertebelere ulaşmış kimselerin kabirlerini birden fazla sayıda ziyaret ederek de hacı olmuş sevabı alınacağı inancı vardır. Nitekim kaynak kişilerimizden rahmetli Cemil Özdemir (1936-2006), İstanbul’da Eyüp-Rami’de 1957-1958 yılları arasında askerliğini yaparken Eyüp Sultan kabrini ziyaret ettiğini ve yarım hacı olduğunu söylemişti (Yazarın Notu). Bu inancın temelinde mukaddes Hac beldelerinden gelen ve Hz. Muhammed’i gören kimseleri ziyaret edilince tıpkı huzura varmış gibi olunacağı ve bu ziyaretin de aynı mertebeden sayılacağı tefekkürü vardır.
[13]Nitekim Burdur’un Dirmil yöresinde askere gidecek olan gençler baba evinden son kez çıkacakları zaman eşiği atladıktan hemen sonra toprağa bastırılır ve çiğnedikleri bu toprak varsa nişanlıları ve eşleri, yoksa da asker olan gencin annesi tarafından bir bezin içerisine konularak bahsi geçen genç askerden terhis olup gelene kadar özel bir köşede saklanır. Bu toprak saklandığı müddetçe asker olan gencin korunacağı ve sağ-salim baba ocağına ve ata topraklarına döneceği inancı vardır (Yazarın Notu).
[14] Öyle ki eskiden çoğu yörede düğün merasimlerinin perşembe günü bitirilmesi kararlaştırılırdı. Zira perşembe günü akşam ezanının okunmasından itibaren “Cuma Gecesi” olarak kabul edilir ve bu mübarek zaman dilimi içerisinde yeni evlenen gençlerin gerdeğe girmelerinin hayırlara vesile olacağına inanılırdı.