Süreyya ÜDÜRGÜCÜ
Bu sabah rüzgârın araladığı pencereden aydınlık ve baharsı bir hava değdi tenime. Dünün sıkıntı ve dertlerini gecenin kör karanlığına bırakmış, tazelenmiş, zinde bir bedenle tabiatı seyre başladım.
Artık dağlar sırtlarından o beyaz kürklerini atmışlar fakat henüz sabahları serince olduğu için omuzlarına incecik sisten şal almışlar. Daha bir ay önce cam kırıkları gibi parıldayan kuru dallar şimdi üzerlerinde açan rengârenk çiçekleriyle etrafa neşe saçıyorlar. Nazende kelebekler de o eşi benzeri bulunmaz yakut ve zümrüt renkli ipek şallarını açmış, neşe ve mutluluk içerisinde baharı kucaklıyorlar…
Ya kuşlar! Fırtınaların gurbete kovaladığı göçmen kuşları… Sılaya gelmenin mutluluğu içerisinde kendi semalarında saltanatlarını ilan edercesine seslerini daha bir gür daha bir yüksek çıkartıyorlar. Baharın kokusunu alan çiğdemler yaylalara üşüşüvermiş hemen. Kırlarda kafile kafile menekşe, fulya, leylak, gülderen ve adını sayamadığım birçok çiçek açmış. Bunlardan bazıları yapraklarının arasından güneşe bakarak dimdik vaziyette güneşe selam gönderiyor.
Yüzlerce sanatçıya taş çıkaran toprak, geçen yıl dökülen tohumları nakış nakış işleyerek fidan haline getirerek sanatının mucizesini sergiliyor.
Üçüncü cemrenin o sıcak busesiyle uyanan minik böceklere ne demeli! Doğrusu onlar da başka bir âlem. Bazıları büyük bir konsere hazırlanıyormuş gibi başlarında uzanan sazları akort etmekle meşgul, bazıları da pembe kırmızı benekli elbiseler giymiş, minik minik adımlarıyla bahar karnavalına iştirak ediyorlar.
Ne kadar sevinç, ne kadar güzellik, ne kadar neşe Allah’ım! Şu gördüğüm bahar deryası bana sanki bir kuyumcunun o güzel parlak altınları tek tek intizam ile dizdiği vitrinini hatırlatıyor. Kimisi kanatlı zümrüt küpe, kimisi kıvrılan yakut bilezik… Fakat bu kadar hazırlıktan sonra yaz niçin olgunlaşıp da çabucak gelmiyor bilmem ki…