Site icon Teketek Haber

İnsanın hakikati

Allah Teâlâ diğer ümmetlerin ömürlerini uzun, amellerini çok yapmıştır. Bu ümmetin durumu ise tam tersidir. Yalnız Allah bu ümmete amelleri az bile olsa, çok sevap vermiştir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَا “Bir iyilik yapana, on misli mükâfat vardır.”[1] Diğer ümmetlere her bir vakitte iki rekât olmak üzere gece gündüz elli vakit namaz farz kılınmıştır. Bu ümmete ise beş vakit namaz farz kılınmıştır. Bu ayetin delâletiyle, beş vakit namaz, elli vakit namaz sevabına dönüşür.

Bu ümmetin aksine, diğer ümmetlerin sadece mescitlerde namaz kılmaları caizdi. Bu ümmete ise bütün yeryüzü mescit kılındı.

Diğer ümmetlerin günahlarının kefareti kendilerini öldürmekti. Bu ümmetin kefareti ise tövbe ve itiraftır.

Allah’ın bu ümmete daha başka nimetleri, Peygamberimizin (s.a.v) saygınlığından dolayı idi.

Allah şefaat-i uzma ile bizi rızıklandırdı. Peygamberimizin (s.a.v) şefaati umumîdir, kâmildir ve Kerîm olan Allah katında makbuldür.

Ebu Musa’l-Eş’arî ve Avf bin Mâlik el-Eşcaî’den (r.a) rivayetle, Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Rabbimin katından bana bir elçi geldi. Beni ümmetimin yarısını Cennete girdirmek ile şefaat-ı uzmâ arasında muhayyer bıraktı. Ben şefaat-ı uzmâyı tercih ettim. Şefaatim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen herkesedir.”[2]

Şârih bu hadisle ilgili şunu söyler: “Bu hadiste ehl-i Hak mezhebine delâlet vardır. Zira Allah’a şirk koşmadan ölen kişi, büyük günahlarda ısrarlı da olsa Cehennemde ebedî kalmayacaktır. Bu hadiste şefaat meselesi de bulunur. Şefaat çeşit çeşittir. Şefaatin bir kısmı Peygamberimize (s.a.v) hastır, bir kısmı ise Peygamberimize (s.a.v) has değildir. Şunlar birinci kısım şefaate girer; Mizanda hüküm faslındaki şefaat, bir grubun hesaba çekilmeden Cennete girdirilmesindeki şefaat, Cehenneme girmeye hak etmiş olan kişilerin Cehenneme girmemesi hususundaki şefaat, Cennetteki insanların derecelerini yükseltme konusundaki şefaat, taatteki kusurlarını affetmek için sâlih Müslüman bir cemaate yapılan şefaat, hesaba çekilen kişilerin hesabını hafifletmek için yapılan şefaat, Cehennemde ebedi kalacak kişilerin azabının hafiflemesi hususunda yapılan şefaat, müşriklerin çocuklarının azap görmemesi hususunda yapılan şefaat.”

Ebu Hureyre (r.a) rivayetine göre, Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah muvahhidleri ateşe atmayı murad ettiği zaman, orada öldürür. Oradan çıkarmayı murad ettiği zaman ise, azabın acısını kısa bir süre tattırır.”[3]

Şârih şöyle söyler: “Buradaki azaptan maksad, ahiret ateşinin azabıdır. Bu azabı tatmanın umumî mi, yoksa hususî mi olduğu meselesinde iki ihtimal vardır. Umumi olması ihtimâlinde, bu elem şahıslara göre farklılık gösterir. Bir kısmının elemi bu latif anda şiddetlenir, bir kısmının elemi ise haberde ifade edildiği gibi, hamam hararetine benzer.”

Ebu Umâme (r.a) rivayetine göre, Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah bir kuluna hayır murad ederse, cezasını bu dünyada hemen verir. Allah bir kuluna şer murad ederse de, kıyamet günü ödeyeceği ana kadar günahını bekletir.”[4]

Şârih şöyle söyler: “Hayır murad ettiği kişiye günahlarından dolayı cezayı hemen vermek, bilindiği gibi, kıyamet günü ödeyeceği hiçbir günah kalmayarak dünyadan çıkması içindir. Allah bunu kime yaparsa, ona büyük lütufta bulunmuştur. Çünkü amelinden dolayı dünyada hesaba çekilen kişinin cezası hafifler. Öyle ki, batan bir diken kefaret olur, kâtibin elinden kalemin düşmesi bile kefaret olur. Sözün sözü kirlerinden temizlenmeye matuf ölene kadar dünyada başına gelen her şey mümine kefaret olur.”

Bir hadis-i kudside Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kullarım temizlenmesi gereken çok günah işlediler. Ben ise onların zaaflarını, Cehennem azabına dayanamayacaklarını biliyorum. Bu yüzden günahları yanıp azabımdan kurtulmaları için dünyada oruç tutmalarını emrettim, açlık ateşine maruz bıraktım. Sonra hameletü’l-Arş’a, kuşlara, vahşî hayvanlara, dağlara, bitkilere, ağaçlara kendi tesbihlerini bırakıp Muhammed ümmetinden oruç tutanlara istiğfar etmelerini emrettim.” Bu bilgi Ravzatü’l-ulemâ’da bulunur.

[1] En’am, 6/160.

[2] Hindî, XI, 405.

[3] Hindî, I, 60.

[4] Tirmizî, Zühd, 56.

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version