Site icon Teketek Haber

KENDİ ŞİİRLERİNDEN HAREKETLE SÜMBÜLZADE VEHBİ’NİN ŞİİR VE ŞAİRLİK TELAKKİSİ

Doç. Dr. Yunus KAPLAN*

Giriş

  1. yüzyıl Osmanlı’nın sosyal, ekonomik, siyasi ve askerî alan gibi birçok alanda gerilemenin derinden hissedildiği bir dönem olsa da kültür ve edebiyat alanındaki gerileme daha az hissedilmiştir. Bunda bu yüzyılın başında tahta geçen III. Ahmet’in sonunda ise III. Selim’in sanatı destekleyip sanatçıları gözetip kollamalarının büyük rolü olmuştur. Bu şartlarda yazmış olduğu şiirlerle edebiyat sahasında varlık gösteren şairlerden biri de Sümbülzade Vehbî’dir.

Kaynaklarda Sümbülzade Vehbî’nin şiirleri, şekil ve teknik bakımından sağlam olsa da lirizmden yoksun, dikkat ve özenden uzak, sathî ve kuru söyleyişlerden öteye geçemeyen şiirler olarak değerlendirilmiştir. Ziyâ Paşa, onun kaside ve gazellerini dağda yetişmiş kokusuz güle benzetmiştir.

“Ammâ kaside vü gazelde

Benzer kokusuz güle cebelde”

Muallim Naci de Nef’î ile karşılaştırarak “Nef’î’nin fahriyeleri lezzetle okunur. Tab’a heyecan verir. Vehbî’nin fahriyeleri okunacak olsa soğukluktan başka şey hissolunmaz” diyerek itici bulmuştur.

  1. yüzyıl şairleri arasında klasik şiiri en iyi temsil eden şairlerden olan Vehbî’de, büyük şairlerde görülen şiirsellik yoktur. O daha çok şekle, dışa ve klasik estetiğe önem vermiştir. Bâkî, Nâbî, Sâbit ve Nedîm’in mazmunlarını tekrarlamış, divan şiirinin söz ve mana sanatlarına hemen her beytinde yer vermiştir. Zevk ve eğlenceye düşkün olan şair, bu özelliğini hemen her şiirine yansıtır. Şiirlerinde Sâbit gibi yerel konulara, günlük hayatla ilgili atasözleri ve deyimlere yer vermiştir. Bazen laubalileşen şairin şiirleri, devrin toplumsal hayatını yansıtması bakımından önemlidir (Kolektif 1987: 109).

Divan’ında Arapça şiirleri, Farsça Divançe’si ve Türkçe şiirleri bulunan şair, bu dillerde şiir söyleyebilecek derecede her üç dile de hâkimdir. Hatta Arapça ve Farsçaya olan vukufiyeti bu dillerin manzum sözlüğünü yazabilecek derecede ileridir. Bu eserlerinin dışında manzum hikâyeciliğin tipik örneklerinden olan Şevk-engîz mesnevisi ve nasihat-nâme türünde yazdığı Lutfiyye mesnevisiyle bu alanlarda da varlığını ortaya koyan şair, münşeât ve hezeliyatlarıyla da adından söz ettirmiştir. Kaynaklarda genel olarak onun şiirlerinin lirizmden yoksun ve kuru olduğu değerlendirilmekle beraber kolay söyleyebilen bir şair olduğu herkesçe kabul edilmektedir (Yenikale 21).

Klasik Türk şiirinde şairlerin poetik görüşleri hakkında belli bir kanaate sahip olmanın yollarından bir diğeri de yazmış oldukları şiirlere bakmaktan geçer. Çünkü bu gelenek içinde yetişen divan şairleri, mensup oldukları edebî anlayışın kendilerine telkin ettiği ifade şekillerinden de ilham alarak her fırsatta şiir ve sanat üzerine birtakım değerlendirmelerde bulunmaktan geri durmamışlardır. Bu geleneğin başarılı bir temsilcisi olan Sümbülzade Vehbî de şiir ve şairlik üzerine birtakım değerlendirmelerde bulunmaktan geri durmamış ve özellikle yazmış olduğu kasidelerde ve bazı gazellerin makta beyitlerinde adeta poetikasını da ortaya koymuştur.

  1. Şiir Hakkındaki Görüşleri

Sümbülzade Vehbî, birçok divan şairi gibi ideal bir şiirin sahip olması gereken özellikler hakkında bazı değerlendirmelerde bulunmuştur.

1.1. Mana

Vehbî’ye göre şiirde bulunması gereken özelliklerin başında mana gelir. Çünkü söz ehli, sadece manada lezzet bulduğu için ondaki tatlılığı şekerde bulmak mümkün değildir:

Bulur ehl-i sühan ma’nâda lezzet

Ne mümkindir şekerde ol halâvet                  K. 6/14

 

“Kelime kalıplarına mana ruhunu üfleyen, İsa’nın nefesinin feyzi gibi can bağışlayan sözler midir?” dediği aşağıdaki beyitte ise mananın sözlere canlılık katan bir yönünün olduğunu vurgulamıştır:

Kâlıb-ı elfâza nefh-i rûh-ı ma’nâ eyleyen

Nutk-ı cân-bahşıñ mıdır feyz-i dem-i ‘Îsâ mıdır        K. 31/11

 

Ancak mana, şiirde şairin fikir süzgecinden geçerek işlenmeli, girmiş olduğu kalıp içinde iğreti durmamalıdır. Vehbî, bu durumu  “Mana gümüşü, düşünce kuyumcusunun tavasında erimedikçe söz mührünün damgasının yerine geçemez.” şeklinde açıklar:

Pûte-i zerger-i endîşede kâl olmayıcak

Sîm-i ma’nâ olamaz kâbil-i tamgâ-yı sühan             K. 51/10

 

Söz şekerini isteyen papağan (şair), başkaları tarafından çiğnenmiş sözleri mükerrer şeker olsa bile asla ağzına almaz. Çünkü kullanılmış elbiseye benzeyen eski mazmunları giyen söz, sahip olduğu yüceliği gösteremez:

Agzına almaz eger kand-i mükerrer olsa

Lafz-ı hâyîdeyi tûtî-i şeker-hâ-yı sühan       

 

Köhne mazmûn giyip ol câme-i müsta’mel ile

Şîvesin gösteremez kâmet-i bâlâ-yı sühan                K. 51/76-77

 

1.2. Tab’ (Yaratılış Özelliği)

Vehbî, şiirin tab’a yiğitlik veren bir özelliğe sahip olduğu kanaatindedir. Ona göre yiğitlik tab’a şiir ile gelir ve bunu cesurca eserlerde tahrik eder:

Gelir eş’âr ile tab’a celâdet

Eder tahrîk âsâr-ı şecâ’at                  K. 6/9

 

Ehl-i tab’a renkli neşe veren mazmun varken gül renkli kadehe ise ihtiyaç yoktur:

Verirken neş’e-i rengîni mazmûn

Ne hâcet ehl-i tab’a câm-ı gül-gûn               K. 6/16

 

Vehbî’ye göre şiirde olması gereken özelliklerden biri de özlü sözler içermesidir. Bunların başında da “durûb-ı emsâl” yani atasözleri gelir. Çünkü ona göre şiirde atasözünün etkisi kılıç darbesine benzer:

Fazl u ‘irfânı egerçi mesel-i sâ’irdir

Darb-ı şemşîri de ‘âlemde durûb-ı emsâl     K. 24/16

 

1.3.Fikir

Vehbî, şairlerin yazdıkları renkli şiirlerin düşünce küpünde şarap gibi saf olmayınca söz şişesinin süsü olamayacağını söylerken şiirdeki fikrî özelliğin önemine dikkate çeker:

Hum-ı endîşede sahbâ gibi sâf olmayıcak

Nazm-ı rengîn olamaz zîver-i mînâ-yı sühan            K. 51/15

 

Ona göre şiir bu özelliklere sahip olunca işte o zaman söz, Dârâ gibi fikir ordusuyla mana memleketini alarak büyüklüğünü ve şanını gösterecektir:

Ceyş-i fikr ile alıp memleket-i ma’nâyı

Gösterir şevket ü dârâtını Dârâ-yı sühan                 K. 51/17

 

Dalgıç misali fikir denizine daldıkça beğenilen cevherler çıkardığını söylerken hem bu işi yapmaktaki maharetini ön plana çıkarır hem de şiir ile fikir arasındaki ilişkiye dikkat çeker:

Tab’-ı Vehbî çıkarır böyle pesendîde güher

Gavtâ etdikçe yem-i fikre misâl-i gavvâs                  G. 129-5

 

1.4. Hayal

Vehbî’ye göre şiirde olması gereken bir diğer özellik de renkli hayallere sahip olmasıdır. Çünkü şiirde renkli hayallerin parlaklığı olmasa hiç kimse onun yüzüne bakmayacaktır:

Kimse bakmaz yüzüne tâb-ı hayâl-i rengîn

Olmasa gâze-i ruhsâr-ı dil-ârâ-yı sühan       K. 51/11

 

Şiirde hayal gözünün sapa vadilerden, sözün ayaklarının ise gidilmemiş yollardan geçmesi gerektiğini söylediği aşağıdaki beyitte ise şiirdeki özgünlüğün hayallerin işlenmesiyle gerçekleşeceğini belirtir:

Sapa vâdîleri seyrân ederek çeşm-i hayâl

Reh-i nâ-refteyi geşt etmelidir pây-ı sühan   K. 51/21

 

Ona göre şairin cevherler saçan sözleriyle dünyadaki hayallerin her biri güzel bir şekle girmelidir:

Cevher-i nutk-ı güher-bârı ile ‘âlemde

Hüsn-i sûret bula efrâd-ı heyûlâ-yı sühan                K. 51/7

 

Çünkü gönlü hüner denizi, tabiatı da söz cevheri saçmayan şairin şiirine inci dizisi denemez:

Nazmına silk-i cevâhir mi denir olmayanıñ

Dili deryâ-yı hüner tab’ı güher-zây-ı sühan             K. 51/9

 

Şair kalemiyle meşhur hayallere tuğra çekerse işte o zaman söz mülkünün sultanı olacaktır:

Hüsrev-i mülk-i sühan aña denir kim kalemi

Çeke menşûr-ı hayâlâtına tugrâ-yı sühan                 K. 51/3

 

Karga nasıl ki taklit ederek nağme okuyarak bülbül olamazsa yabancı söz ile de manaya başvurulamaz. Bu yüzden başka hayalleri şiire katmamak gerekir. Çünkü iğreti elbise ile süslenmek olmaz:

Sühan-i gayr ile ma’nâya tevessül mü olur

Zâg taklîd-i nagam etse de bülbül mü olur

Vehbiyâ nazmıña derc etme hayâl-i digeri

‘Âriyet câme ile ‘arz-ı tecemmül mü olur                 R.16

 

 

 

 

1.5. Aşk

Şiiri etkileyici kılan özelliklerden biri de içerisinde aşk ateşinden izler taşımasıdır. Eğer gönül buhurdanında aşk ateşinin izleri olursa, ambere benzeyen sözün hoş kokusu işte o zaman her yere yayılır:

Micmer-i dilde olursa eser-i âteş-i ‘aşk

Neşr eder râyihasın ‘anber-i sârâ-yı sühan              K. 51/14

 

  1. Şairlik Hakkındaki Görüşleri

Vehbî’ye göre şairlik, Allah vergisi olan bir hediyedir. Her insan buna mazhar olamaz. Herkesçe kabul edilen şiirin kaynağı ilham olmasaydı, herkes onu tahsil ile elde ederdi. Yine de herkesin şair olmak istediğini söyleyen Vehbî, Allah’ın feyzi olmadıktan sonra elden bir şeyin gelmeyeceğini söyler:

‘Atâ-yı şâ’iriyyetdir Hudâ-dâd

Aña mazhar degil her âdemî-zâd

 

Sünûhât olmasa nazm-ı müsellem

Ederdi kesb ü tahsîl anı ‘âlem

 

Egerçi herkes ister ola şâ’ir

Hudâ feyz etmese ammâ ne kâdir      K. 6/35-37

 

Ona göre iyi bir şair olmak için Allah vergisi olan yaratılıştan gelen meziyetlere sahip olmanın yanında birtakım bilgilere de sahip olmak gerekir. Bunun için de güzel sözler söylemek isteyenler ve gazel yazmaya talip olanların ilk önce ilim öğrenmesi gerekir:

Tâlib-i nazm-ı gazel ‘ilme çalışsın evvel

Leyte şi’rî deyü eylerse temennâ-yı sühan    K. 51/25

 

Çünkü ilim ile şiir, mana bakımından birbirinin yerine kullanılan iki kelime oldukları için bilgili bir şair ile cahil bir şairin denk olması düşünülemez:

‘İlm ü şi’r ikisi ma’nâda mürâdifler iken

Bir midir şâ’ir-i nâdân ile dânâ-yı sühan     K. 51/26

 

Söz incisinin her gönülde değil bilgi denizine benzeyen göğüs sedefinde olacağını söyleyerek herkesin şair olamayacağını ima ederken şairde olması gereken vasıflardan biri de bilgi olduğunu belirtir:

Sadef-i sîne-i deryâ-yı ma’ârifde olur

Yohsa her dilde bulunmaz dür-i yektâ-yı sühan        K. 51/20

 

Şair, öncelikle lügat ve sentaks bakımından sözün maksada uygunluğu olan ilm-i ma’ânîyi bilmeli; sözün istiare, kinaye, hakikat, mecaz ve teşbihle cereyan ettiğinin farkında olmalı ve bunları iyi bir şekilde bilmelidir:

Evvelâ ilm-i ma’ânîde mahâret lâzım

Bilmege nükte-i serbeste-i ma’nâ-yı sühan

 

İsti’ârât ü kinâyât ü hakîkatle mecâz

Dâ’imâ olmadadır cârî-i mecrâ-yı sühan

 

Ahsen-i sûret-i vech-i şebehi bilmeyicek

Neye teşbîh olunur vech-i dil-ârâ-yı sühan               K. 51/27-29

 

Vehbî’ye göre şairler, sözün kadrini bilen hüner denizi gibidirler. Çünkü onların şiirleri, mana ipliğine dizilmiş cevhere benzer:

Sühan kadrin bilir bahr-ı hünerdir

Ki nazmı silk-i ma’nâda güherdir                 K. 6/4

 

Şair, Hassan gibi Cebrail’in nefesiyle kalbine sözler ilham ettiği kişidir:

Şâ’ir oldur ki anıñ kalbine Hassân gibi

Nefha-i Rûh-ı Emîn eyleye ilkâ-yı sühan       K. 51/2

 

Bu yüzden şairin sözleri Kelîm (Hz. Musa)’in gösterdiği yed-i beyza mucizesi gibi parlak fikirlere sahip olmalı ve canlılık veren nefesi de tıpkı Hz. İsa’nın nefesi gibi bir söze can vermelidir:

Eyleye şa’şa’a-i fikreti mânend-i Kelîm

Ceyb-i ma’nâda nümûde yed-i beyzâ-yı sühan

 

Dem-i ‘Îsâ gibi enfâs-ı hayât-efzâsı

Ede bir nutk-ı revân-bahş ile ihyâ-yı sühan             K. 51/4-5

 

Onun nehre benzeyen nazmı, âb-ı hayata bedel olmalı, Hızır ve İskender’i suya gark etmelidir:

Hızr u İskender’i sîr-âb ede cûy-ı nazmı

Eylese âb-ı hayâta bedel icrâ-yı sühan                     K. 51/6

 

Şairin yaratılışı parlak ayna gibi olmalı ki söz papağanları ondan “Mantıku’t-Tayr” okumalıdır:

Tab’ı âyîne-i işrâk ola tâ kim andan

Mantıku’t-tayr okuya tûtî vü bebgâ-yı sühan            K. 51/8

 

Söz ustaları yani şairler elbette nükteli, zarif ve yerinde söyleyişlere sahip olmalıdır:

Olur elbette üstâd-ı sühanver

Mahal-gûy u zarîf ü nükte-perver      K. 6/18

 

Şiir Anka’sının yükseklerde uçabilmesi için, Farsça ve Arapça gibi iki kanada ihtiyacı olduğunu söylerken aslında iyi bir şair olmanın yolunun da bu iki dile hâkim olmaktan geçtiğini ihsas ettirir:

Fârisî vü ‘Arabî’den iki şehbâl ister

Tâ ki pervâz-ı bülend eyleye ‘Ankâ-yı sühan            K. 51/30

 

2.1.Kendi Şairliği Hakkındaki Görüşleri

Vehbî’nin şiir ve şairlik üzerine yaptığı değerlendirmelerden bazıları kendi şiirlerinden hareketle aşağıda açıklanmıştır.

Vehbî, binlerce rint meşrep söz ehli gelip geçse de kendisi gibi edası takdir gören bir şairin görülmediği iddiasındadır:

Vehbî gibi edâsı hoş-âyende görmedik

Gerçi hezâr rind-i sühan-dân gelir geçer     G. 50/7

 

Delinmemiş inciye benzeyen nazım cevherinin, hiçbir şairin hayal ipliğinden geçmemiş olmasıyla övünür:

Geçmemiş bir şâ’iriñ silk-i hayâlinden henüz

Vehbiyâ bu gevher-i nazmım dür-i nâ-süftedir         G. 60/5

Böyle cevherler çıkarmak isteyen şiire aşina kişiler bu işi ancak hayal denizinin derinliklerine dalarak başarabilirler:

Böyle gevherler çıkarmak isteyen nazm-âşinâ

Vehbiyâ bahr-ı hayâliñ ka’rına talmalıdır                G. 68/5

 

Nükteden anlayanlar, kendisinin bu taze zemini beğenerek nazire yazmaya çalışırsa bu yerinde olacaktır:

Bu tâze zemîni begenip nükte-şinâsân

İnşâd-ı nazîre edelim derse yeridir

 

Vehbî gül-i ter gibi gazel söylemesin mi

Hoy-kerde ruhuñ vasfına kim verd-i tarîdir              G. 64/9-10

 

Sahip olduğu irfan süsüyle marifet feyzinin kendisinde ödünç değil bir Allah vergisi olduğunu söyleyerek bu duruma hem övünmüş olur hem de şükretmekten geri durmaz:

Bi-hamdi’llâh ki feyz-i ma’rifetle zîver-i ‘irfân

Degildir ‘âriyet tab’ımda Vehbî-i İlâhîdir                G. 80/5

 

Nazmının saf suyunu Hızır’a içirince ondan “Bizim çeşmemiz böyle ebedî hayat vermez.” cevabını aldığını söylerken şairlikteki kudretiyle övünür:

Zülâl-i nazmı işrâb eyledim Hızr’a dedi Vehbî

Bizim ser-çeşmemiz böyle hayât-ı câvidân vermez   G. 109/7

 

“Ey Vehbî! Hayalinin kadehindeki bu Acem şiirinin neşesi nedir? (Yoksa) Hâfız sana Şiraz’ın şarabını mı içirmiştir?” derken de şairlikteki maharetine vurgu yapar:

Nedir bu neş’e-i nazm-ı ‘Acem câm-ı hayâliñde

Mey-i Şîrâz içirmiş var ise Vehbî saña Hâfız            G. 138/5

 

Tab’ının dalgıcının, mana denizinden çıkıp nazmın söz ipliğinde görülmemiş cevherler gösterdiği kanaatindedir:

Yine gavvâs-ı tab’ım bahr-ı ma’nâdan çıkıp Vehbî

Sühan silkinde nazmın gevher-i nâ-yâb göstermiş    G. 121/9

 

Kalemini tenasüp sanatıyla bir araya getirip manayı lafza, lafzı manaya yakıştırdığını söylerken şiirde söz ile mananın imtizacının önemini vurgular:

Tenâsüb san’atıyla hâmesin der-dest edip Vehbî

Yine ma’nâyı lafza lafzı ma’nâya yakışdırmış          G. 123/4

 

Söz meclisinde Hâfız yaratılışıyla kendine neşe kaynağı olan unsurun Şiraz’ın içkisi olduğunu söylerken kendisini İran’ın ünlü şairlerinden Hâfız ile bir görür:

Bezm-i sühanda meşreb-i Hâfız’la Vehbiyâ

Bu neş’eyi veren mey-i Şîrâz’dır baña                      G. 9/7

 

Vehbî, yazdığı şiirleri hasetçilerin kıskanmasına bir anlam veremez. Çünkü bunlar çalışılarak elde edilmemiş olup bir Allah vergisidir:

Niçün bîhûde hâsid reşk eder güftâr-ı Vehbî’ye

‘Aceb bilmez mi kim kesbî degil dâd-ı Hudâ’dır bu  G. 215/5

 

Mana atının tab’ının heybetiyle övündüğünü söyleyen şair, bu durumun normal karşılanması gerektiğini ihsas ettirir. Çünkü şahların altında, atların yücesi olur:

Fahr eder şevket-i tab’ımla semend-i ma’nâ

Vehbiyâ esbiñ olur rif’ati şâh altında                       G. 233/7

 

Vehbî, söz ehlinin hazmı kolay olan saf suya benzeyen sözlerini hazmedememesine şaşırır:

Vehbî sözüm zülâl gibi hoş-güvâr iken

Hazm eylemez niçün yine ehl-i sühan beni   G. 240/7

 

Şair, yazmış olduğu şiirlerin sanat gücü bakımından güçlü olduğu inancındadır. Bu yüzden diğer şairlerin nazire yazması için kalemle hitapta bulunması gerektiği düşüncesini dile getirirken aslında sahip olduğu şairlik kudretiyle övünür:

Nazîre söyle deyü ehl-i nazma ey Vehbî

Kalemle eyle bu fasl-ı hitâb içinde hitâb      G. 15/9

 

Şair, her sözünün mana ruhlarına hayat verdiğini, Allah’ın Hz. İsa’nın mucizesini söyleyiş kabiliyetinde gizlediğini iddia eder:

Hayât-efzâ olur ma’nâ-yı rûhânîye her lafzım

Hudâ nutkumda pinhân etmiş i’câz-ı Mesîhâ’yı       K. 34/47

 

Vehbî şiirdeki maksat ilim ise her türlü ilme intisabının olduğunu, yok eğer belagat ise sözleriyle Sehban’ı bile susturabileceğini söyler:

Eger ‘ilm ise maksad her fünûna intisâbım var

Belâgat ise ebkem eylerim nutkumla Sehbân’ı         K. 27/24

 

  1. Şiir ve Şair Eleştirisi

Vehbî kötü mahlas kullanan düzensiz bir alay şairin rezil şiirlerle sözü rezilleştirdiklerini, şiirlerin vezinlerini terazilere koyduklarını ve kafiyeli sözlerin dükkânlarda tartılır olduğunu söyleyerek şiirin ve şairin düştüğü kötü durumdan şikâyet eder:

Bir alay şâ’ir-i nâ-muntazam-ı bed-mahlas

Nazm-ı rüsvâyî ile eyledi rüsvâ-yı sühan

 

Vezn-i eş’ârı terâzûlara vaz’ etmişler

Tartılır şimdi dükânlarda mukaffâ-yı sühan             K. 51/35-36

 

Hatta bu şairleri, Âşık Ömer’in mesleğiyle yetinip aşk ve şevk ile nice kafiyeli sözler söyleyerek sözün nadir cevherini Gevherî güftesine döndürmekle ve şiiri temelinden yıkmakla suçlar:

İktifâ eylediler meslek-i ‘Âşık ‘Ömer’e

‘Aşk u şevk ile niçe kâfiye-cûyâ-yı sühan

 

Gevherî güftesine döndü bugünlerde meded

Güher-i nâdire-i lü’lü’-i lâlâ-yı sühan

 

Hâne-i tab’-ı harâbî gibidir yapdıgı beyt

Yıkdı nazmı temelinden niçe bennâ-yı sühan            K. 51/37-39

 

Bunların sözlerinin hummaya tutulmuşların hezeyanlarına benzediğini, aruz kabzı hastalığına tutulduklarını belirtir:

Ekseri halt-ı kelâmıñ hezeyân-ı mahmûm

‘Acebâ tutdu mu şâ’irleri hummâ-yı sühan

 

‘İllet-i kabz-ı ‘arûzîye düçâr olmuşlar

Yetişip tenkıyeler etsin etibbâ-yı sühan         K. 51/40-41

 

Bu şairler, heceyi bile bilmezken yiğitlik taslayarak söz savaşına girerler:

Çalışır hicve dahi harf-i hecâ bilmez iken

Sanki merdâne olur dâhil-i heycâ-yı sühan

 

Bunların ne kafiye ne vezin ne muhammes ne murabba ne de müsennadan haberleri vardır:

Ne müsecca’ ne mukaffâ ne kelâm-ı mevzûn

Ne muhammes ne murabba’ ne müsennâ-yı sühan   K. 51/44-45

 

Vehbî şair geçinen bu cahillerin divan şiirinin şem ile pervane, Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin, Yusuf ile Züleyha gibi klasik mazmunlarından haberdar olmadıklarını ama yine bunlar üzerinden şiir yazmaktan da geri durmadıklarını söyler:

Sûz-ı pervâne vü şem’e tolaşırlar gâhî

Tutuşur gayret ile şem’-i şeb-ârâ-yı sühan

 

Nevbahâr olsa bahâriyye-i gül bülbül ile

‘Âkıbet köhne bahâr oldu ser-â-pây sühan

 

Zülf añılsa uzadır bahs-i cünûn silsilesin

Niçe dîvâne-i ma’nî niçe şeydâ-yı sühan

 

Mültezem menkıbe-i Kays ise bilmem ne demek

İzdivâc etdi mi Mecnûn ile Leylâ-yı sühan

 

Telh olur sohbet-i Şîrîn ile Ferhâd’a dahi

Ba’d-ez-în tâze vü ter olsa da helvâ-yı sühan

 

Hüsnü var mı bu kadar Yûsuf’u telmîh ederek

Çâk ola perde-i nâmûs-ı Zelîhâ-yı sühan                  K. 51/48-53

 

Bunlar, çocuk ebcedi gibi kusurlu tarihlerini bin hesap etseler de manaya dâhil edemedikleri gibi kendi hesaplarınca hemen bir ta’miyeye başvurarak muamma yazdıklarını düşünürler. Hâlbuki muamma ilminde nükte meziyetleri farklı olsa da gözleri görmeyen bu kişilerin bunu görmeleri imkânsızdır. Bunlar yüzünden tarih düşürmede sözün değeri çok ucuzlamıştır:

Tıfl-ı ebced gibi târîh-i rekîkin edemez

Biñ hisâb etse yine dâhil-i ma’nâ-yı sühan

 

Uydurup kendi hisâbınca hemân ta’miyeye

Zann eder yapdı o bî-çâre mu’ammâ-yı sühan

 

Sikkeyi cehl ile mermerde kazar ol rakamıñ

Etseler nakşını dâg-ı dil-i hârâ-yı sühan

 

Başkadır ‘ilm-i mu’ammâda mezâyâ-yı nikât

Görmez ol dikkat-i nâ-dîdeyi a’mâ-yı sühan            

Narhı altmışlıga indi hele târîhleriñ

Pek ucuzlandı bu bâzârda kâlâ-yı sühan                  K. 51/57-61

 

Şairlik ehliyetine sahip olmayan ve zengin kapılarına giderek gazelim var diye bu kapıları dilenci kapısına çeviren dilenci yaradılışlı bu kişiler yüzünden şair ile dilencinin farkı kalmamıştır:

Niçe nâ-ehl gedâ-tînet ü sâ’il-meşreb

Cerri sermâye eder eylese imlâ-yı sühan

 

Kalmadı şâ’ir ile farkı hemân cerrârıñ

Müntic-i cerr ü sü’âl oldu kazâyâ-yı sühan             

 

Taldılar bâb-ı kibâra gazelim var diyerek

Oldu sâ’il kapısı dergeh-i vâlâ-yı sühan       K. 51/62-64

 

Bunun gibi şair geçinenler her kim öldüyse mezar taşına tarih düşürüp dünyayı murdar, pis tarihleriyle kirletmişlerdir. Bu yazdıkları şiirlerden her konakta bir iki torba bulmak mümkündür:

Kim vefât etse kazıp seng-i mezâra târîh

Cönk ü tûmârın eder mahşere mevtâ-yı sühan

 

Hâsılı ‘âlemi târîh ile telvîs etdi

Niçe murdâr u mülevves hezeyân-lây-ı sühan

 

Câygâh oldu o kâgıdlara battâliyye

Her konakda bulunur bir iki torbâ-yı sühan             K. 51/65-67

 

Ne zaman yeni bir bayram gelse, hemen eski kasideleri götürerek söz hediyesine bir sebep bulurlar. Şiiri tıpkı imsakiye sayfaları gibi halka hediye olarak dağıtmaktan da geri durmazlar. Böylece söz hurmasını iftar mezesi olarak getirmiş gibi sofralara çökerler:

‘Îd-i nev gelse hemân köhne kasîde götürüp

Yeñi eski bulur esbâb-ı ‘atâyâ-yı sühan

 

Eyleyip şi’ri varak-pâre-i imsâkiyye

Ramazânda tagıdır halka hedâyâ-yı sühan

 

Bu tarîk ile çöker sofra-i hulviyyâta

Nukl-i iftâra getirmiş gibi hurmâ-yı sühan               K. 51/68-70

 

Eskilerin şiirlerini define misali bularak sözü haramiler gibi tamamen yağma eden bu kişiler, ayıplarını örtmek için yaptıkları işi selh, ilmam ve tevarüd diyerek yalana başvururlar:

Kudemânıñ bulup âsârını gencîne-misâl

Etdiler cümle harâmî gibi yagmâ-yı sühan  

 

Selh ü ilmâm u tevârüd deyü soñra çalışır

‘Aybını setre niçe düzd-i tüvânâ-yı sühan     K. 51/72-73

 

Bu şairlerden bazıları da Acem hocası gibi sözü Fars lehçesi üzerine inşa eder. Bunlar manaların esasları üzerinde açıklamalarda bulunurken hatalarını bilmeden, Farslılar gibi sözün Sa’ib’i ve Rükna’sı olduklarını iddia ederler. “Buved, mişeved, başed, amed şod” gibi bazı kelimelerle yaptıkları saçma sözleri Farsça sanırlar. Bu şekilde söyledikleri sözlerin, Isfahan’da beste gibi okunduğunu zannederler:

‘Acem âhundu gibi ba’zısı da bes ki deyü

Fârisî lehcesi üzre eder inşâ-yı sühan

 

Vaz’-ı erkân-ı ma’ânîde hatâsın bilmez

‘Acemîler geçinir Sâ’ib ü Rüknâ-yı sühan

 

Buved ü mîşeved ü bâşed ü âmed şud ile

Fârisî oldu sanar yapdıgı saçmâ-yı sühan

 

Zann eder bagladıgı nazmı şikeste beste

Isfahân’da okunur beste-i ra’nâ-yı sühan                 K. 51/78-81

 

Ne kadar utanılacak bir durum ki bunlar Arapça ve Farsça söz söylemek şöyle dursun daha Türkçeyi bile iyi bir şekilde bilmezler:

Ne hacâlet ki henüz bir iyi Türkî bilmez

Tarz-ı Tâzî vü Derî’de ede peydâ-yı sühan               K. 51/86

 

Hatta bu kişiler Çağatayca iki söz bilseler kendilerini Nevâyî zannetmeye başlarlar. Şiiri çocuk oyuncağı sanan bu kişilerin kimi söz ebesi kimi de sözün babası geçinirler:

Çagatayca iki söz bilse Nevâ’î geçinip

Deşt-i Kıbçak’da sanar kendiyi kılgay sühan

 

Şi’ri bâzîçe-i tıflâne eden eşhâsıñ

Kimisi söz ebesidir kimi bâbâ-yı sühan                     K. 51/91-92

 

Vehbî, bir zamanlar da bu tarzda şairler çoğaldığı için “Kaldırım taşları altında birer şair var.” diyerek rahatsızlığını dile getiren Sâbit’i hatırlatır ve eğer o hayatta olsaydı menfezlerden çıkarak kaldırımlarda gezen bir sürü şair göreceğini söyler:

Bir zamânda yine bu tarza zuhûr eyleyicek

Herze-gerdân-ı ser-i kûçe vü sahrâ-yı sühan

                                            

Kaldırım taşları altında birer şâ’ir var

Deyü taş urmuş idi Sâbit-i dânâ-yı sühan

 

Şimdi görseydi neler çıkdı o menfezlerden

Kaldırımlarda gezer bir sürü pûyâ-yı sühan             K. 51/93-95

 

Vehbî bunun gibiler yüzünden artık şair olduğunu söylemekten ar ettiğini söyleyerek belagat hükümlerindeki söz fetvasına göre hırsızlık yapan bu şairlerin dilinin kesilmesi gerektiğini düşünür:

Şâ’iriz biz de deyü söylemege ‘âr ederiz

Oldu rüsvâ bu kadar sûret-i zîbâ-yı sühan    K. 51/71

 

Sirkat-i şi’r edene kat’-ı zebân lâzımdır

Böyledir şer’-i belâgatde fetâvâ-yı sühan     K. 51/74

 

Sonuç

  1. Yüzyıl divan edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Sümbülzade Vehbî, hem devlet adamlığı hem de şairliği bakımından devrinde hüsnü kabul görmüş biridir. Sultanuşşuara unvanıyla şairlikteki mahareti tescil edilen Vehbî, her ne kadar devrinde şairler sultanı unvanına layık görülmüş olsa da şiir ve şairlik üzerine bazı değerlendirmelerde bulunmaktan geri durmamıştır. Özellikle sühan redifli kasidesinde ve gazellerinin makta beyitlerinde yaptığı değerlendirmelerde ideal bir şiirin ve iyi bir şairin sahip olması gereken özellikler üzerinde duran Vehbî’ye göre şiir; bir ilham işidir ve mana, fikir, hayal ve aşkı içinde barındırmalıdır. Şairlik ise kişiye Allah vergisi olan bir ihsandır. Her insanın buna mazhar olması düşünülemez.

Sahip olduğu sultanuşşuara unvanıyla birlikte kendi şairliği üzerine de bazı yorumlarda bulunan Vehbî, diğer divan şairleri gibi kendi şairliğiyle övünmüştür. Ona göre şairlik, kendisine Allah vergisi bir lütuftur. Yazmış olduğu hayal dolu ince anlamlar taşıyan sözlerini herkesin anlamamasını doğal gören Vehbî, şairlikteki bu kudretinin başka şairlerce kıskanılmasına ise bir anlam veremez.

Sümbülzade Vehbî, yaşamış olduğu dönemde yeteneksiz şairler ve şiirin düşmüş olduğu durum karşısında eleştirilerini de dile getirmiştir. Vehbî’ye göre şairlikten nasibini almamış bir yığın şair, kafiyeli ve vezinli söyledikleri her sözü şiir sanarak şiiri ayağa düşürmüştür. Ne kafiye ne vezin de nazım şekilleri hakkında hiçbir bilgileri olmayan bu gibi şairleri, Âşık Ömer’in mesleğiyle yetinip sözün nadir cevherini Gevherî güftesine döndürüp şiiri temelinden yıkmakla suçlar.

 

KAYNAKÇA

 

DEVELLİOĞLU, Ferit. (2003) Osmanlıca-Türkçe Sözlük. Ankara: Aydın Kitabevi.

KAZAN, Şevkiye (2004). “Divan Şiirinde Önemli Bir Leitmotif: Sühan Redifli Şiirler”. Çankaya Üniversitesi Journal of Art and Science 2 (2): 75-104.

KOLEKTİF (1987). Büyük Türk Klasikleri. İstanbul: Ötüken-Söğüt Yayınları, C.VII.

YENİKALE, Ahmet, Sünbül-zade Vehbî Dîvânı, Kültür ve Turizm Bak. Yay., e-kitap, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-292567/h/sunbul-zade-vehbi.pdf,  [E.T. 25.07.2017].

* Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, yunuskaplan80@mynet.com.

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version