Kurtuluşun şifreleri hangi olayların içinde gizlidir, bunu bir çırpıda bilmek zordur.
Kendi topraklarında, kendi evlerini yakan Maraşlının ruh haletinde mi? Düşmanın bir İslam beldesini işgal ederek, oradaki insanları kendi esaretinin altına almasında mı gizli? Yoksa İmam adlı sütçünün Türk kadınının namusuna el uzatan Fransız-Ermenilerine sıktığı kurşunda mı gizli? Ya da Ulu camide “Kalesinde bayrağı dalgalanmayan bir beldede Cuma namazı kılınmaz” fetvasında mı? Bir başka ihtimal şifreler Abdal Halil Ağa’nın tokmağında mı gizlidir?
Belki de bu şifre bütün bu olayların arkasında Türkiye’nin uyanışında gizlidir. Şifrenin tespiti o kadar zor olmuştur ki; bunun için kelleler verilmiştir. Yedi düvel Anadolu’dan ders alarak gitmiştir. Yer yarılmış, gök gürlemiştir.
Mondros anlaşması ile Muhteşem İmparatorluk ipe çekilmiş. Adeta tarihten Türk devleti silinmiştir. Ama bir şifre var idi. Bunu sezemiyordu düşmanlar. Eline Kuran’ı alan İngiliz başbakanı “Bunu Türklerin gönlünden silemezseniz onları teslim alamazsınız.”demişti ya! İşte en önemli şifre burada gizli idi…
Anlaştılar. Paylaştılar. Denklemin bir tarafında Maraş, diğer tarafında İngiliz +Fransız + Ermeniler vardı. Belki de burada da şifrenin bazı harfleri gizli idi. Öyle de oldu. Önce İngilizler geldi. Şifrenin bir harfi yerine oturdu. Ermeniler bir dirsek teması yaptı İngilizlerle. İngiliz şifrenin yumuşak harfi idi.
Daha İngilizler Maraş’ı terk ederken, Fransızlar girdi şehre. Tarih 29 Ekim 1919. Denklemin bir tarafı çözülecekti. Şifreler bulunmaya başladı. İngilizler plana göre 3 Kasımda şehri terk edeceklerdi. Şifre çözülecekdi. Ama 31 Ekim Maraşlı hanımlar hamama gidecekler.
O gün gökyüzü bir sevinçle uzattı güneşin parmaklarını… O gün sabah ezanı daha gür okunuyordu. Sütçü İmam her zamanki gibi Çınarlı camisinde kıldı sabah namazını. Tatlı bir sessizlik vardı cemaatte. Sütçü İmam bir güğüm süt aldı her zamanki gibi. Dükkanına oturdu. Sütü ocağa koydu. Tesbihatına devam etti. Şehir uyunıyordu… Uzunoluk deresi akıyordu önde. Karşıda kıraathane vardı. Maraş’ın insanları orada buluşuyordu. Ocaktaki sütü karıştıran el sanki bir şifrenin harfi idi. Bir tabanca vardı ama çok eski idi. İçin de mermi vardı ama o mermiler nasıl dışarı çıkar bilinmiyordu. Onlar öyle bekliyordu. O tabanca, o mermiler ve o an, hepsi şifrenin harflerini oluşturuyordu. Zaman hızla ilerliyordu. Vakit öğle oldu. Kadınlar hamama gelmeye başladılar. Bu hamama gelen kadınlardan iki tanesi şifrenin iki harfi idi. Vakit ilerledikçe şifrenin harfleri tamamlanıyordu. Hamamdan çıkma vakti geldi. O an geldi. İki Fransız asker ile Fransız elbiseli Ermeniler yaklaştı. İki kadın ve çocuk çıktı hamamdan. Şifrenin içinde çocuk da vardı. Fransızların hayası ve terbiyesi yoktu. Ermeniler namus ve vatan düşmanı idi. Vefasız insanlardı. Kadınlarımıza el ile sarkıntılık ettiler. Kıraathanede oturan Çakmakçı Said de vardı şifrenin içinde. Önce o atladı düşmanın üstüne. Ama şehit olmuştu bile. O sırada Sütçü İmam’ın elindeki silah o anı kaçırmadı. İçindeki kurşunlar iki Fransızın vücuduna isabet etti leşleri yere serildi… Şifrenin bir bölümü böyle tamamlandı.
Tabii ki bu şifreyi bir gün önce Fransızları karşılamak için davulcubaşı Abdal Halil Ağa’yı karşılama töreninde davul çalması için çağıran Hırlakyan’ın çözmesi veya bilmesi mümkün mü? Halil Ağa’nın “Bana bak Hırlakyan Ağa davulumun kasnağını altınla doldursan bu davul çalmaz. Ben Müslüman kardeşimin bağrına tokmak vurmam. Bu din bahsidir.” Bakınız tarihe yazılmanın keyfine. Şifrenin bir harfi de buradadır.
Şifrenin son harfleri bana göre Av. Mehmet Ali Kısakürek Beyin beyannamesinde duruyordu sanki. Bir sabah namazı baktı ki kalede nazlı dalgalanan bayrağımız yok. Ay yıldızlı kırmızı bayrağımızın yerinde bir paçavra var. Onu Fransız komutan Ermeni Hırlakyan’ın torununun bir dansı için indirmişti. Sanki orada da şifrenin bir harfi gizli. Fransız komutan,Hırlak’ın torunu, bayrak ne ilişki varsa. Maksat şifre çözülecek ya… Öylede oldu.
Mehmet Ali Kısakürek Bey “Alem-i İslam’a Hitap” adında bir bildiri yayınladı. Ulu cami başta olmak üzere tüm cami ve mahalle teşkilatlarına duyurdu. Günlerden cuma. Bu bildiriyi okuyan Maraşlılar Ulu camide toplanmaya başladı. Cuma vakti bekleniyordu. Kalede bayrağın olmaması hüznü çökmüştü cemaatin üzerine. Vakit yaklaştı. Herkes caminin içine girdi. Hutbe bekleniyordu. Cemaatin ortasından bir ses yükseldi. İşte o ses şifrenin en önemli harfi idi. “Kalesinde bayrağı dalgalanmayan bir beldede cuma namazı kılmak caiz değildir.” İşte kale! İşte namaz!
Fransız komutan, Maraşlı bir yiğit olan Aşıklıoğlu Hüseyin ile karşılaşıp şöyle söylüyor: ”Bir bez parçası için bu kadar niye kıyamet koparıyorsunuz?”
Aşıklıoğlu Hüseyin ona unutamayacağı bir ders veriyor: “Bana bak komutan biz bayrağımız için yaşarız. O olmazsa önce çocuklarımızı sonra kendimizi yakarız. Bu topraklar bize mezar olmadan düşmana gülizar olmaz.” İşte şifrelerin harfleri… Söz altın harflerle tarih sayfalarına yazıldı. ”MARAŞ BİZE MEZAR OLMADAN DÜŞMANA GÜLİZAR OLAMAZ.”
Şair diyor ki:
SENİN ŞEHİT KANIYLA YOĞRULMUŞ DAĞIN TAŞIN
TARİHLE YAŞAYACAK BÜYÜK İMAN SAVAŞIN
EĞİLMEDİ KÜFFARA, EĞİLMEYECEK BAŞIN
SELAM, ALLAH YOLUNDA CAN VEREN
ARKADAŞIM
SELAM SİZE GAZİLER,SELAM SANA
MARAŞ’IM.
İşte 12 Şubat ruhu budur!