Site icon Teketek Haber

MOĞOL İSTİLASI VE İLHANLILAR DÖNEMİNDE MARAŞ BÖLGESİ

Mustafa AKKUŞ*

Giriş

XIII. yüzyıl dünya tarihini yeniden şekillendiren Moğolların lideri Cengiz Han, bir dünya gücü haline getirdiği Moğol ordusu ile Çin’i istila edip, Uygurlar ve Karahıtayları kendisine tabi kıldıktan sonra İslam dünyası ile karşı karşıya kalmış, İslam dünyası için kâbusa dönen başta Harzemşahlarla başlayan, zamanla Abbasi toprakları ve Anadolu’yu da içine alan Moğol İstilasını başlatmıştır.[1] Cengiz Han 1227 yılındaki ölümüne kadar ömrünü İslam dünyasının o dönemde en büyük devleti sayılan Harzemşahlar ülkesini istilayla geçirmiştir.

Ögedey Han döneminde (1229-1241) ünlü Moğol komutanı Çurmagon Noyan, kırk bin kişilik bir kuvvetle İran’ı geçerek, Baycu, Yake, Melikşah ve Yasavur (Yisa’ur) isimli tümen beyleri ile Celaleddin Harzemşah’ı ortadan kaldırmak için görevlendirilmiştir.[2] Çurmagun Noyan, Celaleddin Harzemşah’ın peşine düşmüş, Amid dolaylarında Harzemşah ordusunu dağıtarak Celalettin’in Silvan dağlarında öldürülmesiyle de Harzemşahlar Devleti son bulmuştur. (15 Ağustos 1231)[3] Çurmagon Noyan Azerbaycan’ı alıp karargâhını Muğan ovasına kurduktan sonra Ermeni ve Gürcüleri itaat altına almasıyla da bu esnada Ortadoğu’nun en kuvvetli devleti olarak görülen Anadolu Selçuklu Devleti’nin sınırlarına dayanmıştır.

Anadolu’nun istilası Azerbaycan’daki Moğol kuvvetlerinin başına Çurmagun Noyan’ın rahatsızlığı üzerine yerine Sinüit boyundan Baycu Kurçi’nin 1242 yılında tayin edilmesi ile başlamıştır.[4] Baycu Noyan aynı yıl Anadolu’ya saldırıp Erzurum’u işgal ederek büyük bir yağma ve katliam yapıp şehri harabeye çevirdikten sonra Mugan’daki karargâhına dönmüştür. Ancak asıl istila 1243 yılında Kösedağ yenilgisiyle yaşanmıştır. İstila döneminde Baycu Noyan idaresindeki Moğolların Maraş bölgesi sınırlarına ilk girişleri Sivas ve Kayseri’nin zapt edilmesi olayıdır. Böylece Kösedağ’la başlayarak Hulâgü Han’ın bölgeye gelişi ve İlhanlı Devletinin kuruluşuna kadar devam eden İstila süreci başlamış oldu.

 

Moğol İstilası Döneminde Maraş ve Çevresi (1243-1258)

İslam Dünyasına karşı başlayan Moğol istilasının Anadolu sınırlarına dayandığı XIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Anadolu Selçuklu Devleti, Orta Doğu’nun en kuvvetli devleti olarak görülüyordu. Devletin başında bulunan ve Moğol selinin er geç kendi sınırlarına da ulaşacağını düşünen Alâeddin Keykubad (1220–1237), tedbirler almaya başlamış, Konya başta olmak üzere Sivas, Kayseri, Erzurum, Amasya, Malatya ve Erzincan gibi önemli şehirlerin kale ve surlarını da tamir ve tahkim ettirmeyi ihmal etmemiş,[5] Anadolu’da güçlü bir merkezi yönetim kurmayı başarmıştı.[6] Ancak onun vefatının ardından oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahta geçmesiyle bu durum tersine dönmüştür.

Sultan I. Alâeddin Keykubâd’ın tesis ettiği düzen II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in yönetimde gösterdiği zafiyetler sonucunda bozularak Selçukluların güç ve kudreti sarsılmaya başladı. II. Gıyâseddin’in yönetimdeki becerisizliği ve Babai isyanını bastırmak için alınan tedbirlerin yetersizliği, Selçuklu sınırlarında fırsat bekleyen Moğollara aradıkları imkan ve cesareti sağladı. Anadolu için büyük tehdit olan bu tehlike 1242’de Erzurum’un işgal edilmesiyle başladı.[7] Babaî isyanındaki ve Erzurum işgalindeki zafiyetten cesaret alarak Anadolu’ya tekrar giren Baycu Noyan’ın Kösedağ’da Selçukluları mağlup etmesiyle Anadolu Selçuklular için istila dönemi başlamış oldu.(1243)[8] Sivas ve özelliklede Kayseri’nin düşmesiyle her ikisine de komşu olan Maraş ve bölgesinin de Moğol hâkimiyeti altına girdiğini söylemek mümkündür.

Moğolların Maraş bölgesine ilk gelişleri Kösedağ sonrası Kayseri’nin zaptı sürecindedir. Bu sefer sırasında Moğollar, Elbistan bölgesine girdiler, bölgede yağma faaliyetinde bulunarak buradan geçip Malatya önlerine kadar geldiler. Ancak Malatya’ya girmeyip, şehre bir günlük mesafede olan Bacuze (Bet Gazve) köyü civarında karşılaştıkları Malatya’dan kaçmakta olan bir grubu yakalayıp erkekleri öldürdüler, kadınları ve çocukları esir aldılar. Moğolların elinden kurtulanlar ise dere kenarlarında, mağaralarda ve dağ eteklerinde saklanarak daha sonra perişan bir şekilde Malatya’ya dönebilmişlerdir.[9]

Moğolların Kösedağ ve sonrasında bölge halkına yapılan yağma, vahşet ve kıtaller Anadolu’nun her yerinde büyük bir endişeye sebep oldu. Maraş bölgesinde de oluşan bu korku ve endişeyle şehrin zenginleri ve ileri gelenleri ile şehirde ikâmet eden muhtelif halk tabakaları ve esnaflar da değerli eşyalarını alarak bir kısmı Halep’e doğru kaçmaya başladılar.[10] Bölgede yaşananlara bizzat şahit olan Ebû’l-Ferec, halkın durum ve vaziyeti ile yaşanan sıkıntılar asayişsizlik ve düzensizlik hakkında ayrıntılı bilgiler verir.[11]

Moğolların bölgeye ikinci gelişleri ise Kösedağ’dan sonraki yıl Moğolların tekrar Anadolu’ya girmeleriyledir. 642/ 1244 yılındaki bu Moğol saldırısında Baycu Noyan’ın en kıdemli yardımcılarından olan ve Tümen Beyi rütbesinde bulunan Yasavur Noyan önderliğindeki kuvvetler, Halep üzerine yürüdüler. Yasavur Noyan komutasındaki Moğol ordusu, yerin kuruluğu ve muhitin sıcaklığı yüzden atlarının ayaklarında görülen rahatsızlıktan dolayı buradan dönmek zorunda kaldı. 1244 yılında Halep’ten dönerken Maraş bölgesinden geçerek Malatya’ya gelip burada ordugâhını kuran Yasavur Noyan, Maraş çevresinde büyük katliamlar yaptı. Bölgede ne kadar bağ, bahçe varsa hepsini talan ederek ekinleri askerlerinin hayvanlarına yedirtti. Moğollar bölge halkını tehdit ederek ellerindeki tüm kıymetli mallara el koydular. Ayrıca bölgenin yöneticileri şehrin mabetlerindeki bütün kapları, şamdanlıkları, buhurdanlıkları ve diğer değerli görülen eşyaları toplatarak Moğollara verdi.[12] Bölgeyi yağmalayarak büyük bir tahribat yapan Moğollar, Yasavur Noyan’ın rahatsızlanarak hastalanması üzerine buradan ayrılırken Noyan tedavisinin yapılmasını istemiş, doktor olan Ebû’l-Ferec’in babası, Yasavur Noyan’ı tedavi etmiştir. Ebû’l-Ferec’in babası Yasavur Noyan ile birlikte Harput’a kadar gitmiş, Yasavur Noyan’ın burada iyileşmesiyle Malatya’ya geri dönmüştür.[13]

Yasavur Noyan’ın Maraş bölgesinden ayrılmasından sonra da Moğolların bölgedeki faaliyetleri devam etmiş, Maraş ve çevresini içine alan Elbistan’dan Harput’a kadar olan bölgelerde Türkmenlere karşı taarruzlarda bulunarak katliamlar yapıp yağma ve çapul faaliyetleri göstermişlerdir.[14] Bu olayları akabinde bölgede büyük bir kıtlık ve veba salgını ortaya çıkmış, bunun neticesinde birçok kişi hayatını kaybetmiştir. Kalanlar da çaresizlikten oğullarını ve kızlarını köle ve cariye olarak satmaya başlamıştır. Halkın içinde bulunduğu bu durumu tasvir eden Ebû’l-Ferec, halkın açlıktan bir çörek karşılığında çocuklarını satar hale geldiklerini, ancak çoğu zaman alıcı bulamadıklarını zikretmektedir.[15]

Moğol istilasının Anadolu’da başlattığı siyasi ve askeri çöküntü ile şehirlerdeki yağma ve katliamları kısa sürede sosyal alanda da karışıklık meydana gelmesine neden oldu. Bir de Sultan II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in 1246 yılında vuku bulan ölümünden sonra geride İzzeddin Keykâvus, Rükneddin Kılıçaslan ve Alâeddin Keykubâd adlarında üç erkek evladı kalması ve henüz küçük yaşta olan bu şehzâdelerden hangisinin tahta çıkacağı konusunda ki belirsizlik durumu daha da vahim hale getirdi. Ümeranın kararları ile yaşı diğerlerine göre daha büyük olan II. İzzeddin Keykâvus sultan ilân edilmesi kısa bir sürede olsa rahat bir nefes alınmasını sağladı.[16] Ancak bir süre sonra ortaya çıkan siyasî rekabetler mevcut düzeni bozmaya başladı. Moğol Hanı Güyük Han’ın tahta çıkış merasimine katılarak Han tarafından Selçuklu sultanı ilân edilen ve Moğolların desteğini alan Kılıçaslan, bir süreliğine Moğol baskısının daha az hissedildiği Anadolu’yu daha yoğun bir Moğol tahakkümü altına soktu. Yanında 2000 Moğol askeri ile Anadolu’ya gelen Rükneddin Kılıçaslan yanındaki Moğol askerleri ile birlikte önce Erzincan’a, oradan Sivas’a gelerek sultanlığını ilân etti. Erzincan ve Sivas’ın akabinde Kayseri, Maraş, Malatya, Harput ve Diyarbakır’da da Selçuklu sultanı olarak tanındı (1249).[17] Ancak kısa süre sonra yönetimi tek başında elinde tutmayı düşünen IV. Rükneddin Kılıçaslan, kardeşi II. İzzeddin Keykavus’a karşı mücadeleye girişerek huzur ortamının yeniden bozulmasına sebep oldu. Aksaray’da yapılan savaşı (14 Haziran 1249) II. İzzeddin Keykavus’un kazanmasıyla yeniden sulh sağlandı.[18]

Naibü’s-Saltanat Atabey Emîr Celaleddin Karatay’ın sağladığı huzur ortamı ve Selçuklu tahtında üç kardeşin ortak saltanatı beş yıl sürdü (1249-1254). 1254 yılında Celâleddin Karatay’ın ölümünden sonra, Selçuklu idaresinde bir süreliğine sağlanan nizam ve birlik bozuldu; kardeşler arasında yeniden ihtilaf zuhur etti.[19] II. Alâeddin Keykubâd’ın Moğol hanına gitmesi ve yolda ölümü üzerine IV. Kılıçaslan ile II. İzzeddin Keykâvus arasında saltanat mücadelesi tekrar başladı.[20] Kayseri’ye gelerek burada tahta çıkan IV. Kılıçaslan, sahip olduğu Sivas, Malatya, Harput ve Âmid’le birlikte Kırşehir’in de kendisine verilmesini istiyordu. Ancak bu teklifin kabul edilmemesi üzerine iki kardeşin kuvvetleri arasında 1256 yılında Ahmedhisar’da meydana gelen çarpışmayı yine II. İzzeddin’in kazanmasıyla olaya tekrar Moğollar müdahale etmiş, Moğol komutan Baycu Noyan’ın desteğiyle IV. Kılıçaslan kısa süre de olsa Selçuklu tahtına oturdu (5 Mart 1257).[21]

Anadolu’daki birçok şehir gibi Maraş bölgesi de Moğolların desteklediği ve Anadolu’ya tekrar girmelerine sebep olan IV. Rükneddin Kılıçaslan ile ağabeyi II. İzzeddin Keykavus arsındaki saltanat mücadelesinde büyük zarar gördüler. Özelliklede Moğolların Anadolu’yu terk ettiği dönemlerde IV. Kılıçaslan’ın hâkimiyetindeki Maraş’daki II. İzzeddin taraftarı olan Türkmenlerin isyan ve faaliyetleri bölge halkını zor durumda bıraktı. İlhanlı hükümdarı Hülagü, Bağdat seferine çıkarken bu sefere iştirak etmesi için Baycu Noyan’ı çağırdı. Baycu Noyan’ın Anadolu’dan ayrılması üzerine bu sırada Bizans’a sığınmış olan II. İzzeddin Keykâvus, Bizans’tan sağladığı yardımla tahtını tekrar elde edebilmek için Konya’ya döndü (1 Mayıs 1257).[22] Onun dönüşüyle beraber Türkmenlerinde desteğiyle Anadolu’nun birçok yerinde Moğollar ve Moğol yanlısı iktidara karşı mücadeleler başladı. II. İzzeddin Anadolu’nun her tarafına adamlar göndererek asker toplanmasını emretti. Baycu Noyan’ın korkusuyla ve IV. Kılıçaslan’a biat ettikleri gerekçesiyle bölge halkı II. İzzeddin’in adamlarına tabi olmayıp mücadele etmeleri sıkıntılara yol açtı. Mücadeleler sırasında yaşanan kıtlık ile bir yük buğdayın kilosunun 120 dirheme satılmaya başladığı görülmektedir.[23] II. İzzeddin Keykâvus burada hâkimiyetini tesis için, en güvendiği adamlarından Ali Bahadır’ı bölgeye gönderdi. Ali Bahadır boyu kısa, cüssesi küçük ancak zekâsı yüksek, kuvvetli bir komutan idi. Büyük bir kıtlık yaşayan bölge halkı onu iyi karşıladı. Ali Bahadır’ın otoritesi ile Maraş, Elbistan ve Malatya’da Sultan II. İzzeddin Keykâvus’un hâkimiyeti tesis edildi.[24]

Moğol istilası ile Anadolu’da ortaya çıkan otorite boşluğu eşkıyalık yapan grupların zuhuruna sebep oldu. Maraş ve çevresinde ikamet eden Ağaçeriler, Anadolu ile Suriye arasında bulunan ticaret yolundan geçen kervanları zaman zaman soyarak, buradaki güvenli geçişi tehdit etmeye başlamışlardı. Adıyaman’ın bir köyünden 7 bin büyük baş hayvan ve 45 bin koyun ve keçi almışlardı. II. İzzeddin Keykavus en önemli komutanlarından Ali Bahadır’ı Ağaçerilerin üzerine gönderdi. Ağaçeriler Malatya şehrini devamlı tehdit altında tutmaktaydılar. Bir yandan Ali Bahadır’ın kuvvetleri, diğer yandan da Maraş Emiri İmadeddin’in askerleri Ağaçerileri yurtlarında kıstırarak ağır bir yenilgiye uğrattıkları gibi, liderleri Cuti Bey’i de yakalayarak Malatya’daki Minşar kalesine hapsettiler. Bu başarı ile Anadolu’da asayiş yeniden sağlandı ve ticaret yolları tekrar denetim altına alındı.[25] Ağaçerilerin bertaraf edilmesiyle Maraş bölgesinde sağlanana asayiş ve huzur Baycu’nun bölgeye gelişiyle kısa sürdü.

Maraş ve çevresine dördüncü kez gelen Moğollar, Baycu Noyan, 1258’de Bağdat seferine katılıncaya kadar Anadolu’da kalarak, IV. Kılıç Arslan’ın saltanatını sağlamlaştırmaya çalıştı. Baycu Noyan bu amaçla Orta Anadolu’da Kayseri, Sivas, Tokat, Amasya, Maraş ve Malatya mıntıkalarında dolaşarak Kılıç Arslan’ın hâkimiyetini tanımayanlarla mücadele etti. Baycu, yanında Engürek Noyan da olduğu halde Elbistan yöresine saldırarak 7 bin kişiyi katletti ve birçok kişi de esir edilerek Malatya tarafına doğru götürüldü.[26] Kaynaklarda saldırıya maruz kalan bu topluluk hakkında bilgi verilmemesine rağmen Faruk Sümer bunların yörede isyan halinde olan Ağaçeri Türkmenleri olduğu konusunda kesin yargıda bulunur.[27] Ancak bunların sadece Ağaçeriler olmayıp bölgede II. İzzeddin taraftarı olan Moğol karşıtı tüm Türkmen gruplar olduğunu söylemek daha doğru olur kanaatindeyim.

Moğolların bölgedeki saldırıları devam ederken Kilikya Ermenileri de Moğolların tasvibiyle Maraş’a saldırmaya başladılar. Maraş emirliğinde bulunan vali İmadeddin, Sultana başvurarak yardım talebinde bulundu. Ancak valinin feryatlarına kulak asan olmamıştı. İmadeddin Kilikya Ermenilerinin saldırılarına tek başına karşı koyamayacağından, bölgenin onların eline geçmesini önlemek için Suriye Eyyubi Meliki Nasır Selahaddin Yusuf’a başvurarak hâkimiyeti altında bulunan bütün şehirleri kendisine teslim edeceğini bildirdi. Ancak Eyyubi meliki başka meselelerle uğraştığını ileri sürerek bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Maraş valisi İmadeddin bölgeyi terk ederek Anadolu içlerine çekildi. Moğol desteğiyle Maraş’a saldıran Ermeniler 1258 yılında şehri işgal ettiler. Ermeniler Maraş’tan başka bölgedeki Merzuban, Raban, Behisni ve Dersbak gibi şehirleri de Moğolların yardımıyla ele geçirdiler.[28]

Bağdat seferine katılmak amacıyla 1258 yılında bölgeden ayrılan Baycu Noyan, Fahreddin Ayaz’ı Malatya valiliğine tâyin etti. Baycu’nun ayrılması üzerine Ali Bahadır, hizmetine aldığı Ağaçeriler ile tekrar şehre girmek istedi. Ancak Malatyalılar bu sefer Baycu’dan korktukları ve Kılıçaslan’a yemin ettikleri için şehrin kapılarını ona açmadılar. Bunun üzerine şehirde yeniden kıtlık meydana geldi; bir merkep tuzun yükü 400, buğdayın yükü 70 dirheme kadar çıkmıştır. Bu durumda halkın teslim olmaktan başka çaresi kalmadı. Çulhalar (dokumacılar) ve başka ayak takımları şehrin kapılarından birini açtıklarında Ali Bahadır ve yanındaki Ağaçeriler şehre girdiler. Ali Bahadır, yaptırdığı ilânlarla sorununun yöneticiler ile olduğunu, Müslüman ve Süryanî halka dokunmayacağına dair söz vererek halkın korkmamasını ve gündelik hayatlarına devam ederek işleri ile meşgul olmalarını bildirdi. Bunun üzerine şehirdeki IV. Kılıçaslan’a mensup vali Fahreddin Ayaz tutuklanarak hapse attırmış, geriye kalan birçok emiri de katletmiştir.[29]

Malatya’da yaşanan bu olaylar büyük bir kıtlığa sebep olmuş, Ağaçerilerin ve diğer Türkmenlerin bütün yolları kesmeleriyle de şehir adeta çöle dönmüştür. Ali Bahadır şehirde her ne kadar huzuru sağladıysa da kıtlığın önüne geçilememiştir. Ebû’l-Ferec’in ifadesine göre halk çaresizlikten çocuklarını Ağaçerilere satmak zorunda kaldığını, hatta yiyecek bulamadıklarında ayakkabı gibi çeşitli deri ve köseleden yapılan eşyalarını suda kaynatarak yumuşatıp yediklerini zikreder. Yine müellif bazı kişilerin kedi, köpek eti ve ölmüş insan etini pişirerek yediklerini kaydetmektedir.[30]

Moğolların tekrar bölgeye gelişine kadar bölgede kalan Ali Bahadır, Moğolların yaklaşmakta oldukları haberi üzerine onlarla mücadeleyi göze alamamış ve bölgeyi terk etmiştir. Burayı terk ederken eşraftan yanına aldığı birçok Müslüman ve Süryani emiri de yolda öldürmüştür.[31] II. İzzeddin Keykavus’un Anadolu’yu terk edip Bizans’a oradan da Altınordu hanı Berke Han’a sığınmasıyla istilaya karşı mücadele yavaşlamış, Anadolu gibi Maraş çevresinde de İlhanlı hâkimiyeti dönemi başlamıştır.

 

İlhanlı Hâkimiyeti Döneminde Maraş Bölgesi (1258-1335)

Abbasi Halifeliğini yıkarak bölgede bir Moğol devleti kuran Hûlâgu Han Batı’ya doğru ilerlemeye devam ederek Suriye ve Mısır’a da hâkim olmak istiyordu. Suriye seferi için, askerleri ile Harran yakınlarına gelerek burada ordugâhını kuran Hûlâgu, bölge halkının sulh yoluyla hâkimiyetini kabul etmeleriyle birçok şehir İlhanlı tahakkümüne girdi. Bu dönemde Maraş şehri Moğolların desteğiyle Ermeni hâkimiyetine girmiş, Maraş çevresi de İlhanlı hâkimiyeti altına girmişti. Bu sırada Maraş bölgesine kadar gelerek ordusunu Malatya, Rumkale ve Birecik’te olmak üzere Fırat üzerinde kurdurduğu köprüler vasıtasıyla Suriye’ye geçiren Hûlâgu, Halep’te büyük katliamlar yaparak Suriye’yi kısa sürede ele geçirdi. Ancak Mısır’a yönelen Moğol ordusu 1260’da Ayn-ı Câlût mevkîinde Memlûkler tarafından ağır bir şekilde mağlubiyete uğratıldı.[32] Böylece her iki devletin Suriye ve Anadolu üzerindeki hâkimiyet kurma emelleri nedeniyle uzun süre devam edecek mücadeleler de başladı. Aralarındaki bu mücadelede en büyük zarar gören bölge Maraş çevresi oldu.

Moğolların mağlubiyeti ilk kez tatmaları bütün dünyada yankı bulduğu gibi onların zulmünden çokça nasiplenen Anadolu’da da Moğollara karşı olan tutumun değişmesine sebep oldu. Böylece Moğol taarruzunun bundan sonra etkili olmayacağını düşünen Sultan II. İzzeddin Keykâvus, Moğollarla mücadele etmek amacıyla daha önceden Maraş ve Malatya bölgesine gönderdiği kumandanı Ali Bahadır aracılığıyla yine onlara karşı Anadolu’daki Türkmenlerin seferber olmalarını istedi. Anadolu’da bu çalışmaları sürdüren sultan, diğer yandan da Mısır’a elçiler gönderip Ayn-ı Câlût’ta Moğolları durduran Memlûk Sultanı Baybars’tan yardım istemekteydi. Diğer taraftan da Altınordu’nun hükümdarı Berke ile Sultan Baybars arasında İlhanlılara karşı ittifak cephesi kuruldu. [33] Böylece bu ittifaklar neticesinde Ortadoğu’da siyasî dengeler değişti. Bundan böyle dönemin iki büyük gücü olan Memlûkler ve İlhanlılar, Türkiye üzerinde pek çok defa karşı karşıya geldiler.

Maraş-Elbistan arasındaki dağlık bölgede bulunan Ağaçeriler ise 1261-62 yıllarında Moğolların ikinci kez saldırısına uğradılar. Bu saldırının sebebi diğer Türkmenler gibi Ağaçerilerin de Moğollara karşı II. İzzeddin Keykavus tarafını tutup, onlara karşı direnmeleri idi. Hülagü tarafından gönderilen 20 bin kişilik Moğol ordusu Ağaçerileri ve diğer Türkmenleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Onlardan birçoğu öldürüldü ve bir kısmı da esir alındı. Bu mağlubiyetten sonra Ağaçerilerin kurtulanları Suriye’ye ve Batı Toroslar’a doğru göç etmek zorunda kaldılar.[34]

Moğolların Anadolu’yu istilası üzerine, Kilikya Ermeni Prensi Hetum, önce kardeşi Simpat’ı Moğol Hanı Güyük’e göndererek bağlılığını bildirdi. Moğollar tarafından tanınan Ermeniler, Çukurova yöresindeki birçok kalenin kendilerine verileceğine dair onlardan söz aldılar. Kardeşi Simpat’ın Moğollar tarafından iyi karşılanması üzerine Hetum bu defa bizzat kendisi, 1253’te Güyük Han’ın halefi Mengü Kağan’nın huzuruna giderek onunla görüştü.[35] Bu görüşmede önceki verilen imtiyazlar yenilendi ve Moğolların Ortadoğu’da yapacakları seferlere Ermeniler de onlarla birlikte hareket edeceklerdir. İran Moğollarının başına atanan Hülagu ile de aynı sıcak ilişkileri kuran Hetum onu Türkiye topraklarına birlikte saldırmaya davet ediyordu. Hülagu’nun bölgeye gelişiyle beraber Anadolu İlhanlı hâkimiyetine girdikten sonra Selçuklu Devletinin iyice zayıflaması ve Maraş’taki valinin burayı terki üzerine şehri işgal eden Hetum buranın kendisinin olmasını da Hülagu’ya onaylattı.[36] Moğol-Ermeni ittifakı üzerine Memluk sultanı Zahir Baybars, Kilikya Ermenilerin üzerine de birçok sefer düzenlemiş ve bu arada Maraş’ı da birkaç kez ele geçirmiştir. Onun halefleri de Haçlılara, Moğollara ve Ermenilere karşı sayısız seferler gerçekleştirerek, Suriye Güneydoğu Anadolu ve Çukurova yöresinde Memluk hâkimiyetini gerçekleştirmeyi hedeflemişlerdir. Ancak Maraş, 1258 yılında Ermeni işgalinden 1298 yılına kadar Kilikya Ermeni Prensliğine bağlı şekilde idare edildi. Yaklaşık kırk yıl devam eden Ermeni işgali döneminde Maraş, bölgedeki bazı şehirlerle birlikte zaman zaman Mısır Memluk Türklerinin eline geçti. Ancak bu durum uzun süreli ve kalıcı olmadı, yeniden Ermeniler tarafından işgal altına alındı.[37] Maraş ve çevresinin bu mücadelelerde birçok kez tahribata uğradığı görülmektedir.

Hûlâgu Han’dan sonra İlhanlı tahtına oğlu Abaka’nın oturmasıyla beraber Anadolu’da Moğol tahakkümü daha fazla hissedilmeye başlanmıştır. Maraş ve çevresi için Abaka Han’ın iktidar dönemi (1265-1282) en sıkıntılı yılları oluşturmaktadır. Bu dönem içerisinde biri meşhur Elbistan savaşı olmak üzere karşılıklı yediden fazla saldırı olmuş, genellikle Memlukler tarafından düzenlenen bu saldırılarda bölge yıkım ve katliamlara sahne olmuştur.

Bu saldırılardan ilki 1265 yılında Sultan Baybars Dımaşk’a geldiğinde, Hama meliki Mansur ile Sis üzerine bir saldırı yapılmasını görüşerek, Seyfeddin Kalavun ile İzzeddin Yugan er- Rügni emrindeki Memluk kuvvetleri Kilikya Ermenilerinin üzerine bir sefer gerçekleştirdi.[38] Birçok bölgeyi ele geçirerek, müttefik Moğol-Ermeni kuvvetlerini el- Amudayn denilen kale yakınlarında yenen Memluk kuvvetleri Sis’e yöneldiler. Memluk ordusu bu sefer sırasında Ermenilere büyük kayıplar verdirip birçok esir ve ganimet ele geçirildi.[39] Ermeni prensi Hetum, bu sefer sırasında Memlukler’in eline esir düşen oğlunu kurtarmak için Moğollardan yardım istedi. Bu arada daha önce Moğolların elinde esir olan Memluk komutanı Sungur el- Aşkar adlı bir komutan bulunuyordu. Moğollar bu komutan ile Hetum’un oğlunu kurtarabileceğini ona söylediler. Hetum Moğolların önerisini, Memluklere bildirince, onlar bu teklifi kabul ettiler. Böylece iki esir karşılıklı olarak değiştirildi.[40] Bu sefer sırasında Adana ve çevresinden sonra en çok zarar gören bölgelerden biri de Maraş idi.

Bu saldırılardan ikincisi Moğollar tarafından Memluklerin elinde bulunan Antep şehrine düzenlenen 1271 yılındaki saldırıya karşı Memluklerin hemen verdikleri karşılıktır. Başlarında Samagar Noyan bulunan Moğollar buradan ilerleyerek Halep yakınlarındaki Harim’e yöneldiler. Bunun üzerine Memluk sultanı Baybars da Moğollara karşı gerekli mücadele yapmak için Suriye’ye gelmişti. Sultan bütün adamlarının Halep’te toplanması emrini verdi. Sultan her taraftan toplanan komutanları, askerleriyle Moğolların üzerine gönderdi. Alaeddin Taybars el-Veziri ve İsa b. Mehna Maraş ve Harran civarına gönderildiler. Onlar bu şehirlerde bulunan Moğolların büyük çoğunluğunu katlettiler. Gerçekten öldürülen Moğol askerinin sayısı çok fazlaydı. Sultan bu sırada Suriye sahillerinde bulunan Haçlı kontlukları Memluklere karşı saldırıya geçtiği için Moğollara karşı başlattığı askeri harekete son verdi.[41]

Abaka döneminde bu bölgeye Memluklerin saldırılarının üçüncüsü, 1273 yılının Temmuz ayında Haleb emiri Hüsameddin el- Ayintabi Ermenilerin elinde bulunan Göynük Kalesini fethe memur edilmesidir. Hades olarak bilinen Göynük şehrinde bulunan Ermeniler buradan geçen tüccarlara saldırıp mallarını yağmaladıkları gibi Halep ile Anadolu arasında bağlantıyı sağlayan ve bu civarda bulunan kervan yolundan geçişi de engelliyorlardı. Memlukler Ermeni prensine durumu bildirdikleri halde bir netice alınamamıştı. 1273 yılının Temmuz ayının ortalarında Memluk ordusu Göynük’e gelerek burayı kuşatarak zapt etti. Burada bulunan Ermenilerin büyük çoğunluğu esir edildi.[42]

Memluk seferlerinin dördüncüsü 1274 yılında Halep naibi emiri Hüsameddin el-Ayintabî’nin askerleri ile Kilikya Ermenilerinin merkezi Sis ve diğer şehirleri ile Maraş’a saldırılarıdır. Maraş şehrinin kapıları zorlandı, fakat alınamadı. Bu mücadelede Arap ümerasından Ben-i Kilab kabilesi liderlerinden Reb’a b. Ez- Zahir b. Ganem Maraş yakınlarından geçen Ceyhan nehrinde boğularak ölmüştür.[43] Memluklerin çoğunluğunu Ermenilere karşı düzenlediği bu seferlerde Maraş ve çevresi yıkım ve talana uğramış, şehir ve köyler büyük zarar görmüştür.

Bölgeye düzenlenen en önemli Memluk akını 1277’de Baybars’ın bizzat ordusunun başında Anadolu’ya girmesidir. 1262 yılında Selçuklu veziri olan ve 1277’ye kadar geçen on beş yıllık dönemde Moğollar adına Anadolu’yu yöneten Muineddin Süleyman Pervâne, kısmen Moğol baskısını halka yansıtmama konusunda önemli rol oynasa da Baybars’ın Anadolu seferiyle Moğolları Elbistan’da ağır bir yenilgiye uğratması Anadolu üzerindeki Moğol baskısını daha da artırmıştır. Baybars 1277 yılında Moğollara tattırdığı bu yenilgiden sonra Kayseri’ye gelmiş kısa bir süre burada kalmıştır. Kendisine destek olan Selçuklu beylerine ihsanlarda bulunan Baybars’a bölgenin birçok beyi gibi Maraş bölgesi, Malatya ve Darende’deki emirlerde itaat etmişlerdir.[44]

Elbistan yenilgisini haber alan Abaka Han, derhal büyük bir ordu ile Anadolu’ya hareket etmiş, Erzincan ve Divriği yoluyla Elbistan’a gelen Moğol Hükümdarı Abaka Han, Huni ovasına kadar gelerek savaş meydanında ki Moğolların ölülerini görünce hiddetlenerek 200 binden fazla insanın öldürülmesini emretmiştir. Bazı rivayetlere göre de Elbistan’dan Kayseri’ye oradan Erzurum’a kadar çiftçi, asker ve ahaliden 500 bin kişi öldürüldüğü rivayet edilir.[45] Abaka, Anadolu’nun birçok bölgesinde büyük bir yağma hareketi ve Türkmen katliamına başladı. Kendilerine karşı uygulanan bu şiddet siyasetinden dolayı bölgedeki Türkmenlerin bir kısmı Bizans uçlarına göç ederken bir kısmı da Memlûklere sığındı.[46] Abâkâ Han bu yıl Müslümanlar karşı böyle davranırken Gayr-i Müslimler için bir ferman çıkarıp, yaşlı bir rahibenin emrine askerler vererek Anadolu’da bulunan bütün Hristiyan esirlerin kurtarılmasını emretmiştir.[47]

Moğolların Elbistan yenilgisinden sonra ihanetle suçlanan, Abaka tarafından kusurlu bulunarak 1277 yılının Ağustos ayında Aladağ’da öldürülen Muineddin Süleyman Pervâne’den sonra Moğolların Anadolu üzerindeki baskıları iyice artarak Selçuklu devletinin yönetimi neredeyse tamamen Moğol emir ve komutanların eline geçti. Maraş bölgesindeki halk daha çok zulüm ve felâketlerle karşılaştı. Moğolların neden olduğu karışıklıklar yanında Memlûklerin de bölgeye olan ilgisi daha da artmıştı. Bölgeye gönderilen Memlûk emirleri akınları ile Maraş ve çevresini sık sık vurmaya başladılar.

Abaka’nın iktidarının son yıllarında II. İzzeddin Keykâvus’un Kırım’da ölümünden sonra oğlu Gıyâseddin Mesud, Anadolu’ya geçti (1280). Moğolların Anadolu genel valisi Samagar Noyan tarafından iyi karşılanan ve İlhanlı hanına gönderilen Mesud, Abaka’nın huzuruna gitti ve bir süre yanında kaldı. Han tarafından kendisine Malatya, Harput, Diyarbakır ve Sivas şehirleri ile Ermeni işgali dışındaki Maraş bölgesini de içine alan Doğu Anadolu tahsis edildi.[48] Mesud’un gelmesinden önce Abaka döneminde H. 676 (1277-78) yılında bölgeye Moğol valisi Araksun Noyan tâyin edildi. Onun ordusunun masrafı ve ulufesi için beş bin dinar belirlendi. Araksun Noyan, Malatya’ya geldiğinde halktan kılıç zoruyla üç yüz bin dirhem topladı ve bölgede yağma ve talan faaliyetlerinde bulunduktan sonra buradan ayrılarak Şam’a gitti.[49] Maraş bölgesi ve çevresi Moğol-Memluklü mücadelesinin faaliyet sahası haline gelmesinden dolayı Moğol-Memluklü sürtüşmesinden en büyük zararı bölge halkı çekmiştir.

Abaka’dan sonra yerine geçen kardeşi Ahmet Teküdar (1282-1284) Selçuklu ülkesini Hülagü döneminde olduğu gibi III. Gıyâseddin Keyhüsrev (1266-1284) ile II. Gıyâseddin Mesud (1284-1296) arasında ikiye taksim etti. Bu sırada İlhanlılarda ilk defa taht mücadeleleri ortaya çıktı. Abaka’nın ölümü ile meydana gelen mücadeleler ve şehzâde isyanları Memlûkler için büyük bir fırsat oldu. İlhanlılar bu iç sorunlarla meşgul iken Memlûk Sultanı Kalavun, Emir Hızır kumandasında bir süvari kuvvetini Maraş, Malatya ve Harput dolaylarına gönderip yağma ve akınlarda bulunduruyordu. Bu kuvvetler geri dönerlerken 4000 kişiyi esir alarak Fırat’ı geçtiler ve geçtikleri yerleri yağmaladılar.[50] Yine bu akınlardan biri, Halep Türkmenlerinin Sivas’a kadar ilerledikleri 1291 (H. 691) yılında, Malatya’da bir grubun Memlûk tüccarlarının mallarını yağmalamaları üzerine, Halep Emiri İzzeddin Mavsîlî tarafından Emir Seyfeddin Bektemir el-Halebî bölgeye gönderilmiştir. Elbistan Malatya arasında Moğollarla karşılaşan Emir Seyfeddin, kendilerinden kat kat fazla sayıdaki Moğolları yendikleri gibi yüklü miktarda ganimet ve pek çok Moğol askerini de esir almıştır.[51]

Bu dönemde İlhanlıların saltanat mücadeleleri ile oluşan iktidar bunalımları Anadolu’daki Moğol komutanlarının tutumlarıyla artan Moğol baskısına karşı Türkmen isyanları da yoğunlaşmıştır. 1291’de İlhanlıların Rahbe’yi yağmalamaları üzerine Memlûk Sultanı Melik Eşref Halil b. Kalavun’un, 1292’de Rumkale’de Moğolları mağlup ederek burayı fethetmeleri ve Uç Türkmenlerinin Moğollara karşı hareketleri, Halep Türkmenlerine de cesaret verdi.[52] Nitekim bölge halkının desteğini alan bu Türkmenler, Moğol hâkimiyetindeki Anadolu içlerine kadar ilerleyerek yağma faaliyetlerinde bulundular. (693/1294).[53]

İlhanlıların Müslüman olan sultanı Gazan Mahmud Han döneminde daha önce Anadolu’da Moğollara karşı isyanlar her zaman Türkmenler tarafından yapılırken bundan böyle Moğol Noyanlar da kendi hanlarına karşı isyan etmeye başladılar. İlhanlı hâkimiyetine karşı muhalefet merkezlerinden birisi haline gelen Anadolu’da her biri Moğol asıllı komutanlardan sırasıyla; Toğaçar, Baltu ve Sülemiş, 696/1296–698/1299 tarihleri arasında merkeze karşı isyan bayrağını açmıştır.[54] Bu isyancıların en önemlilerinden biri olan Sülemiş, Anadolu’da müstakil bir devlet kurmaya karar vermiş, bazı Uc Türkmenlerinin ve Memlûklerin de desteğiyle 1298 yılında isyan hareketini başlatmıştır.[55] Bu isyandan en çok etkilenen şehirler Maraş, Malatya, Harput ve Diyarbakır olmuştur.

1298 yılına kadar Ermenilerin elinde kalan Maraş şehri bu tarihte Memluk Sultanı Hüsameddin Laçin zamanında yeniden fethedildi. Memluk Sultanı büyük bir ordu ile Ermenilerin üzerine yürüdü. Bu sefere Mısır ve Suriye ümera ve askerlerinin çoğunluğu katıldı. Amik ovasında toplanan Memluk ordusu çeşitli yörelerden Ermenilerin üzerine yürüdü. Hama meliki Melik Mansur ile Emir Alemaddin Sencer ed- Devadari Sis’e, Emir Bedreddin Bektaş el- Fahri, Emir Hüsameddin Laçin Üstaddar, Emir Bahaeddin Kara Arslan Aynzerbe’ye (Anavarza) yürüyerek önlerine çıkan yerleri yağma ve istila ettiler. Memluk ordusu Ermenileri cezalandırdıktan sonra geri dönmüştü. Fakat Sultan bunlara haber göndererek Tel- Hamdun ile Maraş şehirlerinin alınmadan dönülmemesini emretti. Bunun üzerine Memluk ordusu ikinci defa Ermenilerin üzerine yürüdü. Memluk ordusu Tel-Hamdun Kalesini fethetti. Halep Emiri Seyfeddin Tabahi Haleb askerleri ile Türkmenleri Maraş’a gönderdi. 1298 yılının haziran ayı içinde Maraş fethedildi. Maraş’ın alınmasından sonra bu havalide bulunan Türkmen boylarına ikta edildi.[56] Maraş şehri 1337 yılında Dulkadir Beyliğinin kuruluşuna kadar Haleb naipliğine bağlı Türkmen beyleri tarafından idare edildi.

Maraş 1298 yılında Memluk hâkimiyetine girdikten sonra da bölgede Moğol-Memluk mücadelesi İlhanlı devletinin yıkıldığı 1335 yılına kadar devam ediyordu. Moğollar ve Moğol yanlısı Selçuklu ümerasının tutumları Anadolu halkını canından bezdirdiği gibi Maraş bölgesi de çeşitli eşkıyalık hareketleri ve isyanlardan en çok nasiplenen bölge olarak ziraat ve ticaret büyük zarar görmüştü. Açlığa ve sefalete maruz kalan halk arasında Moğollara karşı nefret artarken, Memlûklere karşı yakınlık daha da artıyordu. Moğol baskısı ile sindirilen Müslüman halk Memlûklü yanlısı bir tutum sergilerken Hıristiyan halk ise Moğollara daha da yaklaşarak bölgede onların en sadık müttefikleri haline gelmişlerdi.[57] Bu durum Maraş ve çevresine daha çok Memluklü akının düzenlenmesine neden oluyor Memluk akınlarıyla Hristiyan halk büyük zarar görürken Moğolların tutumlarıyla da Müslüman halk sıkıntı çekiyordu. Bu dönemdeki önemli Memlûk akınlarından biri de Hama naibi Emîr Seyfeddin Kıpçak tarafından düzenlenen Malatya ve Rumkale civarlarının yağmalanmasıyla sonuçlanan 1303 yılında vuku bulan akındır.[58] Her iki durumda da sonuç olarak bölge halkı büyük acılar yaşıyor, şehir büyük tahribatlara uğruyordu.

Gazan Mahmud Han’dan sonra yerine kardeşi Olcaytu Han (1304-1316) zamanında da Malatya ve Maraş çevresinde değişen bir durum olmadı. Bölgedeki Türkmenlerin Moğollara karşı takındıkları tavrın devam etmesi üzerine Olcaytu, nizamı sağlamak üzere Anadolu’ya genel vali sıfatıyla İrencin Noyan’ı gönderdi (1305). Moğol valisinin bölgede uyguladığı ağır baskı ve zulme dayanamayan Türkmenler, bu bölgede isyan başlattılar. Anadolu’da başlayan karışıklıklar ve neticesinde Moğol hâkimiyetinin çökmekte olduğunu gören Olcaytu, İrencin’i geri çekerek yerine Emîr Çoban’ı gönderdi.[59] Han tarafından Malatya malikâne olarak ihsan edilen Emir Çoban, 1314 yılında Türkiye’ye geldi. O da kendisine naib olarak Malatya’ya Hıristiyanların büyük emir anlamında Mezâmir lakabını verdikleri Cemâleddin Hızır’ı tâyin etti.[60]

Emîr Çoban’ın Anadolu’ya tayini Maraş bölgesi üzerine Memluk akınlarını durdurmamıştır. 1316 yılında Memlûk Sultanı Melik Nâsır (1309-1340) Şam naibi Seyfeddin Tengiz’i bölgenin fethiyle görevlendirmesi üzerine Emir Seyfeddin Tengiz kumandasındaki kuvvetlerle 16 Nisan 1316’da Malatya önlerine gelir. Bu seferin düzenlenmesinde Malatya yöneticilerinin tutumu, Melik Nâsır ile araları açılarak kendisine katılan emirlerle birlikte Moğollara sığınan Halep naibi Karasungur’un Olcaytu Han’ı Suriye’nin fethi için teşvik etmesiyle Memluklü sultanını kızdırması büyük rol oynar. Ayrıca Malatya’dan geçen bir tacirin, Ermeni halkın Memlûk sultanı hakkında küfür dolu konuşmalarına şahit olması ve bu durumu Mısır’a giderek sultana anlatmasının da rolü vardır. Bunların yanında Müslüman kadınların Hıristiyan erkeklerle evlendirilmeleri gibi İslâmî kurallara ters düşen evlilikler, halkı rahatsız etmiş ve onlar da bu durumu Memlûk sultanına şikâyet etmeleri Sultan Nâsır’ı kızdıran ve bölgeyi fethetmeye karar verdiren bir diğer hâdisedir.

Ebu Said Bahadır Han döneminde İlhanlıların hâkimiyeti Timurtaş’ın Anadolu valisi olmasıyla gittikçe zayıflarken Türkmenlerin faaliyetleri de artmaktaydı. Timurtaş, 1320’de Uç Türkmenlerini sıkı bir disipline soktuktan sonra 1321’de Çukurova’daki Ermenileri de tenkil ederek Anadolu’da iyi bir yönetim kurdu. Böylece onun zamanında bir süreliğine de olsa huzur ve sükûnet sağlandı. Moğol istilâsı ve tahakkümü altında yıllarca ezilen Türkiye halkı adil, cömert ve dindar bir Müslüman olan Timurtaş döneminde nizama kavuştu.[61] Timurtaş Anadolu’da müstakil bir sultan gibi davrandı ancak idaresi uzun sürmedi. İlhanlı Ebû Said Bahadır Han ile Emîr Çoban’ın aralarının açılması ve Emîr Çoban’ın 1327 yılında öldürülmesi üzerine Timurtaş isyan ederek bir süre sonra da Memluklere iltica etti ve kısa süre sonra da Kahire’de öldürüldü (1328).[62] 1335 yılında İlhanlı devletinin yıkılmasıyla, Timurtaş’ın Anadolu’dan ayrılırken yerine vekâleten bıraktığı kayın biraderi Eretna Bey’in hâkimiyetine giren bölge, Eratnalıların 1338 yılında Memlûklere tâbi olmalarıyla dolaylı olarak Memlûklü hâkimiyetine girmiş oldu.[63]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

AHMED B. MAHMUD, Selçuk-nâme, I, Haz. Erdoğan Merçil, İstanbul, 1977.

AKKUŞ, Mustafa, “Ermenilerin İlhanlı Dini Siyasetindeki Rolleri”, S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.31, Konya 2012, s.205-221.

AKNERLİ GRİGOR, Okçu Milletin TarihiMoğol Tarihi, çev. H. Andreasyan, İstanbul, 1954.

AKSARAYÎ, Kerîmüddin Mahmud, Müsâmerütü’l-Ahbâr, çev. Mürsel Öztürk, Ankara: TTK, 2000.

AKTAN, Ali, “Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun ve Hânedanı”, Belleten, LIX/226 (1995), s. 605-620.

ANONİM SELÇUKNÂME, (Anadolu Selçukluları Tarihi III), Yay. ve çev. Feridun Nafiz Uzluk, Ankara, 1952.

ARTUK, İbrahim, “II. Keyhüsrev’in Üç Oğlu Adına Kesilen Sikkeler”, Malazgirt Armağanı, Ankara: TTK, 1993, s. 269-286.

AYNÎ, Bedreddin Mahmud, Ikdu’l Cuman fî Târihi Ehli’z-Zaman, thk. Muhammed Muhammed Emin, C.IV, Kahire, 1987.

CÜVEYNÎ, Alâeddin Atâmelik, Tarih-i Cihanguşa, trc. Mürsel Öztürk, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998.

ÇETİN, Altan, Memlûk Devleti’nin Kuzey Sınırı, Ankara: TTK, 2009.

EBÛ’L-FEREC, Gregory, Ebû’l-Ferec Tarihi, C.I-II, çev. Ömer Rıza Doğrul, Ankara: TTK, 1999.

EBÛ’L-FEREC, Tarihi Muhtasarüddüvel, çev. Şerafeddin Yaltkaya, İstanbul, 1941.

EBÛ’L-FİDÂ, el-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer, C.II, thk. Mahmud Deyyûb, Beyrut, 1997.

ED-DEVÂDÂRÎ, Baybars el-Mansurî, Zübdetü’l-Fikre fi Tarihi’l-Hicre, Nşr. Zübeyde Muhammed Ata, y.y., 2001.

ERDEM, İlhan, Türkiye Selçukluları İlhanlı İlişkileri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış doktora tezi, Ankara 1995.

GENCELİ KİRAKOS, Moğol İstilası Tarihi (1220-1265), Çev. H. Andreasyan (İstanbul, 1942), TTK’da yayınlanmamış 27 numaralı nüsha.

GÖKHAN, İlyas, “XIII. Yüzyılda Maraş”,Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.13, Konya 2005, s.191–222.

GÖYÜNÇ, Nejat, “Memlûk Devri’nde (Eski) Malatya’da Bir Aile”, V. Milletlerarası Türkoloji Kongresi Tebliğler I (23-28 Eylül 1985), İstanbul, 1985, s.245-250.

GROUSSET, Rene Bozkır, İmparatorluğu, trç: M. Reşat Uzman, İstanbul: 2006.

İBN BÎBÎ, el-Evâmirü’l-Alâiyye fî’l-Umûri’l-Alâiyye, çev. Mürsel Öztürk, C. I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1996.

İBN HACER, ed-Dûreru’l-Kâmine, 5 Cild, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsil, (t.y.).

İBN KESİR, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 14 Cild, Kahire: Matbaatu’s-Saade, 1932.

İBN ŞEDDÂD, Baypars Tarihi, II, Çev. Şerefüddin Yaltkaya, Ankara: TTK, 2000.

İBN ŞEDDÂD, İzzeddin Muhammed el-Halebî, Tarihu’l-Meliki’z-Zâhir, Nşr. Ahmet Hutayt, Wiesbaden, 1983.

İBN TAGRIBERDİ, en-Nücumu’z-Zâhire fî Mısr ve’l-Kahire, Thk. Cemâleddin Şeyyâl Fehim Muhammed Şeltut-İbrahim Ali Tarhan, I, III, VII, VIII. Ciltler, Kahire, 1929.

İBNÜ’L-ADİM, Bugyetü’t-Taleb fî Tarihî Haleb, C. I, Nşr. Fuad Sezgin, Frankfurt, 1986.

İBNÜ’L-ESİR, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-XII, Çev. Yunus Apaydın, Abdullah Köse, Ahmet Ağırakça, Abdülkerim Özaydın, İstanbul, 1986-87.

KÂLKÂŞANDÎ, Subhû’l-‘Aşâ fî Sınâ’i’l-İnşâ, C.IV, Kahire: Vezaretü’s-Sekafe, 1963.

MAKRİZÎ, Takiyyeddîn Ahmed b. Ali, Kitâbu’s-Sulûk li Marifetî Duvelu’l-Mulûk, Thk. M. Mustafa Ziyâde-Said Abdulfettah Aşûr, 4 Cild, 12 Kısım, Kahire, 1934-1958.

METİN, Tülay, Türkiye Selçukluları Devrinde Malatya, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2010.

ORAL, Zeki, “Anadolu’da İlhani Devri Vesikaları Temurtaş Noyan Zamanında Yapılmış Eserler ve Kitabeleri”, V. Türk Tarih Kongresi Tebliğleri, Ankara: TTK, 1960, s. 208-215.

ÖZBEK, Süleyman, “Yakın Doğu Türk-İslam Tarihinin Akışını Değiştiren Bir Meydan Savaşı: Ayn Calud”, Türkler, C. 5, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 127-133.

ÖZDEMİR, H. Ahmet, Moğol İstilası ve Abbasi Devletinin Yıkılışı, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Doktora Tezi), İstanbul, 1997.

REŞİDÜDDİN FAZLULLAH, Câmiu’t-Tevârih II/5, Selçuklular Tarihi, Nşr. Ahmed Ateş, 2.Baskı, Ankara: TTK, 1999.

REŞİDÜDDİN FAZLULLAH, Câmiu’t-Tevârih, C. I-II, Nşr. Muhammed Ruşen-Mustafa Musevî, Tahran, 1373.

REŞİDÜDDİN FAZLULLAH, Tarihi Mübarek Gazanî, Dastani Gazan Han, Nşr, Karl Jahn,London, 1940.

SPULER, Bertold, İran Moğolları, Çev. Cemal Köprülü, Ankara, TTK, 1987.

SÜMER, Faruk, “Ağaç-eriler”, Belleten (1962), XXVI/103, s. 521-528.

SÜMER, Faruk, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I (1969), s. 1-147.

SÜMER, Faruk, “Çukur-ova Tarihine Dâir Araştırmalar”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C. I, Ankara, 1963, s.1-98.

ŞEŞEN, Ramazan, Sultan Baybars ve Devri (1260-1277), İstanbul, 2009.

TURAN, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Boğaziçi Yayınları; 1998.

TURAN, Osman, Doğu Anadolu Türk devletleri Tarihi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1993.

YİNANÇ, M. Halil, “Maraş Emirleri”, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, S.14, Nr: 6(83).

YUVALI, Abdülkadir, “İlhanlılar”, TDVİA, C. 22, İst.

 

* Yard. Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü, Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, makkus@konya.edu.tr

[1] İslam dünyasına yönelik Moğol istilasının başlaması ve Abbasi Halifeliğini yok etmesiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. H. Ahmet Özdemir, Moğol İstilası ve Abbasi Devletinin Yıkılışı, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Doktora Tezi), İstanbul, 1997, s.29-228.

[2] Alâeddin Atâmelik Cüveynî, Tarih-i Cihanguşa, trc. Mürsel Öztürk, Ankara 1998, s.187; Ebu’l Ferec Cemaleddin Gregory (Bar Hebraeus), Ebu’l Ferec Tarihi, I-II, çev. Ö R. Doğrul, Ankara 1999, II, s.526.

[3] Celaleddin Harzemşah’ın ölümü ile ilgili rivayetler Cüveynî’de ilgi çekicidir. (Cüveynî, a.g.e., s.376-377); Aynı rivayetler Ebu’l Ferec’de de vardır.(Ebu’l Ferec, Tarih, II, s.529-530.); Ayrıca bkz. Grousset, Bozkır İmparatorluğu, trc. M. Reşat Uzmen, İstanbul 1993, s.296; Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I, Ankara 1970, s.3.

[4] İbn Bîbî, El Evamirül Alaiye Fil Umuril-Alaiye  (Selçukname I-II) trc. Mürsel Öztürk, Ankara 1996, II, s.62; Genceli Kiragos, “Ermeni Müverrihlerine Göre Moğollar,” Türkiyat Mecmuası, II, 1928, s.177.

[5] İbn Bîbî, I, s.423-424 vd.; Turan, Türkiye., s.332-336.

[6] İbn Bîbî, Anadolu Selçuki Devleti Tarihi(Muhtasar Selçukname Tercümesi), çev. M. N. Gençosman- E. N. Uzluk Ankara,1941, s.105–108; Turan, Türkiye, s.339–341.

[7] Aknerli Grigor, Okçu Milletin Tarihi-Moğol Tarihi, Çev. H. Andreasyan, İstanbul, 1954, s.15; Genceli Kirakos, Moğol İstilası Tarihi (1220-1265), Çev. H. Andreasyan (İstanbul, 1942), TTK’da yayınlanmamış 27 numaralı nüsha, s. 46; Genceli Kiragos, “Tatar İstilası”, Türkçe terc. Ed. Dulaurier, “Ermeni Müelliflerine Nazaran Moğollar”, Türkiyat Mecmuası, II, İstanbul, 1928, s. 178; İbn Bîbî, II, s.61-63; Ebül-Ferec, Tarih-i Muhtasarüddüvel, Çev. Şerafeddin Yaltkaya, İstanbul, 1941, s. 19; Sümer, a.g.m., s. 9.

[8] Ahmed b. Mahmud, Selçuk-nâme, II, s. 153-154; Aknerli Grigor, a.g.e., s. 16, 17; Genceli Kirakos, Moğol İstilası Tarihi, s. 48-50; Ed. Dulaurier çevirisi s. 178-180; Ebû’l-Fidâ, Muhtasar, II, s. 276; Sümer, a.g.m., s. 9.

[9] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s.543; İbn Bîbî, II, s. 79; Tülay Metin, Türkiye Selçukluları Devrinde Malatya, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2010, s.72.

[10] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s.543; İbn Bîbî, II, s. 79.

[11] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s.543; Metin, a.g.e., s71-72.

[12] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 544; Muhtasarüddüvel, s. 21.

[13] Ebu’l Ferec, Muhtasarüddüvel, s. 21

[14] Turan, Türkiye, s.443.

[15] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 545; Muhtasarüddüvel, s. 21.

[16] İbn Bîbî, II, s. 87-88.

[17] İbn Bîbî, II, s. 117; Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 547-548.

[18] Aksarayî, a.g.e., s. 36-38; Ebu’l- Ferec, Muhtasarüddüvel, s. 25; Bu dönemde başta Konya olmak üzere Malatya, Kayseri, Lulua ve Sivas’ta kesilen sikkelerde üç sultanın adı da yer almaktadır. Bkz. İbrahim Artuk, “II. Keyhüsrev’in Üç Oğlu Adına Kesilen Sikkeler”, Malazgirt Armağanı, Ankara: TTK, 1993, s. 269-286.

[19] İbn Bîbî, II, s. 135-136; Aksarayî, a.g.e., s. 38.

[20] İbn Bîbî, II, s. 153-154; Aksarayî, a.g.e.,  s. 39; Turan, Türkiye, s. 474-476.

[21] İbn Bîbî, II, s. 140-142, 149-151; Anonim Selçuknâme, s. 34-35. Aksarayî, a.g.e., s. 40.

[22] İbn Bîbî, II, s. 151; Aksarayî, a.g.e.,  s. 48-49; Anonim Selçuknâme, s. 35.

[23] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 563; Muhtasarüddüvel, s. 30.

[24] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 564; Muhtasarüddüvel, s. 30; Metin, a.g.e., s.c76-77.

[25] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 563-564; Muhtasarüddüvel, s. 30; Yinanç, s.94;Faruk Sümer, “Ağaç-Eriler”, Belleten (1962), XXVI/103, s. 524; Osman Turan , Doğu Anadolu Türk devletleri Tarihi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1993 , s.230.

[26] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s.564.

[27] Faruk Sümer , Anadolu’da Moğollar, s.32.

[28] M.H.Yinanç,Maraş Emirleri, 7(84), s.97; Gökhan, “XIII. Yüzyılda Maraş”, s.204.

[29] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 565; Muhtasarüddüvel, s. 31.

[30] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 565; Muhtasarüddüvel, s. 31.

[31] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s. 565-566; Muhtasarüddüvel, s. 32.

[32] Ayn-ı Câlût savaşı hakkında geniş bilgi için bkz. Süleyman Özbek, “Yakın Doğu Türk-İslam Tarihinin Akışını Değiştiren Bir Meydan Savaşı: Ayn Calud”, Türkler, C. 5, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 127-133.

[33] Baybars el-Mansurî ed-Devâdâr, Zübdetü’l-Fikre fi Tarihi’l-Hicre, Nşr. Zübeyde Muhammed Ata, y.y., 2001, s. 53, 54; Makrizî, Sûlûk, C.I, K.2, s. 469-470; Bertold Spuler, İran Moğolları, Çev. Cemal Köprülü, Ankara, TTK, 1987, s. 67-68; Turan, Türkiye, s. 496; Ramazan Şeşen, Sultan Baybars ve Devri (1260-1277), İstanbul, 2009, s.151.

[34] İlyas Gökhan, “XIII. Yüzyılda Maraş”, s.206-207.

[35] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s.555-556.

[36] Yinanç, Maraş Emirleri, 7(84), s.98.

[37] Makrızi, C.I, Kısım II, s.551, 552, 839; Bedreddin Mahmut Ayni, İkdü’l-Cuman, Asr Selatin el-Memalik, (Neşr.M.M.Emin), C.I, Kahire 1987, s.422, 423.

[38] Faruk Sümer, Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar, Tarih Araştırmalar Dergisi, S.I, Ankara 1963, s.10.

[39] Bedreddin Mahmut Ayni, C .I, s. 422-425

[40] Makrizi, C. I, Kısım .II, s.578-579 , Yinanç,Maraş Emirleri, 7(84), 98

[41] Baybars el-Mansuri , Zubdetü’l -Fikre Fi Tarihi’l – Hicre , ( Neşr: D.S.Richard ), Beyrut 1998, s.133. Bedreddin Mahmut Ayni, C.II, s.91-92 Makrızi, CI,s.600.

[42]en- Nüveyri, C.XXX, S.336 , Baybars el-Mansuri, s.139, Bedreddin Mahmut Ayni , C.II, s.118,119, Yinanç, Maraş Emirleri ,TTEM ,7(84),s. 99

[43] Baybars el-Mansuri, s.144, Makrizi, C.I, Kısım II, s.615-616, Bedreddin Mahmut Ayni, C.II , 131, M.H. Yinanç,Maraş Emirleri, 7(84), s.99; Gökhan, “XIII. Yüzyılda Maraş”, s.207-208.

[44] İbn Bîbî, II, s. 186-194; Aksarayî, a.g.e., s. 113-114; Ebû’l-Ferec, Tarih, II, s. 598-600; Baybars Tarihi, s. 87; İbn Şeddâd, s. 175; Baybars ed-Devâdârî, a.g.e., s. 151-154; İbn Tagrıberdi, en-Nücum, VII, s.172-173.

[45] İbn Şeddad, s.91-94; İbn Kesir, El- Bidaye ve’n- Nihaye, (Çev: Mehmet Keskin), C.XIV, Çağrı Yayınları, İstanbul 1995,s.464; Aksarayi, s.89; Makrizi, I/II, s.633.

[46] Faruk Sümer, “Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar (Fetihten XVI. Yüzyılın İkinci Yarısına Kadar)”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S. l, Ankara, 1963, s. 8; Ayrıca yer isimleri hak ayrıntılı bilgi için bkz. Gökhan, “XIII. Yüzyılda Maraş”, s.206-210.

[47] Ebu’l Ferec, Tarih, II, s.600.

[48] İbn Bîbî, II, s. 248-249.

[49] Reşidüddin, Câmiu’t-Tevârih, II, s. 1104.

[50] Ebû’l-Ferec, Tarih, II, s. 609; Abdülkadir Yuvalı, “İlhanlılar”, DİA, C. 22, İstanbul, 2000, s. 103.

[51]Aynî, Ikdû’l-Cuman, III, s. 134,135; Altan Çetin, Memlûk Devleti’nin Kuzey Sınırı, Ankara: TTK, 2009, s. 52.

[52] Simbat Vakainamesi, s. 91-92; Baybars ed-Devâdârî, a.g.e., s. 305-306; Makrizî, Sûlûk, C.I, K.3, s. 777-778; Ali Aktan, “Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun ve Hânedanı”, Belleten, LIX/226 (1995), s. 613.

[53] Makrizî, Sûlûk, C.I, K. III, s. 778-779; Anonim Selçuknâme, s. 64-65; İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, C. XIII, Kahire: Matbaatu’s-Saade, 1932, s. 327-330; Turan, Türkiye, s. 606.

[54] Reşîdu’d-dîn, Tarih-i Mübarek-i Gâzâni / Jahn, s.101, 105, 124; Aksarâyî, a.g.e., s.152–157, 158–165, 193–199; Turan, Türkiye, s.616–617, 618, 622–624; Erdem, a.g.e., s.339–345, 356–360.

[55] Aksarayî, a.g.e., s. 240-242; Reşidüddin, Tarih-i Mübarek-i Gazanî, Dastan-ı Gazan Han, Nşr, Karl Jahn, London, 1940, s. 122-124; Makrizî, Sûlûk, C.I, K. III, s. 877-879; Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, s. 67-69.

[56] İbn Kesir, C. XIV, s.39 , İbn Tagriberdi, C.VIII., s.73, M. H. Yinanç,” Maraş Emirleri”,7 (84), s.100; Gökhan, “XIII. Yüzyılda Maraş”, s.212-213.

[57] Hristiyanların tutumları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Akkuş, “Ermenilerin İlhanlı Dini Siyasetindeki Rolleri”, S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.31, Konya 2012, s.205-221.

[58] İbn Kesir, el-Bidâye, C. XIV, s. 29; Çetin, Memlûk Devleti’nin Kuzey Sınırı, s. 52.

[59]Aksarayî, a.g.e., s. 304-311.

[60] Cemâleddin Hızır ve ailesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. N. Göyünç, “Memlûk Devri’nde (Eski) Malatya’da Bir Aile”, V. Milletler Arası Türkoloji Kongresi Tebliğler I (23-28 Eylül 1985), İstanbul, 1985, s. 245-250.

[61] Aksarayî, a.g.e., s. 325; Zeki Oral, “Anadolu’da İlhani Devri Vesikaları Temurtaş Noyin Zamanında Yapılmış Eserler ve Kitabeleri”, V. Türk Tarih Kongresi Tebliğleri, Ankara: TTK, 1960, s. 209; Turan, Türkiye, s. 646.

[62] Makrizî, Sûlûk, C.II, K.I s. 292-297; Ebû’l-Fidâ, Muhtasar, II, s. 447-448; Anonim Selçuknâme, s. 68; Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, s. 90-92.

[63] Makrizî, Sûlûk, II/.2, s. 533; Sümer, a.g.m., s. 102 vd.

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version