Prof. Dr. İlyas GÖKHAN**
Maraş’a bağlı Elbistan ilçesinde dünyaya gelen Ord. Prof. Mükrimin Halil YINANÇ, anne ve baba tarafından dedelerinin kadı ve müderris oldukları ilimle iç içe yaşayan köklü bir aileye mensuptur.[1] Babası Halil Efendi de ailenin diğer fertleri gibi âlim bir zattı. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kadılık yapan Halil Efendi, 1900 yılında dünyaya gelen oğlunun eğitimiyle bizzat ilgilenmiştir. Babasının oğluna gösterdiği özenin karşılığını hayatının sonraki safhalarında da boşa çıkarmayacak olan Mükrimin Halil YINANÇ, daha 8 yaşındayken bile kabiliyeti neticesinde ilk yıllarında aldığı eğitimin semeresini Kur’anı hıfzetmekle vermiştir.[2] Hocanın yetişkinlik döneminin bilinçaltını oluşturan bu 7-8 yaşlarındaki çocukluk devresinde gerek ailesinden gerekse çevresinden aldığı dersler onun daha sonraki hayatındaki eğilimlerini etkilemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim ilerideki yıllarda bir Ortaçağ mütehassısı olarak gördüğümüz Mükrimin Halil YİNANÇ hocanın Ortaçağın özellikle de İslam Tarihi için kaynak dilleri arasında sayılan Arapça ve Farsçayı çocukluk yıllarında öğrenmesi, daha sonra Edebiyat Fakültesinde öğrenciliği sırasında ise İslam tarihiyle meşgul olmasıyla kolayca bağdaştırılabilir.
Mükrimin Halil YİNANÇ hocanın hayatındaki nirengi noktalarından birini oluşturan 1916’da Darülfünun Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümüne kayıt yaptırmadan önce babasının görevi dolayısıyla ilk ve orta tahsiline sırasıyla Elbistan, Malatya, Mardin ve Diyarbakır’da farklı mekteplerde devam ettikten sonra 1913 yılında İstanbul’a gelerek medreseye intisap etmesini isteyen babasını ikna etmiş ve lise düzeyindeki eğitimini Gelenbevi Sultanisi’nde tamamlamıştır.[3]
Ailesinden aldığı ilk eğitimin onun daha sonraki ilmî hayatını etkilediği muhakkaktır, fakat özellikle I.Dünya Savaşından sonra Almanya’dan göç edip İstanbul Dârulfünûnda ders veren Avrupa kökenli hocaların yanında Şemsettin Günaltay, Halim Sabit, Ahmet Refik, Fazıl Nazmi gibi Türk ilim adamlarından da faydalanması ona formal bir eğitime ek olarak tarihe kendi milli kimliğinden ödün vermeden çok kültürlü (multikültürel) bakabilme perspektifi sağlamıştır.[4]
Hocanın tarihçiliği kaynakları motamot günümüze yansıtmak şeklinde değil bilakis kendi döneminin dinamiklerine münasip bir şekilde pragmatiktir. Gerçi genel olarak toplumların topyekûn ıslahının mümkün olmadığı fikri kendisinde bir nebze hasıl olsa da[5] faydacı söylemleri her daim ağır basar. Bu söylemleri nev-i şahsında I. Dünya Savaşı öncesinde çok uluslu bir imparatorluğun ifadesi olan Osmanlı’nın savaştan sonraki bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin Türk milletinin sinesinde neşv-ü nema bulması ile temellenmiş olduğundan milli ve dini ölçeklidir. İlmî inkişafını toplumların sosyolojik temellerine ve bu minvaldeki taleplerine bağlar, dolayısıyla eserlerinde de tarih alanında çalışma yapacak araştırmacıların Batı tarzı bir mukallitçilikten çok edebiyat, felsefe ve tarih ilimlerini ihtiva eden özgün çalışmalar yapmaları için Arapça, Farsça, Yunanca ve Latinceyi çok ileri bir şekilde bilmelerini telkin eder.[6]
Mükrimin Halil YİNANÇ, tarihçiyi genel kültürden mahrum kalmadan tarih hakkında ilmî ve felsefi kanaate sahip, metodoloji sahibi, gayretli, ifadelerini bir kaynağa isnat ettiren kişi şeklinde idealize eder. Ayrıca hoca uygulamada o güne kadar yapılan tarih ve tarihçiliği eski ve yeni usul olarak iki açıdan kategorizeye tabi tutar. Ona göre bir tarihçinin özgün eserler vermesinin tek çaresi daha önce de söylendiği gibi muhakkak Arapçayı ve Farsçayı öğrenip bu dillerdeki önemli eserleri modern usullere göre tetkik edebilmekten geçmektedir.
Mükrimin Halil YİNANÇ’ın tarihçiliği kendi tezine muhalif değil, bilakis iddiasını destekler niteliktedir. Kendisi Türk ve Selçuklu tarihine dair kıymetli eserler vermeden önce Arapça ve Farsça bilgisi ile yetinmeyip Almanca ve Fransızcayı iyi derecede öğrenmiş, Paris kütüphanelerini tabiri caizse hatmetmiş ve o günün şartlarına uygun olarak Türk tarihine katkı sağlayacak özgün eserler vermiştir.
Bir tarihçide bulunması elzem olan tefekkürü yani analitik düşünce, elbette Mükrimin hocada birden oluşmamış, hayatında geçirdiği merhalelere mukabil olarak tedrici surette gerçekleşmiştir. Öğrencilik yıllarında çalışmalarında hikâyeci bir anlatımı benimseyen ilk denemelerinden sonra özellikle İstanbul Dârulfünûn’da aldığı formasyonun da etkisiyle muallimlik yaptığı dönemlerde çalışmalarında kendi yorum ve çıkarımlarını katmaya başlamıştır.[7] Özellikle 1933 yılındaki yükseköğretim reformuyla üniversiteye intisap eden Mükrimin Halil YINANÇ hoca, ilmi birikimiyle çalışmalarını kemale erdirmiş diyebiliriz. Bu duruma en iyi örnek “Türkiye Tarihi Selçuklular Devri” isimli çalışması ve İslam Ansiklopedisinde yayınladığı 32 adet maddesidir.
Hocamızın ilk çalışmalarındaki üslubu derslerinde ya da birebir yaptığı sohbetlerdeki belagatiyle münasip olup çok uzun olmayan tamlamalardan terkip edilmiş betimlemeler ve açıklamalarla doludur. Olaylar kimi zaman hikayeleştirilerek ve diyaloglar halinde verilir.[8] Zamanla biyografi tarzında iptidai örneklerin yerini daha bilimsel anlamda liyakatli ve alanında söyledikleriyle çığır açacak çalışmalara bırakmıştır. Bu bakımdan Mükrimin Halil YİNANÇ hocanın ilk ilmi diyebileceğimiz çalışmaları Türk Tarihi Encümeni Mecmuasında yayınlamıştır. Burada, XVI. Yüzyılda yaşamış Feridun Ahmet beyin Münşeatü’s-Selâtîn adlı eserini tahlil ve tenkide tabi tutmuştur.
Her kim tarafından olursa olsun tarihçiliğin her zaman bir amaca yönelik yapılması keyfiyetini Mükrimin hoca iyi kavrayabilmiş, genelde tarihin özelliklede Ortaçağ kaynaklarının yaşadığı devire bakan yönlerini değerlendirmiş ve onları kendi ef’al ve ahvaline göre çalışmalarında uygun bir şekilde kullanmıştır. Hocamız bütün bunları fıtratıyla birlikte mezc edip uygularken yaşamış olduğu devrin kolektif bilincinin farkında olarak gerek derslerinde gerekse söylemlerinde icra etmiştir.
Mükrimin Halil YİNANÇ hoca tarihi kaynakları kaleme alan yazarları değerlendirirken onların nakilci, hikâyeci veya tasvirci olup olmadıklarını ve izah yöntemlerini tetkikten geçirir.[9] Çalışmalarında Tarihçilere eserleri kaleme aldıran saiklerin neler olduğunu, eserlerin güvenilirlik derecelerini tahlil eder. Ana kaynak mesabesindeki eserlerin yazılış amaçlarına ve tertiplerine göre tasnif edilmelerini uygun bulur.[10] Tarihi kaynakların tahlilinin yanında hocamız kendi dönemine yakın zamanda eserler kaleme almış tarihçilerin kaynak kullanımını, üslup tarzı ve çalışmalarının amaçlarını göz önüne alarak çıkarımlarda bulunur.[11]
Bu bakımdan Mükrimin Halil YİNANÇ’ın tarihçiliğini iki unsur üzerine inşa ettiğini söyleyebiliriz. Bunlardan biri tarih biliminin bir nesnesi olarak gördüğü kaynak ifadelerini olayların yaşandığı dönemde olduğu şekliyle kayıt altına alınmadıklarını göz önüne alarak tenkitçi bir yaklaşım sergilemesidir. Bir diğeri ise hocanın tarihçilik unsurunun da devreye girmesiyle olayların meydana geldiği andaki etkilerini belli prensipler üzerinden inkılaba uğrayarak günümüz toplumlarına olan sirayetlerini okuyabilmesi ve eserlerinde bunları yansıtabilmesidir. Fakat tıpkı Mükrimin Halil hocanın tarihçilik örneğinde olduğu gibi, bilinçli olarak yazılan her tarihte gelecek nesillerin tarihçi üzerindeki sorumluluğu geçmişe olan sadakati artırsa da çalışmalarındaki yönelimlerini muhakkak değiştirecektir. Geçmişten gelen pek çok belge, muhakkak efkâr-i umuminin çıkarları doğrultusunda seçilecek ya da okunacaktır. Bu durum, sosyal ve toplumsal tarihçilik olarak adlandırılabilir. Mükrimin Halil YİNANÇ hocanın tarihçilik açısından eserlerinde tatbik ettiği örnek de budur.
Toplumların tarihi içerisinde insanların tecrübe edindiği çeşitli alanların bulunuşu ve bunlar arasındaki etkileşimin tek boyutlu olmayışı sebebiyle aynı dönem içinde siyasi, ekonomik, düşünsel ve sosyal tarih gibi alanların farklı başlıklar altında işlenmesi, bazen bu alanların ortak ilişkisinden doğan tarihi olayların asıl sebeplerinin görülmesini engelleyebilmektedir. Mükrimin Halil YİNANÇ hoca çalışmalarını ise çok yönlü ele almaya gayret göstererek tarihçilikte yapılan yanlışlardan biri olan sathi bakış açıyı kırmaya çalışmış gibi gözüküyor. Fakat şahsi kanaatimizce hocanın tarihçilik bakımından asıl başarısı tarihin faydasına yönelik sorulacak pek çok soruyu Türk ve İslam tarihi açısından müspet tarzda cevaplayacak bir üslup sergilemiş olmasıdır. Bu açıdandır ki, tarihi gerçeklerin bulundukları dönemde kalmadıklarını vurgular tarzda tarihi olayları yaşadığı döneme yansıttığı anlatımlarını dinleyen Prof. Sabri Esat Siyavuşgil “yaşadığımızı onun anlattıklarıyla karşılaştırdığımızda tarihin bir tekerrürden ibaret olduğunu düşünürdük” demesi hocanın tarihçiliği açısından manidardır.
* Bu çalışmaya katkılarından dolayı Arş. Gör Ahmet Enes Karakaya ve Doktora Öğrencisi Ayşe Çekiç’e teşekkür ederim.
** Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak. Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
[1] Fehameddin Başar, “Cumhuriyet Dönemi Tarihçileri / 1: Ord. Prof. Mükrimin Halil Yınanç Hocaların Hocası”, Popüler Tarih, İstanbul 2006, Sayı 65, s. 80.
[2] Hakkı Dursun Yıldız, “Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç ve Eserleri”, Tarih Dergisi, sayı 25, İstanbul 1971, s. 189.
[3]Yıldız, s. 189.
[4] Hilmi Ziya Ülken, “Ord. Profesör Mükrimin Halil Yinanç”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IX(1), s. 227.
[5] Muzaffer Acar, “ Beşer Hukuku Hakkında Anket: Mükrimin Halil’in Fikirleri”, Vakit, Sayı 7951, 1 Mart 1940, s. 1-3.
[6] Mükrimin Halil Yınanç, “Türk darülfünunu Nasıl Olmalıdır?”, Milliyet, nr. 734, 26 Şubat 1928, s. 5.
[7] Anadolu Mecmuasında çıkan “Milli Tarihimizin İsmi”, “Anadolunun Fethi“ ve özellikle de Türk Tarih Encümeni Mecmuasında çıkan “Feridun Bey Münşeatı”nda bu durum gözlenmektedir. Bkz: Yinanç, “Milli Tarihimizin İsmi”, Anadolu Mecmuası, Sayı 1, Sene: 1, 1 Nisan 1340, s. 1-6; Yinanç, “Anadolu Tarihi: Anadolu’nun Fethi (1-5)”, Anadolu Mecmuası, Sayı 4, İstanbul 1340, s. 144-150; Sayı 5, İstanbul 1340, s. 200-205; Sayı 6, İstanbul 1340, s. 212-215; Sayı 7, İstanbul 1340, s. 265-268; Sayı 8, İstanbul 1340, s. 300-303; Yinanç, “Feridun Bey Münşeatı” Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nr 1, 1Kânunisani 1340, s. 37-46; nr. 2, 1 Mart 1340, s. 95-104; nr. 4, 1 Temmuz 1340, s. 216-226.
[8] Bkz: Yinanç, “Bilal-ı Habeşî”, İslam Mecmuası, Sayı 36, 10 Eylül 1331, s. 12-16: Yinanç, “Abdullah b. Mes’ud”, İslam Mecmuası, Sayı 39, 6 Teşrin-i Sâni 1331, s. 11-16.
[9] Yinanç, “Tanzimattan Meşrutiyete kadar Bizde Tarihçilik”, Tanzimat, C. II. Komisyon Maarif vekâleti, İstanbul 1940, s. 573-595.
[10] Yinanç, “On İkinci Asır Taihçileri ve Muhammed bin Ali el-Azîmî, II, Türk Tarih Kongresi, Devlet Basım Evi, İstanbul 1937, s. 673-690.
[11]Yinanç, “ Abdurrahman Şeref Efendi”, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nr. 9 (86), Sene 15, 1 Mayıs 1341, s. 211-214, [Mükrimin Halil Yınaç bu makalesinde Abdurrahman Şeref Efendi’nin “Tarih-i Devlet-i Osmaniye” eserini değerlendirirken eserdeki ifadelerin referansları olacak kaynakların gösteriminin sınırlı olduğunu, cümle cümle kaynak göstermediğini, bunun sebebinin ise bu eserin bir ders kitabı mahiyetinde terkib edilmiş olmasından kaynaklanabileceğini söyler. Aynı eleştiriyi “Tanzimat’tan Meşrutiyete kadar Bizde Tarihçilik” adlı makalesinde Ziya Paşa’nın Endülüs adlı eseri için yapar. (Mükrimin Halil Yınanç, Ziya Paşa’nın eseri için kaynak kullanımın kısıtlı olduğu ve tarihi şahsiyetlerin isimlerinin yanlış yazıldığı değerlendirmesini yapmaktadır.)]