SELÂHADDİN EYYÛBÎ ZAMANINDA MARAŞ ÜZERİNDE SELÇUKLU-EYYÛBÎ MÜCADELESİ
SELJUK-AYYUBID STRUGGLE ON MARAŞ IN THE PERIOD OF SALADIN
Prof. Dr. Ayşe Dudu KUŞÇU*
Selçuklu sultanı I. Mesud (116-1155)’un damadı, II. Kılıç Arslan’ın da eniştesi olan Atabey Nureddin Mahmud, Kılıç Arslan’ın tahta geçtiği ilk yıllardan itibaren Onunla bir rekabete girmiş ve Güneydoğu Anadolu’da özellikle ülkesinin sınır bölgelerine yakın Ayıntab, Raban gibi şehirleri istilâ etmişti. Bir siyaset dehası olan II. Kılıç Arslan bir süre sonra bu toprakları Nureddin’den almayı başardı. Ancak Nureddin’in, akraba olmalarına karşılık, II. Kılıç Arslan’a karşı menfi tutumu değişmedi. Anadolu’da O’na karşı yapılan ittifaklarda yer aldı. Nureddin, 1173 yılında Kılıç Arslan’ın Sivas’a yürümesini fırsat bilerek Merzuban, Maraş, Göksun, ve Behisni şehirlerini aldı. Bunun üzerine Kılıç Arslan derhal Nureddin üzerine yürüdüyse de kışın şiddetli oluşu, açlık ve Haçlıların taarruzları gibi sebeplerle aralarında barış sağlanmış, Nureddin, Kılıç Arslan’dan aldığı yerleri iade etmişti.
Nureddin Mahmud’un 1174 yılında ölümünden sonra Selâhaddin Eyyûbî, Mısır ve Suriye’de kısa sürede otoritesini sağlamlaştırmış ve bölgede önemli bir güç haline gelmişti. O’nun 1176 yılında Nureddin Mahmud’un oğlu el-Melikü’s-Salih İsmail’in bulunduğu Halep’i kuşatması ve sonrasında el-Melikü’s-Salih ile anlaşmaya varması[1], bölgede bulunan Musul hâkimi Seyfeddin Gazi, Hısn-ı Keyfâ ve Mardin Artuklu beyleri ile de bir ittifak kurmasına sebep olmuştu. Buna göre; taraflar aralarındaki anlaşmaya sadık kalacaklar, hattâ anlaşmayı ihlâl edene karşı birbirlerine yardım edeceklerdi.[2] Bu arada Selâhaddin’in muasırı olan Selçuklu sultanı II. Kılıç Arslan da özellikle 1176 yılında kazandığı Myriokephalon Savaşı’ndan sonra hem Bizans’ın gücünü kırmış hem de Anadolu’ya yönelik diğer politikalarını uygulama fırsatı elde etmişti. O’nun Anadolu’da “Selçuklu hâkimiyeti altında Türk birliğini sağlama” politikası çerçevesinde Danişmendlilerin Malatya koluna da son vermesi, bölgedeki Mardin ve Hısn-ı Keyfâ Artuklu beylerini telaşlandırmış, bu sebeple onlar, Selâhaddin’e elçiler gönderip ondan kendilerini himaye etmelerini istemişlerdi.
Bu durum sultan II. Kılıç Arslan için daha önce yaşanmış bir gerçeğin tekerrüründen ibaret gözüküyordu. Çünkü Selâhaddin’in selefi olan Nureddin Mahmud da Kılıç Arslan’a karşı Anadolu’daki Danişmendli beylerini ve hanedan üyelerini desteklemiş ve hattâ Anadolu’da Kılıç Arslan’a karşı oluşturulan ittifak cephesinin başında yer almıştı. Bu sebeple Kılıç Arslan, 1179 yılında Selâhaddin’e elçiler göndererek Nureddin Mahmud zamanında işgal edilen Raban kalesinin kendisine iadesini ve bu konuda el-Melik es-Salih’in de rızası olduğunu bildirdi. Selâhaddin, Kılıç Arslan’ın bu talebini şiddetle reddetti. Bunun üzerine Kılıç Arslan, Raban kalesini ele geçirmek üzere yirmi bin kişilik bir ordu sevketti. Raban kalesi Selâhaddin’in emirlerinden Şemseddin İbnü’l-Mukaddem’in elinde bulunuyordu.[3] Selâhaddin, Kılıç Arslan’ın Raban’ı ele geçirmek üzere harekete geçtiğini öğrenince, yeğeni Hama hakimi Takiyyüddin Ömer’i, İbnü’l Mukaddem’in yardımına göndermişti. Takiyyüddin Ömer, yanında bin kişi olmasına rağmen Kılıç Arslan’ın ordusu karşısında müthiş bir mukavemet gösterdi. Dönemin kaynaklarından bazıları bu sırada Takıyyüddin’in yardım için Dımaşk’a gittiğini bunun üzerine Selçuklu askerlerinin muharebe etmekten kaçındıklarını belirtirken[4], bazıları da Takıyyüddin’in bin kişilik ordu ile Kılıç Arslan’ın yirmi bin kişilik ordusunu yendiğini belirtirler.[5] Suryani Mihail, “iki taraf da Türk oldukları halde Halepli Türkler Franklar’a karşı harp etmekte daha mahir oldukları için” kazanan tarafın Selâhaddin tarafı olduğu yönünde bir tespitte bulunur. Aynı husus Ebu’l-Ferec tarafından da dile getirilir.[6]
Bundan sonra gelişen olaylar II. Kılıç Arslan ile Selâhaddin Eyyûbî’nin aralarının daha da gerginleşmesine sebep olmuştur. Bunun sebebi II. Kılıç Arslan’ın damadı olan Hısn-ı Keyfâve Diyarbakır hâkimi Nureddin Muhammed’in sultanın kızı Selçuka Hatun’a kötü davranması üzerine Kılıç Arslan’ın O’nun üzerine yürümesi olmuştur. Kaynaklar, Artuklu Bey’i Nureddin Muhammed’in II. Kılıç Arslan’ın kızıyla bir süre evli kaldıktan sonra bir şarkıcıya gönül verip, onunla evlendiği, ülkesine ve hazinesine bu kadının hâkim olduğu, böylelikle Nureddin’in sultanın kızından yüz çevirmesi sonucunda Kılıç Arslan’ın, Nureddin’i tedip için Doğu’ya yöneldiğinde, Artuklu hükümdarının korkarak Selâhaddin’e sığındığı konusunda hemfikirdirler.[7] Selâhaddin, kendisine sığınan Nureddin Muhammed’in Kılıç Arslan tarafından affedilmesi konusunda Kılıç Arslan’a bir mektup gönderdi ise de Kılıç Arslan bunu reddedip, Nureddin ile kızının evliliği sırasında Nureddin’e Artuklu ülkesi sınırlarında birkaç kale verdiğini şimdi onları almak niyetinde olduğunu belirtti. Dönemin iki büyük Müslüman hükümdarı arasında elçiler gidip gelmesine rağmen bir sonuç alınamadı ve Kılıç Arslan kararından dönmeyip durumu daha da gerginleştiriyordu.
Anlaşılan o ki, II. Kılıç Arslan’ın niyeti; Selçukluların daha başlangıçtan itibaren takip ettiği Doğu ülkelerine yayılma politikasını, geçerli bir mazeret öne sürerek devam ettirip Artuklu ülkesine sahip olmaktı.[8] Üstelik Artukluların, Danişmendliler gibi Türk soyundan olması, bizzat Kılıç Arslan tarafından başlatılıp daha sonra diğer Selçuklu sultanları tarafından da benimsenen “Anadolu’da Selçuklu hâkimiyeti altında Türk birliğini sağlama” politikasına da uygun düşüyordu.
- Kılıç Arslan’ın Artuklu ülkesine yürümekteki kararlı tavrı üzerine, Selâhaddin de Haçlılara birbiri ardına darbeler indirdikten ve onlarla kendi isteklerine uygun bir anlaşma yaptıktan sonra Haziran 1180 tarihinde Türkiye Selçukluları üzerine bir sefere çıktı.[9] Fırat’ın kollarından biri olan Göksu Irmağı kenarında karargâh kurdu. Burada kendisine askerleri ile birlikte Nureddin Muhammed de katıldı.
- Kılıç Arslan’ın Artuklu ülkesine girmekteki ısrarı kadar, Selâhaddin’in de Mısır ve Suriye’nin büyük bir bölümüne sahip olduğu halde, suçlu olduğunu bildiği Nureddin Muhammed’i himâye gerekçesiyle Anadolu’ya girmesi oldukça dikkat çekicidir. Burada perdelenen gerçek; dönemin iki büyük Müslüman hükümdarının Anadolu’nun güneyinde bir otorite mücadelesine girmesi, dolayısıyla önceden II. Kılıç Arslan ile Zengi hükümdarı Nureddin Mahmud arasındaki rekabetin şimdide Nureddin’in yerini alan Selâhaddin ile devam ettirildiğidir.
Selâhaddin’in Anadolu’ya girip Raban’a geldiğini öğrenen II. Kılıç Arslan, durumun ciddiyetini anlayıp derhal siyaset bilir veziri İhtiyarüddin Hasan bin Afras’ı Selâhaddin’e gönderdi.[10] İbnü’l-Esir’de verilen bilgiye göre; elçi Kılıç Arslan’ın “Bu adam (kızıma) şöyle şöyle yaptı; mutlaka ülkesine gitmeli ve O’na haddini bildirmeliyim” şeklindeki mesajını Selâhaddin’e iletti. Bunun üzerine Selâhaddin çok içerleyip fena halde öfkelenerek elçiye; “Efendine de ki; eğer geri dönmezse Allah’a yemin ederim ki, Malatya üzerine yürüyeceğim. Malatya’ya iki günlük mesafedeyim, oraya varmadan da atımdan inmeyeceğim, sonra da bütün ülkesine saldırıp elinden alacağım” dedi.
Selâhaddin’in kararlılığını ve askeri gücünün Selçuklulardan daha fazla olduğunu gören İhtiyarüddin Hasan, durumu Kılıç Arslan’a bildirip ertesi günü müthiş bir siyasî manevra ile Selâhaddin’in karşısına çıktı. Yine İbnü’l Esir’in ayrıntılı bir şekilde naklettiğine göre; ihtiyarüddin, Selâhaddin tarafından huzura kabul edilince de O’na “Ben efendim adına değil, kendi adıma size bir şey söylemek istiyorum ve beni bağışlayıp hak vermenizi talep ediyorum” dedi. Bunun üzerine Selâhaddin, İhtiyarüddin’e “söyle” diye karşılık verdi. İhtiyarüddin: “Ey efendimiz! Bu çirkin iş senin gibi bir sultana yakışmaz! Sen sultanların en büyük, en şanlı, en şöhretlilerinden birisin. Halkın senin Haçlılarla anlaşma yaptığını ve cihadı terk edip ülkenin çıkarlarını bir kenara ittiğini, sana emrindeki halka ve bütün Müslümanlara faydalı bir işten yüz çevirdiğini, uzak yakın her taraftan asker toplayıp, senin ve askerlerinin bir şarkıcı için yollara düşüp büyük masraflar ettiğini duyması kadar büyük bir kötülük düşünebiliyor musun? Yarın Allah Tealâ’ya ne mazeret beyan edeceksin? Sonra Halife’nin, diğer Müslüman hükümdarların ve bütün halkın nezdindeki itibarın ne olur? Onlara bunu nasıl anlatırsın? Düşün ki, hiç kimse senin yüzüne karşı bunları söylemez, fakat meselenin böyle olduğunu bilmezler mi? Sonra farz et ki, Kılıç Arslan öldü, bu kızı da beni sana gönderdi. O sana sığınıyor ve kocasından hakkını amanı istiyor. Zaten senden beklenen de budur, sen bunu reddetmezsin.” dedi.[11]
Selâhaddin bu sözler üzerine “Vallahi sen haklısın! And olsun ki, mesele senin dediğin gibidir; fakat bu adam (Nureddin) yanıma geldi ve bana yapıştı. Şimdi o’nu bırakırsam bu bana yakışmaz. Sen onunla görüş ve aranızdaki meseleyi dilediğiniz gibi halledin. Ben bu meselede size yardımcı olur ve o’nun yanında yaptığı işin kötü olduğun söylerim”.dedi ve kendi adına her türlü iyilikte bulunmayı vaad etti.[12] Selâhaddin’in yardımıyla Nureddin Muhammed ve Kılıç Arslan arasındaki anlaşmazlık çözüldü. Varılan anlaşmaya göre; Nureddin bir yıl sonra şarkıcı ile alâkasını kesip Selçuka Hatun’a dönecek, dönmeyecek olursa Selâhaddin’in onun üzerindeki himâyesi sona erecekti. Bu anlaşmadan sonra Selâhaddin Suriye’ye, Nureddin de kendi ülkesine döndü. Kılıç Arslan da Malatya’ya gidip şehrin surlarını güçlendirdi.[13] Gerçekten de bir yıl sonra Nureddin yanındaki şarkıcı kadını uzaklaştırdı. Kadın Bağdad’a gitti. Nureddin de Selçuka Hatuna geri döndü.[14]
Bundan sonra Selâhaddin ve II. Kılıç Arslan arasındaki ilişkiler iyi gitmiş ve hattâ Kılıç Arslan, Çukurova’daki Türkmenler’in mallarına el koyan Kilikya Ermeni kralı III. Rupen’i cezalandırmak için, üzerine giderken Selâhaddin’den yardım istemiş, O da bunu kabul ederek askerleri ile birlikte Adıyaman-Besni arasındaki Nehrü’l-Ezrak (Göksu) da askerlerini toplamıştı. Selçuklu ve Eyyûbî birliklerinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri bu Ermeni seferi sonucunda Ermeniler tedip edilmiş, bunun yanı sıra Selâhaddin ve II. Kılıç Arslan arasında bütün doğu ülkelerini kapsayan bir barış anlaşması sağlanmıştı.[15]
1182 yılında Selâhadin, Fırat’ı geçerek Urfa, Rakka, Nusaybin ve Suruc (Seruc)’u aldı ise de bir yıl sonra buraları Halep’e karşılık olmak üzere Zengiler’den II. İmâdeddin Zengi’ye verdi. 1183 yılında da, Diyarbakır’ı zaptedip burayı yeniden Artuklu Nureddin Muhammed’in idaresine verdi. Selâhaddin bölgede özellikle selefi Nureddin’e ait yerleri zapt etmek için uğraşırken karşısında hep II. Kılıç Arslan’ı görüyordu. 1185 yılında Selâhaddin birkaç defa uğraşıp ele geçiremediği Musul’u ve Mardin’i ele geçirmek üzere Reesü’l-Ayn mevkiine geldiği zaman Kılıç Arslan’ın elçileri kendisine gelip eğer Musul ve Mardin seferinden vazgeçmez ise, Doğu’daki meliklerin hepsinin birleşerek ona karşı savaşmak üzere ittifak edeceklerini haber vermişti.
1186 yılından sonra sultan II. Kılıç Arslan’ın ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırması üzerine otoritesinin zaafa düşmesi, Selâhaddin’in de daha ziyade Kudüs üzerine yoğunlaşması, dönemin bu iki Müslüman hükümdarını bir daha karşı karşıya getirmedi.
1188 yılında Selâhaddin Kevkeb kalesini muhasara ederken Selçuklu sultanı Kılıç Arslan’ın veziri İhtiyarüddin, aralarındaki anlaşmayı yenilemeye ve Kudüs’ün alınması vesilesi ile Selâhaddin’i tebrike gelmişti.[16] Selâhaddin bu tecrübeli devlet adamını gayet iyi karşıladı.
1189 yılında yapılan III. Haçlı Seferi sırasında II. Kılıç Arslan Alman İmparatoru Frederich Barbarossa ile Selâhaddin ise, Bizans İmparatoru ile anlaşmıştı. Bunun üzerine görüş ayrılığı içine düşen iki Müslüman hükümdar bir süre mektuplaştıktan sonra Kılıç Arslan ve büyük oğlu Kutbeddin Melikşah, Selâhaddin’e, Haçlıların geçmelerine mani olacaklarını bildirmişlerdi. Ancak bunu başaramadılar.
1191 yılında Kılıç Arslan’ın muhteris ruhlu büyük oğlu Melikşah, kardeşi Malatya meliki Kayserşah’ın elinden şehri almak istemişti. Bunun üzerine Kayserşah, Kudüs’te bulunan Selahaddin’in yanına gidip, kardeşine karşı ondan yardım istemişti. Bu arada Kayserşah, Eyyûbî hanedanından el-Adil’in kızıyla evlenmişti. Selâhaddin Kılıç Arslan’ın bu iki oğlu arasındaki anlaşmazlığı çözmesi için Kazasker Şemseddin bin el-Ferraş’ı Anadolu’ya gönderdi. Şemseddin bu iki kardeşe hakemlik yaptı ancak dönerken Malatya’da öldü.
Kılıç Arslan’ın oğlu Kutbeddin Melikşah, 1192 yılında Selçuklu ülkesinde başlayan kargaşalıkların halli için Selâhaddin’i Anadolu’ya davet etmiş ancak Selâhaddin bu sırada Haçlılar ile uğraştığı için gelememişti.
SONUÇ
Ortaçağ’ın en büyük hükümdarlarından olan Selâhaddin ve II. Kılıç Arslan’ın Güneydoğu Anadolu’da daha ziyade bugün Gaziantep ve Kahramanmaraş illerine bağlı bölgelerde cereyan eden mücadelelerinde farklı siyasî amaçları vardı. Mısır ve Suriye’de Nureddin Mahmud’un yerini alan Selâhaddin, Anadolu’da vaktiyle Nureddin’in eline geçen bölgeleri ele geçirip buralarda nüfuz sahibi olmak istiyordu. Üstelik bu bölgelerde bulunan Artuklular gibi Türk hâkimleri ile ittifak kurup aynı safta yer almak, hem Selâhaddin’in Anadolu politikasında kilit rol oynayacak hem de O’nun Haçlılarla mücadelesinde kolaylık sağlayacaktı.
- Kılıç Arslan’ın amacı ise, Anadolu’da Selçuklu hâkimiyeti altında Türk birliğini sağlamak ve Anadolu topraklarına tam olarak hâkim olmaktı. Bu asli gayeler zaman zaman basit sebepler ileri sürülerek gizlenmek suretiyle iki Müslüman hükümdarı karşı karşıya getirmişti. Ancak şunu belirtmekte yarar vardır ki, Selâhaddin ve Kılıç Arslan arasında ortaya çıkan bu rekabet ve otorite mücadelesi, hiçbir zaman kayda değer bir fiili çarpışmaya neden olmamıştı. Kanaatimizce bu, iki tarafın da Türk ve Müslüman unsurdan oluşup, Haçlılar ve Bizans gibi iki büyük tehlike dururken, meydana gelebilecek bir kardeş kavgasının, iki tarafa da fayda vermeyeceği basiretinde oluşları ile alâkalı idi.
KAYNAKÇA
Ayşe Dudu Kuşçu, Eyyûbî Devleti Teşkilâtı, Ankara, 2013.
EbûŞâme, Şihâbüddin Abdurrahman bin İsmail bin İbrahim bin Osman el-Makdisîed-Dımaşkî eş-Şâfiî, Kitâbu’r-Ravzateyn fî Ahbâri’d-Devleteyn (en-Nûriyyeve’s-Salâhiyye), (Tahkik, dipnot ve ilâveler: İbrahim Şemsüddin), Beyrut, 2002, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Gregory Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi (Türkçe Ter: Ömer Rıza DOĞRUL), Ankara, 1987, II.Baskı.
İbn Cübeyr, Endülüsten Kutsal Topraklara, (Ter. İsmail Güler), İstanbul, 2003, Selenga Yay.
İbn Şeddâd, Bahâüddin, en-Nevâdirü’s-Sultaniyyeve’l-Mehâsinü’l-Yûsufiyye (Siretü Salâhüddin), Kahire, 1994, II.Baskı.
İbnü’l-Esir el-Cezerî, Ali bin Ebi’l-Kerem Muhammed bin Muhammed bin Abdülkerim bin Abdülvâhid eş-Şeybânî, el-Kâmil fî’t-Tarih (İslâm Tarihi), (Ter: Ahmet Ağırakça-Abdülkerim Özaydın, Redaktör: Mertol Tulun), İstanbul, 2008.
İbnVâsıl, Cemâlüddin Muhammed bin Sâlim, Müferricü’l- Kürûb fi Ahbâr-ı Benî Eyyûb (İlk üç cildin tahkiki: Cemâlüddin eş-Şeyyâl), Kahire, 1953-1960.
Muhammed b. Takıyyüddin Ömer b. Şahinşah el-Eyyûbî, Mizmarü’l-Hakaik ve Sırrü’l-Halaik, (Tahkik: Hasan Habeşi), Kahire, 1968.
Osman Gürbüz, Selâhaddîn Eyyûbî, İstanbul, 2012.
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1993, III. Baskı,
Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, İstanbul, 1987.
Suryani Mihail, Suryani Patrik Mihail’in Vakainamesi, (Ter, H. D. Andreasyan), 1944.
Zekeriya Kitapçı, Türk ve Selçuklu Hatunları, Konya, 2008.
*Konya Necmettin Erbakan Üniv., Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü.
[1]Suryanî Mihail, Selâhaddin’in Halep’i kuşatması üzerine Halep’te bulunan el-Melik es-Salih’in Haçlılar’dan yardım istediğini bunun üzerine Haçlılar’ın Halep hapishanesinden çıkmış olan Renaud de Chatillon’u Halep’e gönderdiklerini, Chatillon’un Selâhaddin’in mağlup etmesi üzerine Selâhaddin’in barış istemek zorunda kaldığını bildirir.Suryani Mihail, Suryani Patrik Mihail’in Vakainamesi, (Ter, H. D. Andreasyan), 1944, s.242.
[2]İbnü’l-Esir el-Cezerî, Ali bin Ebi’l-Kerem Muhammed bin Muhammed bin Abdülkerim bin Abdülvâhid eş-Şeybânî, el-Kâmil fî’t-Tarih (İslâm Tarihi), (Ter: Ahmet Ağırakça-Abdülkerim Özaydın, Redaktör: Mertol Tulun), İstanbul, 2008, c IX, s.421; Gregory Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi (Türkçe Ter: Ömer Rıza DOĞRUL), Ankara, 1987, II.Baskı, c.II, s. 423..
[3]İbnVâsıl, Cemâlüddin Muhammed bin Sâlim, Müferricü’l- Kürûb fi Ahbâr-ı Benî Eyyûb (İlk üç cildin tahkiki: Cemâlüddin eş-Şeyyâl), Kahire, 1953-1960, c. II, s.79.
[4]Suryani Mihail, Suryani Patrik Mihail’in Vakainamesi, s, 260.
[5]İbn Vâsıl, Müferric, c.II, s. 79; İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, c.IX, s.442.
[6]Suryani Mihail, Suryani Patrik Mihail’in Vakainamesi, s, 260; Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, c.II, s. 425.
[7]İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, c.IX, s.446. Suryani Mihail, Suryani Patrik Mihail’in Vakainamesi, s, 261; Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, c.II, s. 425-426.
[8] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1993, III. Baskı, s. 212.
[9] Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, İstanbul, 1987, s.75.
[10] Muhammed b. Takıyyüddin Ömer b. Şahinşah el-Eyyûbî, Mizmarü’l-Hakaik ve Sırrü’l-Halaik, (Tahkik: Hasan Habeşi), Kahire, 1968, s.41.
[11] İbn Vâsıl, Müferric, c.II, s. 97-98; İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, c.IX, s.447.
[12]İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, c.IX, s.447; Ayşe Dudu Kuşçu, Eyyûbî Devleti Teşkilâtı, Ankara, 2013, s.76.
[13]Suryani Mihail, Suryani Patrik Mihail’in Vakainamesi, s, 261.
[14] R. Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî, s.76.Ebu’l Ferec’in verdiği bilgiye göre; II. Kılıç Arslan’ın kızı Selçuka Hatun, Nureddin Muhammed’den sonra hacca giderken Bağdad’a uğramış, bu sırada annesi de bir Türk olan Abbasi halifesi en-Nâsır Lidinillah bu kızın güzelliğini duyarak, onunla evlenmek üzere çok ısrar etmiş, neticede Selçuka Hatun ile evlenmişti. Halife, bu çok sevdiği Selçuklu melikesine, kendisinin büyüdüğü yer olan ve bundan dolayı da “Ahlatiyye Hatun” diye anılmasından esinlenerek, melikenin Ahlat’taki sarayına benzer görkemli bir saray yaptırmış, bahçesini de ona göre tanzim ettirmişti. Ancak bu melike üç yıl gibi kısa bir zaman sonra ölünce en-Nasır, bu sarayı yıktırmış yerine bir ribat yaptırmıştı. Bu ribata da “Ribat-ı Ahlatiyye” denildi. Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, c.II, s.519-520; Zekeriya Kitapçı, Türk ve Selçuklu Hatunları, Konya, 2008, s.162 vd. Selâhaddin döneminin önemli kaynaklarından İbn Cübeyr de II. Kılıç Arslan’ın bu bahtsız melikesinden uzun uzun bahseder. Bkz.,İbn Cübeyr, Endülüs’ten Kutsal Topraklara, (Ter. İsmail Güler), İstanbul, 2003, Selenga Yay.
[15]İbn Şeddâd, Bahâüddin, en-Nevâdirü’s-Sultaniyyeve’l-Mehâsinü’l-Yûsufiyye (SiretüSalâhüddin), Kahire, 1994, II. Baskı, s. 101; Ebû Şâme,Şihâbüddin Abdurrahman bin İsmail bin İbrahim bin Osman el-Makdisîed-Dımaşkî eş-Şâfiî, Kitâbu’r-Ravzateyn fî Ahbâri’d-Devleteyn (en-Nûriyyeve’s-Salâhiyye), (Tahkik, dipnot ve ilâveler: İbrahim Şemsüddin), Beyrut, 2002, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, c. III, s. 37;Osman Gürbüz, Selâhaddîn Eyyûbî, İstanbul, 2012, s.63.
[16] R. Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî, s.76.