Bahtiyar Murat ARAS[1]*
1243 yılı Selçuklu Devleti tarihi açısından son derece önemli bir yıl olarak hala gizemini korumaktadır. Sivas’ın kuzeydoğusuna düşen Zara ve Su Şehri yakınlarında Aladağ ya da Kösedağ denilen bir yerde meydana gelen Kösedağ Savaşı’yla Baycu Noyan komutasındaki kendisinden sayıca çok daha az bir Moğol kuvvetine çok kısa bir sürede darmadağın yenilen Selçuklu Ordusu bu mağlubiyetin ardından hiçbir zaman artık Anadolu’da egemen bir güç olarak varlığını sürdüremeyip sadece Moğollara vasalbir devlet olarak kısa süre varlığını koruyabilmiştir. Bu dönem Anadolu’da birçok sosyal ve dini çalkantıya sebep olmuş devlet kendi kurucu unsurlarıyla karşı karşıya gelerek kendi milletinden kopuk bir hüviyet kazanmıştır. Selçuklu tarihi yazan tarihçiler açısından da bu savaş o kadar şaşırtıcı bulunmuş ki, 16. Yüzyıl Osmanlı yazarlarından Ahmed bin Mahmud, “Sultan Gıyaseddin Rum, Freng, Gürcü, Ermeni ve Arab’dan yer gök götürmez asker toplayarak Tatarların üzerine yürüdü” dediği bu büyük ordunun hezimetini şöyle anlatmaktadır. “İki ordu karşılaşınca hemen savaşa başladı, Gıyaseddin’in askerinin kalbine Tatar’dan dehşet ve korku düşüp hiçbirisinin savaşa gücü kalmadığından henüz savaş ateşi kızmadan soğuyup firar ettiler. Sultan Gıyaseddin bu durumu görüp Allah’ın hikmetine hayran ve şaşakaldı. Nihayet bütün otağ ve çadırlarını bırakıp, “Selamet der kenar” diyerek firar etti.[2]
Birçok parlak zafer sahibi olarak 1055 yılında Sünni İslam’ı Bağdat’ın fethiyle himayesine alan Selçuklu Devleti bu duruma nasıl gelmiştir? Malazgirt(1071) ve Miryakefolon Savaşı’nda(1176) Bizansları daha sonra Haçlıları birçok kez mağlup ederek büyük zaferler kazanan bir devlet nasıl olurda kendi yurdundan çok uzakta bir istilacı kuvvete bilhassa sayıca çok daha üstünken feci bir şekilde yenilmiş ve topraklarını bu istilacılar taht kavgası yüzünden kendiliğinden dağılana kadar onların egemenliğine teslim etmiştir.Bu sorunun cevabını birçok araştırmacı farklı alanlara üzerinden değerlendirmiş, başta ekonomik olmak üzere askeri,idari ve sosyal sebepler ileri sürülmüştür.[3] İşte bu çözülmeyi başlatan en önemli sosyal krizlerin biri olan 1240 yılındaki Babailer İsyanı’na tekrar göz atarak bu isyanda Maraş Bölgesi’nin önemini bir daha gözden geçirmek gerekmektedir. Sultan Alaaddin Keykubat’ın Yassı Çimen Savaşı’yla mağlup ederek zayıflattığı ancak daha sonra hizmetine alarak Anadolu’da onlardan büyük ölçüde faydalandığı Harezmşahların bu isyana destek vererek II.Gıyaseddin Keyhüsrev’den bir nevi intikam almaları da Selçuklu Devleti’nin sonunu hazırlayan unsurların başında gelmektedir.
13.Yüzyılın başlarından Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılışından Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna kadar geçen çalkantılı dönem Anadolu’da birçok yeni gelişmeye sahne olmuştur. Bilhassa ufukta görülmeye başlayan Moğol tehlikesi Anadolu’nun demografik yapısını daha keskin bir şekilde etkilemiş ve doğudan çok yoğun bir Türkmen göçüne sahne olmuştur. Bu yoğun Türkmen göçünün yerleştiği en önemli bölgelerden biri de Maraş’tır. Maraş bölgesinin Memluk sınırında bilhassa Suriye Selçukluların Anadolu’ya geçiş güzergâhı üzerinde bulunması ve daha sonra bu bölgede büyük bir devlet kuran Dulkadirliler’ in Şam Türkmenlerinden olduğunun söylenmesi bu bölgede yoğun bir Türkmen hareketinin olduğunu göstermektedir. İşte bu büyük Türkmen kitlesinin büyük kısmının iştirak ederek Selçuklulara karşı başlattığı Babailer İsyanı dini temelli gibi gözükse de öne sürülen şartlar yani Gıyaseddin Keyhüsrev’in içki içmesi ve dini ibadetlerden uzaklaştığının öne sürülme gerekçeleriAlevi Türkmenler için geçerli olamayacağı düşünülürse siyasi bir mücadeleye dini bir kılıf bulma şeklinde değerlendirilmelidir. Bu siyasi yanlışların en başında elbette ki Gıyaseddin Keyhüsrev’in babası Alaaddin Keykubat gibi bir sultan olamayıp vezir Sadettin Köpek’in yönlendirmesiyle birçok yanlışa vesile olması gelmektedir. Bu yanlışlardan en hayatisi Alaaddin Keykubat’ın hizmetine aldığı Harezmşahlardan Bereke ve Kayır Han’ların hapse atılarak Harezmşahların tepkisine yol açması ve Moğol Savaşları konusunda son derece deneyimli bu savaşçı Türk Devleti mensuplarının Eyyubilerin hizmetine girmesine yol açmasıdır. Ayrıca Maraş ve Maraş bölgesine çok yakın Adıyaman ve Urfa Bölgelerine yoğun bir şekilde gelen Harezmşah bakiyeleri bilhassa Selçuklularla rekabet içinde bulunan Eyyubilerinde teşvikleriyle Babai İsyanı katılarak Gıyaseddin Keyhüsrev’den intikam alma yoluna gitmişlerdir.[4]Zaten bu isyanın Selçukluları askeri anlamda bu kadar güç durumda bırakması yani yapılan on iki savaşın on birini isyana katılan Türkmenlerin kazanması bu isyana katılanların ciddi bir askeri bilgiye ve deneyime sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca isyanın ertesinde yetmiş bine yakın Türkmen’in Harezmşahların Halep civarındaki faaliyetlerine katılması onların daha önceden de birlikte olduklarını göstermesi açısından önemlidir. Bütün bu gelişmeleri çok önceden görerek büyük bir devlet adamlığı örneği gösteren Alaaddin Keykubat’ın çabaları zamansız ölmesi ya da öldürülmesiyle bir anda devletin çok kısa sürede dağılmasına yol açmıştır. Bu yüzden Aladdin Keykubat dönemi ve sonrasındaki gelişmeler Selçuklu Devleti’nin yıkılışındaki stratejik hataları görmemiz açısından en önemli dönem olarak gözükmektedir.
Selçukluların son döneminin en önemli komutanı şüphesiz Alaaddin Keykubat’tır. Türkmenlerin çok sevdiği bu sultan, devletin gelişmesi için birçok başarılı fetihler yapmış on sekiz yıl hüküm süren(1220-1237) onuncu Türkiye Selçuklu hükümdarıdır.[5]Kardeşi I.İzzettin Keykavus’la yaptığı taht mücadelesini kaybederek Malatya’daki Kezirpert Kalesi’nde tutsak bulunan Alaaddin Keykubat, 1220 ‘de kardeşinin veremden ölümüyle devlet ricalinde bulunan Seyfeddîn Çaşnigir gibi beylerin desteğini alarak tahtta çıktığı söylense de, ölmeden önce kardeşi tarafından serbest bırakılarak onun vasiyetiyle tahtta çıktığı da belirtilmektedir.[6] Türkiye Selçuklu Devleti’ndeki en başarılı hükümdarlarından biri olan Alaaddin Keykubat, akıllı ve dirayetli biri olarak tarif edilmiş, bu yüzden ona “sultanü’l-muazzam, sultanü’l-alem adları verilmiştir.[7]
Türkiye’ye Selçukluların en parlak dönemini yaşatarak birçok eser kazandıran Alaaddin Keykubat yaptırdığı kervansaraylar, şifahaneler, medreselerle ve camilerle Türk-İslâm Medeniyetinin en parlak dönemine imza atmıştır. Döneminde Anadolu’ya birçok bilim ve din adamı gelmiş ve hepsine büyük bir ehemmiyet vermiştir.Konya’da yerleşerek İslâm tasavvufunda bir çığır açan Mevlana Celâleddin Rumi’de bunlardan birisidir.[8]Siyasi anlamda birçok başarılı fetihler yaparak devletin sınırlarını geliştirirken, yaklaşan Moğol tehlikesine karşıda önlemler almaya çalışmış bunlardan biri olarak bilhassa Kanglı ve Kıpçak boylarından teşekkül Harezmşahlar hükümdarı Celaleddin Mengüberti’yle iyi ilişkiler kurmayı denemiş ve karşılıklı iyi niyet göstergesi birçok mektup gelip gitmişse de[9] Celaleddin Harezmşah’ın Ahlat’ı kuşatmasıyla araları gerginleşmiş ve 10 Ağustos 1230’da Erzincan Akşehir’i yakınlarında yapılan Yassı Çimen Savaşı’yla Harezmşahlar’ın sonu hazırlanmıştır.[10] Selçuklu Devleti’yle savaşmasına rağmen Anadolu yaşayan Türkler kendi atalarının yaşadığı yerden ve aynı ırktan gelen Celaleddin Harezmşah’a sürekli büyük saygı duymuşlardır.[11]Ancak 1230 savaşıyla iyice zayıflayan Harezm kuvvetleri Moğollar karşısında dayanamayarak Anadolu’ya doğru kaçmaya başlarken büyük bir dalga Türkmen kitlesinin de Anadolu’ya yönelmesi gerçekleşmiştir. Cengiz Han’a karşı başarılı savaşlar kazanan Harezmşahların efsane hükümdarı Celaleddin[12] Moğolların takibinden kaçarak Anadolu’nun güneyine Amid (Diyarbakır) bölgesine kaçarken kimine göre dağda sadece kıyafetleri yüzünden Kürt eşkıyalar tarafından[13] kimilerine göre Moğolların takibi sonucu öldürüldüğü söylenmiş, kimilerine göre de ölmeyip sırra kadem basmıştır.[14] Ancak bugün Tunceli bölgesi dağlarında onun adına birçok ziyaret bulunmakta ve gerçek anlamda efsane hüviyetini sürdürmektedir.[15]
Alaaddin Keykubat dönemi Türkiye Selçuklu Devleti’nin en mamur dönemi olmakla beraber ekonomik anlamda ciddi daralmaların başladığı dönem olarak da bilinmektedir.Devlet görevlileri arasında dağıtılan iktalar yüzünden başta divan mensuplarından başlamak üzere başlayan çekişmeler, yeni fetihlerin olmaması sonucu ganimetlerin azalması sonucu yerleşik hayata geçmeye başlayan Türkmen kitlenin mera bulmaktaki ve yerleşik halkla olan problemleri gün geçtikçe artmaya başlamaktadır.[16] Bunların üstüne yerleşik elit kitlenin yanına hatta onların üstlerine sultan Alaaddin Keykubat’ın 1233 yılında Harezmşah beylerini getirmesi devletin üst tabakalarında birçok iç çekişmeyi beraberinde getirmiştir. Harezmşah Kayır Han ve Bereke Han’ın önce Erzurum’a daha sonra Amasya ve Erzincan’a subaşı olarak atanmaları ayrıca büyük oğlu Gıyaseddin yerine Eyyubi ailesinden olan karısından doğma İzzettin Kılıç Aslanı kendisine varis tayininde birçok siyasal hesap bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri, yaklaşan Moğol tehlikesine karşı öncelikle batı sınırındaki İznik İmparatorluğu ile Keykâvus’un oluşturduğu şartları muhafaza etmiş, güneyde Ermeni Krallığından doğacak bir tehlikeye karşı onlar üzerine seferler yapılmıştır.[17] Doğu sınırını koruyacak tedbirler almak düşüncesiyle Moğollara karşı savaşlarda bir çok tecrübe kazanmış Harezm beylerinin önemli kentlere idareci yapılmaları ve doğuda etkin konumdaki Eyyubilerle akrabalık bağları tesis edilmesi hep buna yönelik hamleler olarak gözükmektedir. Ayrıca oğlu Gıyaseddin’e Gürcü kraliçesi Rosudan’ın kızını alarak doğu sınırında başka bir müttefik daha oluşturmaya çabalamıştır.Ancak kişisel menfaatlerin öne çıktığı devlet bürokrasisi yine olaya el koymuş ve bu kritik dönemde vezir Sadettin Köpek’in rol aldığı bir entrika ile sultan, Ramazan ayında Eyyubiler üzerine sefer hazırlığı yaptığı ve orduyu Kayseri yakınlarındaki Meşed Ovasında topladığı sırada, aralarında Moğol elçilerinin de bulunduğu geniş bir misafir kitlesinin katıldığı ziyafetler sırasında zehirlenmiş, vasiyeti dışında hareket edilerek sultan Gıyaseddin tahta çıkarılmış ve bunun sonucu yerli ümeranın yanidivan bürokrasisinin yerlerine göz diktiklerini düşündükleri Harezmşah beyleri süratle bertaraf edilerek liderleri Kayır Han, şu anda Kayseri Pınarbaşı bölgesinde Zamantu Kalesi’ne hapsedilmiştir. Bu sonucun arkasından devlet ricali görece olarak yerini muhafaza etmiş ancak kendi menfaatleri yüzünden devletin geleceği açısından son derece yanlış bir karar vermişlerdir.[18]
Alaaddin Keykubat’ın ölümünden hemen sonra 1 Haziran 1237’de Gıyaseddin Keyhüsrev, Kayseri’ye getirilerek kendini destekleyen devlet ricali tarafından tahtta çıkarılmıştır. Cülus töreninden sonra sıkı önlemler alınmış ve sultanın korunması artırılmıştır. Alaaddin Keykubat döneminde devlet kademesinde önemli mevkiler elde eden Harezmşahlar liderleri Kayır Han’ın hapsedildiğini görünce artık güvende olmadıklarını anlayarak hep birden iktalarını bırakarak Doğu ve Güneydoğu istikâmetinde hareket etmişler birkaç defa durdurulmaları için arkalarından Kemâlü’d-din Kâmyâr gibi önemli şahsiyetler gönderilse de niyetlerinden vazgeçmemişler hatta Selçuklu birliklerini mağlup ederek yollarına devam etmişlerdir.[19] Tüm bu hadiseleri planlayarak konumunu güçlendiren Sadetttin Köpek, daha da ileri giderek sultanın yerine göz dikince 1239’da Beyşehir gölü içerisindeki Kubadabâd Kalesi’nde [20]düzenlenen bir eğlencenin arkasından sultanın emriyle öldürülmüş ve bir kafesin içine konan cesedi uzun süre teşhir edilmiştir.[21]
Harezmlilerin Selçuklu Devleti’nden koparak güneydoğu bölgesine yönelmesi ve Harezm beylerinden Berke Han’ın Harran’da yerleşmesi ayrıca yaklaşan Moğol tehlikesiyle beraber birçok Türkmen boyunun güneydoğu Anadolu ve Halep bölgesine doğru hareketlenmesi Selçuklu Devleti’nin güney sınırını iyice kontrol dışı bırakmıştı. Bu bölgede yerleşen başta Harezmliler olmak üzere diğer muhalif unsurlar ve önceden beri sürtüşme içinde bulunulan Eyyubilerin de etkisiyle Elbistan, Maraş bölgesinden başlamak üzere Adıyaman, Samsat, Kefersud, Birecik, Harran, Ayntap , Urfa, Halep bölgelerinde Selçuklu idaresine karşı ekonomik ve sosyal anlamda ciddi bir karşı duruş günden güne artmaktadır. İşte tam bu dönemde Harezmli olduğu düşünülen Baba İlyas[22] önderliğindeki dini motifle maskelenmiş bir Türkmen İsyanı Selçuklu Devleti’nin sonunu hazırlayan süreci başlatmış, Alaaddin Keykubat’ın tüm öngörüsü ve endişesine rağmen kaçınılmaz sonun başlangıcı olmuştur.
Babailer İsyanını tertip edenler hakkında çeşitli isimler öne sürüldüğünden bir karışıklık yaşanmaktadır.İsyanın liderinin Baba İlyas mı? Baba Resul mü? Baba İshak mı? Olduğu hakkında çeşitli görüşler bulunmaktadır. Ancak Resul isyanı tertipleyen liderin ismi olmayıp lidere mensup olan taliplerin ona peygamberlik atfederek verdikleri bir sıfattan kaynaklanmaktadır.Bu yüzden isyanın gerçek lideri Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade’nin büyük dedesi Baba İlyas Horasani’dir. Bu isyanda adı geçen başta Dede Garkın olmak üzere bugün Alevilik olarak adlandırdığımız tasavvufi inancın Hacı Bektaş dâhil o dönem ki lider kadrosunun bir şekliyle Maraş-Göksun-Elbistan-Adıyaman bölgelerinde görülmeleri bu bölgelerin Türkmen nüfusu bakımından yoğun ve bu liderlere mürit olmaları bakımından önem arz etmektedir. Babai İsyanı’ndan kısa bir süre sonra (1257) bugünkü Alevi Tahtacıların ataları olarak kabul edilen Ağaçeriler aynı bölgelerde faaliyette bulunması da bu görüşü kuvvetlendirir niteliktedir.[23]
Bu isyanın dini motifli bahane edilen kısmını çok dikkate almamakla beraber II.Gıyâseddin Keyhüsrev’in dirayet ve yeterlilik bakımından babası sultan Alaaddin Keykubat’ın çok gerisinde kalması eğlenceye ve safahata önem vermesi ve devletin tecrübeli devlet adamları yerine hayalperest gençlere kulak kabartması bu olayların gelişmesine hızlandırıcı sebep olmuştur.[24] Moğollara kaybettiği Kösedağ Savaşı’nda deneyimli devlet adamları yerine hiç savaş görmemiş öyle komutanların sözünü dinledi ki, bunlardan Muzafferiddin Mahmud’un oğlu Sührab’ın sultanın emrini bile beklemeden kibirle hareket ederek ve Allah’a hakaret içeren büyük laflar ederek saldırıya geçmiş ve tarihin en büyük Selçuklu Ordusu’nun çok kısa sürede mahvına sebep olmuştur.[25] Ayrıca o dönem Türkmenler açısından çok önem arz eden Baba İlyas Horasani ve Ahi Evren müritlerinin Gıyâseddin Keyhüsrev tarafından tutuklatılması[26] ve devletin kurucu unsuru olan Türkmen ve Türk kültüründen sultan isimlerinden başlamak üzere uzaklaşarak[27] bilhassa sarayın ve devlet ricalinin Fars kültürünün egemenliğine girmesi ayrıca Selçuklu Devleti’ne büyük tahribat veren Batiniliğe karşı bir önlem olarak açılan Nizamiye medreseleriyle, Sünniliğin bir devlet anlayışı haline gelmesi bu ayrışmayı derinleştiren konular olarak gözükmektedir.
Dönemin kaynaklarından Selçuklu resmi tarihçisi İbn Bîbî sadece baba İshak’tan bahsederken[28], Abû’l-Farac isyanın lideri olarak Baba Resul’ü öne sürmekte İshak’ın onun müridi olduğunu ifade etmektedir.[29] Ancak müridlerinin ona“resul” demelerinden dolayı bu ismin verildiğini ancak onun resullük iddiasında bulunmadığı Elvan Çelebi’nin eserinde görülmektedir. Ancak Baba İlyas’ı müritlerinin bu şekilde çağırmalarının dışında manevi etkisinin tüm Müslüman Selçuklu askerleri üzerine yayıldığı ona karşı yapılan ilk çarpışmadan sonra görülmüş ve Müslüman askerlerin ona karşı gelmek istemedikleri hatta 60000 kişilik Selçuklu ordusunun 6000 kişilik Babai Türkmenler ve Harezmliler üzerine yürüyemediği ve bunun yüzünden Frank askerlerinin kullanıldığı görülmektedir.[30] Bu eski Türk inancı Şamanizm’den kalma bir özellik olarak devam etmekte, Şaman, baba ve dedelerin sahip olduğu mistik güçlerden Türkler çekinmektedir. Hatta Halife ordusuna karşı Hulagu’nun yapacağı Bağdat seferi için din adamlarına akıl soran Hulagu halifenin payitahtına yapılacak bir akının uğursuzluk getireceği, yedi yıl kıtlık olacağı, hakanın öleceği gibi cevaplar alınca aynı soruyu Sünni halifeliğe karşı olan Şii Nasîrüddin Tûsi’ye sormuş onun cevabı çok kısa ve net şekilde “halife gider, Hulagu gelir”olmuştur.[31]
Bazı kaynaklara göre isyanın en önemli aktörü, Baba İshak’ın İshak Kominnus adlı bir Rum olup, Sadettin Köpek ile beraber Selçuklu Devleti’ni ele geçirmek istemektedir.[32] Bu yöndeki faaliyetinde Baba İlyas’ı kullanmış ancak niyeti açığa çıkınca kendi başına harekete geçmiştir. Amasya tarihi yazarı Hüsamettin’in naklettiği bu bilgileri delillendirecek bilgiler diğer kaynaklardan elde edilmemiştir. Ancak isyanı yönlendiren bütün kişilerin tamamının Türkmen olduğunu söyleyen başka bir araştırmada bu Türkmenlerin isimlerinden yola çıkılarak aşiret ve köy bağlantıları elde edilmiştir ki, bu bilgilerden yola çıkarak bizde bu isyana katılan Baba İlyas halifelerinin dördünün Maraş bölgesinde bulunduğunu bu şekliyle tespit etmiş oluyoruz.
Bu isyanın tertibi konusunda da tam bir kesinlik yoktur. İbn Bîbî’nin bahsettiği, Baba İshak’ın II.Gıyaseddin Keyhüsrev’e yönelttiği suçlamaların böyle bir isyana yol açması tek başına yeterli gözükmemektedir. Bu yüzden çok yakın tarihte Selçuklularla ciddi bir savaş halinde bulunup bölgeye gelen Harezmliler ve Selçuklularla sürekli muharebe halinde bulunan Eyyubilerin yönlendirmesiyle dini gerekçeli böyle bir isyan tertip edilmiş olması muhtemel gözükmektedir. Zaten Baba İshak’ın Harezmlilere de bir müridini göndererek davette bulunduğu belirtilmektedir.[33]
Olayların başlangıcı Elvan Çelebi’nin yazdığı “Menâkıbu’l Kudsiyye” ye göre şöyledir:“yeni sultan Gıyâseddin Keyhüsrev’e, hediye edilmek üzere bir at arayan Sultan Alâeddin Keykubat’ın adamı olan Ruzbe[34]’ye, Çat kadısı, Köre Kadı, Baba İlyas’ın atını almasını tavsiye eder. Ancak bundaki amacı esasında fitne çıkarmaktır. Baba İlyas atı satmak istemez, bunun üzerine atı almak için gönderilen iki kişiden birini Baba İlyas’ın dervişleri öldürür. Daha sonra on bin akçeyle tekrar gelen on kişiden ikisini de at öldürür ve bunun üzerine Ruzbe ve Köre Kadı 200 kişiyle beraber olayın hesabını sormak adına zaviyeye gelirler ve olaylar bu şekilde büyür.” Anlatılaşekliyle tesadüfen başlamış bir hareketin Selçuklu ordusunu on bir kez mağlup etmesini düşünmek imkânsızdır. Ciddi bir hazırlığın ürünü olduğu görülen ayaklanmanın Selçuklu’nun 1240 yılında en çok muhalifi bulunan Adıyaman, Maraş ve Halep bölgesinden başlayarak yayılması tesadüf gözükmemektedir. Bu isyanın hazırlığı için daha önceden bölgeye gönderilen dini etkiye sahip yerel liderlerinde ahaliyi galeyana getirmede ki gücünden de son derece başarılı şekilde faydalanılmıştır.
Bu ayaklanmaya katılanların en tepesindeki isim olarak karşımıza Dede Karkın çıkmaktadır. 24 Oğuz boyundan Yıldız Han Oğulları’ndan biri olan Karkın veya Garkın, çok ve doyurucu aş anlamına gelmektedir. Anadolu’nun fethinde önemli görev alan bu boyun nüfus bakımından en önemlileri Halep Türkmenleri, Dulkadirli Türkmenleri ve Hamid-İli Eğridir İlçesi’nde yaşadıkları bilinmektedir.[35] Alevi mürşit ocaklarından birinin kurucusu olan Dede Karkın’ın menakıpnameyegöre ocağa bağlı dede ocaklarının ve taliplerin tamamı Türk Kökenlidir.[36]Göksun’da zaviyesi bulunan Dede Karkın’ın Elbistan civarına yerleştiği[37] ve sultan I.Alaaddin Keykubat’ın ona 17 köyü vakıf olarak verdiği bilinmektedir.[38]24 Oymaklı Dulkadirli Ulusu’nun bir kısmı “Cemaat-ı Dede Karkın” olarak geçmekte Pazarcık yöresinde Dede Karkınlılar Köyü bulunmaktadır.[39]Baba İlyas’ın da mürşidi olan Dede Karkın’ın yaklaşık dört yüz halifesi bulunmaktadır.[40]
Halifelerin Babai Ayaklanması ve Maraş bölgesi açısından en önemlileri Şeyh Osman, Aynu’d-Devle Dede, Bağdın Hacı ve Mihman Hacı’dır.Alevilerde bulunmayan Osman isminin Osman Dede adlı bir Türkmen Alevi köyü[41] olarak Narlı ovasında bulunması[42] ve Bağdın isminin Bağdın-ı Kebir ve Bağdın-ı Sağir olarak Pazarcık’ın eski adı olmasının bu halifelerle bir bağlantısı olduğunu düşündürmektedir. Çünkü Bağadın Hacı, Dede Karkın’ın halifesiyken, Baba İlyas’ın buyruğuna verilmiş, Şam’dan Maraş Pazarcık’a gelip yerleşmiş ve orada ölmüştür.[43] Baba İshak’ın bir Rum olduğu iddia edilse de onun İshak adlı bir Türkmen topluluğundan olduğu ve XVI. Yüzyılda Maraş’ın Pazarcık ilçesi Göynük Nahiyesi’nde oldukları belirlenmiştir.[44] Bu topluluğun bir kısmı Dulkadirlilerin yazlak yeri olan Zamantu Kalesi’ni (Kayseri-Pınarbaşı) yurt tutmuşlardır. Ayrıca İshak’ın ayaklanmayı başlattığı kaynaklarda belirtilen Kefertud’a çok yakın bir yerleşim birimi olan Kefertiz Maraş bölgesinde bulunmaktadır.[45]
Dede Karkın dört halifesinden üçünün Şam’dan gelirken yolda bir yerde kaldığı sadece Hacı Mihman’ın Baba İlyas’la Amasya’ya ulaştığı anlaşılmaktadır.[46] Osman obası Maraş’ın güneyinde bulunmakta ayrıca Osman Dedelü diye bir oba da birkaç kola ayrılarak, bir kısmı Kangal’da bulunurken, diğer kısmı 16.yüzyılda Pazarcık’ta Dibek Höyük, Yaslıca Pazarcık, Kara İbrahim, Kara Sokı, Eriklüce, Kırkısa Köyleri’nde bulunmaktadır. Dibek Höyük Narlı Ovasında bulunan Bir Kılıçlı Köyü Osman Dede bulunmakta ve bu köye Antep bölgesindeki Çarkın Köyü’nden insanların ziyarete gelerek sahip çıktığı söylenmektedir. Bu Çarkın adlı Köyü’nde Dede Karkın’la bir ilişkisi olduğu apaçık gözükmektedir.[47]
Babai İsyanı’nın bu lider kadrosunun hazırladığı söylenilen ayaklanma tarihi vesikalara göre, Maraş ve Kefesud’a gönderilen müritlerin başlattığı birkaç yıllık hazırlanma süresi sonucu, mallarını ve ürünlerini satarak at ve silah temin eden Türkmenler[48]10 Muharrem 1240 yılında Cebbar Kalesi, Hıns-ı Mansur(Adıyaman), Kahta ve Gerger’den başlayarak harekete geçmişlerdir. Malatya subaşısı Alişir Türkmenleri durdurmaya çalışmış ancak kaybetmiştir. Burada Suryani Manastırındaki gayri Müslimlerden okçu olarak faydalanması manidardır.[49] Anlaşılan daha ayaklanmanın başında Babaların neden olduğu manevi etki Müslüman askerlerin isteksizliğine neden olmuştur. Türkmenler daha sonra Elbistan bölgesine yönelmiş orada da bir birliği mağlup ederek yoluna devam etmiştir. Sivas’ı Tokat’ı geçmiş Amasya’ya kadar önlerine çıkan bütün kuvvetleri yenmişlerdir. Sultan Keyhüsrev, olaylar neticesinde Konya’yı terk ederek Beyşehir gölündeki Kubadabad adasına kaçmıştır. Olayı bastırmak için görevlendirilen Armağanşah Baba İlyas’ın zaviyesini basarak onu ele geçirmiş ve Amasya Kalesi burçlarına asmıştır.[50] Bunu duyan ve Amasya’ya varmak üzere olan Baba İshak ve Türkmenler Armağanşah’ın kuvvetlerine saldırarak onu yenmiş ve öldürmüşlerdir. Sultan Moğollara ihtiyat olarak Erzurum’da bulunan esas orduyu çağırmak zorunda kalmıştır. Kırşehir Malya Ovası’nda karşılaşan iki ordudan sultanın ordusundaki Müslüman askerleri manevi kişiliğinden dolayı Baba İshak kuvvetlerine saldırmaktan çekindiler. Bunun üzerine Fardahlayı adlı Hıristiyan askerlerin komutanı önderliğinde zırhlı Frank askerleri haç çıkararak Türkmenlere saldırdı. Türkmenlerin okları ve kılıçları zırhları delemeyince Türkmenler denklerin arkasına saklanmaya çalıştılar arkadan gelen esas ordunun yetişmesiyle başlayan savaşta tüm Türkmenler kılıçtan geçirilmiş, sadece iki üç yaşındaki çocuklar hayatta kalabilmiştir. İki buçuk ay süren bu büyük ayaklanma bu şekilde neticelendirilmiştir. Diğer kaynakların aksine, Ahmed bin Mahmud’un yazdığı Selçuknâme’de Baba(İlyas) ve İshak’ın yakalanarak sultan Gıyaseddin’in huzuruna getirildiğini ve başlarının vurularak idam edildiklerini belirtmektedir.[51]
Selçuklu Devleti açısından son derece yıkıcı etkilere sahip olan Babai İsyanı’nın en etkin bölgesinin çeşitli nedenlerin birleşmesiyle Maraş Bölgesi olduğu gözükmüş ve bu isyanın neticesinde devlet eski gücüne kavuşamayıp çok yakın sürede Moğollara Anadolu’yu teslim etmiştir. II.Gıyaseddin Keyhüsrev’in her yönüyle yetersiz bir sultan olduğu tüm kaynaklarda görülmüş olsa da onun dirayetsiz yönetimi sadece kaçınılmaz sonu hızlandırmıştır. Esas mesele Alaaddin Keykubat’ın üzerinde önemle durduğu Türk Devletleri arasındaki birliği sağlamaktır ki, bunu ne Celaleddin Harezmşah’la ne de Eyyübilerle başarmış, Türk İslam orduları birbirleriyle yapmış oldukları savaşlarla güçsüz düşerken savaş ekonomisinin yol açtığı krizlerde yerli halk üzerinde ciddi ekonomik baskı yaratmıştır. Bunun sonucu devlet gerçek dayandığı temel güç olan Türkmen boylarıyla çekişmeye başlamış, Harezmlilerden başlamak üzere artan bu çekişmeler sonucu Oğuz Boyları kurdukları bir devletin daha yıkılmasına sebep olmuşlardır.[52]
KAYNAKLAR
Ahmed Bin Mahmud (2011)Selçuknâme, haz. Erdoğan Merçil (Bilge Kültür Sanat, İstanbul)
Akkuş M (2011) İlhanlıların Anadolu’daki Dini Siyaseti, (Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi Tarih Anabilim dalı, Konya)
Aksüt H (2013) Baba İshak,(Yurt Kitap-Yayın, Ankara).
Alaadin Ata Melik (2013) Cüveyni, Tarih-i Cihan Guşa,( TTK, Ankara)
Aras BM (2016) Pazarcık Türkmen Alevileri, (Doktora Tezi, Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi).
Cahen C (2012) Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. Erol Üyepazarcı, 4.Basım, (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul).
Çetinkaya N (2004) Kızılbaş Türkler, 7.Baskı, ( Kum Saati Yayınları, İstanbul).
Ebü’l-Ferec İbnü’l-İbrî (2011) Târîhu Muhtasari’d-Düvel,(TTK, Ankara).
Elvan Çelebi (1984) Menâkıbu’l-Kudsiyye Fî Menâsıbi’l- Ünsiyye, İsmail E.Erunsal, A.Yaşar Ocak(haz.), (Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul).
Geyikoğlu H (2016) Harezmşah Celaleddin Mencüberti’nin Şahsiyeti. http: //www. turkiyatjournal. com /Makaleler /1105671618_5.pdf
Gordlevski V (1988) Anadolu Selçuklu Devleti, (Onur yayınları, Ankara).
Gökhan İ (2013)Selçuklular Zamanında Maraş(K.Maraş Büyükşehir Belediyesi, K.Maraş).
Gregory Abû’l-Farac,(1999) Abû’l-Farac Tarihi Cilt:2, haz. ÖmerRiza Doğrul,(TTK, Ankara).
İbn Bîbî,(2010) Selçuknâme, haz. Mükrimin Halil Yinanç, (Kitabevi, İstanbul).
Kaymaz N (2009) II.Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev ve Devri,( TTK,Ankara).
Kerîmüddin Mahmud-i Aksarayi,(2000) Müsameretü’l-Ahbâr,(TTK, Ankara).
Köprülü MF (2012)Anadolu’da İslâmiyet, 2.Baskı (Akçağ Yayınları, Ankara)
Ocak AY (2011) Babaîler İsyanı, 5.Baskı (Dergâh Yayınları, İstanbul)
Şeker M (2011) Anadolu’nun Türkleşmesi ve Kültürel Hayatı, 2.Basım,( Ötüken Neşriyat, İstanbul).
Tarîh-i Âl-i Selçuk (2014)Anonim Selçuknâme, haz. Halil İbrahim Gök, Fahrettin Çoşguner,(Atıf Yayınları, Ankara)
Taşğın A(2012)Klasik Kaynaklarda Heterodoks Devrişler ve Heterodoksi (Dün Bugün Yarın Yayınları, İstanbul)
Taşğın A (2004) Kahramanmaraş’ta Tarım Alanlarının Islah Edilmesinin Sosyal Alana Yansımaları (I.Kahramanmaraş Sempozyumu Tebliğleri, Kahramanmaraş).
Tulum M (2000) Tarihî metin Çalışmalarında Usul Menâkıbu’l Kudsiyye Üzerinde Bir deneme(Deniz Kitabevi, İstanbul).
Turan O (2014) Selçuklular Zamanında Türkiye,13.Basım(Ötüken Neşriyat, İstanbul).
Turan O (2014) Türkiye Selçuklular Hakkında Resmi Vesikalar, 3.Baskı,(TTK, Ankara).
Uyumaz E (2003) Sultan I. Alâeddîn Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237), (TTK, Ankara).
[1]*Bahtiyar Murat Aras, Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi Doktora Öğrencisi
[2]Ahmed Bin Mahmud, Selçuknâme, haz. Erdoğan Merçil, İstanbul: Bilge Kültür Sanat,2011,306.
[3]V.Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Ankara:Onur yayınları, 1988,176.
[4]Necati Kaymaz, II. Gıyâsü’d-dîn Keyhüsrev ve Devri, Ankara:TTK,2009.67.69.
[5]Emine Uyumaz, Sultan I. Alâeddîn Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237),Ankara:TTK, 2003,VII.
[6]Uyumaz,18.
[7]Uyumaz, 94.
[8]Kaymaz, 23.
[9] Osman Turan, Türkiye Selçuklular Hakkında Resmi Vesikalar, 3.Baskı,Ankara: TTK, 2014,80.
[10]Alaadin Ata Melik Cüveyni, Tarih-i Cihan Guşa, Ankara: TTK,2013,376.
[11] Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. Erol Üyepazarcı, 4.Basım, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,2012,82.
[12]Tarîh-i Âl-i Selçuk, Anonim Selçuknâme, haz. Halil İbrahim Gök, Fahrettin Çoşguner, Ankara: Atıf Yayınları, 2014, 33,34.
[13] Tarîh-i Âl-i Selçuk,35.
[14] Cüveyni, 384.
[15] Hasan Geyikoğlu, Harezmşah Celaleddin Mencüberti’nin Şahsiyeti. http: //www. turkiyatjournal. com /Makaleler /1105671618_5.pdf
[16] Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, 5.Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2011,39.
[17] Kaymaz, 15.
[18] Kaymaz, 22.
[19]Kaymaz,43.
[20] Tarîh-i Âl-i Selçuk,127.
[21]Kaymaz,55.
[22] Ocak,94.
[23]Ebü’l-Ferecİbnü’l-İbrî, TârîhuMuhtasari’d-Düvel, Ankara: TTK,2011,30.
[24] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye,13.Basım, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2014,454.
[25]Kerîmüddin Mahmud-i Aksarayi, Müsameretü’l-Ahbâr, Ankara: TTK, 2000, 35.,Kaymaz,93,95.
[26] İlyas Gökhan, Selçuklular Zamanında Maraş, Kahramanmaraş: Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 2013, 103.
[27] Ocak,42.
[28]İbn Bîbî, Selçuknâme, haz. Mükrimin Halil Yinanç, Kitabevi, İstanbul, 2010, 167.
[29] Gregory Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi Cilt:2,haz. Ömer Riza Doğrul, Ankara:TTK, 1999,540.
[30] Kaymaz,67.
[31] Akkuş, Mustafa, İlhanlıların Anadolu’daki Dini Siyaseti, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi Tarih Anabilimdalı, Konya2011,380,381.
[32] Ahmet Taşğın, Klasik Kaynaklarda Heterodoks Devrişler ve Heterodoksi, İstanbul: Dün Bugün Yarın Yayınları,2012,23.
[33]M. Fuad Köprülü, Anadolu’da İslâmiyet, 2.Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2012,40.
[34]Mertol Tulum, Tarihî metin Çalışmalarında Usul Menâkıbu’l Kudsiyye Üzerinde Bir deneme,İstanbul: Deniz Kitabevi, 2000, 140.
[35]Mehmet Şeker, Anadolu’nun Türkleşmesi ve Kültürel Hayatı, 2.Basım, İstanbul: Ötüken Neşriyat,2011,445.
[36]Aksüt, Baba İshak,29,30
[37] Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye Fî Menâsıbi’l- Ünsiyye, İsmail E.Erunsal, A.Yaşar Ocak(haz.), İstanbul: Edebiyat Fakültesi Matbaası,1984,XLIII
[38] Nihat Çetinkaya, Kızılbaş Türkler, 7.Baskı, İstanbul: Kum Saati Yayınları,2004,255.
[39] Elvan Çelebi, XLIV.
[40] Tulum,132.
[41] Ahmet Taşğın, Kahramanmaraş’ta Tarım Alanlarının Islah Edilmesinin Sosyal Alana Yansımaları, I.Kahramanmaraş Sempozyumu Tebliğleri, Kahramanmaraş 2004,1233
[42] Hamza Aksüt, Baba İshak, Ankara:2013,Yurt Kitap-Yayın,78.
[43]Aksüt,84.
[44] Aksüt,66.
[45] Bahtiyar Murat Aras, Pazarcık Türkmen Alevileri, Doktora Tezi,Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi,2016,42.
[46]Aksüt,77.
[47]Aras,147.
[48] İbn Bîbî,169.
[49] Gregory Abû’l-Farac, 540.
[50] Aksüt,96.
[51]Ahmed Bin Mahmud, 307.
[52] Ocak,43.