Uzm. Serdar YAKAR
Dünden bugüne tarih boyunca nice güzel insanlara ev sahipliği yapmıştı bu topraklar. O güzel insanlardan biri de hiç şüphesiz Mükrimin Halil Yinanç Beydi.
Rahmetli Cahit Zarifoğlu 1973’de yayınladığı “Yedi Güzel Adam” şiirinde;
“Bu insanlar dev midir
Yatak görmemiş gövde midir”
Mısralarını sanki merhum Mükrimin Halil Yinanç için yazmış gibidir.
Yedi Güzel Adam şiiri farklı bir yorumlama ile şehrimizin güzel insanlarından sadece yedisi için yazılmış gibi gösterildi bir TV dizisinde. Oysa Yedi Güzel Adam’daki “Yedi” rakamı sadece bir simge idi. Tıpkı üçler, yediler, kırklar gibi…
Bugün Maraş’ın her bir sokağında nice güzel adamlar “Beyaz haberlerim var kardeşlerim” diyerek adımlamaktadır bulvarları…
Kimdir Yedi Güzel Adam?
Ve niçin üç değil, beş değil de yedidir?…
Buyruktur; “De ki “Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir.”
Bu buyruk aynı topraklarda yaşamış başka bir Yedi Güzel Adam’ı işaret eder. Kıssaları Kur’an’da Kehf Suresinde anlatılan Yedi Güzel Adam’ı…
Şimdi gelelim güzel insan Mükrimin Halil Yinanç Beye:
Nüfus kayıtlarının verdiği bilgiye göre Mükrimin Bey 1 Temmuz 1900 tarihinde Maraş’ın Elbistan kazasında dünyaya gelir.
Kendisinin anlatışına göre annesi doğum sancıları çekerken babası Yâsin suresini okumaya başlar. 27. Ayetin son kelimesi olan mükrimine gelince doğum müjdelenir. O zaman babası ” O halde adı Mükrimin olsun” der.
Aile; Müftülüzâdeler, Hocazâdeler, Yemlihazâdeler, Hacı Tahir Efendiler gibi lakaplarla anılmış, Cumhuriyet döneminde ise Soyadı Kanunu ile Yinanç, İnanç, Erginöz, Akat, Sezer, Güner ve Günen soyadlarını almıştır.
Babası Halil Kamil Efendi Osmanlı bürokrasisinde kadılık görevi yüklenmiş bir ilim adamıdır. Yurdun dört bir yerinde görev yapar ve 1920 Nisan-Mayıs aylarında Hacin’de kadılık görevini ifa etmekte iken Ermeniler tarafından katledilir.
Annesi Ayşe Hanım da aynı aileye mensuptur. Halil Kamil Efendi ilekardeş torunu olup babaları hep kadı veya müderristir. Ayşe Hanım da 1920’de Haçin’de eşi ile birlikte Ermeniler tarafından işkence ile katledilmiştir.
Mükrimin Halil, ilk tahsilini babasından alır. Henüz sekiz – dokuz yaşlarında iken Kur’an-ı Kerim’i ezberler ve hafız olur. Rüştiye’ye Elbistan’da başlar ise de babasının tayini nedeniyle Malatya, Mardin ve Diyarbakır’da okumak zorunda kalır. Son iki sınıfı ise İstanbul Fatih’te okuyarak Rüştiye’yi bitirir. Aynı yıl Halim Sabit Şibay’ın çıkartmakta olduğu “İslam Mecmuası”nda makaleler yazmaya başlar.
Rüştiye’yi bitiren Mükrimin Halil, medrese eğitimi almasını isteyen babası Halil Kamil Efendi’yi ikna ederek 1916’da Darülfünun Edebiyat Fakültesi Tarih şubesine kaydını yaptırır. Aynı zamanda mezun olduğu Gelenbevi Lisesi’nde muallim olarak görev alır.
Tarihe olan merakını bizzat kendisi şu cümlelerle dile getirir:
“Ailem beni o tarzda terbiye etmiştir ki tarihten başka mesleğe intisap edemezdim. Çocukluğumda iken evimizin selamlığına okuyucular getirilerek destanlar ve Sîret-i Nebi’den parçalar okunurdu. Hz. Ali cengnamesi, Ebu Müslim, Battal Gazi destanları âheng-i mahsus ile okunurken bütün cemaatle birlikte ben de dinlerdim. Tarih merakım -ki ben buna hastalık diyorum- buradan başlar. Ulema bir aile ocağında büyüdüğümden iki dedem, amcam ve babamdan daima büyük kahramanların ve peygamberlerin hayatlarını dinlerdim. Küçük yaşta okuma yazma öğrendikten sonra büyük kütüphane içindeki kitapları okumaya başladım. İlk okuduğum kitap Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiyâ’sını baştan aşağı ezberlercesine öğrendim.”
Üniversite öğreniminde Şerafettin Yaltkaya, İsmail Saadettin, Şirvanlı Sadreddin Efendi, Ahmet Refik ve Necip Asım gibi dönemin ünlü hocalarından ders alır.
Tarih bölümünde eğitimine devam ederken sınavla mülkiyeyi kazanır. Araya kısa bir askerlik dönemi girer ise de eğitimi dolayısıyla erken terhis edilir. Eksik kalan askerliğini bilahere tamamlayacaktır.
Alman tarihçilerinin tarih metodundan hareketle araştırmalarını yalnızca bir nokta üzerinde, Anadolu Selçukluları ve Beylikler dönemine teksif eder. Ayasofya, Nuruosmaniye, Ali Emiri, III. Ahmet ve Süleymaniye kütüphanelerindeki bu konu ile ilgili nadir nüshaları incelemek ve istinsah etmek gibi büyük ve zahmetli bir işe girişir.
1919’da Edebiyat Fakültesi Tarih şubesinden mezun olur. Mülkiye’de en yakın arkadaşı Hilmi Ziya (Ülken)’dir.
Mülkiye yıllarında da devam eden araştırmalarında Ali Emiri Efendi ve Ahmet Tevhid Bey’den çok yardım görür. Mükrimin Halil’in çalışma şevkini ve birikimini takdir eden ve artık yorulmuş olan Ahmet Tevhid Bey, tamamlayamayacağına kanaat getirdiği Anadolu Beylikleri devrine ait notlarını “Bunlar senin işine yarar. Sen devam et ve tamamla” diyerek ona verir. Ahmet Tevhid, Mükrimin Halil’i bir nevi manevî vâris edinir.
Mükrimin Halil bu yıllarda döneminin tarih bilginlerinden Ali Emiri Efendi ile Ahmet Tevhid, Necip Asım ve Mehmet Arif Beylerin destek ve teşviklerini görür. Ayrıca Arapça ve Farsçasını ilerletmek için de Kilisli Rıfat, Şerafettin Yaltkaya ve İsmail Saib Efendi gibi isimlerin de büyük yardımını görür. Anadolu Türkçesinin yanında diğer tüm Türk lehçeleri ile Fransızca, Almanca ve Farsça’yı konuşabilecek, yazı yazabilecek ve çeviri yapabilecek derecede öğrenir.
Takvimler 1920 yılı Nisan – Mayıs ayını gösterirken babasının kadılık yaptığı Haçin’den acı haber gelir.
Annesi ve babası Ermeniler tarafından hunharca katledilmiştir.
Kendisi bu konuda şunları yazar:
“İstanbul’da Mekteb-i Mülkiye’nin ikinci senesini bitirip son sınıfına geçtiğim esnada, tatil aylarında Kerimüddin Aksarayi’nin Müsâmeratü’l-Ahbâr ve İbn Bîbî’nin iş-bu el-Evâmiru’l-Alâiyye adlarındaki âl-i Selçuk tarihlerini istinsah ettim. İbn Bîbî’nin bu eserini istinsah ile meşgul olduğum günler içinde, bu kitapta birkaç defa Hanicin ve Hancin şeklinde adı geçen Haçin -bugünkü Saimbeyli- kasabasında Ermenilerin isyanı vukua geldi ve onların elinde esir ve mevkuf bulunan pederim ve üstadım Elbistanlı kadı Halil Kamil Efendi, validem Ayşe Hanım başta olmak üzere, bütün ailesi efradıyla beraber o mel’un ve hain caniler tarafından akla ve hayale sığmaz işkenceler ve vahşetlerle şehid edildi. Orada bulunan ailemiz efradından yalnız hemşirem Hatice Hanım, Amerikan mektebine emanet edilmek sayesinde, Kuvay-ı Milliye mücahidlerinden olan dayım müderris Mehmed Reşid Efendi ile amcam Mehmed Şerif ve amcam Osman Efendiler tarafından kurtarılarak âbâvü ecdâdımın mavtın-ı kadîmi olan ve bu eserde pek çok defa Ablistan şeklinde ismi zikredilen Elbistan’a gönderildi. İşte bu kitabın istinsahı bu suretle hayatımın en acı, en elemli ve ıztıraplı günlerine tesadüf etmiştir. Cenab-ı Allah bu mazlum şehidleri rahmet ve gufranına nail edip onlara ecr-i cezîl ve bana da sabr-ı cemîl ihsan buyursun!”
Bir talebesinin ifadesiyle; “bu acıklı günden sonra kendisini okumaya verdi. Tarih okudu. Gece okudu,gündüz okudu. Çok zaman kütüphaneler üzerine kapandı. O eski kütüphanelerin kilimleri üzerine kıvrılarak gecelerini geçirdi. Teselliyi Türk ve İslâm tarihi okumada buldu. Notlar aldı. Evini kitaplarla doldurdu.”
1919’da Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünü bitiren Mükrimin Halil 7 Haziran 2021’de ise Mülkiyeyi iyi derece ile bitirerek buradan da mezun oldu.
Hilmi Ziya Ülken’e göre “ilmi ve ciddi kudretini Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden alan Mükrimin Halil, son derece aktif ve ictimai kabiliyetini Mülkiye’ye borçludur.” Ve bu tarihlerde çalışmalarına daha bir hız vererek güneşin doğuşundan karanlığın batışına kadar bütün günlerini kütüphanelerde geçirir. Mesleki heyecanla dolu olan bu devirde ulaştığı yeni yeni bilgiler, sahası ile ilgili yaptığı keşifler şevkini artırır.
Bu arada Maarif vekaletine de başvuruda bulunarak Anadolu’da çalışmak istediğini belirtirse de olumlu cevap alamaz. Tarih Encümeni’ne olan başvurusu ise kabul edilerek 1 Kasım 1923’de 15 lira aylıkla Tarih Encümeni Hafız-ı Kütüplüğü’ne / kütüphane memurluğuna tayin olunur. Bu arada araştırmalarını da çeşitli mecmualarda yayınlamaya devam eder ve Anadolu Mecmuası’nın kurucuları arasında yer alır. Bu mecmuada “Milli Tarihimizin Adı”, “Anadolu’nun Fethi”, “Türk Kavminin Muhtelif Milletlere Ayrılması”, “Anadolu ve Vatan” ve “Milletin Teşekkülü” gibi önemli makaleleri yayınlanır.
Mecmuanın edebiyat sayfası ile ilgili olan Necip Fazıl Kısakürek bu mecmua ile ilgili olarak şunları söyler:
“(…) Ben 20 yaşımın eşiğinde, Anadolu Mecmuası’nın hücreciğinde Anadoluculuk cereyanının güdücüleri Mükrimin Halil, Hilmi Ziya ve -folklorcu- Halit Bayrı ile bu meseleyi incelerken, onları, taş ocağı misali sömürülen Anadolu insanının yalnız hınçta temsilcisi görüyordum.”
Mükrimin Halil yılların birikimi olan makalelerini bu mecmuada aralıksız olarak yayınlar. Bu yazılar daha çok fikrî sahada olup Anadolu’nun Türkleşmesini ve ikinci bir vatan oluşunutarihin ışığı altında incelediği makalelerdir.
1925’de İstanbul’a gelen meşhur müsteşrik Frans Babinger’e mihmandarlık yapar ve ilmi çalışmalarından dolayı övgülerini kazanır.
1919-1925 arasını İstanbul kütüphanelerinde bulunan kendi konusu ile ilgili bütün eserleri inceleyerek özetler çıkartmak ve istinsah etmekle geçiren Mükrimin Halil Bey, araştırmalarını tamamlayabilmek için Avrupa’nın büyük kütüphanelerinde çalışma ihtiyacı duymaya başlar.
Kütüphane memuru olarak görev yapmakta olduğu Tarih Encümeni, Maarif Vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) nezdinde girişimlerde bulunur ve Maarif Teftiş Heyeti Başkanı Rıdvan Nafiz’in girişimleri ile 1925’de Fransa’ya gönderilir. Fransa’ya gönderiliş nedeni İstanbul kütüphanelerinde bulunmayan nadir eserlerin kopyasını almaktır.
İkibuçuk yıl kaldığı Paris’te ilk olarak Fransızcasını geliştirir. Şark İlimleri Cemiyeti’nin çalışmalarına katılır. Hiç aksatmadan uyguladığı proğram şöyedir: Sabah saat 06.00’da kalkmak, önce bir dershaneye gidip Fransızca dersi almak, saat 07.00’de Fransız Milli Kütüphanesi Bibliotek National’in kapısına gelip kütüphanenin açılmasını beklemek, kapı açılınca içeri girip saat 17.00’de kapanırken çıkmaktır. İki buçuk yıl boyunca içinde yaşadığı Paris’i adamakıllı görmemiştir.
Ord. Prof. Kâzım İsmail Gürkan’ın deyimiyle “Eminim ki ‘kitap kurdu’ Mükrimin’i bir daha Paris’e götürüp şehrin ortasında bıraksa idiniz yolu bulamaz, kaybolurdu. Zira Milli kütüphane’nin dışında onun Paris ile hiçbir alış-verişi olmamıştı.
Tarihte pek çok ilim adamı gibi, hafıza gücüyle tanınan Mükrimin Halil Yinanç için de birtakım efsaneler üretilmiştir. Bunlardan bir tanesi de Paris yıllarıyla ilgilidir. Buna göre; Mükrimin Halil bey, Bibliyotek National’de çalışırken, Selçuklu tarihiyle ilgili çok önemli bir kaynağa ulaşır, ki bu Enverî’nin Düsturname’sidir. Ancak, istinsah edilmesine izin verilmez. Bunun üzerine eşsiz hafızası devreye girer ve her gün beş-on sayfa ezberlemek ve kaldığı otelde kağıda dökmek suretiyle kitabın kopyasını çıkarır. Ve bilindiği üzere, Türkiye’ye döndüğünde yayımlar. Bilahare İzmir milli kütüphanede çıkan yeni bir nüshasıyla karşılaştırıldığında, en küçük bir farklılık dahi olmadığı anlaşılır. Öte yandan, kitabın Türkiye’de yayımlandığını öğrenen kütüphane yönetimince müdür dahil tüm memurların görevine son verilir. Bilahare gittiği Paris’te olaydan haberdar olan Mükrimin Halil Bey, durumu kütüphane yetkililerine anlatır ve özel bir komisyon önünde bunu isbatlar. Memurlar yeniden işe alındığı gibi, eline ayağına kapanılarak özür dilenilen Mükrimin Halil Bey’e üniversitede bir kürsü verilir.
Evet, Mükrimin Halil Yinanç’ın gerçekten de çok güçlü bir hafızası vardır. Ama, kendisi Paris’e bir daha gitmediği ve üniversitede kürsü falan da verilmediği gibi, yukarıda anlatılanlar da, bir gerçeği dile getirmek için kurgulanmış, efsaneden öteye geçemeyen hikayelerden biridir.
Paris’te, Anadolu ve Türk tarihiyle ilgili tüm eserleri inceleyen; Türkiye’de olmayanlarını istinsah eden; Avrupa dillerinde Anadolu Türkleri tarihini alakadar eden Süryani, Ermeni, Gürcü, Bizans ve Latin kaynaklarını toplayan ve kıymetli bir ihtisas kütüphanesi yapmaya çalışan Mükrimin Halil Bey, diğer Avrupa ülkelerindeki birçok kitapları da Paris’e getirterek gözden geçirir.
Fransa’daki görevini tamamlayan Mükrimin Halil 13 Eylül 1927’de Türkiye’ye döner.Bir gazeteye verdiği beyanattan anlıyoruz ki Fransa’da bulunduğu süre içerisinde 300 civarında yazma ve nadir eseri okumuştur. Bunun 150’si Arapça, 100’ü Farsça, 50 kadarı da Türkçe’dir. “Maksadım milli tarihimizin en mechul ve en mühim devri olan Âl-i Selçuk ve tavâif-i mülük devrini meydana çıkartmaktı. Bu devre-i tarihiye bugün bütün dünya ilim alemi için külliyen mechuldür” diyerek de Paris’e gidiş maksadını dile getirir.
İlmi makaleleri ve konferansları bu dönemde de devam eder. Kabataş Lisesi Tarih öğretmenliği görevine başlar.
“Kabataş lisesinde, ders esnasında arada bir dalar, sabit bir noktaya bakar, bir şey söylemezdi. Bundan bir şey anlamayan öğrencileri, ses çıkarmadan derse başlamasını beklerlerdi. Bir gün bir öğretmenin cenazesi götürülürken, “Keşke benimkiler de böyle ecelleriyle ölselerdi!..” der. Bundan da Mükrimin Halil Bey’in anne-babasının katledilişinin acısını uzun yıllar unutamadığı anlaşılmaktadır.
1928’de ve 1929’da Türk Ocağında önemli konferanslar verir. 1930’da Türk Ocağı bünyesinde kurulan 16 üyeli Türk Tarihi Tetkik Heyeti’ne seçilir. Aynı yıl Galatasaray Lisesi tarih muallimliğine başlar.
Türk Ocakları 29 Mart 1931’deki VII. Kurultay’ında kapatılma kararı alır. Mükrimin Halil’in de azası bulunduğu Türk Tarih Tetkik Heyeti ise 12 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti adı ile yeniden teşkilatlanır. 1935’de Türk Tarihi Araştırma Kurumu adını alan cemiyet daha sonra da Türk Tarih Kurumu adını almıştır.
ProfMalş (Malche) tarafından hazırlanan yeni üniversite kadrosunda yer alan Mükrimin Halil, Orta Zamanlar Şark Tarihi doçenti olarak 1 Eylül 1933’de üniversiteye intisap eder. Bu tarihte aldığı maaş ise 55 liradır.
Bu görevin kendisine tevdi edilmesinde o güne kadar yaptığı Feridun Bey Münşeatı, Maraş Emirleri ve Düsturname-i Enveri ile ilgili araştırma ve yayınları etkin olmuştur.
Çalışmalarına ara vermeksizin devam eden Mükrimin Halil’in “Türkiye Tarihi Selçuklu Devri I Anadolu’nun Fethi” adlı kitabı 1934’de yayınlanır. Firdevsi üzerine verdiği konferans ve seminerler devam ederken Soyadı Kanunu ile “Yinanç” soyadını alır.Üniversitedeki derslerinin yanı sıra Halkevlerinde ve çeşitli vesilelerle gittiği Erzurum, Antep, Konya, Diyarbakır, Maraş, Sivas gibi şehirlerde konferanslar verir.
Tüm bu çalışmaları yaparken siyasetten olabildiğince uzak durur. İlminin ideolojik amaçlar uğrunda kullanılmasına izin vermez. Bir keresinde benimsemediği bir konuda sunum yapmaya zorlandığı ve bundan ancak birkaç dişini çektirerek kurtulduğu meşhurdur.
1936 Ağustos başlarında, memleketi Elbistan’a gitti ve kültür direktörü Şefik Ergündüz’le birlikte tarihî tedkiklerde bulundu. Heyetin Efsus\Afşin’daki kervansaray kalıntıları üzerinde alınmış bir fotoğrafını da yayımlayan dönemin vilayet gazetesi Maraş, bu ziyareti şu satırlarla vermiştir:
“Elbistan civarında tarihî tedkiklerde bulunmak üzre 15 gün önce seyahat eden üniversite doçentlerinden Mükrimin Halil ve beraberinde kültür direktörü Şefik ErgündüzEfsus civarında Ashab-ı Kehf’te incelemelerde bulunmuşlardır.
Çok eski ve efsanevi bir mahal olan bu yerde Selçukiler’e ait güzel binalar vardır. Bakımsızlıktan bir kısmı yıkılmış ve bir kısmı da yıkılmak üzeredir. Vilayet makamı Kültür bakanlığının bu hususta nazar-ı dikkatini celbetmiştir…”
Mükrimin Halil 1940’da Türk Tarih Kurumu bünyesinde kurulan Türk İslam Devri Kitabeleri Derleme Heyeti’nin başkanlığına atanır. Aynı yıl içerisinde Mükrimin Halil Bey’in de içerisinde bulunduğu bir komisyon tarafından “İslam Ansiklopedisi” yayınlanmaya başlar.
18 Ocak 1940’da bir gazetecinin “kütüphaneleri daha kullanışlı ve yararlı hale getirmek için ne yapılabileceği” şeklindeki sorusuna şu cevabı verir:
“Evvela, büyük bir bina lazımdır. İkincisi, kitapların sistematik tasnifi icap eder. Üçüncüsü, Avrupa yazma kütüphanelerinin katalogları tarzında gayet mufassal, yani bazan, icabına göre bir kitap hakkında bir formalık malumat verecek, mütehassıslar tarafından yapılmış ilmî katalog lazımdır. Dördüncüsü, servis meselesi; yani, kütüphanenin kitaplarının her türlü rutubetten ve haşerat tarafından tahrip edilmekten muhafazası ve mütalaa sahiplerine icap eden bibliyografik malumatı verebilecek mütehassısların kütüphanede tavzifi. Bunun için de üniversitenin edebiyat ve hukuk fakültelerinden yetişmiş ve eski Şark lisanlarına ve yazılarına hakkıyla vâkıf, menfaat-nâ-endiş, ilim meraklısı zevatın yetişmesi veya yetişmiş olanların aranıp bulunması icap eder.
Bina bakımından şunlar nazar-ı dikkate alınmalıdır: Kütüphane şehrin merkezinde olmalı; yani, (…)yolda çok vakit kaybetmeksizin gelebilecek bir mevkide bulunmalıdır. Buna nazaran, (…) eski Mercan sarayının harabeleri üzerinde yaptırılması kabildir; çünkü,nisbeten Kadıköy, Üsküdar ve Beyoğlu’na çok uzak değildir. Bilhassa oraya otobüs servisi yapılırsa hiçbir mesele kalmaz. (…)
En ziyade ehemmiyet verilecek olan İstanbul kütüphaneleridir. (…) evvela, Beyazıt mıntıkasında merkezî bir kütüphane tesis edip diğer kütüphanelerdeki yazma nadir nüshaları oraya toplamalıdır. Çünkü İstanbul dağınık olduğu için talebe kafi derecede istifade için çok zahmet çekmektedir. Sonra, mükerrer nüshalarla eski ve kıymeti fazla olan eserler merkezi kütüphaneye alınmalıdır. Kütüphanenin açılış ve kapanış saatleri, talebenin daha fazla çalışabileceği şekilde tanzim edilmelidir. Mesela, gece mesaisi yapılabilmelidir.
Merkezi kütüphaneyi daha fazla zenginleştirmek için Anadolu kütüphanelerinde bulunan bazı değerli eserleri merkeze almalıdır. Talebeye ve diğer okuyuculara evlerinde okumak üzere kitap vermek meselesine gelince; gerçi bazı Avrupa kütüphanelerinde muayyen şahıslara verilmektedir. Fakat bizde bu pek kâbil-i tatbik değildir ve faydası varsa da mahzurları daha çoktur. Bilhassa kitapların muhafazası bakımından ve bizde kitap alıp vaktinde iade etmek henüz itiyat haline gelmediği için bunu doğru bulmuyoruz.”
1941’de profesörlüğe yükselen Mükrimin Halil Beyin İstanbul’daki hayatının büyük bir kısmı okul, fakülte ve kütüphanelerin yoğunlaştığı ve “Medeni insan bu çevrede yaşar” dediği Laleli ve Nuruosmaniye arasında geçer. Galata ve Beyoğlu taraflarını ise hiç sevmez.
1949’da, arkadaşı Hilmi Ziya Ülken’le birlikte, Ankara İlahiyat Fakültesi’nin kurucu heyeti içerisinde yer alarak fakülteye alınabilecek adaylarla fakültenin yönetmelik taslağını, kürsülerini ve ders proğramlarını belirler.
1949-1953 yılları arasında, Şarkiyat Enstitüsü’nün müdürlüğünü yapar ve 1956-1961 yılları arasında, enstitü tarafından çıkartılan Şarkiyat Mecmuası’nın yayın heyetinde yer alır.
1953’de, amcasının oğlu Halis Yinanç’ın iki çocuğunu Refet ve Tacettin Yinanç kardeşleri manevi evlat edinir. Üniversitede verdiği dersler, kendi talebelerinin yanı sıra Türkoloji, Arap ve Fars filolojisi gibi diğer branşlarda okuyan öğrenciler tarafından da heyecanla dinlenir.
Geçen yıllar içerisinde dünya çapında bir otorite olan bu güzel insan 1957’de Ortaçağ Ordinaryüs Profesörlüğü payesini kazanır.
“Ben gençliğim dahil, bütün ömrümü kütüphanelerde ve kitaplar arasında geçirdim. Dost sohbetlerinden başka eğlence ve avunma bilmedim. Hayatımı sadece öğrenmek ve öğretmekle geçirdim, başka hiçbir emelim olmadı” diyen Mükrimin Halil Bey 27 Mayıs ihtilali sonrasında Yassıada’ya şahit olarak çıkartılır. Orada gördükleri ve yaşadıkları onu çok üzer. Bu üzüntünün sonucu olsa gerek 1 Aralık 1961 Cuma günü hayatında ilk kez ders proğramını unutur.. Talebelerinin telefonla dersi haber vermesi üzerine üniversiteye gelir. Yorgun ve halsizdir. Anadolu Selçuklu sultanlarından Sultan Mesut’u anlatırken rahatsızlanır. Hastaneye kaldırılır ve üç haftalık bir tedavinin ardından kurtarılamayarak 22 Aralık 1961 Cuma sabahı ruhunu teslim eder.
23 Aralık 1961 Cumartesi günü askeri merasimle ve kalabalık bir toplulukla Süleymaniye Camiiinde cenaze namazı kılınır. Ardından naşı üniversite merkez binasına getirilir. Arkadaşlarının ve talebelerinin yaptığı konuşmaların ardından tabutu eller üzerine alınarak Merkez Efendi kabristanına götürülür ve defnedilir.
Merhumu vefatının 55. Yıldönümünde bir kez daha rahmetle anıyoruz.
Ruhu şâd olsun…
KAYNAKÇA
ÇİFTÇİ, Cemil; Maraşlı Şairler Yazarlar Alimler, Kitabevi Y., İstanbul, 2000
IŞIK, İhsan; Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, Elvan Y., Ankara, 2007
ÖZALP, Ömer Hakan; Tarihe Adanmış Bir Ömür Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, ELMÜHAY Vakfı Y., İstanbul, 2012
______, Dostlarının ve Sevenlerinin Kaleminden Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Y. İstanbul, 2012
YAKAR, Serdar ve Yaşar ALPARSLAN; Maraş Meşhurları, Kahramanmaraş Valiliği Y., Kahramanmaraş, 2009