Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KAYHAN*
Maraş, Ahır dağının güney kısmı eteklerinde ve şehirle aynı adı taşıyan ovanın kuzey kesiminde meyilli bir alanda yer alır. Şehrin üzerinde kurulduğu ova Ahır dağı eteklerinden başlayarak güneye doğru dağlar arasında bir oluk şeklinde uzanır. Şehir Kilikya bölgesini saran Toros dağlarının geçit verdiği bir alanda kurulduğundan, bu konumu ile aynı zamanda bahsi geçen bölge için kapı görevi görmektedir. Bu önemli konumu sebebiyle Kuzey Suriye’den başlayan ve Anadolu içlerine kadar uzayan ticari yolların uğrak noktalarından birisi olmuştur. Bu şehri de içine alan belli-başlı yollar şunlardır:
- Amanos Dağlarının kuzey kenarı boyunca uzanan ovayı takip ederek Antakya’ya giden yol.
- Aynı ovanın kuzey-doğu hattı boyunca devam eden Hades (Şimdiki İnekli Köyü) – Zibatra (Viranşehir) üzerinden Malatya’ya giden yol.
- Doğuda Behisni üzerinden Fırat kıyısında Sumeysat’a giden yol.
- Antep üzerinden Haleb’e giden yol.
- Batıdaki dağlar arasından geçip Kars – Zulkadriye (Kadirli) – Aynzarba (Anavarza) – Masisa (Misis) yolu.
- Kuzey-batıda Anti Toros dağlarını çarpraz keserek Göksun üzerinden Kayseri’ye ulaşan yol.
- Kuzeyde Elbistan ve Afşin’e giden başka bir dağ yolu.[1]
Ortadoğu’da Türk hâkimiyetinin başladığı XI. yüzyıldan itibaren gelişen tarihi olaylara baktığımızda Büyük Selçuklular ve Dânişmendlilerle başlayan Türk saldırıları süreci, Türkiye Selçukluları tarafından sonuca ulaştırılmış ve Maraş şehri çevresi ile birlikte 1258 yılına kadar aralıklarla hâkimiyet altında tutulduğunu görmekteyiz. Bu dönemde belli bir süre Ermeni ve Haçlı hâkimiyetleri altında kalan şehrin halkını genelde Ermeniler oluşturmakla birlikte, zamanla şehrin çevresine yoğun Türkmen göçleri de yaşanmış ve şehir merkezine de Türk nüfusu yerleşmişti. Coğrafi durumundan dolayı önemli bir düğüm noktası rolünü oynamış ve eski devirlerden beri önemli bir ticaret merkezi rolünü üstlenmiştir.
Müslüman coğrafyacılar bütün Ortadoğu’nun sadece şehirlerini değil, kasabaları ve köylerini bile titizlikle incelemiş olmalarına rağmen Maraş’ın fiziki, sosyal ve kültürel yapısı, ticari faaliyetleri hakkında yok denecek kadar az bilgi vermektedirler. Bunları bir araya getirdiğimizde ise aşağıdaki bilgilere ulaşmaktayız:
Seyfeddin b. Abdulmu’min b. Abdulhak el-Bağdadî, Maraş’ın Anadolu ile Suriye arasında küçük bir şehir olduğunu, surlarının Harun Reşid tarafından yaptırıldığını, Haruniyye ismiyle bilinen bir rabazının olduğunu bildirmektedir.[2] Mes’udî, Maraş’ın Suriye sınırında, Ceyhun kıyısında, Masisa’ya yakın bir yerde olduğunu belirtmektedir.[3] Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed EbûTâlib el-Ensârî es-Sûfîed-Dimaşkî, Maraş’ın Kalatu’r-Rum civarında olduğunu bildirmektedir.[4] Mukaddesî, Suriye’yi altı eyalete bölmüş olup, bunlardan Kınnesrin’i oluşturan şehirlerinarasında Maraş’ı da saymaktadır.[5] İbn Hurdazbih, Rakka ile Cezîresugûru yolunu tarif ederken Selgûs, Keysûm, Şimşat, Malatya, Zibatra, Hades, Maraş, Kemh, Hısn-ı Mansûr, Kûrus, Dulûk ve Raban’ı sayar.[6] İbn Havkal, Suriye’nin kuzeydeki son sınırı olarak önceden Bizans cephesi denilen Malatya, Hades (Göynük), Maraş, Haruniye, Kilis, Ayn-ı Zerbe, Misis, Adana, Tarsus boyunca uzanan sugûr bölgesi olduğunu söylemektedir.[7] İbn Havkal, halkının ribatlardan Bizans’a gaza yaptıklarından dolayı Malatya – Maraş arasına el-Cezîre sugûru dendiğini ve Suriye topraklarından sayılmaları gerektiğini söylemektedir.[8] İbn Havkal, Hades (Göynük) ve Maraş’ı iki küçük şehir olarak tanıtmaktadır.[9] O, Avâsım eyaletinin merkezi Antakya ile Maraş arasında iki günlük mesafe olduğunu belirtir.[10] İstahrî, Avâsım eyaletinin başşehri olarak Antakya’yı gösterir ve burası ile Maraş arasında 2 günlük mesafe olduğunu söyler.[11] O, Maraş’ın el-Cezîre sugûruna dahil olduğunu belirtir.[12] Ayrıca, sugûrun merkezi şehrinin olmadığını ve her şehrin kendi başına bir merkez olduğunu, Malatya’dan Maraş’a üç, Hades’ten Maraş’a bir merhale mesafe bulunduğunu söyler.[13] Yâkût el-Hamevî, Maraş’ın Suriye ile Anadolu arasında bir sugûr şehri olduğunu, Mervânîler zamanında yapılmış surları ve hendeklerinin bulunduğunu belirterek, şehirde Hades Kapısında Hârûniyye mahallesinin varlığını bildirir.[14] İbn Ruste, Maraş’ı Sumeysât, Malatya, Zibatra, Hades ve Şimşât ile birlikte el-Cezîre’nin sugûrundan birisi olarak göstermektedir.[15] İdrisî, Maraş ile Hades’in birbirlerine yakın iki komşu şehir olduklarını belirtir.[16] Ünlü tarihi coğrafya araştırmacısı W. M., Ramsay ise Maraş’ın eski Germanicia yanında kurulduğunu söyler.[17]
Maraş, İslâm fetihleri sonucu Anadolu topraklarına kadar ilerleyen Müslüman Arapların Bizans’a karşı mücadele için organize ettikleri Tarsus, Adana ve Malatya ile aynı hat üzerinde bulunan dört önemli şehirden birisi idi. Önceleri Sugûr denilen, 787 yılında Harun Reşid tarafından Avâsım adıyla müstakil bir idari bölge haline getirilen bu askeri şehirler, yaz-kış durmadan Hıristiyan Bizans güçleri ile mücadele eden İslâm mücahidleri ile doluydu. Zaman içerisinde burası Müslümanların kontrolünden çıkarak Bizans’ın eline geçti.[18] Zira Bizanslılar 948-49 yılında Haleb emîri Seyfuddevle’yi yenilgiye uğratarak Maraş’ı aldılar.[19]
Maraş tarihi açısından en önemli olaylar Selçukluların ilerleyişleri ile yaşandı. Malazgirt Savaşının Türkler tarafından kazanılmasından sonra 1072 yılı yaz mevsimiyle başlayan Türk saldırıları Anadolu’yu Bizans halkı açısından yaşanmaz hale getirdi. Dönemin canlı tanığı Mikhael Attaleiates, Bizans’ın Anadolu’dan geri çekilmesinin başkentteki fiziki sonuçlarını ortaya koymakta, İstanbul’da yiyecek ve ihtiyaç maddelerinin kıtlığı sebebiyle halkın açlıktan öldüğünü anlatmaktadır.[20] Devrin bir başka tanığı Ermeni din adamı Urfalı Mateos, Türk saldırılarının bütün Anadolu’yu kaplaması ile birlikte kırsal kesimdeki çiftçilerin birkaç yıldır topraklarını ekip, ürün kaldıramamaları sebebiyle Urfa dışındaki alanlarda büyük bir açlığın başladığını, Antakya, Tarsus, Kilikya, Maraş ve Deluk’ta Türk saldırıları yüzünden insanların rahat yüzü görmediklerini, buralardan onbinlerce insanın kaçarak Urfa’ya geldiklerini söylemektedir. Barınacak yer bulamama ve açlık yüzünden Anadolu’da ölüm vakaları olağanüstü çoğalmış, yaşayan insanlar ölülerin tamamını defnedemediği için cesetlerin birçoğu gömülememiş, vahşi hayvanlar ve yırtıcı kuşlar tarafından yenmiştir.[21] Olayların tanıklarından Anna Komnenada canlı anlatımıyla yaşanan acziyeti ortaya koymaktadır.[22]
Bu ara dönemden sonra 1083 yılında Ermeni Philaretos bir Bizans vassalı sıfatıyla Maraş’tan Urfa ve Malatya’ya kadar uzanan geçici bir devlet kurmuştu.[23] Haçlıların bölgeye gelmeleriyle birlikte bu şehir yaklaşık yarım asır boyunca onların hâkimiyetine girdi. Bu arada şehrin kaderini etkileyen önemli bir tabii afet gerçekleşmiş ve 29 Kasım 1115 tarihinde şiddetli bir deprem sonucu Maraş tamamen tahrip olarak yeraltına gömülmüştür.[24]
Nûreddîn Mahmud’un Antakya princepsi Raimond’u Haziran 1149 tarihinde İnneb’de bozguna uğratmasından[25] sonra durumdan yararlanan Sultan Mesud, 11 Eylül 1149 tarihinde kısa süren bir kuşatmadan sonra Maraş’ı fethetti ve burasını geleceğin hükümdarı oğlu II. Kılıç Arslan’a bıraktı. Zira, buranın fethinde oğlunun büyük rolü olmuştu. Sultan Mesud, şehri savunanlara aman vererek, canlarını bağışlamıştı. O, 1150/51 yılında Maraş’ın çevresindeki kaleleri de ele geçirmiş ve kısa süre içerisinde Keysun, Behisni, Raban ve Barzaman’a da hâkim olmuştu.[26]
Sultan I. Mesud’un 1155’te ölümünden sonra babasının bıraktığı tahta oturmak için Maraş’tan ayrılan II. Kılıç Arslan, burayı kaynaklarda ismi belirtilmeyen bir Selçuklu emîrinin yönetimine bırakmıştı. Onun şehirden ayrılmasından az sonra 1156 yılında, Maraş emîrinin Ermenilere ait bir köyü ele geçirmek için şehirden ayrılmasını fırsat bilen Ermeni Toros’un kardeşi Stefan şehre saldırarak ele geçirdi. Selçuklu emîrinin askerleri ile şehrin yardımına geldiği duyunca şehri yağmaladı ve tahrip edip, yaktıktan sonra halkını da yanına alarak kaçtı.[27]
Bu hareketin devamı olarak 1165 yılında Ermeni Toros Maraş’ı yağma etti ve 400 Türk askerini esir alarak bunları Nureddin Mahmud’a karşı koz olarak kullanıp, bu askerleri serbest bırakması karşılığında esir tutulan Haçlı şeflerini kendisine satmasını istedi. Bunun üzerine Nureddin 100.000 dinar karşılığında Haçlı şeflerini Toros’a satmak zorunda kaldı.[28]
Maraş geçitleri Kilikya’daki Ermeniler için büyük öneme sahipti. 1187’de Rüstem adındaki bir Türkmen beyi 5.000 atlı ve piyadelerden oluşan bir güçle Kilikya’ya saldırınca Kilikya Ermeni kralı Leon, bu Türkmenlerin geçişini engellemek için Maraş geçitlerini kapatarak bunları yenilgiye uğratmıştı.[29]
Maraş Kilikya’ya giriş yeri olarak ön plana çıkmaktaydı. 1276 yılında Türkmenler ve Mısır Memlüklerinden oluşan bir ordu Maraş tarafından gelerek Kilikya’ya girmek isteyince Ermeniler karşı çıkmışlar ve yapılan savaşta her iki taraftan da ölenler olmuş ve Türkmenler geri dönmek zorunda kalmışlardı.[30]
Maraş, Harput ve Elbistan gibi Suriye topraklarına sınır olan memalik-i etraf şehirleri Malatya sübaşısının emrinde Türkiye Selçukluları sultanları tarafından kendilerine gösterilen yerlere asker göndermekteydiler.[31]Burası, geçici veya kalıcı bir tımar görünümündeydi. Bunun bir kanıtı olarak şehir 1211-1233 tarihleri arasında Meliku’l-Umera Nusreteddin Hasan b. İbrahim’in elindeydi. 1258 yılında şehri Türkmenlerden korumak için II. Keyhusrev’e verme girişiminde bulunmuşlarsa da sonuçta Maraş Ermenilerin eline geçmişti.[32]
Bu tarihi bilgilerden sonra Ortadoğu ticaretinde Maraş ve çevresinin durumuyla ilgili bazı tarihi bilgileri vermekte fayda vardır. Kuzey Suriye’de Arap egemenliğinde olan yerlerde tüccarların ürünleri çoğunlukla deve karavanlarıyla nakledilmekteydiler. Böyle bir Bizans kervanı Suriyeemîri Ebû’l-Hasan Ali Seyfuddevle b.Hadan (916-969) tarafından yakalanmış ve yüküne el konulmuştu. Kervan, patrik Leo Phokas’ın liderliğindeki silahlı bir eskortla Hindistan’dan geri dönüyor ve muhtemelen Kilikya’ya gidiyordu. 969-970’de Arap-Bizans ticaret sözleşmesinde, Bizans topraklarına ve Antakya şehrinden Halep’e doğru yol alan kervanlar ve genellikle lüks mallar taşıyan Suriye pazarlarına değinilmektedir. Malların vergilendirilmesi, imparatorluk gümrük yetkililerinin Kuzey Suriye’nin iki yerel hâkimiyle işbirliği yaptığı Halep’in geleneklerine uygun olarak gerçekleşmişti. XI. yüzyıldan önce, çoğunlukla lüks malların taşınmasını sağlayan kara ticareti, ağır stratejik malları (ahşap ve metaller) taşımak üzere uzmanlaşmış Akdeniz deniz ticaretinden daha büyük öneme sahipti.[33]
Fırat’tan, Arabistan’dan ve Suriye’den gelen ticaret yolu bir başından diğer başına Kilikya’dan geçerek Konya ve İstanbul’a ulaşmakta idi. Halep’ten yahut Antakya’dan gelen ticaret kervanları Beylan boğazından geçerek İskenderun’a ulaşırdı. İskenderun’un birkaç mil kuzeyinde Ermenilerin başlıca gümrük bürosu olan Portella’ya varılırdı. Burası dağ ile körfez arasına sıkışmış dar bir geçitti. Yol Portella’dan sahilin etrafını dolaşarak Ermeni topraklarına ulaşıyor ve Misis’e ve Adana’ya varıyordu. Bundan sonra Gülek Boğazından Torosları geçiyordu. Bu geçide Türkler tarafındaki sınırı koruyan geniş bir istihkâm hâkimdi ve orada da bir gümrük bürosu bulunuyordu. Boğazdan çıkınca yol Konya istikametinde uzanıyordu. Bu yol Kilikya Ermeni Krallığını güneydoğudan kuzeybatıya doğru kesiyor, Misis ve Adana civarında Maraş yoluyla Fırat yatağının ortalarından gelen ve bu iki şehre kendi payına düşen hayat ve etkinliği getiren diğer bir yol ile karşılaşıyordu. Bütün bu yollar, çoğu Orta Asya’dan gelen ticaret eşyalarını Kilikya Ermeni Krallığına boşaltıyorlardı. Bu ürünler Batı Avrupalı tüccarların ilgisini çok çekmemekteydi. Bununla birlikte ürünler çok çeşitliydi. Özellikle pamuk üretimi ortaçağda çok parlak bir durumdaydı ve çok iyi bir hammadde idi. Kilikya’nın yünü ve keçi kılı aranan ticari mallardı. Toros maden ocaklarından çeşitli madenler, özellikle de demir çıkarılıyordu. Yine Toros dağlarındaki ormanlardan iyi kereste üretilmekteydi. Ovalarda ihraç olunmak üzere buğday, şarap, kuru üzüm yetiştirilirdi. Atlar ve katırlar da önemli ihraç ürünleri idiler.[34]
Kilikya bölgesinin tüccarlar açısından hiç de güvenilir bir bölge olmadığı, Ermeni haydutların buradan geçmekte olan ticaret kervanlarına saldırdıkları; keza denizlerin de çok güvenilir olmadığı, özellikle de Frenk korsanların gemilerle mal taşıyan ticaret gemileri için ciddi bir tehlike oluşturdukları anlaşılmaktadır. Bu cümleden olarak, Karadeniz’in kuzeyinde Kıpçak, İtil Bulgarları ve Rus topraklarından Hazar’a kadar uzanan alanlarda ticaret yapan Müslüman bir tüccar, Halep’ten yola çıkıp Kilikya Ermeni Krallığı topraklarına vardığında haydutların saldırısına uğramış ve bütün mallarını kaptırmıştı. Bunun üzerine Selçuklu sultanına gelerek şikâyette bulunmuştu. Antalyalı bir Müslüman tüccar da mallarını sahili takip ederek ilerleyen bir gemiyle Mısır’a götürürken Frenk korsanlarının saldırısına uğramış ve mallarına el konularak, kendisi de esir alınmış, sonradan bir fırsatını bularak kaçıp kurtulmayı başarmıştı.[35]
1149-1258 yılları arasında Selçuklu hâkimiyetinde yaşayan Maraş’ta şehir hayatı hakkında kaynaklarda bilgiler bulunmamakla birlikte, burada Salâheddin Eyyûbî devri (1171-1193) düşünce hayatının önemli isimlerinden Abdurrahman b. Nasr eş-Şeyzerî’nin hisbe kurumu ile ilgili olarak yazdığı Nihâyetu’r-Rutbe fî Taleb’l-Hisbe adlı eserinde değindiği XII. yüzyıl sonunda bir İslâm şehrinin ticari hayatında rol oynayan mesleklerin tamamının veya önemli kısmının yaşadığını tahmin etmek yanlış olmasa gerektir.[36] Üç asır sonrasına ait bilgileri ihtiva etmesine rağmen, konuya ışık tutması açısından XVI. yüzyıl Osmanlı tahrir defterlerindeki bilgilerde önem taşımaktadır. Buna göre, 1526 yılında bir bedesteni ve 60 dükkânı bulunan Maraş şehir sanayiinde başlıca şu iş kolları ve meslekler bulunmakta idi: Boyahane, kasap, üzümlerin sıkıldığı masara, dericilik sanayisi için debbağhane, hayvanların barsaklarından yapılan yayın ipini üreten kirişhane, tatlının içine afyon karıştırarak yapılan yiyecekleri üreten macunhane, meyhane, helvacılar, şerbetçiler, şehirde kesilen hayvanların başlarının ve ayaklarının temizlenerek satıldığı başhane, hayvanların kuyruk ve iç yağlarından üretim yapan şemhane, gıda maddelerini tartmakta kullanılan aleti kullanan kabancı, kumaş dokuyan cullah, hamamcı.[37]
Keza XVII. Yüzyılın ünlü gezgini Evliyâ Çelebi’nin verdiği bilgiler de bizim için önem taşımaktadır. Bu gezgine göre, Maraş’ta Aksu Nehri’nin kıyılarında pamuk ve pirinç yetiştirilmekteydi.[38] Çevresindeki şehirlerde de pamuk üretimi çok yaygın idi. Marko Polo, Muş ve Mardin’de iyi cins pamuk yetiştirildiğinden bahsetmektedir.[39]Adana ile Tarsus arasındaki Çukurova bölgesi de yüksek kalitede pamuk üretilen bir bölgeydi.[40]
XIV. asrın ilk yarısında yaşayan Pegolotti’ye göre, Ermenistan’dan biber, zencefil, reçine, şeker, tarçın, tütsü, pamuk, bütün önemli baharatlar, demir, bakır ve kalay satılmaktaydı.[41] İbn Havkal, daha X. yüzyılda İskenderun’dan biraz ileride deniz kıyısında bir kale olan Tinat’ta çam kerestesi üretildiğini ve Suriye ile Mısır’ın sugûr şehirlerine sevk edildiğini söylemektedir.[42] Şüphesiz, Pegolotti’nin yaşadığı yıllarda Maraş Ermenilerin elinde idi ve bahsedilen ticari ürünler aynı zamanda bu şehrin ticaretinde önemli yer tutmakta idi.
Maraş’ın Selçuklu hâkimiyetindeki dönemde Türkler Ermenileri tarım, ticaret ve şehir endüstrisine yönelik alanlarda üretime yönlendirmekteydiler.[43] Bu da üretimin artmasına ve ticaretin canlanmasına ciddi katkı sağlamaktaydı.
Maraş’ın Türkiye Selçukluları hâkimiyetindeki dönemi ekonomik hayatına ışık tutan Osmanlı kayıtlarına göre, 1526’da Maraş’ta tahıllardan buğday, arpa, nohut, mercimek, erzen üretilmişti ve bunlar 28.292.384 kg. idi.[44] Yine 1526’da Maraş’ta pirinç üretimi de oldukça fazla idi.[45] Maraş’ın her yerinde yetiştirilen bir sanayi bitkisi olan pamuk rekoltesi de oldukça yüksekti.[46] Bir başka sanayi bitkisi olan susam da üretilmekteydi.[47] İdrisî, Maraş’ın bulunduğu coğrafyada zeytin ağaçları, incir ağaçları ve fıstık ağaçlarının oldukça bol olduğunu belirtir.[48] Bağcılık için oldukça elverişli bir coğrafyaya sahip olan Maraş’ta bağcılık da çok gelişmişti. 1526’da bağcılığın 3/4’ten fazlası Maraş merkez, Zeytun ve Kegerdiz’de yapılmaktaydı.[49] Meyveciliğin de bir hayli yaygın olduğu belgelerden anlaşılmaktadır.[50] 1526 yılında Maraş’ta Türkmenlerin başlıca geçim kaynakları hayvancılık idi. Bunun dışında köylerde yaşayan halkın da büyük ölçüde hayvancılıkla uğraştıkları tahrir defterlerinde verilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Buna göre, vergilerden yola çıkarak sadece koyun sayısı 100.000’in üzerinde görünmektedir.[51] Arıcılığın da Maraş’ın hemen bütün nahiyelerinde yapıldığı anlaşılmaktadır.[52]
Demografik yapıya baktığımızda, Selçuklu hâkimiyeti dönemi ile birlikte Maraş ve çevresindeki nüfusun Türklerin lehine değiştiğini tahmin etmek yanlış olmasa gerektir. Önceden tamamen Ermenilerden oluşan şehir halkı, yoğun Türkmen göçleri ile birlikte sadece şehir merkezinde ve çevresindeki bazı yerlerde varlıklarını devam ettirebildiler. 1258 yılında şehrin tekrar Ermenilerin ellerine geçmesi ile birlikte demografik üstünlük tekrar Ermenilerin lehine döndü. Kilikya Ermeni Krallığı, Türkiye Selçukluları, Halep Atabeyleri, Memlük Devleti ve Karamanlılar tarafından devamlı sıkıştırılırken, sınırları da Türkmenlerin yayıldığı Uclardan birisini oluşturuyordu. Türkmenler fırsat buldukça Kilikya sınırları aşarak bölgede sürüleri ile yaşıyorlardı. Yaşadıkları yerlerde akınları ve mücadeleleri sıklaşınca Ermeniler onlara hücum ederek geri püskürtüyorlardı. Bu bölge Maraş, Haleb ve Torosların kuzey taraflarında kalabalık Türkmenlerle daima sarılmış durumdaydı.[53] Sonrasında Ermeniler, XIV. yüzyıldaki Türk fetihleri ile birlikte Çukurova’dan ayrılmışlar ve muhtemelen Orta Anadolu ve Orta Karadeniz’e yerleşmişlerdi. Onların boş bıraktıkları yerler de Türkmenler tarafından doldurulmuştu. Burası özellikle Ağaçeri Türkmenlerinin merkezi olmuştu.[54] Evliyâ Çelebi de bu bilgiyi onaylanmakta, Maraş çevresinde yaşayan halkın tamamen Türkmenlerden oluştuğunu söylemektedir. Ona göre, bu Türkmenler Mâverâunnehr’den gelip buralara yerleşmişlerdi.[55]
Osmanlı kayıtlarında bölgenin süratle Türkleştiğini gösteren bilgiler bulunmaktadır. 1530 tarihli muhasebe kayıtlarına göre, Maraş Kazasında 222 köy, 492 mezra, 10 çiftlik, 31 yaylakta 2.508 Müslüman aileye karşılık 1.503 gayrimüslim aile ile 23.407 Yörük ailesi bulunuyordu.[56]1526 yılında Maraş genelinde toplanan cizye vergisi 9.745 akçe olup, hane başına 25 akçe ödenmekte,[57] buradan yola çıkarak gayrimüslim hane sayısı 390 olarak tespit edilebilmektedir. Buyaklaşık 2.000 Hıristiyan’a tekabül etmektedir.[58] Görüldüğü üzere şehir merkezinde Türk aileler % 60’dan fazla bir nüfusa sahip iken, şehir çevresinde bu oran çok daha yüksek idi. 1526 yılında Maraş nüfusunun toplamının % 59.2’sini sadece konar-göçer Türkmenler oluşturuyordu.[59]
Bir yüzyıl sonra demografik yapıya baktığımızda Ermeni nüfusunun en az düzeyde olduğu görülmektedir. 1616’da Kudüs’ten İstanbul’a dönerken Maraş’tan geçen Polonyalı Simeon, şehir merkezinde 30 haneden oluşan küçük bir Ermeni gurubunun bulunduğunu söylemektedir.[60]
Evliyâ Çelebi, Maraş’ın 42 mahalleli, hepsi de tepeler üzerinde bulunan, bağlı-bahçeli 10 bin evden oluşan bir şehir olduğunu belirtir. Şehrin kuzeyden güneye yedi bin adım uzunluğunda olduğunu söyler ki, bu da çapının yaklaşık 3-3,5 km. uzunlukta olduğunu gösterir. Şehrin bir medresesi, 40 tane çocuk mektebi, 5 hamamı, çarşısı, 1045 dükkânı, 6 tane hanı vardır ve her evde su akmaktadır.[61]
Suriye’ye yapılan seferler sırasında Toroslar genellikle Hades (Göynük) ve Maraş’ın yanında bulunan doğudaki geçit yollarından aşılmakta idi. Maraş’a giden yol da Ceyhan boyunca uzamakta idi.[62]
Hayton, Türkiye’de çok miktarda gümüş, demir, bakır ve şap çıkarıldığını söylemektedir.[63] Pegolottidede bunu onaylar şekilde Kilikya’da demir, bakır ve kalay çıkarılarak bunların satıldığını belirtmekteydi.[64] Madenlerin zenginliği Türk halkını bir hayli zenginleştirmiş gibi görünmektedir. Joinville, Türkiye Selçukluları sultanının Müslüman hükümdarlar arasındaki en zengin hükümdar olduğunu, onun büyük miktarda altın stokuna sahip olduğunu söylemektedir.[65] Şüphesiz verilen bilgiler Maraşiçin de genelleştirilebilecek bir özelliğe sahiptir.
Sonuç olarak, Selçuklu hâkimiyetinde 1149-1258 yılları arasında geçen bir asırlık zaman içinde Maraş’ın tam bir Türk-İslâm şehri haline geldiği ve ekonomik yapısının da buna uygun olarak şekillendiği anlaşılmaktadır. Madenler açısından zengin olan bölge, orman varlığı, hububat, pamuk ve pirinç gibi önemli tarım ürünlerinin üretimi, zeytin, fıstık, incir gibi bölgeye has bitkileriyle, şehrin çevresinde kümelenmiş Türkmenlerin yetiştirdiği küçükbaş hayvanları ile önemli bir ticari potansiyele sahipti. Keza, ortaçağ İslâm şehir ekonomilerinde görülen her türlü üretim alanları ve hizmet sektörlerinin burada kendisine yer bulduğu Osmanlı dönemi kayıtlarında görülmektedir.
Şehrin Torosların geçiş noktasında olması sebebiyle Halep’ten Antakya’ya ve oradan da Maraş’a uzanan ticaret yolu, bu şehri Malatya üzerinden Anadolu’nun ticaret merkezleri Konya ve İstanbul’a bağlamakta idi. Bu özelliği ile Maraş yeri doldurulamayacak kadar önemli bir ticari noktada idi.
KAYNAKÇA
- Birincil Kaynaklar
998 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Diyâr-i Bekr ve Arab ve Zü’l-Kâdiriyye Defteri (937/1530), II. Şam, Gazze, Safed, Salt-Aclûn, Haleb, Hama-Humus, Trablus, Ayntâb, Birecik, Adana, Üzeyr, Tarsus, Sis, Mar’aş ve Boz-ok Livâları, Dizin ve Tıpkıbasım, Ankara, 1999.
Abdurrahman b. Nasr eş-Şeyzerî, Nihâyetu’r-Rutbe fî Taleb’l-Hisbe,nşr. Seyyid el-Bâz el-Arînî, Kahire, 1946; çev. A. Tunca, İslâm Devletinde Hisbe Teşkilâtı, İstanbul, 1993.
Anonim Selçuk-nâme, Nşr. ve çev. F. N. Uzluk, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi III, Ankara, 1952.
Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, Çev. Ö. R. Doğrul, 2 cild, Ankara, 1987.
AnnaKomnena, Alexiad, çev. B. Umar, Malazgirt’in Sonrası, İstanbul, 1996.
Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi, haz. M. Çevik, 10 cilt, İstanbul, tarihsiz.
Hayton, Doğu Ülkeleri Tarihinin Altın Çağı, çev. A. Tayfun Özcan, İstanbul, 2015.
İbnBîbî, el-Evamiru’l-Alâ’iyefî’l-Umûri’l-Alâ’iye (Selçuk Name), çev. M. Öztürk, 2 cild, Ankara, 1996.
İbnHavkal, 10. Asırda İslâm Coğrafyası, çev. R. Şeşen, İstanbul, 2014.
İbnHurdazbih, Yollar ve Ülkeler Kitabı, çev. M. Ağarı, İstanbul, 2008.
İbnRuste, el-A’lâku’n-Nefîse, Nşr. H. el-Mansûr, Beyrut, 1998.
İbnu’l-Ezrak, TârîhuMeyyâfârikîn ve Ânıid, çev. A. Savran, Erzurum, 1992.
İdrisî, Nuzhetu’l-Muştâk fî İhtirâki’l-Âfâk, 2 cild,Kahire, 2002.
İstahrî, Ülkelerin Yolları, çev. M. Ağarı, İstanbul, 2015.
Jean de Joinville, Bir Haçlının Hatıraları, çev. C. Kanat, Ankara, 2002.
Marko Polo Seyahatnamesi, çev. F. Dokuman, 2 cild, İstanbul (tarihsiz).
Mes’udî, Kitâbu’t-Tenbîhve’l-İşrâf, Leiden, 1893.
MihaelÇamiçyan, History of Armenia, 2 vol.,Calcutta, 1827.
MikhaelAttaleiates, Tarih, çev. B. Umar, İstanbul, 2008.
Mukaddesî, Ahsenu’t-Tekâsîm, çev. D. Ahsen Batur, İslâm Coğrafyası (Ahsenu’t-Tekâsîm), İstanbul, 2015.
Pegolotti, La PraticadellaMercatura, ed. Allan Evans, Cambridge, Massachusetts, 1936.
Polonyalı Simeon, Polonyalı Bir Seyyahın Gözünden 16. Asır Türkiyesi, çev. H. D. Andreasyan, İstanbul, 2007.
Seyfeddin b. Abdulmu’min b. Abdulhakk el-Bağdadî, Merâsidu’l-İttilaalâEsmâi’l- Emkineve’l-Bekâ, Tahkik Ali Muhammed el-Becâvî, Beyrut, 3 cild, 1992.
Süryani Mihail, Vekayinâme, İkinci Kısım (1042-1195), Çev. H. D. Andreasyan, (TTK Kütüphanesi’nde bulunan basılmamış tercüme), Ankara, 1944.
Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed EbûTâlib el-Ensârî es-Sûfîed-Dimaşkî, KitâbuNuhbetu’d-Dehr fî Acâibi’l-Berrve’l-Bahr, Nşr. M. A. F. Mehren, St. Petersburg, 1866.
Urfalı Mateos, Urfalı MateosVekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), Çev. H. D. Andreasyan, Ankara, 1987.
WillermusTyrensis, HistoriaRerum in PartibusTransmarinisGestarum, İng. tr. E. A. Babcock,AHistory of Deeds Done Beyond TheSea, Newyork, 1976.
Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, nşr. F. A. el-Cundî, 5 cild, Beyrut (tarihsiz).
- İkincil Kaynaklar
Cahen, C.,Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. E. Üyepazarcı, İstanbul, 2000.
Darkot, B., “Maraş”, İA, VII, 310-312.
Ersan, M.,Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Ankara, 2007.
Fleet, K.,Erken Osmanlı Döneminde Türk-Ceneviz Ticareti, çev. Ö. Akpınar, İstanbul, 2009.
Gündüz, T., “Kahramanmaraş”, TDVİA, XXIV, 192-196
Heyd, W.,Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, çev. E. Ziya Karal, Ankara, 1975.
Honigmann, E.,Bizans Devletinin Doğu Sınırı, çev. F. Işıltan, İstanbul, 1970.
Kayhan, H.,“Dânişmendli Devleti zamanında Maraş tarihine genel bir bakış”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu (6-8 Mayıs 2004), İstanbul, 2005, 421-426.
Ramsay, W. M.,Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, çev. M. Pektaş, İstanbul, 1960.
Solak, İ.,XVI. Asırda Maraş Kazası, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), Konya, 2002.
Sümer, F.,“Ağaç-eriler”, Belleten, XXVI/103, 1962, 521-528
Turan, O.,Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul, 1969.
Turan, O.,Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul, 1984.
Δημητρούκας Ιωάννης , “ByzantineRoads in AsiaMinor”, Λουμάκης Σπυρίδων2008, 1-20.
* Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, hukaturk@hotmail.com.
[1] B. Darkot, “Maraş”, İA, VII, 310; T. Gündüz, “Kahramanmaraş”, TDVİA, XXIV, 192.
[2] Seyfeddin b. Abdulmu’min b. Abdulhakk el-Bağdadî, Merâsidu’l-İttilaalâEsmâi’l- Emkineve’l-Bekâ, Tahkik Ali Muhammed el-Becâvî, Beyrut, 1992, III, 1259.
[3]Mes’udî, Kitâbu’t-Tenbîhve’l-İşrâf, Leiden, 1893, 58.
[4]Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed EbûTâlib el-Ensârî es-Sûfîed-Dimaşkî, KitâbuNuhbetu’d-Dehr fî Acâibi’l-Berrve’l-Bahr, Nşr. M. A. F. Mehren, St. Petersburg, 1866, 206.
[5]Mukaddesî, Ahsenu’t-Tekâsîm, çev. D. Ahsen Batur, İslâm Coğrafyası (Ahsenu’t-Tekâsîm), İstanbul, 2015, 167.
[6]İbnHurdazbih, Yollar ve Ülkeler Kitabı, çev. M. Ağarı, İstanbul, 2008, 85.
[7]İbnHavkal, 10. Asırda İslâm Coğrafyası, çev. R. Şeşen, İstanbul, 2014, 147.
[8]İbnHavkal, 147.
[9]İbnHavkal, 158-159.
[10]İbnHavkal, 163.
[11]İstahrî, Ülkelerin Yolları, çev. M. Ağarı, İstanbul, 2015, 74.
[12]İstahrî, 74.
[13]İstahrî, 74.
[14]Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, nşr. F. A. el-Cundî, Beyrut (tarihsiz), V, 126.
[15]İbn Ruste, el-A’lâku’n-Nefîse, Nşr. H. el-Mansûr, Beyrut, 1998, 99.
[16]İdrisî, Nuzhetu’l-Muştâk fî İhtirâki’l-Âfâk, 2 cild, Kahire, 2002, 652.
[17] W. M.,Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, çev. M. Pektaş, İstanbul, 1960, 305.
[18] H. Kayhan, “Dânişmendli Devleti zamanında Maraş tarihine genel bir bakış”, I. Kahramanmaraş Sempozyumu (6-8 Mayıs 2004), İstanbul, 2005, 421.
[19]Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, Çev. Ö. R. Doğrul, Ankara, 1987, I, 258.
[20]MikhaelAttaleiates, Tarih, çev. B. Umar, İstanbul, 2008, 213.
[21]Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), çev. H. D. Andreasyan, Ankara, 1987, 155-156.
[22]Anna Komnena, Alexiad, çev. B. Umar, Malazgirt’in Sonrası, İstanbul, 1996, 25-26.
[23]E. Honigmann,Bizans Devletinin Doğu Sınırı, çev. F. Işıltan, İstanbul, 1970, 142.
[24] Süryani Mihail, Vekayinâme, İkinci Kısım (1042-1195), Çev. H. D. Andreasyan, (TTK Kütüphanesi’nde bulunan basılmamış tercüme), Ankara, 1944, 60; Abû’l-Farac, II, 354; Willermus Tyrensis, Historia Rerum in Partibus Transmarinis Gestarum, İng. tr. E. A. Babcock, A History of Deeds Done Beyond TheSea, Newyork, 1976, 500.
[25]Urfalı Mateos, 301; Süryani Mihail, 155; İbnu’l-Ezrak, Târîhu Meyyâfârikîn ve Ânıid, çev. A. Savran, Erzurum, 1992, 92; Abû’l-Farac, II, 386; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul, 1984, 187.
[26]Abû’l-Farac, II, 388; Anonim Selçuk-nâme, Nşr. veçev. F. N. Uzluk, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi III, Ankara, 1952, 25. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, 187.
[27]Süryani Mihail, 179; Abû’l-Farac, II, 395.
[28]Süryani Mihail, 200; Abû’l-Farac, II, 402.
[29]Abû’l-Farac, II, 447-448.
[30]Abû’l-Farac, II, 596.
[31]İbnBîbî, el-Evamiru’l-Alâ’iyefî’l-Umûri’l-Alâ’iye (Selçuk Name), çev. M. Öztürk, Ankara, 1996, II, 41.
[32]İbnBîbî, I, 133, 205; C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. E. Üyepazarcı, İstanbul, 2000, 198.İbn Bîbî, Nusreteddin Hasan b. İbrahim’i çok meşhur birisi ve Maraş sahibi olarak tanıtmaktadır.
[33]Δημητρούκας Ιωάννης , “Byzantine Roads in Asia Minor”, Λουμάκης Σπυρίδων2008, 3-4.
[34] W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, çev. E. Ziya Karal, Ankara, 1975, 409-411.
[35]İbnBîbî, I, 316-318.
[36] Abdurrahman b. Nasr eş-Şeyzerî, Nihâyetu’r-Rutbe fî Taleb’l-Hisbe,nşr. Seyyid el-Bâz el-Arînî, Kahire, 1946; çev. A. Tunca, İslâm Devletinde Hisbe Teşkilâtı, İstanbul, 1993.
[37]İ. Solak, XVI. Asırda Maraş Kazası, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), Konya, 2002, 135, 137-143.
[38]Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi, haz. M. Çevik, İstanbul, tarihsiz, III, 136.
[39]Marko Polo Seyahatnamesi, çev. F. Dokuman, İstanbul (tarihsiz), I, 24.
[40] K. Fleet, Erken Osmanlı Döneminde Türk-Ceneviz Ticareti, çev. Ö. Akpınar, İstanbul, 2009, 99.
[41]Pegolotti, La Praticadella Mercatura, ed. Allan Evans, Cambridge, Massachusetts, 1936, 59.
[42]İbn Havkal, 159.
[43] M. Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Ankara, 2007, 256.
[44] İ. Solak, 98-100.
[45]İ. Solak, 105 vd.
[46]İ. Solak, 106-108.
[47]İ. Solak, 108-109.
[48]İdrisî, Nuzhetu’l-Muştâk fî İhtirâki’l-Âfâk, Kahire, 2002, II, 652.
[49]İ. Solak, 109 vd.
[50]İ. Solak, 111 vd.
[51]İ. Solak, 112-115.
[52]İ. Solak, 115.
[53] O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, 510.
[54]Abû’l-Farac, II, 564; F. Sümer, “Ağaç-eriler”, Belleten, XXVI/103, 1962, 522. 521-528
[55]Evliyâ Çelebi, III, 136.
[56]998 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Diyâr-i Bekr ve Arab ve Zü’l-Kâdiriyye Defteri (937/1530), II. Şam, Gazze, Safed, Salt-Aclûn, Haleb, Hama-Humus, Trablus, Ayntâb, Birecik, Adana, Üzeyr, Tarsus, Sis, Mar’aş ve Boz-ok Livâları, Dizin ve Tıpkıbasım, Ankara, 1999, 47-50.
[57]İ. Solak, 120 vd.
[58]İ. Solak, 137.
[59]İ. Solak, 112.
[60] Polonyalı Simeon, Polonyalı Bir Seyyahın Gözünden 16. Asır Türkiyesi, çev. H. D. Andreasyan, İstanbul, 2007, 187.
[61]Evliyâ Çelebi, IX, 46.
[62] E. Honigmann, 83.
[63]Hayton, Doğu Ülkeleri Tarihinin Altın Çağı, çev. A. Tayfun Özcan, İstanbul, 2015, 50.
[64]Pegolotti, 59.
[65] Jean de Joinville, Bir Haçlının Hatıraları, çev. C. Kanat, Ankara, 2002, 83.