Site icon Teketek Haber

SULTAN İKİNCİ ABDULHAMİD HAN YENİDEN KAYBETTİ!

31 Mart yerel seçimleri bitti. Bu seçim sonucunu nasıl okumak lazım? Seçim sonucu İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesi nedeniyle, batıya kul olmuşların kazan kaldıracağı, “havaya girip” naralar atacağı bir sonuç değildir. Mazlum milletlerin yüzünün düşeceği, garip, yetim ve sessiz yığınların içini burkan bir sonuç olmuştur aslında. Dün İkinci Abdülhamidhan Hazretlerini düşürmek için her türlü şer ittifakıyla bilerek veya bilmeyerek bir araya gelen, destek veren, tahttan indirildikten sonra da nezarette tutulduğu sarayın önüne gidip feryat edenleri, “sana nasıl zulmettik, seni nasıl rencide ettik, sen ne kadar mübarek bir insanmışsın” diyerek övgüler dizip, dizlerine, başlarına vuranları tarih unutmadı ve affetmedi. Bugünde kime, neye, nasıl ve niçin hizmet ettiğini bilmeyen, veya bilerek veya bilmeyerek “Tayyip gitsin” düsturuyla oy verip, “İslam yıkıldı, Mekke-Medine, Kudüs düştü” diyenlere selam çakıp mutluluk naraları atan, kimi dindar parti olduğunu söyleyip dindar geçinenleri, kimi milliyetçi olduğunu söyleyip milliyetçi geçinenleri yarın, tarih unutmayacak ve affetmeyecektir. Çünkü bu güruh, mazlumun ümidini kırmış, batıya kul olmuş fetöcü hainlerle, arzı mevud hayali peşinde koşan İsrali’in şişirmesi YPG ve PKK’yı bilerek veya bilmeyerek desteklemiş; milli ve yerli olanı bertaraf etmiştir.

Daha öncede söyledik, bu dönemin Sultan İkinci Abdülhamidhan dönemine benzediğini. Önce bu benzerliklerden bahsedelim. O dönemde de bilerek veya bilmeyerek bazı dindar geçinenlerde Abdulhamid’e olan nefretleri sebebiyle “Abdulhamid gitsin” dediler. O dönemde batıcı geçinenler “Abdulhamid tahttan insin” dediler. Bugünde “Tayyip gitsin de, ne olursa olsun”, diyorlar.

Sultan İkinci Abdulhamid Hazretleri tahtan indirildiğinde tarihler 31 Martı gösteriyordu. Oyunla, hileyle tahtan indirdiler. Bu seçimlerde 31 Mart’a denk geldi. Taht rüzgarla savrulsa da yıkılmadı, yıkılmayacak da!

Sultan İkinci Abdulhamit’te “yerli ve milli” olma kavgası vermiş, duyunu umumiyeyi kilitlemiş, batının sömürgeci ve sömürüye dayanan sistemine başkaldırmış, gecesini gündüzüne katarak mücadeleye girişmişti. Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün giriştiği mücadele gibi. Tıpkı IMF’ye olan borcu ödeyip Türkiye’nin bağımsızlığı ilan ettiği gibi. Abdulhamit de yerli silahın üretilmesinden yanaydı. Ülkeyi baştan sona imar işine girişmişti. Yollar, okullar, camiler, yeni binalar, demiryolları, köprüler ve daha niceleri… Bugünde Recep Tayyip Erdoğan yerli silah üretiyor, İHA’lar, SİHA’lar yaptırıyor, tank, uçak, boğazı birbirine bağlıyor, yolları kısaltıyor, ülkenin her yerine hava alanları inşa ediyor.

O dönemde de bir araya gelmeleri mümkün görülmeyen Ermenilerle Jön Türkler, İttihatçılarla Rumlar, dindar pragmatistlerle (Tealiciler)  İngilizler, nasıl biraraya gelmişlerse bugünde cuntacılarla örgütçüler, haçlı zihniyetini savunanlarla vesayetçiler, İsrail’in arzı mevud hayalini gerçekleştirme arzusuna hizmet edenlerle milliyetçi olduğunu iddia edenler, batıya kul olmuşlarla, dinini imanını batıya satmış hainler biraraya gelmiştir. Sultan İkinci Abdulhamid döneminde devleti parçalamak isteyenlerle, güya devleti savunduğunu söyleyenler, Taşnak, Hınçak, Potnusçularla biraraya gelen Jöntürk ve İttihatçılar; bugünde PKK, YPG, FETÖ’cülerle biraraya gelenler… Örnekleri ve benzerlikleri aynı olan bu süreci dikkatli okumak lazım. O gün Sultan İkinci Abdulhamit Han Hazretleri’ni yıkmak için bu kadar farklı düşünce ve inanç sahibini biraraya getiren güç, bugünde aynı güçtür. O gün aynı kurgu ve oyunları kuran güç ile bugünde aynı kurgu ve oyunları kuran güç aynıdır. “Tayyip gitsin” diyen, dinci (sözde) parti ile Kürtçü olduğunu söyleyen parti, milliyetçi (sözde) geçinen parti ile laikliğe iman etmiş parti ve tüm terör örgütleri ayın güç tarafından aynı çatı altında buluşturulmuştur. Bundan daha dikkat çekici bundan daha ibretlik bir durum olamaz.

İDEALİ OLANA BAKMAK LAZIM

Bazen biri gelir, önce hayallerini kurar, sonra o hayallerini anlatır, sonra o hayallerini uygulamaya başlar. Vatanın selamete çıktığını görürsünüz, içiniz ferahlar.

Geçmişte atalarınızın cihanşümül devlet, nizamı alem ülküsü, kızıl elma davası aklınıza gelir, o hayali kurana destek olursunuz. O hayali kuran, geçmişin acılarını, ezikliklerini görmüştür. Tek gayesi vardır: Vatan ve millet. Kendini düşünmez, milletim, milletim, der. Feda edilecekse ben kendimi feda ederim, der. Hayallerini anlatır. Aynı hayali kuranlar fasit daireden çıkar ve sevinir. Hainler bu hayali kuranları yok etmek için harekete geçer. Bunun içinde genellikle mahutları kullanır. Mahutların gayesi o kişi hayal kurmasın, kurduğu hayallerde boğulsun, küçük olalım. Birbirimizle kavga edelimdir. Ona, buna çalışalım, bugünü kurtaralım, yarın ne olursa olsun der.

Güçlü Türkiye olmasın, ses getiren, yumruğunu masaya vuran Türkiye olmasın, ister onlar. Mahutlar ise aklını kullanmadığından birilerinin etkisinde kalır, aldanır, yanlışa düşer ve farkında olmadan haine çalışır. Mahut elbette hain değildir. Mahut, ya kişisel hırsları nedeniyle aklını köreltmiş, ya aklını bilerek ve isteyerek kullanmayı denemediği için mahut kalmıştır.  Aklını kullansa, düşünse, idrak etse mahut olmaz. Allah “aklını kullanmayana azab ederim” der oysa.

ŞİMDİ NE OLACAK?

Şimdi Batı, “İslam yenildi” diye zevkten naralar atacaktır. Gazete manşetleri, yenilgi haberleriyle donatılacaktır. Batıya kul olmuşlar ise, uşaklıklarını kanıtlamak için yeniden saldırı başlatacaklardır. Naralar atacaklar, Medine, Kudüs düştü, diye böğüreceklerdir. İslam yenildi, diye kadeh kaldıracaklardır. Köpekliklerini yaptıklarına yaranmak için baskın seçim isteyeceklerdir. En iyi saldırı, savunmadır, diyecekler, gözlerini karartıp meydanları sulandırmaya çalışacaklardır. Hainler ise ihanet çemberinde açılan gediği iyice bollatmaya,  ezik Türkiye, parçalanmış Türkiye, güçsüz Türkiye hayalini yeniden güçlendirmeye çalışacaklardır. Mahutlar ise sanki açmış, açıkta kalmış gibi yaygara yapacaklar, “bizim yerimiz batı kardeşim, onlar medeni insanlar…” falan gibi zırvalarla hainlere bilerek veya bilmeyerek destek olmaya çalışacaklardır bu kirli plana. İşte siyasi iktidarın burada daha katı ve sert bir tutumla oluşabilecek bu olumsuzluklara karşı tedbir alması ve bunların yolunu kesmesi gerekir. Aksi takdirde (Allah muhafaza) içimizde saklı kalmış hainlerle, bu hainlere odun taşıyacak mahutlar amacına ulaşacaktır.

Son iki yazıda hep mahutlardan bahsediyorum, ama bu mahutların kim veya kimler olduğunu, vasıflarını yazmadım. Bu mahutlarla ilgili de birkaç kelam edip bitirelim:

Ey Türkün evladı! Sen haini tanırsın! Farklı renge, şekle girse de tanırsın haini. Mahutu tanımazsın. Mahutlar da kısım kısımdır.  Bir kısım mahut münafık, fasık gibidir. Her türlü şekle girer. Her türlü yalanı söyler. Her yerde görünür. İçki de içer, namazda kılar, zina da eder, hırsızlık da yapar. Yeter ki onun işi görülsün. Bir kısım mahutun tek derdi günü kurtarmaktır. O gün kurtulsun da nasıl kurtulursa kurtulsun. Helale harama bakmaz. Yeter ki gelsin, nasıl gelirse gelsin, der. Bir kısım mahut dindar geçinir, en büyük hoca odur, en büyük dindar odur, en büyük alim odur, bıraksan dünyayı da değiştirir ama bunların hepsi riyadan ve yalandan ibarettir. Bir kısım mahut, başkalarının ağzına bakar, düşünmez, gözü vardır, görmez, kulağı vardır, işitmez, kalbi vardır, idrak etmez. Bir kısım mahutun ise ideali yoktur. Kendinden başkasını sevmez. İster ki her şey ona göre şekil alsın. Israrla aklını kullanmaktan kaçınır. İster ki kendisinin yerine başkaları düşünsün. Mahutlar çeşit çeşit olsa da hepsinin ortak özelliği aklını kullanmamasıdır. Allah bu mahutlar için Yunus Suresi 100. Ayeti göndermiştir: “Aklını kullanmayan necistir, pisliktir.”

Ey Türkün evladı! Mahutları tanı ki, hayali, ideali olanı göresin! Mahutları tanı ki, yarın için ümidini koruyasın! Mahutları tanı ki, zulme ortak olmayasın! Mahutları tanı ki vatanını seveni sevesin, koruyasın… Sevgiyle kalın

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version