Site icon Teketek Haber

SÜNBÜL-ZÂDE VEHBÎ DİVANI’NDA BİR REDİFTEN AÇAN HOŞ KOKULU ÇİÇEK: SÜMBÜL

GİRİŞ

Her sanatkâr gibi Klâsik Türk şairlerinin de reel hayattan, içinde yaşadıkları toplumun gelenek göreneklerinden, dış dünyaya ait tabiat öğelerinden vs. birçok unsuru şiirlerine malzeme yapmaları söz konusudur. Bu bağlamda, doğanın en nadide süslerinden olan çiçeklerin şairlerin dikkatini çekmemesi mümkün değildir. Nitekim birçok çiçek, ya müstakil olarak şiirlere konu olmuş ya da bir vesileyle edebî eserlerde yer bulmuştur. Klâsik Türk Şiiri geleneğinde çiçeklerin tek başlarına bir şiire isim oldukları da görülmektedir. Kaside nazım şekli içinde, redifleri “gül” olan manzumelere “verdiyye”, “sümbül” olanlarına “sünbüliyye[1]” denilmesi bu duruma örnektir. Osmanlı şairlerinin gül ve laleden sonra en çok söz konusu ettiği çiçeklerden biri olan sümbül, kokusu, rengi ve şekli itibariyle sevgilinin saçı, ayva tüyleri, teni, sinesi ile ilişkilendirilmiştir[2].

XVIII. yüzyıl Klâsik Türk şairlerinden olan Sünbül-zâde Vehbî, verdiği birçok eseriyle velut bir şahsiyettir[3]. Yazımız konusunu oluşturan ve Sünbül-zâde Vehbî tarafından “sünbül” redifiyle ve “Nazîre Be-Sünbüle-i Bâkî Der-Sitâyiş-i Müşârun İleyh” başlığıyla yazılan kaside[4], Bâkî’nin aynı redifli kasidesine nazire olarak kaleme alınmıştır[5]. Çalışmada, bu iki kaside, “nesib, medhiyye, tegazzül, fahriye ve makta” bölümleri açısından mukayese edilecektir.

 

  1. Nesib Bölümleri Açısından İki Kasidenin Mukayesesi

Bâkî’nin zemin şiir konumundaki sünbül” redifli kasidesi, 47 beyit olup nesib bölümü ilk 16 beyitten oluşmaktadır. Sünbül-zâde Vehbî ise, kasidesini 63 beyit olarak kaleme almıştır ve ilk 20 beyit nesib bölümüdür.

 

1.a. Bâkî’nin Sünbüliyye Kasidesi

Bâkî, kasidesinin nesib kısmında şekil, renk ve koku ilgisinden yararlanarak sümbülü farklı tasavvur ve tahayyüllerle söz konusu etmiştir. Şairin bakış açısına göre sümbül; başına mücevher taç takıp çimenlik ülkesindeki tahtına geçmiş padişahtır. Külahını yan yatırmış, göğsünün düğmelerini çözmüş, kabadayı görünümlü bir leventtir[6]. Güzelliğiyle gül bahçesini bukleli ve hoş kokulu saçlı dilbere döndüren bir çiçektir[7]. Çehresi güle, sinesi yasemine, ayva tüyleri çimenliğe, dudağı goncaya, sürmeli gözleri nergise benzeyen, kıvrım kıvrım saçları misk kokan bir dilberdir. Halkı etkilemek için boynuna miskten hamayıl (muska)[8] takan kimsedir. Çiyden oluşmuş inci küpelerini takıp gül bahçesine güzelliğini sergilemeye gelen bir güzeldir. Sevgilinin saçlarına benzediği için baş üzere tutulan bir kimsedir. Gömgök tere batmış şekilde baharı müjdelemek üzere çimenliğe gelen müjdecidir[9]. Hoş kokusunu misk ve gülsuyuna borçlu olan kimsedir[10]. Sümbül, aynı zamanda; dövünerek bedeninin bazı noktalarını morartan, ağlayıp inleyen, çok zayıf, saçları karmakarışık bir âşıktır. Kış Firavun’una karşı elindeki asasını yılana dönüştüren Hz. Musa’dır. Çimenlik gelinlerinin maşıtası (meşşâta)[11] olan baharın, güzellerin yüzünü yazmak için[12] kullandığı misk kokulu kalemidir. Sâkî, kayık şeklindeki kadehi meclistekilere sunarken esen bahar rüzgârıyla dalgalanan yeşil çimenlik denizine atılmış bir lenger[13], yani zincirin ucundaki demir çapadır[14]. Gül bahçesinde seher vakti başına güller takan bir kimsedir. Bu bölümde sümbüle dair son teşbih, açılmış tomurcuklarının şekliyle tavus kuşuna benzetilmesidir.

Sümbülün ilk açan bahar çiçeklerinden olması, “hükümdar” teşbihi ve teşhisiyle ortaya konulmuştur:

Urınup farkına bir tâc-ı mücevher sünbül

Oldı iklîm-i çemen tahtına server sünbül                                                           (K. 24/1)

Çiçek açmış sümbülün görüntüsü aşağıdaki beyitte “külahının ucunu kıvırmış, gömleğinin bütün düğmelerini çözmüş, boylu boslu güzel bir genç” olarak kişileştirilmiştir:

Şeh-levendâne şikest eyledi tarf-ı külehin

Gögsinün dügmelerin çözdi ser-â-ser sünbül                                                     (K. 24/2)

Sümbülün güzel kokusu, halkı etkisi altına almak için boynuna muska takan bir kimse oluşuna bağlanmıştır. Burada, içine misk, gülsuyu, safran gibi güzel kokulu birtakım maddelerin de eklenerek oluşturulduğu, taşıyan kimseyi sevimli gösteren şirinlik muskası[15] mazmunu yer almaktadır:

Yazdurup müşg ile boynına hamâ’il takdı

Kendüye itmek içün halkı musahhar sünbül                                                       (K. 24/5)

Sümbülün gök veya mor renkli oluşunu ifade için çektiği aşk acısından dolayı dövünerek vücudunu mosmor eden ve bu hâliyle ağlayıp inleyen şaire benzeyen âşık imgesinden yararlanılmıştır:

Var ise bencileyin ‘ âşık-ı zâr olmışdur

Gök gök itmiş döginüp cismini yir yir sünbül                                                  (K. 24/10)

 

1.b. Sünbül-zâde Vehbî’nin Sünbüliyye Kasidesi

Sünbül-zâde Vehbî de kaside nesibinde, birtakım unsurları sümbülle ilişkilendirmiş, bu hoş kokulu ve güzel çiçeği çeşitli çağrışımlar bağlamında resmetmiştir. Şairin tahayyül ve tasavvurunda sümbül; gülün eteği altında eline buhurdan alıp içine amber koyan, baharın kokusunu duyup herkesten önce tütsü yaparak bağı hoş kokularla dolduran kimsedir. Hz. İsa’nın nefesine bedel olduğunu idrak ettiği bahar rüzgârına Rûm Sûresi 50. ayette yer alan “Nasıl diriltecek?” sorusunu yönelten bir kişidir. Gök renkli, çiçekli top top kumaşlarını getirip Nevruz’un ayağına seren bir bohçacı veya kumaş tüccarıdır. Akarsu kenarında mavi atlas elbiseleriyle oturan ve ara ara dışarıdan gelen bir etkiyle dalgalanan güzeller topluluğudur. Rengi ve hoş kokusuyla diğer çiçeklere üstünlük taslayan, gök renkli olması hasebiyle, gökten geldiğini söyleyerek övünen bir kimsedir. Gül bahçesinde sakalı yeni yeni çıkmaya başlayan taze bir güzeldir. Çimenlikteki diğer çiçekler içinde hoş görünümüyle dikkati çeken kara yağız bir delikanlıdır. Üzerindeki çiy tanelerinin görüntüsüne binaen, her seher perçemine gül suyu saçan bir dilberdir. Kulağını dört açarak bülbülden bazen sabâ[16] bazen de sümbüle makamından[17] nağmeler dinleyen bir kimsedir. Karalar giymiş, külahı hafifçe eğri hâliyle goncalara âdeta külhanbeylik taslayan bir kabadayıdır. Nergisin nazarından korktuğu için başına sarık saran küçük bir çocuktur. Sümbül, aynı zamanda dalından koparılıp sevgilinin saçına konulmuş hâliyle âşığın sevdalı gönlüdür. Yüzlerce çeşidi bulunan laleye mukabil, gösterişten uzak bir çiçektir. Baldırını sıvamış hâlde ayağını sürüyerek bezme kadeh getiren sâkîdir. Geceden bir iki kadeh içtiği için sabah vakti gökkandil derecesinde sarhoş olup baş ağrısını gidermek amacıyla lacivert kadehi her zaman dolu olan bir kimsedir[18]. Yeşil çimenlik denizinin[19] ortasındaki siyah dalgadır. Gül ağacı karşısında dikilip ondan bir iki gonca talebinde bulunan dilencidir. “Efendim, bir çiçekle bahar olmaz[20]” diyerek tablalarla getirdiği çiçeklerini dizmiş bir çiçekçidir.

Sünbül-zâde Vehbî, aşağıdaki beyitte bahar rüzgârıyla Hz. İsa’nın ölüleri dirilten nefesi arasında ilgi kurmuş, sümbüle de bu rüzgâra “Nasıl diriltecek?” (Rûm, 30/50) sorusunu sordurmuştur. Beyitte Hz. İsa’nın ölüleri diriltmesi mucizesine[21] işaret vardır:

Dem-i ‘Îsâ’ya bedeldir nefes-i bâd-ı bahâr

Keyfe yuhyi deyü andan eser ister sünbül                                                          (K. 42/3)

Bâkî’nin nesib bölümünde yer verdiği teşhise benzer şekilde; sümbül, eğri külahıyla goncalara bir kabadayı edasıyla muamele etmektedir:

Kec-külâhıyla siyeh-pûşu ile gonçelere

Görünür hayli levendâne dil-âver sünbül                                                         (K. 42/11)

Bahar mevsimini çimenliğin yeni gelinlerinin maşıtası olarak tasvir eden Sünbül-zâde Vehbî, sümbülü de, güzellerin yüzünü yazmak için kullandığı misk kalemi olarak resmetmiştir. Beyitten, güzel kokması amacıyla mürekkebin içine aralarında miskin de bulunduğu hoş kokulu maddelerin konulduğu anlaşılmaktadır[22]:

Nev-’ arûs-ı çemene mâşıtadur fasl-ı bahâr

Kim anun hâme-i müşgînine benzer sünbül                                                     (K. 42/13)

Sümbülün sapı ve yere yakın bir bitki oluşuyla sâkînin sıvanmış baldırı, aşağıya doğru sarkmış çiçeklerinin görüntüsüyle de onun ayağını sürüyerek bezme getirdiği kadehler arasında ilgi kurulmuştur:

Sâk-ı sâkî gibi teşmîr edeli gayret ile

Bir ayagıyla sürür bezme kadehler sünbül                                                       (K. 42/15)

  1. Medhiyye Bölümleri Açısından İki Kasidenin Mukayesesi

Bâkî’nin kasidesinde 17 ilâ 29’uncu, Sünbül-zâde Vehbî’nin kasidesinde ise 21 ile 39. beyitler arası medhiyye kısmıdır.

 

2.a. Bâkî’nin Sünbüliyye Kasidesi

Bâkî, medhiyye bölümünün bir gereği olarak, memduhu ön plana çıkarmış ve sümbülü de, onun üstünlüğünü anlatan bir obje durumunda söz konusu etmiştir. Sümbül, bu kısımda; elinde süpürgesiyle memduhun kapısında duran bir hizmetçidir. Dokuz salkımlı çiçeğiyle dokuz tabakalı feleğin[23] benzetilenidir. Hoş kokusuna rağmen, memduhun saçına eş olması imkânsız olan bir çiçektir. Memduhun kulu kölesi olmak niyetiyle kapısına gelen Hint fakiridir. Ay ve güneşin nergis olarak tahayyül edildiği bir bahçe tablosu içinde Sümbüle burcunun[24] müşebbehün bihidir. Güzel kokusunu memduhun hoş kokusunu getiren bahar rüzgârına borçlu olan ve onun cömertlik yağmuruyla yetişecek olsa boyu çamfıstığı ağacı kadar uzayacak bir çiçektir. İhsan ve inayetle üstündeki mavi dumanı kalkıp ateş rengini alacak bir çiçek, bağın etrafını aydınlatacak olan bir mum, nergis gibi elinde altın kadeh tutacak ve gözünü açacak, bezmde yaz kış buhurdan yakacak bir kimsedir[25].

Sümbül, aşağıdaki beyitte, kıvrımlı çiçekleriyle eline süpürge alıp memduhun kapısının önünü temizleyen bir hizmetçi olarak tasavvur edilmiştir:

Yine ferrâş-sıfat destine cârûb almış

Ki ide hidmet-i hâk-i der-i dâver sünbül                                                          (K. 24/17)

Sümbülün çiçeklerinin ve yapraklarının rengi, şekli, yere yakın bir bitki oluşu, şairde Hint fakiri imajıyla karşılık bulmuştur:

Geldi bir Hindû-yı bî-çâre-sıfat işigüne

Garazı bu ki kapunda ola çâker sünbül                                                            (K. 24/20)

Memduhun bir bahçeye benzeyen lütfunun karşısında ay ve güneş çok hakir iki kimse iken Sümbüle (Başak) Burcu olsa olsa çok değersiz bir sümbül mesabesindedir:

Bâg-ı lutfunda meh ü mihr iki ahkar nergis

Keremün gülşenine sünbüle kemter sünbül                                                      (K. 24/21)

2.b. Sünbül-zâde Vehbî’nin Sünbüliyye Kasidesi

Sünbül-zâde Vehbî’nin kasidesinin medhiyye bölümünde sümbül, tıpkı Bâkî’de olduğu gibi, memduhun üstünlüğünü tavsifte bir vasıtadır. Yere yakın bir bitki olmasına atfen memduhun dergâhına yüz sürerek şeref kazanan bir kimsedir. Bâkî’nin kasidesinde olduğu gibi, Sümbüle burcunun benzetilenidir. Çimenliğin felek, güneşin nergis; ayın gül olarak tahayyül edildiği bir sahnede sümbül, yıldızdır. Gök renginden cesaret alıp feleğe başkaldıran bir asidir. Memduhun lütuf ışığıyla geceleri, kandile benzeyen her bir salkımını şebçerağa[26] döndüren bir kimsedir. Dört unsurdan biri olarak sünbülî havaya dönüşen havadır[27]. “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere, yedi başak veren tanenin durumuna benzer” meâlindeki ayeti (Bakara, 2/261) ezberleyen kimsedir. Memduhun bir damla ihsanına mazhar olsa her bir çiçeği feleğin lacivert kâsesine dönecek bir çiçektir. Onun ihsanını rüyasında görse dahi, sevinçle külahını göğe atacak kimsedir. Memduhun cömertlik ırmağından faydalanmak için bir lüle ve maşrapa, onun bağdaki her bitkiyi sümbüle döndürecek olan misk kokulu kalemi[28], abıhayata benzeyen inayetiyle canlanıp tazelenecek olan bir resim, cömertliği anlatılırken kuru kamış kalem üzerinde taptaze şekilde bitecek olan bir çiçektir.

Sünbül-zâde Vehbî’nin aşağıdaki beytinde, memduhun bir bahçeye benzeyen kadrinin yanında Sümbüle (Başak) Burcu, sadece hakir bir sümbül olarak tasavvur edilmiştir. Bu teşbih Bâkî’de de mevcuttur:

Şeyhü’l-islâm-ı felek-câh-ı refî’ü’ş-şân kim

Sünbüle ravza-i kadrinde bir ahkar sünbül                                                      (K. 42/22)

Memduh, bir çimenliğe benzeyen feleğe yönelecek olsa güneş, nergis; ay, gül; her yıldız da sümbül hâline gelecektir. Yıldız-sümbül ilgisi; sümbül çiçeklerinin şekil itibariyle yıldıza benzemesindendir:

Eylese meyl-i şükûfe çemen-i gerdûndan

Mihr ü meh nergis ü gül ola her ahter sünbül                                                  (K. 42/24)

 

  1. Tegazzül Bölümleri Açısından İki Kasidenin Mukayesesi
  2. beyitte kaside içinde gazel söyleyeceğini haber veren Bâkî, 42. beyte kadar olan kısmı tegazzül bölümüne ayırmıştır. Sünbül-zâde Vehbî ise, 40. beyitte tegazzüle başlayacağını haber vermiş ve 48. beyte kadar tegazzül kısmına yer vermiştir.

 

3.a. Bâkî’nin Sünbüliyye Kasidesi

Bu bölümde beklenildiği gibi, sevgiliye dair güzellik hususiyetlerinin anlatımında sümbül bir araç olarak söz konusu edilmiştir. Bâkî, bu bölümde öncelikle sümbülü gazeli için benzetilen olarak zikretmiştir. Sümbül, ayrıca perişanlığı ve dağınıklığı sevgilinin saçlarına sevdalanmış olmasına bağlı bir âşıktır. Sevgilinin saçları ve ayva tüyleri için bir benzetme veya mukayese unsurudur. Yârin yanağına duyduğu kıskançlık ateşiyle yanarak göğe çıkan dumandır. Sevgilinin gül yanakları üzerindeki yasemin kokulu zülfü gibi kendisine taze gülden yatak hazırlayan kimsedir. Şairin, gül yaprağına benzeyen kâğıda[29] yazdığı şiirinde kullandığı sünbülî hattır[30].

Şair, çimenliğin levhasına yazısı tohuma, noktaları çiye, manası misk kokusuna benzeyen taptaze, yepyeni bir gazel yazmıştır:

Dâne hat jâle nukat nefha-i müşgîn ma’ nâ

Yazdı levh-i çemene bir gazel-i ter sünbül                                                       (K. 24/30)

Gül renkli şarap, olsa olsa sevgilinin lâl renkli ve şarabı andıran dudağının ancak kız kardeşi, sümbül de yasemine benzeyen zülfünün erkek kardeşi olabilir:

Bâde-i la’lüne hemşîre şarâb-ı gülfâm

Zülf-i müşgîn-i semensâna birâder sünbül                                                       (K. 24/34)

Şair, sevgilinin zülfünün ve yanağının özelliklerini anlatan bir şiir defteri oluşturmaya kalksa kâğıdı gül yaprağı, yazısı da sümbül olacaktır:

Yaraşur zülf ü ruhun vasfına defter yazsam

Kâgıdı berg-i gül ola hat-ı defter sünbül                                                          (K. 24/41)

 

3.b. Sünbül-zâde Vehbî’nin Sünbüliyye Kasidesi

Sünbül-zâde Vehbî, kasidesinin bu bölümünde, Bâkî’de olduğu gibi, sevgiliyi çeşitli güzellik unsurlarıyla ve yine sümbülü merkeze alarak tasvir etmiştir. Vehbî, öncelikle, başa çiçek takma âdetine[31] atfen, gazelini başa takılacak bir çiçeğe benzetmiştir. Daha sonra da sümbülle ilgili benzetmelere geçmiştir. Buna göre sümbül; kırmızı güle benzeyen sevgilinin alnına düşen ve şebboy çiçeği gibi olan kıvırcık saç lülesine benzetilmesi mümkün olmayan hor ve hakir bir çiçektir. Başını eğmiş şekilde Misk-i Rûmî çiçeğine eğri külahlı sevgilinin kıvrım kıvrım saçlarını anlatan bir kimsedir. Gülsuyu, reyhan ve menekşeyle birlikte sevgilinin kâkülünü ve ayva tüylerini ıtırlandıran bir çiçektir. Sevgili, destarının kenarından perçemini çıkarınca bu hâli görüp kıskandığı için başına teller takan bir kimsedir[32]. Sevgilinin, top fesleğene nispet yaparcasına alnındaki kıvırcık saç lülelerini dağıtıp fesinin kenarına dizdiği bir çiçektir. Göz göre göre sevgilinin ayağı toprağını nergise kaptıran ve bu sebeple saba rüzgârına küsen kimsedir. Yârin kırmızı güle benzeyen yanağı üzerinde bulunan yeşil renkli ayva tüylerinin benzetilenidir. Sevgilinin ayva tüyleriyle zülfünün sevdasına kapılan âşık için ayrılık gecesinde yatak ve yastıktır.

Bir kırmızı güle benzeyen sevgilinin alnına düşen, hem rengi hem de kokusu itibariyle şebboy çiçeğine benzeyen kıvırcık saç lülesine sümbül demek yakışık almaz:

Diyemem turra-i şebbûyuna benzer sünbül

Ne çiçekdir bilirim ey gül-i ahmer sünbül                                                        (K. 42/41)

Sevgili, kâkülünü ve ayva tüylerini gülsuyunun yanında reyhan, menekşe ve sümbül gibi güzel kokularla kokulandıran bir dilberdir:

Kâkül ü hattını ta’tîre gül-âbın bedeli

Olsa reyhân u benefşeyle mu’attar sünbül                                                       (K. 42/43)

Genç sevgili, destarının kenarından perçemini çıkarınca bu hâli görüp kıskanan sümbül, başına teller takınmaktadır. Diğer taraftan, beyitte yer alan “civân perçemi” ifadesini, genç sevgilinin perçemi manası yanında, civanperçemi çiçeği olarak anlamlandırmak mümkündür:

 

O civân perçemini gûşe-i destârından

Gösterince takınır başına teller sünbül                                                            (K. 42/44)

 

  1. Son Bölümler Açısından İki Kasidenin Mukayesesi

Bâkî’nin kasidesinde 43 ile 47. beyitler arası fahriye bölümüdür ve kaside bu şekilde tamamlanmıştır. Sünbül-zâde Vehbî ise, 49. beyitten 59. beyte kadar, çok net söylememekle beraber, sümbülü merkeze alarak içinde bulunduğu olumsuz ruh hâlini, şiirlerine yeteri kadar değer verilmediğini ifade etmiştir.

 

4.a. Bâkî’nin Sünbüliyye Kasidesi

Bâkî, sümbülü kendi şiirleri ve şairliğiyle ilişkilendiren bir anlatıma müracaat etmiştir. Buna göre; sümbül, Bâkî’nin diğer şairlerle mukayese dahi edilemeyecek olan şiir kabiliyeti, onun her dem taze, orijinal ve güzel olan şiirleri, zaman geçtikçe artan şerefi ve kadridir. Aynı zamanda, kış ordusu üzerine asker gönderen bahar padişahının tuğunu taşıyan kimse[33], düşmanların başına vurulacak olan altı kıvrımlı şeşper[34] adlı topuzdur[35]. Nasıl ki, kuru bir bitkiyle sümbülün mukayese edilmesi mümkün değilse, aynı şekilde Bâkî’nin şiirlerinin de başkalarının nazmıyla kıyaslanması söz konusu dahi değildir. Zaten, bir gül bahçesine benzeyen bu dünyada sümbül çoksa da her sümbül taze ve güzel olamaz:

Nazm-ı eşhâsa kıyâs eyleme Bâkî şi’rin

Ola mı her giyeh-i huşke ber-â-ber sünbül                                                       (K. 24/43)

Sümbülün her sene tohumlarının artması gibi, her geçen yıl da kişinin şerefini ve kadrini arttırır:

N’ ola kadr ü şerefün sâl-be-sâl olsa mezîd

Her yıl arturmadadur dâneyi dirler sünbül                                                      (K. 24/45)

Bahar padişahı, kış ordusu üzerine asker göndermiştir. Sümbüle bu sahnede düşen rol, bahar ordusunun tuğunu taşımak, yani alemdarlığını üstlenmektedir. Burada, şekle dayanan bir benzetmeye yer veren şairin amacı, kendisinden önce yazılmış sümbül redifli kasideler bulunmakla birlikte, hem bu zincirin son halkası olduğunu ifade etmek hem de sonraki dönemlerde yazılacak sümbül redifli şiirlere rehberlik etmek, yol göstermektir:

Götürüp tâ ki şehenşâh-ı bahârun tûgın

Getüre cünd-i şitâ üstine leşker sünbül                                                            (K. 24/46)

Nitekim şairin bu şiiri rakipleri tarafından o kadar kıskanılacaktır ki, düşmanlarının başına şeşper adlı topuz gibi inecektir:

Ser-i a’dâna taka seng-i melâmet güller

Ola düşmenlerünün başına şeş-per sünbül                                                       (K. 24/47)

 

4.b. Sünbül-zâde Vehbî’nin Sünbüliyye Kasidesi

Sünbül-zâde Vehbî, bu kısımda, sümbülle ilgili teşbih ve ilgiler bağlamında, şiir kabiliyetine rağmen değerinin bilinmediğinden yakınmıştır. Sünbül-zâde Vehbî’nin tasavvur ve tahayyülünde sümbül; şair gibi ayakaltında kalmış hor ve hakir bir kimse, talihsiz, kara bahtlı şairin biraderi, onun durumuna çok üzüldüğü için yüreği yanan ve ah dumanına boyanan kimsedir. Seher vakti üzerine düşen çiy taneleriyle şairin perişan hâline ağlayan, gama benzeyen sümbül bahçesinde yapraksız, yani nasipsiz biridir. Sarığın kenarına süs için takıldığı hâlde, yabanî bir bitki gibi ayakaltında yatan kimsedir. Maarif dağının eteğinde yetişmiş olmasına rağmen sıcaktan bunalmış kederli kişi, ah dumanıyla sinesini masmavi sümbül bahçesine döndüren biridir. Bahçıvanların soğanını söktüğü, bu sebeple kuruyup kaldığı hâlde göğsünde yeni çiçekler saklayan bir kişidir. Şairliğinin sonbaharında dahi, sümbül redifli bu kasidesi gibi, birçok taze şiir kaleme alan ve hüner bağı olan, yine de diğer hüner sahipleri gibi perişan ve pişman olan Vehbî için kullanılan bir benzetme unsurudur.

Sünbül-zâde Vehbî, içinde yaşadığı devirde ucuz ve kalitesiz şairlerin değer görmesinden şikâyet ederken kelime anlamı; çöplük bitkisi; mecazen orta malı olan, soysuz güzel kadın” olan “hadrâ-yı dimen[36]” terkibine başvurmuştur. Buna mukabil, kendisinin, sümbül gibi ayaklar altına alınmış ve horlanmış bir kimse durumunda olduğunu söylemiştir:

Şimdi hadrâ-yı dimen zîb-i ser-i ragbetdir

Kaldı Vehbî gibi pâ-mâl u muhakkar sünbül                                                    (K. 42/49)

Şairin, sümbülle aralarındaki benzerlik öyle bir aşamaya ulaşmıştır ki, kara bahtlı oluş noktasında birbirleriyle birader çıkmışlardır:

Gördü pejmürde-nümâ bildi ki Sünbül-zâde

O siyeh-bahta hemân çıkdı birâder sünbül                                                       (K. 42/50)

Oysa Sünbül-zâde Vehbî, “hüner bahçesi” kimliğiyle ilerlemiş yaşına rağmen, tıpkı bu kasidesi gibi, bir sümbül kadar taze ve güzel kokulu, hoş şiirler kaleme almaya devam eden bir şairdir:

Tab’ının köhne bahârında o bâg-ı hünerin

Bulunur böyle niçe tâze mu’attar sünbül                                                          (K. 42/58)

Diğer taraftan, kendisi gibi hüner sahibi olanlar daima perişan ve pişman olacaklarının da farkındadır:

Hep anın gibi perîşân mı peşîmân mı ‘aceb

Hârzâr-ı emel-i dehre dikenler sünbül                                                             (K. 42/59)

Sünbül-zâde Vehbî, 60 ile 63. beyitler arasını medhiyye ve dua kısmına ayırmıştır. Bu bölümde de, yine sümbülün farklı tasvirlerle resmedildiği görülmektedir. Buna göre; Vehbî’nin, şair yaratılışı kuru bir bitkiye dönmüşken memduhun bir yağmura benzeyen inayetiyle yazılan, kış vaktinde açan hoş kokulu ve taze bir sümbülü andıran kasidesi; dua kısmına geçileceğini haber verirken tekrar edilen redif, sümbülle ilişkilendirilen unsurlardır.

Şair, pejmürde bir hâldeyken memduhun buluta benzeyen inayetinin tek damlası dahi kâfi gelmiş ve kuru bir ot, çok hoş bir sümbüle dönmüştür. Aslında kastedilen, memduhtan gelen ihsanların da yardımıyla, şairin, ilerlemiş yaşına rağmen, tıpkı bu kasidesi gibi, kıymetli şiir örnekleri vermeye devam etmesidir:

Böyle pejmürde iken reşha-i bârân-ı himem

Eyledi ol giyeh-i huşki ne hoşter sünbül                                                          (K. 42/60)

Nitekim bir velinimet durumundaki memduhun lütfuyla Sünbül-zâde Vehbî’nin kalemi kış mevsiminde dahi taptaze bir sümbülü andıran güzellikte ve hoşlukta bir kaside ortaya koymuştur:

Kuvvet-i nâmiye-i lutf-ı veliyyü’n-ni’amı

Vakt-i sermâda yetişdirdi yine ter sünbül                                                         (K. 42/61)

Böylesi ihsan ve inayet sahibi bir memduh için şairin üzerine düşen şey de, Allah’ın lütfuyla, onun bir bahçeye benzeyen ikbalinin daima terütaze olması duasında bulunması ve ona ithafen başka şairler tarafından da kendisi gibi güzel, aynı redifli şiirler kaleme alınmasıdır:

 

Bâg-ı ikbâlini şâd-âb ede lutf-ı Bârî

Vere bu gülşene tâ revnak u zîver sünbül                                                         (K. 42/63)

 

SONUÇ

Bâkî’nin zemin şiir durumundaki kasidesi 47, Sünbül-zâde Vehbî’nin bu kasideye nazire olarak kaleme aldığı şiir ise, 63 beyittir. İlk kasidede 16, ikinci kasidede ise, ilk 20 beyit nesib bölümüne ayrılmıştır. Bâkî’nin kasidesinin nesibinde sümbülle ilgili olarak; “padişah, levent, bahar müjdesi getiren kimse, âşık, Hz. Musa, mâşıta” gibi şahıslar teşbih ve teşhis aracı olarak kullanmıştır. Diğer taraftan; “kalem, lenger, tavus kuşu” şairin, bu bölümde sümbüle dair zikrettiği diğer benzetme unsurlarıdır. Sünbül-zâde Vehbî ise, nesib bölümünde sümbülü; “eline aldığı buhurdanla bağa tütsü yapan kimse, bohçacı veya kumaş tüccarı, mavi atlas elbiseleriyle akarsu kenarında oturan güzeller topluluğu, sakalı yeni yeni çıkmaya başlayan kara yağız delikanlı, dilber, kabadayı, küçük çocuk, sarhoş, dilenci, çiçekçi” vb. şahıslar bağlamında teşbih ve teşhis etmiştir. Yeşil denizin siyah dalgası sümbülün benzetildiği bir diğer unsurdur.

Bâkî, medhiyye bölümüne 17 ilâ 29, Sünbül-zâde Vehbî ise, 21 ila 29. beyitler arasında yer vermiştir. Şair, sümbül için; “mavi duman, tütsü” gibi benzetmeleri söz konusu etmiştir. Sünbül-zâde Vehbî ise, medhiyye kısmında sık sık sümbüle değer kazandıranın memduhun dergâhına yüz sürmek olduğunu vurgulamıştır. Sümbülü yıldıza teşbih eden şair, bir sümbül çeşidi olan katmer sümbülü de zikretmiştir.

Tegazzül bölümleri; Bâkî’de 30 ilâ 42, Sünbül-zâde Vehbî’de 40 ilâ 48. beyitler arasıdır. Bâkî, “saç, ayva tüyleri” gibi sevgiliye ait güzellik unsurlarını sümbülle mukayese etmiş, sevgilinin daha üstün olduğunu vurgulamış; bu arada, sünbülî hat şeklindeki yazı türüne de göndermede bulunmuştur. Sünbül-zâde Vehbî de yine sevgilinin zülfü, ayva tüyleri gibi güzellik unsurlarını sümbülden üstün tutmuştur. Diğer taraftan bu bölümde şair, Bâkî’den farklı olarak, sümbülün yanında gül, reyhan, menekşe, Misk-i Rûmî ve civanperçemi çiçeklerine de yer vermiştir.

Bâkî, 43 ilâ 47. beyitleri fahriye kısmına ayırıp kasidesini bu şekilde tamamlamıştır. Sünbül-zâde Vehbî ise, 55 ila 63. beyitler arasında, sümbül ekseninde içinde bulunduğu olumsuz ruh hâlini zikredip şiirlerine yeterince değer verilmediğinden yakınmıştır.

Her iki kaside, sümbüle dair hayaller ve tasavvurlar noktasında canlı ve zengin bir görünüme sahiptir. Şairler, bir anlamda okuyucuyu bir sümbül bahçesinde gezintiye çıkarmakta ve âdeta birer temaşa perdesi açıp sümbülü, gözün gördüğünden çok daha derinlikli, çok daha başka bir perspektiften tasvir etmektedir. Bâkî’de ve Sünbül-zâde Vehbî’de, sümbülün külahını eğri giymiş bir kabadayıya benzetilmesi, Sümbüle burcuyla ilişkilendirilmesi, birtakım âyetlerden doğrudan veya dolaylı olarak iktibasta bulunulması, is mürekkebi, sünbülî hat (yazı) gibi yazıyla ilgili kavramlarla ilişkilendirilmesi vs. müşterektir. Her iki şairde de sümbül, içkiden sonraki baş ağrısının giderilmesinde tedavi amaçlı kullanımı, başa takılması, diğer çiçeklerle birlikte hamayılda (muska), saça hoş koku vermede, tütsüde kullanılması gibi sosyal hayata dair unsurlarla da konu edilmiştir. Bâkî de, Sünbül-zâde de, diğer Klâsik Türk şairleri gibi, saç, ayva tüyleri gibi güzellik unsurlarını ya sümbüle teşbih etmiş ya da sümbülden üstün tutmuştur.

Sünbül-zâde Vehbî’nin sümbülü, aralarında ses benzerliği bulunan Sümbüle makamı, sünbülî hat gibi değişik çağrışımlarla ele aldığı dikkati çekmektedir. Şairin kasidesine dair söylenmesi gereken hususlardan biri de, onun Bâkî’den farklı olarak sümbülle içinde bulunduğu olumsuz ruh hâli, ilerlemiş yaşına rağmen şiirlerine yeteri kadar değer verilmemesi arasında ilgi kurmasıdır.

Son söz olarak; Klâsik Türk şairleri, XVI. asırdan XVIII. yüzyıla kadar uzanan bir gelenek çizgisinde, tabiata ait bir güzellik unsuru olarak tek bir çiçeği dahi son derece zengin tahayyül, tasavvur, çağrışımlarla tasvir etmekte, okuyucuya derinliği gösteren bir ayna takdim etmişlerdir.

* Dr. Öğr. Üyesi, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı, kamilecetin@sdu.edu.tr.

** Dr. Öğr. Üyesi, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Türk İslam Edebiyatı Anabilim Dalı, kahraman_melek@hotmail.com.

[1] Yaşar Aydemir, “sünbüliyye”, Türk Dünyası Ortak Edebiyatı Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, AKM Yayınları, Ankara 2006, c.5, s. 358.

[2] Yavuz Bayram, “Klasik Türk Şiirinde Duyguların Dili: Çiçekler”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 2/4 Fall 2007, s. 213-214. Ayrıca bkz. İskender Pala, “Sünbül”, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, 27. Baskı, İstanbul 2016, s. 428; Berat Açıl, “Klasik Türk Şiirinde Estetik Bir Unsur Olarak Çiçekler”, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, S. 5, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, İstanbul 2015, s. 15-16. Klâsik Türk Şiiri’nde sümbülün ele alınışı hakkında yapılmış bir çalışma için bkz. Gülay Karaman, “Perîşân Çiçek Sünbül ve Klasik Türk Şiirinde İşlenişi”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi Journal of the Human and Social Science Researches, C. 1, S.2, 2012, s. 288-319.

[3] Şairin hayatı, edebî kişiliği ve eserleri hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmet Yenikale, Sünbül-zâde Vehbî Dîvân, Ukde Kitaplığı Maraş Kültür ve Edebiyat Serisi, Kahramanmaraş 2011, s. 19-30; ayrıca bkz. Selim Sırrı Kuru, “Sünbülzâde Vehbî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), c. 38, İstanbul 2010, s. 140-141; Ali Canip Yöntem, “Sünbülzade Vehbi”, İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (TDED), I/2, İstanbul 1946, s.81-104.

[4] Çalışmada kasidenin Ahmet Yenikale tarafından hazırlanan Divan neşrindeki şekli esas alınmıştır; Yenikale, age., s. 236-241.

[5] Sabahattin Küçük, Bâkî Divanı Tenkitli Basım, TDK Yayınları, Ankara 1994, K. 24, s. 62-66.

[6] Bâkî, burada bir sosyal hayat unsuru olarak, dağınık giyinen, başındaki külahın bir tarafını bastırarak takan, göğsünün düğmelerini çözen, külhanbeyi edasıyla dolaşan bir levent imajından yararlanarak sümbülü resmetmiştir; Hanife Koncu, “Bir Kelimenin İzinde: Klasik Türk Şiirinde “Levend” Üzerine Bazı Düşünceler”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/3 Summer 2010, s. 427.

[7] Klâsik Türk Şiiri’nde sevgilinin saçları misk, amber, sümbül, yasemen, şebboy, ıtır, reyhan, menekşe, galiye gibi hoş kokulu çiçekler veya unsurlarla ilişkilendirilir. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Nihat Öztoprak, “Divan Şiirinde Güzelin Saç Kokusu”, Saç Kitabı, (Editör: Emine Gürsoy Naskali), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004, s. 315-334.

[8] Klâsik Türk Şiiri’nde muska konusunda bkz. Melek Dikmen-Kamile Çetin, “Klâsik Türk Şiirinde Kadın Takı ve Aksesuarları”, Bilig, Bahar 2012, S. 61, s. 82-84.

[9] Beyitte doğrudan müjdeci ifadesi yer almamakla birlikte, bir mazmun olarak yer almaktadır. Müjdeci kavramı hakkında geniş bilgi için bkz. Mehmet Zeki Pakalın, “Müjdeci”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. 2, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, s. 609-610.

[10] Burada; içine aralarında misk ve gül suyunun da bulunduğu bazı maddelerle yapılan is mürekkebine (M. Uğur Derman, “Mürekkep”, DİA, c. 32, TDV Yayınları, İstanbul 2006, s. 46) göndermede bulunuluyor olmalıdır. Burada sümbül ile is mürekkebi arasındaki ilgi, renk ilgisi bakımından olsa gerektir.

[11]  Orta yaşın üstünde bulunan, gelinin başta başı olmak üzere bütün süslenme işlemini gerçekleştiren, aynı zamanda gelin ağacını (nahl, nakıl) süslemek ve gelin odasını donatmakla görevli olan hanımları karşılayan meşşâta kavramı ve Divan Edebiyatı’ndaki durumu hakkında detaylı bilgi için bkz. İskender Pala, “Meşşâta Kimdir?”, Saç Kitabı, (Editör: Emine Gürsoy Naskali), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004, s. 357-369. “yüz yazmacısı; gelinlerin veya kendilerine gelen genç kızların makyajlarını yapıp saçlarını tarayan kimse; “Ülkü Çetinkaya, “Osmanlı Dönemi Kadın Süs Malzemelerinin Divan Şiirine Yansımaları”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 13, Ankara Güz 2010, s. 63. Ayrıca bkz. Arzu Çiftoğlu Çabuk, “Türk Kültüründe Gelin Süsleme ve Süsleme Ustaları”, Millî Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi, 2017, Yıl 29, Sayı 113, s. 61-62.

[12] “Yüz yazmak: Eski Türk kadının süslenmesinde allıklı, aklıklı, rastıklı, sürmesi, yapma lâden benli yüz makyajı karşılığı kullanılmış bir deyimdir.”; Reşat Ekrem Koçu, “yüz yazmak”, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Kültür Yayınları, 1. Basım, Başnur Matbaası, Ankara 1967, s. 248.

[13] Hasan Ekici, “Bâkî Divanı’nda Sâkî Mefhumu”, littera turca Journal of Turkish Language and Literature, Volume:3, Issue:3, Summer 2017, s. 72.

[14] Gemi direği manasına gelen bu kelime, Osmanlı şairlerinin zengin tasavvurla kullandıkları, şekli ve işlevi sebebiyle birçok benzetmeye ve bazı söz oyunlarına konu olmuş gemicilik terimlerinden biridir; Tuncay Tuncel, Osmanlı Şiirinde Gemicilik Terimleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, T.C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2008, s. 70-71.

[15] Ömür Ceylan, “Taşranın Altın Çiçeği Safran”, Osmanlı Araştırmaları XXVI Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu’na Armağan-II, (Neşir Heyeti-Editorial Board: Halil İNALCIK-İsmail E. ERÜNSAL, Heath W. LOWRY-Feridun EMECEN-Klaus KREISER; Misafir Editörler: Hatice AYNUR-Mehmet KALPAKLI), İstanbul 2005, s. 161.

[16] Sabâ, Türk mûsikîsinin mürekkep makamlarındandır; Yılmaz Öztuna, “Sabâ”, Türk Mûsikîsi Kavram ve Terimleri Ansiklopedisi, AKM Yayınları, Ankara 2000, s. 397; İsmail Hakkı Özkan, “Sabâ”, DİA, c. 35, İstanbul 2008, s. 328-330.

[17] Türk müziğinde kullanılan mürekkep makamlardan biridir; Öztuna, “Sünbüle”, age., s. 437; İsmail Hakkı Özkan, “Muhayyer-Sünbüle”, DİA, c. 31, İstanbul 2006, s. 25.

[18] Burada, sümbülün, aralarında içkinin verdiği baş ağrısının tedavisi de bulunan, bazı rahatsızlıkların iyileştirilmesinde kullanıldığı anlamı çıkarılabilir. Zira sümbül de, şifa verici çiçekler arasında zikredilmektedir; Bayram Ali Kaya, “Klâsik Türk Şiirinde Şifâlı Bitkiler Üzerine Bir Deneme”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 15, İstanbul 2015, s. 273.

[19] Osmanlı şairlerinin çimenlikle ilgili en çok kullandığı benzetmelerden biri de denizdir; Arzu Kalender, “Taze Can Buldu Cihan”: Osmanlı Şiirinde Bahar, Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Edebiyatı Bölümü, Ankara Haziran 2002, s. 21.

[20] “Bir çiçekle yaz olmaz (gelmez)”: Güzel, ama küçük bir belirti ile, beklenen doyurucu sonuca erişilmiş olmaz”, Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, TDK Yayınları, c. I, Dördüncü Baskı, Ankara 1984, s. 170.

[21] Abdulhakim Koçin, “Divan Şiirinde Hz. İsa”, sakarya üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi 19 / 2009, s. 81.

[22] Mutlu Melis Özgeriş, “XVIII. Yüzyıl Divan Şiirinde Hat Malzemeleri”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi (TEKE), S. 3/2 2014, s. 180.

[23] Eski inanışa göre, feleğin her biri birbirine sıkı sıkı bağlı, iç içe girmiş dokuz çadır, kâse veya soğan kabukları şeklinde tasavvur edilmesi söz konusudur;  Ahmet Atillâ Şentürk, “Osmanlı Edebiyatında Felekler, Seyyâre ve Sâbiteler (Burçlar)”, Türk Dünyası Araştırmaları, nr. 90, Haziran 1994,  s. 135.

[24] “Gökyüzünde sabit halde bulunan bu yıldızların başak şeklinde görülmesinden dolayı, bu burca Başak ya da Sünbüle burcu denmiştir.”; Hafsanur Yıldırım, “Divan Şairlerine Göre Burçlar”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c. 8, S. 41, Aralık 2015, s. 348.

[25] Divan şairleri tarafından bezmle ilgili söz konusu edilen hususlardan biri de, ud, sandal gibi güzel kokulu ağaçların adına micmer denilen buhurdanlarda yakılmasıdır; Savaşkan Cem Bahadır, Divan Edebiyatında Şarap ve Şarapla İlgili Unsurlar, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2013, s. 187. Bu konuda ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Ömer Özkan, Divan Şiiri Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2007, s. 477.

[26] Klâsik Türk Şiirinde aydınlatma özelliğinin yanında, parlaklığı sebebiyle yanak ve kılıç için bir benzetme vasıtası olan şeb-çerağın Türkçe karşılığı şimşirek taşı olup geceleyin parlayan yakut ya da incidir; Mehmet Kırbıyık, “Bazı XVI. Yüzyıl Divanlarında Kıymetli Taşlar”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, 2007, S. 18, s. 71; Fatma Sabiha Kutlar, Klasik Dönem Metinlerinde Değerli Taşlar ve Risâle-i Cevahir-name, Öncü Kitap, Ankara 2005, s. 21.

[27] “Sümbülî hava”, sümbül çiçeklerinin sevdiği bulutlu ama yağmursuz havadır”; Muhammet Nur Doğan, Hüsn ü Aşk Metin-Nesre Çeviri-Notlar ve Açıklamalar, Ötüken Neşriyat A.Ş., Birinci Basım, İstanbul 2002, 152 no’lu dipnot, s. 137.

[28] Burada içine misk ve safran gibi hoş kokulu maddeler ilave edilerek yapılan muskalara da işaret vardır; İlyas Çelebi, “Muska” (Kelâm), DİA, c. 31, İstanbul 2006, s. 267.

[29] “İslâm sanatının özellikle hat, tezhip, ebru ve kātı‘ gibi dallarında kâğıdın niteliği ve terbiyesi önemlidir. Hat, minyatür ve tezhipte mürekkebin dağılmaması için kâğıda âhar denilen ve nişasta, yumurta akı, şap, balık tutkalı, üstübeç, hatmi veya gül yaprağından değişik formüllerle yapılan bir mâyi sürülür.”, Osman Ersoy, “Kâğıt”, DİA, TDV Yayınları, c. 24, İstanbul 2001, s. 166.

[30] Burada bir hat türü olan ve “alev yazısı” da denilen sünbülî yazıya (hat) gönderme bulunulmuştur; Mahfuz Zariç, “Kullanılan Hattın Türü Bakımından İslam Hat Sanatında Besmele”, Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi Prof. Dr. Abdüsselam ULUÇAM Armağanı, Cilt 6 Sayı 2/1 (2016), s. 282.

[31] Ahmet Atillâ Şentürk, “Çiçek Takınma”, Osmanlı Şiiri Klavuzu 2, Osmanlı Edebiyatı Araştırmaları Merkezi (OSEDAM), İstanbul 2017, s. 546.

[32] Şentürk, “Başa Teller Takma”, age., s. 90.

[33] Klâsik Şiirde baharla kışı, ordu sahibi birer hükümdar olarak birbirleriyle savaşır vaziyette tasvir ve tasavvur etmek şeklinde bir anlayış vardır; Beşir Ayvazoğlu, Güller Kitabı Türk Çiçek Kültürü Üzerine Bir Deneme, Ötüken Yayınları, Ankara, 1997, s. 28. Çiçekler, bahar ordusunun askerleridir; Kalender, agt., s. 32.

[34] Şeşper; eski savaş aletlerinden olup soğancık da denilen altı dilimli topuzdur; Mehmet Zeki Pakalın, “şeşper”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Milli Eğitim Basımevi, c. 3, İstanbul 1983, s. 345.

[35] Padişaha dua, hasımlarına beddua edilen bu beyitte duruma uygun, sertlik ve şiddet içeren sert ünsüzlerle bir ahenk sağlandığı dikkati çekmektedir; Hasan Kaplan, Bâkî’nin Ses Dünyası, Yayımlanmamış Doktora Tezi, T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Ankara 2013, s. 393-394.

[36] İlhan Ayverdi, “hadrâ-i dimen”, Asırlar Boyu Târihî Seyri İçinde Misalli Büyük Türkçe Sözlük, (Redaksiyon-Etimoloji: Prof. Dr. Ahmet Topaloğlu), Kubbealtı Neşriyâtı, c. 2, İkinci Baskı, İstanbul 2006, s. 1138.

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version