Site icon Teketek Haber

SÜNBÜLZÂDE VEHBÎ’NİN MEKTUPLARI

Özet

  1. yy şairlerinden Kahramanmaraşlı Vehbî daha çok Arapça, Farsça sözlükleriyle tanınır. Eserleri arasında Dîvân’ından başka, tamamı bugün elimizde bulunmayan Münşeât adlı eseri de vardır. Bir yangında yok olduğu söylenen Münşeât’ındaki mektuplardan çok azı çeşitli eserlerde kayıtlıdır. Şairin kendi Dîvân’ında, Letâif-i İnşâ’da ve Münşeât-ı Aziziye’de kayıtlı toplam on mektubu tespit edilmiş ve tarafımızdan incelenmiştir. Tezkire, Arîza, Kâime, Mektûb adlarıyla kayıtlı bu inşa metinlerinde Vehbî’nin hayatına dair bazı bilgiler elde etmek mümkündür. Kimisi kısa ve durum bildiren tezkire yazıları mahiyetindeki mektupların içinde, uzun ve edebî muhtevaya sahip olanlar da vardır. Mektuplarda çeşitli şairlere ait kısa manzumelerin, deyim ve söz kalıplarının yer alması, metinlerin edebî niteliğini göstermektedir. Bildiride mektupların muhtevalarından bahsedilip üslûplarına dair örnekler verilecek; şairin, kayıp olduğu bilinen bir eserinden tespit edilebilen bazı inşa metinleri tanıtılıp gün ışığına çıkarılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Sünbülzade Vehbî, Mektup, Münşeat.

 

THE LETTERS OF SÜNBÜLZÂDEVEHBÎ

Abstract

One of the poets of 18. century Vehbî of Kahramanmaraş is best known by his Persian and Arabic dictionaries. Other than his Divan, one of his works is Münşeat which we don’t have the whole of it. Only a few of the letters in his Münşeat –which was said it was lost in a fire- are recorded in various works. Totally 10 letters of the poet in his Dîvân, Letâif-i İnşâ and Münşeât-ı Aziziye were found and examined by us. It is possible to get some information about life of Vehbi in these proses which were recorded with the names: Tezkire, Arîza, Kâime, Mektûb. Some of his letters are short, express a situation and have the character of tezkire and some of them are long and have literary content. The short poems by various poets, idioms and expressions in the letters show the literary character of the texts. In this paper it will be talked about the contents of the letters, examples will be given about their style, some proses of his work which is known as lost will be presented and will be brought to light.

Keywords: Sünbülzâde Vehbî, Letters, Munshaat.

            Hayatı

Asıl adı Mehmed b. Râşid b. Mehmed olan Vehbî (ö. 1224/1809), Maraş’ta Sünbülzâdeler olarak tanınan köklü bir aileye mensuptur. Dedesi Mehmed Efendi devrin Maraş müftülerindendir. Babası Râşid Efendi de âlim ve şairdir.[1] Süreyya Ali Beyzâdeoğlu, Vehbî’nin evinin eski adıyla Bektûtiye, yeni adıyla Fevzi Paşa Mahallesi’nde olduğunu, torunlarının Sünbül soyadını taşıyarak atalarının ünvanlarını koruduğunu tespit etmiştir.[2]

Kaynaklarda Vehbî’nin doğum tarihine ilişkin net bir bilgi yoktur. Ancak Vehbî, Şeyhülislam Mehmed Kâmil Efendi’ye yazdığı kasidesinde

“Yetmişe yitmiş bu sinn ü sâl ile bu hâl ile

Üstine etfâl çıkmak lâyık u ahrâ mıdur” (K 46/22)

beytiyle yetmiş yaşına eriştiğini söylemektedir. Bu beyitten hareketle Vehbî’nin doğum tarihi olarak 1133 (m. 1718/1719) senesi verilebilir.[3] Bu durumda Vehbî’nin 90’ı aşkın bir yaşta vefat ettiği söylenebilir.

İlk eğitimini Maraş’ta alan ve ardından İstanbul’a giderek devrin ileri gelenlerine kaside ve tarihler yazarak şöhret bulan Vehbî, çalışma hayatına müderrislikle başlamış, kadılıkla devam etmiştir.[4] Boğdan ve Eflak’daki vazifelerinin ardından İstanbul’a dönmüş ve Sadrazam Koca Ragıp Paşa’nın himaye ettiği şairler arasına girmiştir.[5] İnşâdaki maharetinin fark edilmesiyle hâcegânlık rütbesini almış ve mühimme yazıcılığı yapmıştır. Çok iyi Farsça bilmesinden ötürü 1187/1775 yılında I. Abdülhamid tarafından İran’a elçi olarak gönderilmiştir. Vehbî’nin buradaki görevi Basra’yı kuşatan ve Bağdad Vâlisi Ömer Paşa’dan şikayetçi olan Kerim Han’ın iddialarını incelemek ve ikili arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırmaktır. Vehbî, Kerim Han’la dostane bir ilişki kurmuş, Bağdad Valisi Ömer Paşa ile anlaşmazlığa düşmüştür. Ömer Paşa, Vehbî’nin Kerim Han’la kurduğu dostane ilişkinin devlet menfaatlerine ters düştüğünü söylemiş ve Vehbî’yi İstanbul’a şikayet etmiştir. Bunun üzerine I. Abdülhamid, Vehbî’nin idamını emretmiştir. Gizlice İstanbul’a gelerek “Tannâne” kasidesini yazan ve kasideyi dostları aracılığıyla I. Abdülhamid’e ulaştıran Vehbî, padişah tarafından affedilmiştir. Ancak bu olaydan sonra Vehbî’ye yedi yıl boyunca yeni bir görev verilmemiştir.[6]

Yedi yıl boyunca yoksulluk içinde yaşayan Vehbî, Sadrazam Halil Hamîd Paşa’nın himayesiyle 1783’te yeniden kadılık elde etmiştir. Rodos’ta kadı iken Şahin Giray Han’ın idamında önemli rol oynadığını “Tayyâre” adlı kasidesinde dile getirir.[7] Bu kasidenin rağbet görmesi ile rütbesi yükseltilerek önce Silistre naibliğine, ardından Avusturya seferi sırasında Ordu-yı Hümâyun kadılığı naibliğine atanır. Orduyla birlikte Edirne, Sofya, Niş bölgelerini gezer ve Eski Zağra kadılığına tayin edilir. Vehbî’nin buradaki kethüdası meşhur şair Surûrî’dir. Surûrî, Vehbî’nin Eski Zağra kadılığı sırasında yolsuzluk yaptığını ve bir kadınla münasebeti olduğunu söyler. Bunun üzerine Vehbî ikinci kez azledilir. III. Selim’le yakın ilişkiler kuran Vehbî, yeniden kadılığa atanır. Manisa, Siroz, Manastır ve Bolu’da kadılık yapan Vehbî İstanbul’a döner ve vaktini eğlence ile geçirir. Seksen yaşlarında hastalanarak yatağa düşen Vehbî 14 Rebîülevvel 1224 (29 Nisan 1809) yılında vefat eder. Surûrî, Vehbî’nin ölümüne “Cennet olsun rûhına Vehbî Efendi’nün mekân” tarihini düşürmüştür. Vehbî’nin mezarı Edirnekapı dışındadır, ancak bugün mezarından eser kalmamıştır.[8]

 

Eserleri

Yazdığı şiirlerle Reîsü’ş-Şâirân ünvanını alan Vehbî, döneminin meşhur şairlerindendir. Tezkirelerde kendisi hakkında verilen bilgilerin yanı sıra, farklı şairler tanıtılırken de adından bahsedilmesi[9] vefatından sonra da şöhretinin devam ettiğini gösterir. Vehbî’nin bilinen 6 eseri vardır.

 

  1. Divan

Vehbî’nin, Sâdî’nin Gülistan’ına atıfla Sülbülistân adını verdiği divanında 5732 beyit bulunmaktadır. Divanında Türkçe şiirlerin yanı sıra Arapça 3 na’t, 5 kaside, 2 gazel, 7 müfredi bulunmaktadır. Farsça divançesinde ise 3 kaside, 1 mesnevi, 1 tahmis, 56 gazel, 34 kıt’a ve 3 müfred yer almaktadır.[10] Bunlar, şairin Arap ve Fars dillerine hâkimiyetini göstermek bakımından önemlidir. Banarlı, Vehbî’nin şiirlerinin nazirecilikten öteye geçemediği, bu nedenle şairin mesnevileriyle şöhret bulduğu kanaatindedir.[11]

 

  1. Lutfiyye-i Vehbî

Vehbî’nin oğlu Lutfullah için yazdığı nasihat içerikli bir mesnevidir. Nâbî’nin Hayriyye’sine nazire olarak yazılmıştır.[12]

 

  1. Tuhfe-i Vehbî

Vehbî’nin İran seferi dönüşü kaleme aldığı Farsça-Türkçe manzum bir lügattir. Yaklaşık 800 beyitten oluşan bu lügatte takriben 2500 kelimenin anlamı verilmiştir. Eser birçok kez basılmış ve şerh edilmiştir.[13]

 

  1. Nuhfe-i Vehbî

Vehbî’nin 1214/1799 yılında kaleme aldığı Arapça-Türkçe manzum bir sözlüktür. Tuhfe’den daha hacimli olan bu eser birçok kez basılmış ve Cumhuriyet dönemine kadar mekteplerde okutulmuştur. Eser üzerinde iki ayrı şerh bulunmaktadır.[14]

 

  1. Şevk-Engiz

Biri erkeklere, diğeri kadınlara düşkün iki kişi arasında geçen mesnevi tarzında yazılmış bir münazaradır. Müstehcen beyitlerin yer aldığı eserde kahramanlar bir şeyhe sığınırlar ve kötü ahlaklarından kurtularak ilâhî aşka yönelirler. Eserin tamamı 779 beyittir.[15]

 

  1. Münşeât

Bir yangında kül olan eserin bazı parçalarına Letâif-i İnşâ’da ve  Münşeât-ı Azîziyye’de rastlanmaktadır. Ayrıca kendi divanının bazı nüshalarında da inşa örnekleri bulunmaktadır.[16]

 

SÜNBÜLZÂDE VEHBÎ’NİN MEKTUPLARI

Vehbî’nin elimizde bulunan on mektubundan yedi tanesi Divanının İ.Ü.Ktp.Ty 433 numaralı nüshasının 167b-176a yapraklarında  kayıtlıdır. İki tanesi Refik ve M.Tevfik’e ait 1282(1866) yılında İstanbul’da basılan Letâif-i İnşâ’nın 2. Cildinin 46-69 sayfaları arasındadır.Bir tanesi de Hacı Nuri Efendi’nin 1284(1868) yılında  basılmış Münşeât-ı Aziziye adlı eserinin 21. sayfasındadır.Şairin diğer yazışmalarının yer aldığı müstakil Münşeat eserinin bir yangında yok olduğu bilindiğinden[17] bunların tamamına vakıf değiliz. Değişik eserlerde dağınık halde bulunan mektuplarından şimdilik elimize geçenler bunlardır.Araştırmalar genişletilirse daha başka eserlerde parçalar halinde farklı mektuplarının da bulunması muhtemeldir.Mektupları bahsettiğimiz sıra ile kısaca ele alacağız.

 

Mektupların Muhtevaları ve Üslûplarına Dair Tespitler

Sünbülzade Vehbi’nin mektuplarında klasik inşa üslûbu görülmekte olup, meramını kısa, açık ifadelerle ve sözü uzatmadan söylemeyi düşündüğü bazı mektuplarında dili daha sadedir.Sanatını göstermeyi düşündüğü edebî mektupları ise teşbih, mecaz, ve iktibaslarla dolu olup cümleleri uzundur. Bunlarda bolca Türkçe manzume yazmış; Arapça Farsça beyit ve söz kalıplarına yer vermiştir.Bazen Türkçe deyim kullanmış, nükteli ve mizahî cümleleri çokça tasarruf etmiştir.Zaman zaman müstehcen îmalı ifadelere yer verdiği de görülmektedir.

Şairin Divanındaki mektupların sayfa sırasına göre kısa muhtevaları şöyledir:

 

1.Mektup(vr.167b-169b)

Başlıksız olan bu mektup devlet yetkililerinden birine Vehbi tarafından yazılmış edebî nitelikli, bahar tasvirleriyle dolu bir mektup olup, muhatabından yardım beklediği, gençliğe hasret duyguları içeren ve evlilik arzusunu belirttiği bir metindir.

Vehbi mektubuna devletlü inayetlü velinimetim efendim gibi hitaplarla başlayıp dualar etmiş, bahar mevsiminin tasvirini yapmıştır. En güzel mevsim “a’del-i ezmine”olan “mevsim-i letâfet-sirişt” baharın güzelliğinden, insan ruhunda oluşturduğu etkilerden uzunca  bahsetmiştir.“gönül-âteş-mizâc-âfitâb-âşık-şarâb” kavramları çevresinde dönerek, Farsça Arapça, daha çok da Türkçe manzume söyleyerek edebî bir üslûp sergilemiştir.

Vehbi, bahar gelince feleklerde ve  denizlerde dahi şevk ve ateşin arttığını, insan ruhunda da aşk duygusunun coştuğunu söyleyerek

Açılur gonce-i dil fasl-ı bahâr oldukça

Sînede gül gibi bir lâle-izâr oldukça

beytini yazar. Baharda balıkların da güneş ışığına düşkün olduğunu, feleğin de gönlünün yandığını; bu değişiklikle dört unsurun(ahşîcân) havaya ateş saçtığını; yaz sıcağında ağzı kurumuş rindlerin o mutedil mevsimi anarak adeta rahatladığını; lâle zamanı gül yanaklıların, yaz sıcağında ise peymanede seyyal buz parçalarının özlendiğini teşbihli-mecazlı, uzun cümlelere dökerek anlatır:

“Bu mâhlarda mâhîler lücce-i yemde üftâde-i tâba aks-i mihr-i tâbân savt-ı felek dahi dil-sûhte vü biryân olmağla…..bu gûne nümâyiş-i takallübât ahşîcân-ı unsur-ı bâridü’t-tab’ hevâyı âteş-feşân idüp….. mahrûriyyet-nümâ ile imtizâca mu’tâd…be-tahsîs rind-meşrebân-ı huşk-dehânun

“Kurutdı  dehri meded âfitâb-ı âteş-tâb

Giydürse böyle hevâlar olur şarâb-ı serâb”  keyfiyetleriyle ser-germ ü na’re-zenân

“Rûhu sâfin mutrihun fîhi’l-celîd

Cevfü sayfin râhaten li’ş-şâribîn”[18] müfâdını işrâb ile ter-zebân gâh zikru’l-ayş nısfü’l-ayş hâtırasın hâtır-nişân itmek inti’âşıyla

Dîde-i mahmûrı nergis gül yanaklı yâr ile

Bâde-i gülgûn çekilmez mi zamân-ı lâlede

Cevher-âsâ zeyn olan yah-pâreler peymânede

Kıt’a-i elmâs olur yâkûte-i seyyâlede” (168a)

Vehbi yaz mevsiminin ilim ehlini de etkilediğini, bu mevsimde nelerin yenip içildiğini, kendini  de hesaba katarak belirtir:

“…ulemâ-yı a’lâm dahi “Lekad-ihtertü fî-eyyâmi sayfin/Bi-ilmi’n-nahvi akvâle’l-Müberred[19] ma’ânî-i bedî’u’l-beyânını Ke’sen dihâkâ[20] nükteleri tibyânında  ifhâm u i’lâm üzre  bulunmalarıyla…..meşrebesinden nûş-ı zehrâbe-i hırmân iden bu pîr-i nâ-tüvânı dahi

Vehbi-i bârid-edânun dem-i tâbistânda

Sâha-i hâhişi bilmem yine yah-beste midür

Tecâhül-i ârifâne ve tegâfül-i şiâ’irâne ile ibrâz sûretinde

Hayli müşkil idi tâb-âveri tâb-ı temmûz

Virmese meşrebe tondurma safâsın karpuz (168b-169a)

Vehbi daha sonra kendinden daha açık olarak bahsedip ihtiyaçlı halini dile getirir ve önceleri olduğu gibi himmetin devamını bekler:

Dil-i germâ-zedemi bâdiye-i hayretde

Tâb-ı bî-çehri-i çarh eyledi gerçi atşân

Âb-ı rûyum dökemem nâ-be-mahal yerlerde

Beni eylerse yine şefkatün eyler reyyân

                    ***

Menba’-ı ayn-ı inâyet bir efendim var iken

Çeşme-i hûrşîdde yüz kızdırup âb istemem

                   ***

Beni sîr-âb idemez dicle vü nîl ü ceyhûn

Cûybâr-ı keremündür kuluna cûy-ı murâd

…çâre-sâzlığını yâd u îrâd ve her bâr kûhsâr-ı şâmih-ı himemkârîlerine karlı tağlar gibi ittikâ vü istinâd ve kemâ cera’l-âde himem-i sâbıkalarına lâhika olacağına cezm-i hurrem ile i’timâd iderek…..” (s.169b)

 

Vehbi belki de çaresizliğinden,  gençliğindeki duygulara olan hasretiyle mektubunun sonuna doğru evlilik arzusunu “edep sınırını zorlayarak” belirtir, muhatabından bu konuda yardım bekler:

“Oldum evkât-ı savtumda dahi germâde

İt behçe-i berd ü selâmı karı

 Bir koca karı alup berd-i acûze girerim

Çâre ne bulmaz isem serdi-i buzı karı” güftâr-ı bî-edebâne etvârı ile sûz u güdâza cür’et” ettiğini ve “çeşmesâr-ı ümîdüm hem-reşâşet-i Aynen fîhâ tüsemmâ selsebîl[21] buyurulmak bâbında emr u himem yenbû’-ı lütf u kerem veliyyü’n-ni’am efendimündür” (169b) cümlesiyle de yardım ümidini bildirdikten sonra muhatabına dua, düşmanlarına beddua edip yazısını bitirmiştir:

Yüzi kara ola bed-hâh-ı siyehkârlarun

Rû-sefîd eyleye devletde seni avn-i Hudâ

Eriyüp pertev-i ikbâlüne reşk eyleyerek

Kar suyı gibi hemân yerlere geçsün a’dâ (169b)

 

  1. Mektup

Serkahveci-i Şehriyârî Rüstem Ağaya Tahrîr Eylediği Tezkire[22] (vr.169b-170b)

Vehbi muhatabına saygılı ifadelerle dualar etmiş; kendi halinde (peygûle-nişîn)  oturuyorken gelen bir tezkire ile çok memnun olduğunu, kendilerine dualar ettiğini belirtmiştir. Kusur ve aczini dile getirip dostlar meclisine dahil olma arzusunu “Nolurdı pey-rev olsan zümre-i yârâna düşdükçe” mısraı ile ifade etmiş. Haddi olmayarak, sülâsî kaside vezinleriyle, sade mazmunları tekellüfsüz(câme-i elvân-ı tasannu’âtdan ârî), mevzûn bir “târîh-i tâm” yazıp gönderdiğini, nazmında görülecek “ham tabirleri” lutfuyla örtmesini istemiştir.Yarım bakışla da olsa gözden geçirmesi temennisi ve  “Ol bâbda kemâl-i mürüvvet efendimündür” saygı cümlesiyle huzurlarına takdim etmiştir.

Kısa mektubun sonuna “Bende Vehbî-i nâ-tüvân u hakîr peyrev-i beste-tab’ u pür-taksîr” şeklinde adını yazıp 12 Safer 1206 (1791) tarihini de eklemiştir.

 

  1. Mektup

Enderûn-ı Hümâyûn İhvânından Tayfur Beğe Yazılan Tezkire (vr.170b-171a)

Mektup girişinde muhatabına uzun ömür ve saadet duaları yaptıktan sonra, kaleminin nice mazmunlara muvaffak olduğunu, son olarak kendisine Rüstem Ağa’nın mürüvvetnamesi ile birlikte gönderilen tezkirede belirtildiği üzere bir “târîh-i tâm” yazması istenmiştir. İstenen metnin sülasi vezinlerle ve kısa mısralarla yazılması çok zor olduğundan, süre bitmeden ayıpsız ve çok hünerli olmayan bir tarih olmak üzere “bil-bedâhe” hatıra gelen berceste sekiz beyit yazıp muhatabına takdim etmiştir. Vehbi, yazdığı tarihin beğenilmemesi durumunda onu diğer mısralarla beraber yok edeceğini taahhüt ederek yeniden bir tarih inşâd edeceğini söylemektedir. Bu durumu muhatabına bildireceğini de belirterek, yazarsa tekrar incelemesini istemiş; sonunda “Senâkâr-ı kadîm Vehbî” imzasıyla yazısını bitirmiştir.

 

  1. Mektup

Ba’zı Kasâyid ü Tevârîh Tebyîz İtdürdiği Ta’lîk-nüvîs  Hayri Efendiye  Yazdığı Tezkire(vr.171a-171b)

Vehbi birçok yazı işini halleden Hayri Efendi’ye “ma’rifetlü oğlum” şeklinde hitap ederek iltifatlı ve dualı ifadelerden sonra, kendisine daha önce çok ibare yazdırdığını, ama bunun ise acele yazılması gerektiğini söylemiştir.Vehbi’ye bir akşamüstü haberci gelmiş, getirdiği tezkirede padişahın acele olarak bir târîh-i tıb istediğini ve seher vaktinde hazır olmasını ferman buyurduğunu yazmış. Kendisi gece uykuyu terk edip bu kaside ile meşgul olduğunu, her mısraının mücevher tarih[23] ve manalı olduğunu eklemiş. Zaten yazdığı bütün tarihlerin padişahça beğenildiğini ve kendisini söyletmeyi murad ettiğini şükr ederek kaydeder. Padişahın i’cazlı metin istediğini, gönderdiği bu “mu’ciz” metnin bütün mısralarının mücevher olduğunu, muhatabının ona göre temize çekmesini istemiştir. “Senâkâr-ı bî-merâ” imzasıyla yazıyı bitirmiştir.

 

5.Mektup

Takdîm-i Dîvân Mukâbelesinde Taraf-ı Cihândârîden İhsân Buyurulan Boğça ve Atıyye-i Hümâyûnun Vürûdı Teşekkürini Hâvî Rüstem Ağaya Yazdığı Tezkiredür (vr.171b-172b)

Vehbi Padişah canibinden kendisine gönderilen hediyeye karşı minnet duyarak, sultanın ömrünün devamına, bütün günlerinin kadir gecesi ve bayram gibi olmasına dualar etmiş; “berdâşte-i ahkar-ı abîdleridür ki” deyip bu metni takdim ettiğini yazmıştır. Padişahın ihsan ettiği  çok nimetlere eriştiğini

Efendimden hemîşe gördiğüm lutf u inâyetdür

Libâs-ı cûd u ihsânı benüm üstümde kat katdur

***

Binde bir ni’metüne hamd ü senâ mümkin mi

Ömrüm oldukça senün şükrün edâ eyleyemem

beyitleriyle yazmıştır. En son kendisine Kadri Efendi aracılığıyla, “padişahın vücuduna dokunmuş nurlu ıtırlı” bir bohça gönderilmiş. Vehbi çok sevinip bunu yüzüne gözüne sürmüş ve sevincini şu beyitle ifade etmiş:

Lutf u ihsânunla itdüm îd ber-bâlâ-yı îd

Kıldun ihyâ bendeni bu demde kurbân oldığum

Buna mukabil üzerine borç olan dualara devam ile kendisine karşı hep tatlı dilli (azbül-lisân) olduğunu yazıp aşırı sevinçten dolayı yazısındaki kusurlarının bağışlanmasını istemiş ve şu cümle ile mektubunu bitirmiştir: “Matlab-ı a’lâ vü maksad-ı aksâ-yı çâkerânem olan temâdî-i hüsn-i teveccühât-ı aliyyeleriyle mübâhî vü mesrûr buyurulmak bâbında”(172b)

 

6.Mektup

Rikâb-ı Hümâyûna Takdîm İtdiği Arz-ı hâl (vr.172b-175a)

Vehbi’nin  Sultan 3. Selim’e yönelik bu arz-ı hali içine düştüğü sıkıntılardan kurtulma isteğini içermektedir. Önceki padişah zamanındaki halini, daha sonra yaşadıklarını ve başına gelen meseleleri çözmesi için yakınlık hissettiği Sultana başvurmuştur. Padişahlık makamına yönelik bazı dualar ve düşmanlarına da beddua ettikten sonra arzusunu özetle şöyle anlatmıştır. Padişah 3. Selim’in babası sultan 3.Mustafa’nın bilgili ve marifetli insanlara(erbab-ı daniş ü ma’ârif) itibar ettiğini, daha önce kendisini bir sefer esnasında kadılıktan Zümre-i Hâcegân-ı Divana dahil ettiğini, özellikle Mühimme tahriratında istihdam ile yedi sene çok nimete mazhar olarak akranlarına tercih ettiğini belirtmiş; sonra  amcası merhumun(1. Abdülhamid) kendisini İran sefaretine tayin ile Şiraz’a gönderdiğini, o tarafta “ber-vefk-ı rızâ edâ-yı hizmet” ettiğini; oradan avdetinde yaşlılığı ve ihtiyarlığı sebebiyle “istirhâm ve istid’â-yı âcizâne”sine bağlı olarak ilk görevi olan kadılığa “merhameten ve inayeten” üç rütbe üstten tekrar başlatıldığını yazmış. Sonra Rodos Kadılığına geçecek iken “mâye-i fesâd-ı cihân” olan Şahin Giray o canibe sürülmüş, fakat mübaşiranın hatasıyla firar etmiş ve Fransız konsolosluğuna sığınmış. Kendisinin devlet hizmeti bilindiğinden, amcası onu bulunduğu mansıbdan üst makam olan Silistre naibliğine ve ordu-yı hümayun kadılığı niyabetine hatt-ı hümayunla tayin etmiş. Buradaki hizmeti beğenildiğinden, oradan da Zağra-i Atik mansıbına verilen söz üzerine (müncezzen) tayin edilmiş. Oranın ise etrafı Şahin Giray’ın akrabaları olan Sultan Cengiz’in sülalesiyle dolu olduğundan, onların kendisine kinle baktıklarını, onların hile ve zararlarından kaçınarak kendini koruduğunu söyleyen Vehbi eşkıya ile uğraşırken, bu esnada tahta mevcut padişah geçince kadılık görevi için hatt-ı hümayun geldiğini, buna imtisalen göreve başladığını, kendilerine dua ve övgüyle meşgul olduğunu yazmıştır.Vehbi o  civardaki Selatin-i Cengiziyye müteallikatından eşkıya ile mücadeleye başladığını, onların akrabalarından olan kişilerin sadece Cengiz hanedanına hizmet ile Şahin Giray’ın intikamını almak için eşkıya ve Tatar mirzaları ile mahkemeyi ve evini bastıklarını söylüyor.Vehbi, eşkıya baskınında evinin yağmalandığını, iyalini dövüp yaraladıklarını, götürüp hapsettiklerini; naib ve kethüdasına 45 gün eziyet ettiklerini, bu durumu Kaymakam Paşaya haber verince Edirne’den Bostancıbaşının gönderdiği bir kaç yüz bostancı ile gelip kendisini kurtardığını yazmış. Durumun ordu-yı hümayun tarafından öğrenilmesi üzerine sorumluların yakalanması için “emr-i âlî” varid olmuşsa da, sadece Hüsmen adlı  çetebaşının alınıp diğerlerine dokunulmadığını belirtmiş. Çetebaşı da ordu içindeki Cengiz taraftarlarına sığınmış. Sadrazamın müdahalesiyle alınıp sorgulanmış, cezası infaz edilecekken sadrazam ölmüş ve infaz durmuş.Vehbi mağduriyetini, “ömür sermayesi olan mansıbının” heder olduğunu, kendi saltanatında bu fiillere cür’et eden beş nefer mütegallibenin tasarruf ettikleri bazı timarların olduğunu hünkara arz edip, baskıncıların yargılanmasına dair padişahtan yalvaran bir üslupla hatt-ı hümayun talep ederek arz-ı halini bitirmiştir.

 

  1. Mektup

Enderûn-ı Hümâyûn İhvânından Tayfur Beğe Tahrîr Eylediği Arîza Sûreti(vr.175a-176a )

Vehbi, “benim marifetli oğlum sultanım hazretleri” diye hitap ettiği muhatabına, gönderdiği tezkireyi okuduğunu söyleyip, istenilen 20 adet “tevârîh-i mütenevvia”yı kaleme alacağını, “hemân gaybî feyizlerin kalbine sünûh” etmesini beklediğini belirtmiştir. Zağra-i Atik’te iken ma’hut kavmin yakınlarından bir kaç kişi Şahin Giray’ın intikamını almak fikri ile kendisine  suikast ile mahkemeye hücum ettiğini, Vehbi’nin malını yağmaladığını, canını kurtarmak için ordu-yı hümayun ricaline bunların güldürücü hallerini anlatan latifeli yazılar yolladığını belirtmiş. Lakin bu yazıların müsveddeleri kaybolmuş. Hatta o zaman üst makama (rikâb-ı müstetâb) takdim etmek için Münif merhumun tahmisine nazire yazıp evveline 40-50 beyitlik bir kaside inşad etmiş ve teeddüben Padişahlık makamına değil, oğlu gibi gördüğü Tayfur Bey’e göndermiş.Vehbi söz konusu kasideye şikâyet sadedinde şöyle latifeli beyitler de eklemiş:

Soydı delkî gibi Eski Zağra halkı beni

Çıkarup postum idince yakamı böyle dü-nîm

Kîne-i kavm-i Hülâgû düşürüp mühlikeye

İtdiler sûret-i tesmîm ü helâküm tasmîm

Sayd-ı Şâhîn Girâya nice kaydun diyerek

O çakır pençeliler gördi bana kayd-ı azîm(175b)

Vehbi yazdıklarının hezl olmadığını, diğer yazılarının da nüshalarının kalmadığını ve bunun hünkâra tebliğini rica ile “Senâkâr-ı bî-merâ” imzasıyla mektubunu bitirmiştir.

***

Sünbülzade’nin Letâif-i İnşâ’daki iki mektubu uzun ve edebî  niteliklidir.

 

  1. Mektup

Sünbülzade Vehbî Efendinin Boğdandan Baklavacı Kebîr-nâm cerrâr-ı meşhûr ile  yazdığı mektûbun sûretidir( Letâif-i İnşâ C. 2 s. 46-59)

Bu mektup Vehbî’nin son derece edebî bir dille kaleme aldığı mizahî bir inşa metnidir. Kaime adıyla nitelediği bu mektubu makam sahibi bir yetkiliye yazmış, mizahî bir üslupla tasvir ettiği obur bir cerci hocanın görgüsüzlüğünü, tavır ve davranışlarını ironik bir üslupla kaleme almıştır.Vehbi Boğdan bölgesinin Yaş kasabasında bulunurken, bir ramazan günü Voyvoda’dan bir kaime getiren gezgin ve yemeğe düşkün bir hoca, zoraki misafirleri olmuş, seyahat maceralarını kendilerine anlatarak onları güldürmüştür.Vehbi bu “sevimsiz” hocanın halini, yemek yiyişini teşbihlerle ve alaycı bir dille aktarır. Hakarete varan benzetmelerle ve daha çok yemek ile ilişkilendirerek onun kişiliğini tasvir eder.

Mektubunu tamamen  zahid tipli hoca ve yemek üzerine bina eden Vehbi, sonunda bu kişinin, memnun edilmiş bir halde  “hevâiyyat ve menhiyyatı mebzul olmayan” bir beldeye yolcu edilişini ve kaimeyi yazdığı makam sahibinden teveccühler beklediğini yazıp mektubunu bitirmiştir

Vehbi, Divan  şiirinin zahid tipine uygun vasıftaki bu hocayı rind edasıyla zemmederken tamlamalı, külfetli bir dil kullanmış; Arap belağatinden yararlanmış, çok sayıda deyim, atasözü ve tabire yer vermiştir. Ayet ve hadislerden yaptığı alıntılarla, Türkçe, Arapça ve Farsçadan seçtiği kısa manzum-mensur parçalarla, cümlelerindeki nükteli ve mizahî tasvirlerle mektubunu tam bir inşa metni haline getirmiştir. Bu manzumelerin bir kısmı diğer şairlere, bazısı ise kendine aittir. Çoğunun edebî değeri düşük olmakla birlikte, kimisinde Türkçe kelimeleri –bazı yemek adlarını- Arapça kelime kalıplarına uydurarak mizah yapmıştır.

Mektubunun başlarında Sâbit’e ait, ramazan ayına rindane bakışı gösteren iki beyit yazmış:

Yevm-i şek niyyetine şîre sıkarken yârân

Sıkboğaz itdi gelüp şahne-i şehr-i ramazân

Ham-ı ebrû-yı nigârı gözedürken yârân

Cünbişe başladı ebrû-yı hilâl-i ramazân

Vehbi, istenmeyen misafire diğer konukların bakışını da Rasih’in güzel bir mısraı ile yansıtır: Olamaz bir hânede mihmân mihmân üstüne

Yemeğe düşkün ve seferde oruç tutmayan “şahs-ı garîbü’l-heykel” Baklavacı Şeyh adlı bu  hocayı ve yemekleri tasvir ederken Arapça, Türkçe şu beyitleri/tabirleri kullanır (s.48-49)

Ke-ennehâ kubbetün sımâ’ün kad-vudı’at

Alâ dimâgın halâ an-ma’deni’l-fehmi[24]

***

El-esmâ’ü tenzilü mine’s-semâ’(İsimler gökten inerler.)

Tesme’u bi’l-Mu’aydî hayrun min-enterâhü[25]

***

İnne baklavâye lev züyyine bi-etraza cürbin ve şîrîn

Eşhâ lenâ ve ahlâ min-kubleti’l-‘izârâ[26]

***

“Hayru’t-ta’âmi mâ-bâreke ev börek[27]

el-lezzetü fî-selâseti eşyâ’in eklü’l-lahmi ve rukûbü’l-lahmi ve duhûlü’l-lahmi fi’l-lahmi[28]

***

Bir nakz-ı sıyâm eylemedin gayri ne gördük

Bu şehr-i mübârekde olan seyr ü seferde

                           ***       

Yine Türkçe beyitlerle cerciyi ve onun üzerinden zahidleri yerecek ifadeler yazar:

Mey ile kan yalaşur akd-i uhuvvet eyler

Yine kürsîde olur düşmen-i sahbâ vâ’iz

Kanlıdur dest-i muhannâsına olmaz zâmin

Boynına pây-ı nigârı alur ammâ vâ’iz (s.54)

 

Vehbi mizahî zekâsını gösterirken güzel örnekler bulur. Baklava kelimesini Arapça “inne” edatına iliştirmesi(inne baklavaye), kaşık kelimesinden ve kaşık sesinden (şakaşık-ı kavaşık) Arapça çoğul kalıbıyla kelime türetmesi, tabaktaki pilav yığınını İslam kubbesine benzetmesi, mideyi mutfağa ve tandıra, kişiyi yemeğe benzetmesi(zât-ı me’kel-simât), kendinden vecize üretmesi(Kılletü’l-ekli re’sü külli edviyetin:Az yemek her devanın başıdır; Veli’s-serîdi ricâlün:Tirid yemeğini yiyecek kişiler vardır), “tarlakuzu sohbetleri, öküz efendi biraderi, işkenbeden sözler, laklak düşkünü çocuk” gibi teşbihli tamlamalar onun üslûbunun malzemeleridir.

Tasvirli uzun cümleler içinde, ayetlerden seçtiği konuyla ilgili kelimeleri de dikkatle kullanır: “…Şâyed bu misillü eklen lemmâ[29] ile fesâd-ı mi’deye mübtelâ olur melhûzıyle…külû veşrebû[30] makâle-i kerîmesiyle…….bi-vâdin gayri zî-zer’in[31] tenezzüli ile…” (s.50-51)

 

Vehbi bu kişiyi tasvir ederken ona söylettiği kendi manzumeleri de mizah yüklüdür:

Benem ol baklavacı şeyh kellâcî vü sekbâcî

Börekciler çörekciler simidcilerdür ihvânum

Esâfî –i se-pâveş böyle kaldum na’l der-âteş

Sevâd-ı fâka ile tîre-rev mânend-i kazganum

İmâretde kemer başı idüm taksîm-i zervâye

Yobazlar haylinün ma’lûmıdur bu şöhret ü şânum

Neler çekdüm tetimmât ehlinün darb u şütûmundan

Pilav gavgâlarından kaldı bu çâk-i girîbânum

Sadâ-yı çıplak-engîzüm nidâ-yı laklak-âvîzüm

Edâ-yı nefret-âmîzüm müsellem bir sühandânum

Sarardum ârzû-yı zerde ile sahn-ı âlemde

Cihânda sükkerî pâlûdeler şevkıyle lerzânum

Nice îcâd iderdüm bu kadar işkenbe güftârı

Şikenbe şôrbâsından safâ-yâb olmasa cânum

                               ***

Deyü gâh işbu makâlât ile ter-zebân ve gâhîce

 

Benem ol ser-tufeylî-i zıyâfet-kerd-i servâtî

Benem germ-iştihâ-yı halcelânî vü seretrâtî

Reşîdiyye yedükçe rüşdüm artar def’ olur humkum

Aceb mi mürşidüm olsa Reşîdüddîn-i Vatvâtî (s.51-52)

****

Baklavacı efendi baksa hemân

Sofralarda aceb börek mi kalur

Âyasôfiyyeden geçerse eger

Köhne dükkânçede çörek mi kalur

Tahta kal’a poğaçasın görse

İştihâ germ olup yürek mi kalur

Girse zevrakçeye o tohme ile

Yârini çekmege kürek mi kalur (s.53)

 

Tenkit ettiği cerci hocayı “ham sofu” olarak gördüğü için hakkında hep olumsuz ifadeleri sıralar.“Degül kürsîye vâ’iz arşa çıksan âdem olmazsın” mısraını da yine onun için zikreder. Bu hocayla yemek ve maîşet üzerine konuşma ve tartışmalarını uzunca yazan Vehbi, metninde hem bu kişinin kendi masumluğunu ifade edişini, hem de buna verilen cevabı ironik bir üslupla ve temsiller üzerinden verir. Bu hocanın belirtilen en bariz vasfı oburluğu ve davranışıyla insanlar tarafından sevilmemesidir. İlk iftarını yerken bir sonrakinin hesabını yapması Vehbi’nin yerdiği bir başka husustur:

Hây şeyh-ı köfte-hôrem mi’de pür olsun hemân

Baklavayı bulmadukça bakla-hôr olmaz mısın

                          ***

Getürün ekl idelüm mâ-hazarı

Puhte olmazsa da olsun tetri” (s.56)

Vehbî’nin aç gözlü cerci hocaya yemekten sonra yaptırdığı dua da, yemekleri öven Arapça Türkçe karışık bir metindir:

“el-hamdü lillâhillezî ce’ale’l-meraka dâfi’an li-merâkı’l-enâm ve’l-kebâbü kebâbün li’t-ta’âm ve’l-kabaku müzeyyinen li’t-tabâkı izâ vuzı’a tabakan an-tabak ve’l-bâdilcân devâ’ün li-hırâşi’l-cân…” (s.56)

Mektubunu tamamen  “zahid” tipli hoca ve yemek üzerine bina eden Vehbi, sonunda bu kişinin “hevâiyyat ve menhiyyatı mebzul olmayan” bir beldeye yolcu edilişini bildirip yazısını sona erdirmiştir.

 

  1. Mektup

Müşârunileyhin Tarîk-ı Kazâdan Tarîk-ı Kalemiyyeye Nakli İçün irâde Sünûhda Re’îs Efendiye Tahrîr İtdiği Tezkire Sûretidir ki Muhsinzâdenin Evvelki Sadâreti ve Osmân Efendinin Riyâseti Vaktinde Dahi Hâce Olması Murâd Olundukda Bu Vechile Def’ İdüp Fakat Ba’de Müddeti Vâfire Tarîk-ı Mezbûre Girmişdir(Letâif-i İnşâ C.2 s.60)

Vehbi Muhsinzade ve Osman Efendilerin zamanında da hace olması istendiğinde bunu geri çevirmiş fakat daha sonra yine bu mesleğe geçmiştir. Görevde bulunmadığı dönemde yazdığı anlaşılan bu mektubunda ilk başta  üç Türkçe, bir Farsça beyit ile kendi kanaatkâr halini belirtip hûşe-çînî(başak toplayan) benzetmesiyle yeni bir görev beklediğini ifade etmiştir. Reisülküttaba bağlılığını güzel cümlelerle (nazım-nesir) yazıp kendisine lutfedilen bu görevi minnetle kabul etmiş ve şükranlarını sunmuş; bazı Arapça tabirler de kullanarak, edebinden susması gerektiğini belirtmiştir.Vehbi, bir zamanlar “en üstün ibadet ve büyüklerin âdeti” olan kadılık mesleğinin zaman içinde değersizleştiğini,  gereği ile amel edilmeyen mahkeme hücceti gibi hükümlerinin batıl hale geldiğini  yazmıştır. O, kadıların maişet zorluğu çektiklerini ama  tembel ve cahil olduklarını, bazı kötü huy ve davranışlarının olduğunu ve rüşvete de bulaştıklarını yazar:

Kuzâtü zamâninâ sârû lusûsunâ/Umûmen fil-kazâyâ bâ-husûsunâ”[32](s.63)

 

“Kadılar cehennemdedir” sözüne atıfla dünya ve ahirette hüsrana uğrayacakları bellidir diyerek, kanaatini, hüsrandan bahseden ayetlerin (hasira’d-dünyâ ve’l-âhirahzâlike hüve’l-husrânü’l-mübîn)[33] desteğiyle ortaya koyar (s.65).

Vehbi görev alacağı hâcelik mesleğinin mahiyetini ve inceliklerini bilmediğini, ancak “hâce-i dakîka-dân”  Nabî’nin kanaatine göre tercih edilebileceğini belirtir. Fakat “Cihânda mûcib-i rif’at Efendi himmetidür” sözüne göre, bu meslekte itibar kazanmanın da koruyucu bir velinimetin himmetine bağlı olduğunu ekler. Yoksa basit şiirler yazarak tekkelerde dalkavukluk gösterisinde bulunma çabası ile; zifaf kasidesi, sünnet tarihi gibi manzumeler kaleme alıp kıskançların alaylarına maruz kalınacağı açıktır.Vehbi çok şükür kendisi için böyle bir mahzurun söz konusu edilemeyeceğini, kendi velinimetinin çok lütufkâr olduğunu yazmıştır. Bir beyitle de kendi irfan ve cevherinin yüksek olduğunu belirtmiştir:

Ma’ârif kânıyam ammâ bilinmez kıymetüm Vehbî

Benem ol kıt’a-i gevher ki kaldum seng-i hârâda

 

Vehbi bir takım süslü cümlelerle değerinin bilinmesini ve kendine sahip çıkılmasını, mensuplarını eleştirmesine rağmen ya kadılık mesleğinde tutulup rütbesinin yükseltilmesini  veya hâcegan zümresine alınmasını saygılı cümlelerle yazıp mektubunu bitirmiştir. Bu mektupta Vehbi kendisinin veya başka şairlerin manzumelerini kullanmış, Arapça tabirlere yer vermiş, ayet alıntıları yapmış, meramını edebî üslûpla aktarmaya çalışmıştır.

Mektubun başında muhatabına bağlılığını ve ümidini şöyle belirtmiş:

Veliyy-i ni’metimsin kehf-i ihsânun penâhumdur

Der-i lütfun melâz u melce’üm ümmîdgâhumdur

Ne bâküm var benüm târîki-i baht-ı siyehden kim

Nigâh-ı iltifâtun rûz u şeb hûrşîd-i mâhumdur (s.60)

 

Vehbi’nin kendi halini tasvir ederken kullandığı başak toplayıcı (hûşe-çînî) benzetmesi ve şu ifadesi onun nükteciliğini gösterir:

Dâmen-i kûh-ı kanâ’atde mi bitmiş bilmem

Bir piyâz ile geçindi nice yıllar Sünbül (s.60)

Vehbi, ehil olmadığı halde görevlere talib olan kimseleri fizikî görünüşleri üzerinden de kınar ve onları (makam sevgisiyle kanat çırpan yaşlı tavuk, zillet toprağına düşmüş, Horasan dükkanlarında üzüntü ile oturan, yazacakları zifaf kasidesi ve hitan tarihi ile ihsan bekleyen konik kavuklu, tekkelerde sözde zikir ile meşgul olan, Maveraünnehir’den yeni gelmiş, arkası bakır paralı) gibi benzetmelerle ifade etmesi mizah yüklüdür:

“…hemân mâkiyân-ı çihil-sâl-âsâ bâl ü perini açup hubb-ı câh u riyâset ile te’ammüm-i mahrûtîye cesâret…..üftâde-i hâk-i mezellet…..Horasancı dükkanlarında nişeste-i türâb-ı melâl…bî-vâye tekyelerde hatm-i hâcegân ile istimdâd gümkerde-râhân…efles min-dübûr hâce-i bî-sermâye-âsâ melûm u medhûr oldukda”(s.66)

Vehbi kendi hakkının verilmesini ve layık olduğu dereceyi Münif adlı şairle kendini kıyaslayarak beklediğini belirtir: “…hakk-ı bendegîde mahzûr-ı mezkûr medfû’ u ber-taraf zîrâ bu bî-behre-i irfân Münîfe nisbet kıyâs ma’al-fârık isem de velî-ni’metüm Âtıfdan hezâr mertebe berter ü a’tafdur”(s.67)

Şu beyitleri hem kendine güveni hem de bir hâmînin gerekliliğini vurgular:

Bi-hamdi’llâh füyûzât-ı ma’ârif zîver-i irfân

Degüldür âriyet tab’umda vehbî-i İlâhîdür

                                **

Himmet olursa eger mümkindür îcâd-ı sühan

Âleme Vassâfı meşhûr eyleyen inşâ gibi (s.67)

Kendini övdüğü beyitler de yine irfanının fark edilmesi ve layık olduğuna kavuşturulması arzusunu taşır:

Başlasam vasfa tavr-ı ahlâfı/Kimse yâd eylemezdi eslâfı

Kilk-i sehhârum olsa vak’a-nüvîs/Lâl iderdi zebân-ı Vassâfı

İtsem âgâz-ı keşf-i râz-ı fünûn/Setr iderdüm cemâl-i Keşşâfı

İşte meydân-ı ma’rifet işte/Şerm ider bunda eyleyen lâfı

Tecrübe itmedükçe ey Vehbî/Dinlemem güft ü gûy-ı leffâfı (s.68)

Yetkililere sunulacak arzıhallerin ve manzumelerinin, isteklere kavuşmada etkisinin olduğunu “her bâbda feth-i beyt-i âmâlüme sarîr-i bâb-ı inâyet-masîrleri mısrâ’ayn-i berceste……..olmağla” ve “Teşebbüs eylemez dil esbâba Allâhdan bulsun” (s.61) ifadeleriyle belirten Vehbi,  azad edilse de bağlı olduğu kapıdan ayrılmayacağı anlamında da şu beyti yazmıştır:

Hamdü lillâh bir Efendiye kul oldum ki eğer

Olmam âzâd beni ıtkıle itse tahyîr (s.61)

Kendini ispatlamak için “bulunmayan cevher” gibi olduğunu, sadakat ve fedakârlığını dile getirmesi Vehbi’de rastladığımız bir üslup özelliğidir.

“Ma’ârif kânıyam ammâ bilinmez kıymetüm Vehbî

Benem ol kıt’a-i gevher ki kaldum seng-i hârâda”  nâlişleriyle genc-i sînede meknûz olan cevherleri pîşgâh-ı sayrafî-i nekkâda arz u ihdâ ve seferen ve hazaran hıdemât-ı aliyyelerinde vücûd-ı za’îfi i’mâl ü ifnâ itmek vâye-i iftihâr ve mâye-i mübâhât u i’tibârumdur” (s.68)

Vehbi meramını iletebilmek için üst makama nasıl ve ne zaman başvurulacağını bildiğini de söyler ve hâcegânlık görevini beklediğini muhatabının duygularına da hitap ederek belirtir ve mektubunu bitirir:

“Muktezâ-yı hâldür avk-ı kerem/Biz veliyy-i ni’mete bâr olmayuz

Vehbiyâ yâre recâ eylemezüz nâ-bercâ/İbn-i vaktüz bilürüz vaktini biz ibrâmun

mü’eddâsınca vakt-i münâsibde velev mercûhan tarîk-ı kazâda rütbe-i fakîrânemi i’lâ veyâhûd zümre-i hâcegâna idrâc ile ihyâ buyurulmaklıgum husûsunda irâde-i  seniyyeleri mercûh u râcihdür.

Ol bâbda inâyet ü ihsân efendimün

Vehbî mutî’-i emr ki fermân efendimün”(s.69)

Vehbi düşünce ve meramını dile getiriken kalemin gücüne inanır. Bu anlamda Arapça “Lisânü’l-kalemi entaka min-lisâni’l-ebkem” (Kalemin dili lal insanın dilinden daha anlatıcıdır) ifadesini yazdığı gibi, bazen de susmanın etkili olacağını düşünmüştür:

Vehbî hamûş ol beste-leb/Haddün degül eyle edeb (s.62)

Bulunduğu mahaldeki insanlar ile ilgili sitemini de şöyle belirtir:

Ser-levha-i eşrâfı dahi cümle keşândur/Siroz içün kırk sene sıklet çekilür mi

Bâri çekelüm minnetini tezkirecinün/Matlabci-i bed-lehçeye rüşvet çekilür mi (s.63)

Kadıların hallerini “cehennemî-nümûd, bir alay cehele-i hasûd” gibi bazı benzetmelerle, Arapça ve Türkçe ifadelere dökerken korkusuzdur:

Ke-ennehâ kubbetün sımâ’ün kad-vüdı’at/Alâ-dimâgın halâ an-ma’deni’l-hükmi

***

Çün hükm-i kazâ ile şerîh atdı kapağı/Bilmem kim asar mahkemeye şimdi kabağı (s.63-64)

 

  1. Mektup

Münşeât-ı Aziziye(İstanbul 1284/1868) adlı eserin 21. sahifesinde yer alan Vehbi’nin mektubu

Şâ’ir-i Edîb Sühanver-i Lebîb Sünbülzâde Vehbî Efendinin Mektûb-ı Latîfi

Vehbi  muhatabının hal hatır sorduktan sonra girmekte olan ramazan ayını tebrik etmiş ve kendisine dua ile meşgul olduğunu yazmış. Allah namaz ve orucunuzu kabul etsin; bütün vakitlerinizi bereketli, mesut kılsın ve sizleri bayrama eriştirsin diye eklemiştir. Ramazan ayının düşenbe(Pazartesi) günü gireceği duyulunca evvelâ “felekden bir gün kapmak” ve aralarındaki dostluk gereğince halini sormak için bu “şukka”yı yazdığını belirtmiş. Gerçekte Çarşamba günü Ramazan hilali görülünce, bayram namazının Salı günü  eda edileceği hususunu delilleriyle bildirmesini rica ederek, bunun duaya ve sevince sebep olacağını söylemiş ve “Hak her giceni kadr ide her rûzunı bayram” diyerek şu manzumesini eklemiştir:

Var dâmen-i  Yûsuf gibi bir pâk etek tut

Ammâ ki sakın çıkmasun elden anı pek tut

Ben bu gice niyyetlüyem ol hân-ı visâle

Zâhid yüri sen şübhe ile rûze-i şek tut

Tuzlu oturur sonra sakın kıyma kebaba

Ey rind-i mey-âşâm biraz hakk-ı nemek tut

Tutkun gibi bir lu’bile ağyâre tutulma

Bu pendümi ey şûh gerek tutma gerek tut

Dizgin gerecek yok sana bu arsada Vehbî

Esb-i kalemün sen de inânun çekerek tut

***

Eldeki mevcut mektuplardan anlaşıldığına göre Vehbi’nin üslûbu münşiyanedir.Bazı mektuplarında buna gerek duymasa da, nükte ve mizah yapmak istediğinde gayet sanatlı ve süslü yazmıştır.Arapça ve Farsçaya hakimiyeti, bu dillerde şiir ve ibare yazacak ve alıntılayacak seviyededir.Yeri geldiğinde ayetlerden uygun kelimeleri Türkçe cümleler içine oturtarak anlamla bütünleştirmiştir. Tasvirlerinde teşbihlerden  yararlanarak çokça örnek kullanmış, kelâm-ı kibarlara ve manzum parçalara yer vermiştir. Nüktedanlığı ve mizahî kişiliğini bazen müstehcen imalı ifadeleri yazmağa kadar vardırmıştır. Mektuptaki üslûbun muhatabı etkileyeceğini bildiği için, üst makamdan bir talepte bulunduğunda azamî dikkati sarf etmiş, halin gereğine göre yazmıştır.

***

Anlaşıldığına göre Vehbî’nin mutluluk zamanları da, sıkıntılı zamanları da olmuş, bu mektuplarını muhtemelen 3. Selim’in padişahlığı döneminde(1789’dan sonra) yazmıştır. Sıkıntılı zamanlarında dostlarına ve himmetlerini umduğu devlet yetkililerine(Padişah ve saray bürokratları) başvurmuş, onlardan yardım istemiştir. Bazen istek üzerine,onlara zaman zaman manzumeler de yazıp takdirlerine sunmuştur. Elimizdeki mevcut mektuplar daha çok görevde olmadığı zamanlara aittir. Eski Zağra kadısı iken yaşadığı kötü olayların onu padişahtan yardım isteyecek duruma düşürmesi dikkat çekicidir. İran elçiliği görevinden sonra azledilmesiyle ilgili bir bilgiyi kendisi yazılarında vermemiştir. Kaybolduğunu bildiğimiz diğer mektuplarında bundan fazla bilginin olup olmadığını bilmiyoruz ama, var olanlara göre, Vehbi’nin İran elçiliğinde iken devletin gadrine neden uğradığı yazılarından anlaşılamamaktadır.Vehbî’nin bir defasında haceganlık görevi verildiği halde bunu kabul etmediğini, sonra ise bu görevi yana yakıla istediğini mektuplarında okumaktayız. Ayrıca, kişi ne kadar marifetli olsa da, bir efendinin himmetine muhtaç olduğu kanaati Vehbî’de mevcuttur. Onun, yaşlılık zamanlarında evlenme isteği olduğunu ve bunun için üst makamlardan destek beklediği anlaşılmaktadır.

 

KAYNAKÇA

Hacı Nuri Efendi, Münşeât-ı Aziziye, İstanbul, 1284.

M.Z.Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III, İstanbul, 1983.

Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. II, s.782,  Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1983.

Refîk, M.Tevfîk, Letâif-i İnşâ, C.2, İstanbul 1282.

Selim Sırrı Kuru, Sünbülzâde Vehbî, DİA, C. 38, İstanbul , 2010.

Sünbülzâde Vehbî Divanı, hz. Ahmet Yenikale, e-kitap.kulturturizm.gov.tr.

Sünbülzâde Vehbî, Divan, İ.Ü. Ktp. Ty. 433.

Süreyya Ali Beyzâdeoğlu, Sünbülzâde Vehbi, İklim Yayınları, İstanbul, 1993.

 

[1] Sünbülzâde Vehbî Divanı, hz. Ahmet Yenikale, e-kitap.kulturturizm.gov.tr, s. 12.

[2] Süreyya Ali Beyzâdeoğlu, Sünbülzâde Vehbi, İklim Yayınları, İstanbul, 1993, s. 7.

[3] Beyzâdeoğlu, Sünbülzâde Vehbi, s. 7.

[4] Selim Sırrı Kuru, Sünbülzâde Vehbî, DİA, C. 38, İstanbul , 2010, s. 140.

[5] Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. II, s.782,  Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1983.

[6] Beyzâdeoğlu, Sünbülzâde Vehbî, s. 11, 12, 13.

[7] Kuru, Sünbülzâde Vehbi, s. 140.

[8] Beyzâdeoğlu, Sünbülzâde Vehbi, s. 15-20.

[9] Meselâ Arif Hikmet’in Tezkire-i Şu’arâ’sında Abdülbâkî Efendi, Hayrî, Zülâlî, Surûrî gibi şairler tanıtılırken Sünbülzâde Vehbî’den bahsedilir. Diğer örnekler için Esad Mehmed Efendi’nin Bağçe-yi Safâ-Endûz, Ahmed Fatîn Davud’un  Hâtimetü’l-Eş’âr, Nail Tuman’ın Tuhfe-i Nailî, Şefkat’in Tezkire-i Şu’arâ adlı eserlerine bakılabilir.

[10] Beyzâdeoğlu, Sünbülzâde Vehbî, s. 50.

[11] Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C.II, s. 782.

[12] Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. II, s. 782.

[13] Beyzâdeoğlu, Sünbülzâde Vehbî, s. 54, 55.

[14] Kuru, Sünbülzâde Vehbî, s. 141.

[15] Beyzâdeoğlu, Sünbülzâde Vehbî, s. 56.

[16] Kuru, Sünbülzâde Vehbî, s. 141.

[17] Kuru, Sünbülzâde Vehbî, s. 142.

[18] “İçine buz konulmuş saf ruh, yaz ortasında içenlere rahatlık verir.”

[19] “Ben yaz günlerinde nahiv ilmi yerine Müberred’in sözlerini tercih ettim.”

[20] Nebe 79/34: “Dolu kadehler.”

[21] İnsân 76/18: “Orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir”.

[22] Tezkire resmî dairelerin birbirlerine yazdıkları resmî kağıtlara ve halka verilen resmî yazılara denilir. M.Z.Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III, İstanbul, 1983,  s. 491.

[23]  Ebced hesabında yalnız noktalı harflerle düşürülen tarih.

[24] “Sanki o, idrakten yoksun anlayışsız bir beyin üstüne konmuş dilsiz bir kubbedir.”

[25]  “Muaydî adlı şairi işitmen onu görmenden hayırlıdır.”

[26] “Baklava en güzel tat ve lezzet ile süslendiğinde bize (güzel) bir yanağı öpmekten daha iştah açıcıdır.”

[27] “Yemeklerin hayırlısı mübarek börektir) makalesiyle diş bileyerek…”

[28]  “Lezzet üç  şeydedir: eti yemekte, ete(ata) binmekte, etin ete duhulünde (cinsellikte).”

[29] Fecr 89/19: “Haram helal demeden mirası yiyorsunuz.”

[30] Hâkka 69/24: “Yiyiniz içiniz”.

[31] İbrahim 14/37: “Ziraat yapılmayan bir vâdi”.

[32] “Zamanımızın kadıları bütün yargılamalarda bizim hırsızlarımız oldu.”

[33] Hac 22/11: “O dünyasını ve ahiretini kayb etmiştir.İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.”

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version