Sümbül, ilkbaharın müjdeci çiçeğidir. Anadolu’da en çok Maraş yaylaklarında yetişir. III. Murad (1546-1595)’ın fermanıyla Maraş yaylaklarından toplanan sümbül soğanları payitahta götürülmüştür (Baytop, 1992: 3). Böylelikle sümbül, payitahtta gül ve lalenin meclisine dâhil olmuş, onlarla birlikte saray, köşk ve kasır bahçelerini süslemiştir.
Ak, gök ve sarı olmak üzere üç ayrı renkte olan sümbüle divan şairleri şiirlerinde bigâne kalmamışlardır. Klasik Türk şiirinde gül ve laleden sonra en çok anılan çiçeklerden birisi de sümbüldür. Bu şiirde, sevgilinin saçı; güzel kokusu, şekli ve rengi itibarıyla sümbül olarak tahayyül edilir. Ayrıca sümbül kısa ömrü boyunca daima güzel koku verir ve kemale ulaşınca da başını aşağı salar. Sümbül, bu hâliyle de daimî iyiliği, güzelliği ve tevazuyu sembolize eder. Diğer taraftan Osmanlı mezar taşlarında sümbül motifi, Halvetiye ve Sünbüliye tarikatının sembolü olarak da kullanılmıştır.
Asıl adı Mehmed olan Vehbî, ismini sümbülden alan ve Sünbülzâdeler lâkabıyla anılan bir aileye mensup olduğundan Sünbülzâde Vehbî olarak anılır. Onun hayatı da bahsedilen yönüyle adını aldığı sümbüle benzer. O da Maraş’ta doğar, yetişir, medrese tahsilini yapar daha sonra hayli ilerlemiş bir yaşta padişah fermanıyla olmasa bile kendini geliştirmek ve daha iyi imkânlara kavuşmak amacıyla İstanbul’a/payitahta gider. Sunduğu kasideleriyle devlet erkânının dikkatini çeken şair, uzun ömrü boyunca kadı, hâcegân ve elçi olarak devlet hizmetinde bulunur.
Sünbülzâde Vehbî (d.1133/1720-21-ö.1224/1809), XVIII. asrın tanınmış âlim şairlerindendir. Vehbî klasik Türk edebiyatının hemen her alanında eser vermiş bir şairdir. Divan, Lûtfiyye, Tuhfe-i Vehbî, Nuhbe-i Vehbî, Şevk-engîz ve Münşeât adlı eserleri değişik konu, biçim ve muhtevalarda yazılmış eserlerdir. Bu çeşitlilik şairin zengin edebi birikiminin yanı sıra renkli ve hareketli tabiatını da yansıtmaktadır. Divan şiirinin hâlâ kudretli şairler yetiştirdiği bu yüzyılda, Vehbî; özellikle sanatın ön planda olmadığı manzum lügat ve didaktik mesnevileriyle ön plana çıkmıştır. Şair hikemî tarzda yazdığı Lutfiyye adlı mesnevisiyle oğlu Lutfullah’ın şahsında gençliğe nasihatte bulunur. Nasihatname türünün en tanınmış örneklerinden biri olan Lutfiyye, değer ve kıymetler açısından bugünkü gençliğimizin istifade edilebileceği muhtevaya sahiptir (Alıcı, 2011: s 36). Şairin bu yolda yazdığı diğer bir eseri de Nasihatnâme-i Vehbî’dir.
Arapça “nush” kökünden türeyen nasihat kelimesi “başkasının hata ve kusurunu gidermek için gösterilen çaba; iyiliği teşvik, kötülükten sakındırmak üzere verilen öğüt; başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret” manalarında kullanılmaktadır (Çağrıcı, 2006: s. 408). Nasihatler kaynak olarak ayet, hadis, atasözü, kelam-ı kibar gibi söz konusu toplumun değerler manzumesine/kıymetlerine dayanır. Ahlak ve adap kaidelerinden oluşan nasihatleri ihtiva eden bu eserlere edebi tür olarak nasihatname/pendname denilir. Nasihatnameler dinî, ahlaki, siyasi öğütler ihtiva eden eserlerdir. Bu eserleri yazmaktan amaç fert ve toplumu eğitmek, dirlik ve düzeni sağlamak, insanlara faydalı olmak ve hayırla anılmaktır (Pala, 2006: C 32, s. 409).
İslami Türk edebiyatının başlangıcından günümüze kadar bu anlayışla birçok şair ve edip, “Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum.”, “Ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.”, “Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size nasihatte bulundum.”, “Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.”, “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” ve “Din nasihattir” gibi ayet ve hadislerden hareketle nasihatname türünde yüzlerce eser yazmışlardır[1] (Kur’an-ı Kerim, 7/62, 68, 79; 31/13,18; Çağrıcı, 2006: s. 408;
Nasihatnameler, çoğunlukla müstakil eser olarak mesnevi nazım şekliyle yazıldığı gibi değişik nazım şekilleriyle küçük manzumeler hatta mensur, nazım nesir karışık olarak da yazılabilirler. Klasik Türk şiirinde Nâbî’nin Hayriyye’si ile Sünbülzâde Vehbî’nin Lutfiyye’si bu türün mesnevi tarzındaki en tanınmış iki eseridir. Her iki şair de oğullarına ve onların şahsında gençliğe nasihatte bulunurlar.
Sünbülzâde Vehbî’nin Nasihatnâme-i Vehbî adlı bu eseri hikemî tarzda yazılmış küçük bir mesnevidir. Şair, bu nasihatnamesinde ise kendi akranı eş, dost, ahbap ve yakın arkadaşlarına dinî ahlaki nasihatlerde bulunur.
Nasihatnâme-i Vehbî, Milli Kütüphane’de Sünbülzâde Mehmed Vehbî Efendi adına kayıtlı olup H 1292/M 1875[2] tarihinde istinsah edilmiş toplam 140 beyitlik küçük bir mesnevidir. Eserin sonundaki “Yā Laṭif” ismi ebced hesabıyla mesnevinin beyit sayısını vermektedir. Aruzun Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/Fâ’ilün kalıbıyla yazılan eser, Münâcât-ı Vehbî başlığı altında; “Münâcât, Nasîhat-ı İhvân ve Du’â” olmak üzere üç bölümden müteşekkildir.
Eserine geleneğe uygun olarak Allah’ı anarak başlayan şair Hz. Peygamber ve ona tabi olanlara salat ve selam ile devam eder.
Yâd idüp Allâhın ismin ideyim bed’-i kelâm
Hem Resûlu’llâha olsun sad salâtile selâm (1)
Allah’ın ismini anarak söze başlayayım. Resulullah’a da yüzlerce salât ile selam olsun.
Hem dahi ezvâcına evlâdına ashâbına
Hem dahi ensâr muhâcir hem dahi etbâ’ına (2)
Ayrıca O’nun eşlerine, evlatlarına, ashabına; ensar ve muhacirleri ile O’na tabi olanların hepsine salat ile selam olsun.
Şairin ifadesine göre eserin yazılış sebebi, Allah’tan af dilemek, O’na hem kâl/söz hem de hâl ile yalvararak ihtiyaçlarını arz etmek, başta kendi nefsine olmak üzere; eş, dost ve yakın arkadaşlarına salih ve sadıkların hâllerini anlatıp onların yolundan gitmeleri hususunda nasihat vermektir.
Arz-ı hâcât hem münâcât ideyim Rahmânıma
Dahi pend ü nush ideyim ahbâbıma ihvânıma (3)
Rahman’ıma yalvararak, isteklerimi arz edeyim. Ayrıca eş, dost ve yakın arkadaşlarıma da nasihat edeyim.
Rahmet ü magfiretini isteyüp idem niyâz
Cürmümüz afv ide her dem lutf ide ol bî-niyâz (4)
(Allah’a) merhametini ve affını isteyerek yalvarayım. Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan yüce Allah lütfedip suçlarımızı bağışlasın.
Hem tazarru’ ideyim sübhânıma sultânıma
Kâl ile hem [hâl] ile yalvarayım cânânıma (5)
Sübhanıma, sultanıma hem tazarru edeyim hem de cananıma hâl ile kâl/söz ile yalvarayım.
Sâdıkînin hâlini ihvânıma kılam beyân
Tâ teşebbüs ideler ezyâline her hîn u ân (6)
Sadıkların hâlini dostlarıma anlatayım ki her an onların eteğinden tutmaya çalışsınlar.
Hak buyurdı sâdıkîn ile ma’iyyetde olun
Anlara teslîm oluban vuslatın yolun bulun (7)
Allah’ın beraber olmayı buyurduğu sadıklara teslim olup vuslat yolunu bulun.[3]
Biz gibi ömr-i azîzi hem hîçe satmadılar
Yan gelüp nâzik firâşda subha dek yatmadılar (16)
(Onlar) bizim gibi aziz ömrü boşa harcamadılar/heba etmediler, sabaha kadar nazik döşekte yan gelip yatmadılar.
Eyle insâf anlara benzer mi hîç ahvâlimiz
Hüm ricâl nahnü’r-ricâlle lâf urur akvâlimiz (18)
Onlar (da) adam biz de adamız diyerek laf vururuz. İnsaf eyle, hâllerimiz hiç onlara benzer mi?
Ba’de nefsime vü ihvânıma pend eylerim
Sîret-i sâlihleri icmâl idüben söylerim (40)
Salihlerin hâllerini kısaca anlattıktan sonra kendi nefsime ve dostlarıma nasihat eylerim
Yer yer oldukça sade bir dille yazılan bu eser çok derin olmamakla birlikte dinî tasavvufi bir muhtevaya sahiptir. İlk bakışta Sünbülzâde Vehbî’nin rivayet edilen mizaç ve meşrebiyle pek de örtüşmeyen bu eseri, şairin hayatının son demlerinde yazmış olması muhtemeldir.
İran elçiliği sonrası idamdan kurtulan, mevkii ve itibarını kaybeden şairin uzun yıllar sıkıntı çektiği bilinmektedir. Kaldı ki Vehbî, tasavvufi hayata pek de yabancı değildir. Kaynaklar onun Galatalı mutasavvıf Tıflî Efendi’ye intisaplı olduğunu kaydetmektedir. O da birçok divan şairi gibi dinî ve tasavvufi atmosferi teneffüs etmiş, şiirlerinde bu yaşayışın mefhum ve sembollerini yer yer kullanmıştır (Beyzadeoğlu, 2005: C I, s 103).
Elimizde tek nüshası bulunan eserin kütüphane kaydıyla tavsifi şöyledir:
Bugüne kadar müstakil eser olarak Sünbülzâde Vehbî’nin eserleri içinde anılmayan bu eserin Vehbî mahlaslı[4] başka bir şaire ait olup olmayacağı hususu araştırılmış eldeki kayıtların aksine bir bilgiye ulaşılamamıştır. Kaynaklarda veya kütüphane kayıtlarında sehven mahlastaş şairlerin eserlerinin birbirine isnat edildiği bir vakıadır. Bu husus göz ardı edilmeksizin Nasihatnâme-i Vehbî hakkında şunları söylemek mümkündür:
Sünbülzâde Vehbî, nasihatname türünde eser vermiş bir şairdir. Oğlu Lutfullah’ın şahsında gençlere nasihatler verdiği Lutfiyye’si bu sahadaki eserlerin en tanınmışlarındandır. Eş, dost ve yakın arkadaşlarına nasihatleri ihtiva eden Nasihatname-i Vehbî, Lutfiyye’ye göre çok küçük bir eserdir. Eserdeki Arapça ve Farsça unsurların dikkat çeken kullanımı eser hususunda bu dillere ileri derecede vâkıf olan Sünbülzâde Vehbî’yi işaret etmektedir. Eserin sonundaki “fî seneti’s-sabr” ifadesi yine onun sıkıntı ve sabır yıllarına işaret olabilir. Nitekim hastalanmadan önce dostlarına bir ziyafet veren Vehbî, bu ziyafette; yaşının sekseni aştığını, bir gün aniden ölebileceğini söyleyerek, onlardan; haklarını helal etmelerini ve bütün yaptıklarından tövbe ettiğini, ehl-i sünnet yolunda sadık bir Müslüman olduğu hususunda Allah katında şahit olmalarını istemiştir (Gibb, 1999: C IV, s 432). Şairin Nasihatnâme-i Vehbî’yi hayatının bu demlerinde yazmış olması kuvvetle muhtemeldir. Kaldı ki meşhur mesnevisi Lutfiyye de Sünbülzâde Vehbî’nin yaşlılık dönemi eseridir. Devrin son Sultânü’ş- Şu’arâ’sı Sünbülzâde Vehbî, âlim bir şairdir. Bahse konu olan eseri yazabilecek dinî tasavvufi birikime sahiptir.
Nasihatname-i Vehbî’nin elimizdeki tek nüshası harekeli nesihle yazılmıştır. Eserde az da olsa vezin ve imla bakımından kusurlar mevcuttur. Söz konusu kusurlar, şairden ziyade eserin istinsahından kaynaklanmış olabilir.
Bu intibalar ve eldeki kütüphane kaydı sebebiyle Sünbülzâde Vehbî’ye ait olabileceğini düşündüğümüz bu eser, sade ve samimi bir üslup ile yazılmıştır. Eser, bugün de istifade edilebilecek muhtevasıyla cezbedici bir özelliğe sahiptir.
Eserde hem şiiriyet hem de mana itibariyle ön plana çıkan birkaç beyit şöyledir:
Nefsime terk itme yâ Rab bu garîb üfgendeni
Kapuna geldim sıgındım magfiret kıl bendeni (25)[5]
Ya Rabbi, kapına geldim, sığındım. Bu kuluna merhamet et, bu garip biçareni nefsinin eline terk etme.
Nâr-ı hicrinle ser-â-ser sînesi pür-yâredir
Firkatinle kalbinin gencînesi sad pâredir (28)
Hicranının ateşiyle göğsü baştanbaşa yara doludur. Firkatinle kalp hazinesi yüz parçadır.
Gün gün artar hîç onulmaz yüreginin yâresi
Çün belâ burcundadır âşıkların seyyâresi (29)
Âşıkların yıldızı bela burcunda olduğundan yürek yaraları gün geçtikçe artar, hiç iyileşmez.
Bir kerîmin bendesiyem lutfunun pâyânı yok
Bir rahîmin hastesiyem fazl u ihsânı çok (35)
(Öyle) bir kerem sahibinin kuluyum ki O’nun ihsanının nihayeti yok. (Öyle) bir merhamet sahibinin hastasıyım/âşığıyım ki lütuf ve ihsanı çok.
Bir sadırda iki hubbun cem’i yok aslâ bilün
Terk idüp hubb-u sivâyı matlaba râgıb olun (42)
Bir kalpte iki sevgi asla olmaz, bunu bilin. Dünya sevgisini terk edip Allah’a rağbet edin.
Sûreti insân içi hayvân olursa bir kişi
Rûz-u mahşerde perîşân olısar anın işi (47)
Bir kişinin sureti insan içi hayvan olursa, onun işi mahşer gününde perişan olmaktır.
Dünyeye meyl ü muhabbet bâ’is-i isyândurur
Hem dahi hubb-u riyâset bâdi-i tugyândurur (60)
Dünyaya meyil ve muhabbet ile başkan/reis olma sevgisi de isyan sebebidir.
Her kişi neyi severse anı ekser yâd ider
Mâsivâyı çok tefekkür dînini berbâd ider (66)
Kişi neyi severse en çok onu yad eder/anar. Dünyayı çok düşünmek dinini harap eder.
Bil müsâfir kendini her dem bu fânî dünyede
Hîç olur mı milki zayfın hânede virânede (86)
Bu gelip geçici dünyada her zaman kendini misafir bil. Misafirin bu viran yerde/dünyada hiç mülkü olur mu?
Âkıl isen giç cihândan tâ ki terk itsen gerek
Kim karîb oldı kıyâmet bozılur bu çarh-u felek (94)
Akıllı isen en sonunda terk edeceğin şu dünyadan vazgeç. Kıyamet yaklaştı, bir gün bu feleğin dönüşü bozulur.
Gâfil insân görmez asla kendi nefsinde uyûb
Şöyle zanneyler ol ebleh kalmadı aslâ zünûb (96)
Gafil insan asla kendi nefsinde ayıp görmez. O ahmak, kendisinde hiç günah kalmadığını zanneder.
Olma magrûr bu cihâna bu nizâm tîz bozılur
Harekât u sekenâtın cümle harf harf yazılur (108)
Bu cihanla gururlanma, bu düzen çabuk bozulur. Bütün hareket ve davranışların harf harf yazılır.
Bu fakîri Fâtiha ile yâd iderse bir kişi
Dilerem Rabbimden âsân ola anın her işi (136)
Bu fakiri Fatiha ile ananların her işinin kolay olmasını Allah’tan dilerim.
Rahmet eyle bu za’îf bî-çâre Vehbî kuluna
Magfiret kıl kim fedâdır cism ü cânım yoluna (137)
Ya Rabbi, bu zayıf, çaresiz Vehbî kuluna rahmet et, bağışla. Çünkü onun cismi ve canı senin yoluna fedadır.
Nasîhatnâme-i Vehbî, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, TY Nu.: 1780, v.: 1b,12a,12b.
* KSÜ Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Ed. Öğretim Üyesi. Elektronik posta: lutfialici@gmail.com
** KSÜ Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Elektronik posta: gulcanalici@ksu.edu.tr
[1] Bunlardan en tanınmış olanları Yusuf Has Hâcib-Kutadgu Bilig, Yunus Emre-Risâletü’n-Nushiyye, Ahmed Fakih-Çarhnâme, Hoca Mes’ud-Ferhengnâme-i Sa’di, Aydınlı Müridî-Pend-i Ricâl, Ahmed-i Dâî-Vasiyyet-i Nuşirevân-ı Âdil Be-Pusereş, Refi’î-Beşâretnâme, Arif-Mürşidü’l-Ubbâd, Gülşenî-Dilgüşâ, Dede Ömer Gülşenî-Pendnâme, İbrahim Gülşenî-Pendnâme, Yetimî-İbretnâme, Şeyh Eşref-Nasihatnâme, Günahkâr-Nasihat-ı Günahkâr, Şemsî-Deh-Murg, Cemalî-Nasihatnâme, Hüseynî-Camiü’n-Nesâyih, Muhyî-Nasihatnâme, Askerî-Pendnâme, Şeyh Cemal-i Karamani-Nasayih-i Sufiye Fi’l- Meva’izi Diniyye, Güvahî-Pendnâme, Hızrî-Ab-ı Hayat, Zâtî- Pendnâme-i Zâtî-i Remmâl, Zâifî Pir Mehmed bin Evranos-Bağ-ı Bihişt, Bustan-ı Nesâyih, Gubârî Abdurrahman Efendi-Pend-i Gubârî, Nidâî-Nasihatnâme, Behiştî-Heşt Behişt, Cemâlî-Risâle-i Durûb-ı Emsâl, Azmî-Pendnâme, Meşâmî-Pendnâme-i Meşâmî, Emirî-Gülşen-i Ebrâr, Mir’atü’l-Ebrâr ve Muhtarü’l-Ahyâr, Şemseddin-i Sivâsî-Mir’atü’l-Ahlak ve Mirkâdü’l-Eşvâk, Gülşen-Âbâd, Nasihatnâme, Mustafa İlmî-Padişaha Nasihat Yollu Manzume, Kadirî Muhyiddin- Nasihatnâme, Şeyhülislâm Karaçelebi-zâde Abdülaziz Efendi- Gülşen-i Niyâz, Adnî Receb Dede-Pendnâme, Üveysî-Nasihat Yollu Manzume, İshak Rızâî-Nazmu’l-Ulum, Emirî-Nasihatnâme, Fazlî-Pendnâme, Nâbî-Hayriyye, Safî-Gülşen-i Pend, Zarîfî-Pendnâme-i Zarîfî, Sünbülzâde Vehbî-Lutfiyye, Mehmed Şerîf-Pend-i Gülistân-ı Şerîf vd. (Kaplan, 1992: s 23-68; Pala, 2006: C 32, s 409-410; Kaya, 2000: s 267-282).
[2] Eserin kütüphane kaydında istinsah tarihi H 1296/M 1878 olarak verilmiştir.
[3] Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun (Kur’an-ı Kerim, 9/119).
[4] Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü’nde Vehbî mahlaslı yedi şair, Sicilli-i Osmanî’de ise Vehbî adlı/mahlaslı on iki şahsiyetten bahsedilmektedir. Bunlardan beş tanesi birbiriyle örtüşmektedir. Bunlar içerisinde Seyyid Vehbî ile Sünbülzâde Vehbî, edebi şahsiyetleri ile ön plana çıkmışlardır (Mehmed Süreyya, 1996: C 5, 1655-1657; İpekten vd. 1998: s 527-528).
[5] Beyitler için bk. (Alıcı, 2011: 50-74).