SÜNNET’TE TİCARETE VERİLEN ÖNEM
İki cihan güneşi Efendimiz (s.a.v.)’in gerçekleştirdiği eğitim ve öğretim, bütün bir topluma hatta insanlığa yönelik bir eğitim ve öğretimdir. Saadet çağında küçük-büyük, genç-yaşlı, erkek-kadın demeden herkes bu eğitim ve öğretimden payını almıştır. Köylüsünden şehirlisine, çiftçisinden tüccarına varıncaya kadar herkes O’nun hikmet dolu ve adeta bir sedefin içindeki inci gibi parıldayan sözlerinden, buyruklarından ve davranışlarından kendine bir pay çıkarmaya çalışmış, güzel ahlâk sahibi ideal bir toplum da bu şekilde doğmuştur. Kâinatın Efendisi (s.a.v.) ahlâkî bir esası veya prensibi ortaya koyarken tamamen hayatın gerçeklerinden hareket etmiştir. Gerçek ne ise ona göre ve o durumda doğru olan hareket tarzının ne olması gerektiğini ortaya koymuştur. O (s.a.v.), hiçbir zaman bir hayal âleminde yaşamamış, insanlara bir ütopya sunmamış, gerçekleri olduğu gibi teşhis edip; dinin, hikmetin, akl-ı selimin ve güzel ahlâkın gereği ne ise onu mübarek ağzından seslendirmiştir.
İnsan, sonsuz ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların elde edilmesini sağlayan içgüdüler, akıl, zekâ ve ruhî kuvvetlerle birlikte yaratılmıştır. İhtiyaçların çok çeşitli olması, insanları birlikte yaşamaya, birbirinden faydalanmaya ve ticarete itmiştir. Kısacası insan, medenî bir özellikte yaratılmıştır; insanla birlikte ticaret var olmuştur. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (a.s.) zamanında ticaret aracı olarak altın para kullanılmıştır. Büyük çapta ticaret, denizci olan Fenikelilerle başlamıştır. Ülke dışı ticareti emniyet altına almak için, beşinci yüzyılda Romalılar tarafından harekete geçildi. Daha sonra Venedikliler meşhur oldu. Günümüzde ise tacirlik, rağbet gören bir iş alanıdır. On sekizinci yüzyıldan itibaren Avrupa’da tacirlerin korunması, ‘Burjuva’ denen yeni bir sınıfın doğmasına, toplumun yapısının değişmesine ve devletin refah seviyesinin yükselmesine sebep olmuştur. Tarihteki İslâm devletlerinin gelişme ve yükselme zamanlarında ticarette de ileri gittikleri görülmüştür.
Mekkeli muhacirlerden olan ve hicretten önce de sonra da ticaretle geçimini sağlamış bulunan Kays bin Ebü Gareze el-Ğıfarî (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)’in tacirlere yönelik tarzını ve tavsiyelerini bakınız nasıl anlatıyor: ‘Hicretten önce halk bizi simsarlar diye adlandırırdı. Medine’de bir gün Rasûlullah (s.a.v.) bize uğradı ve bu isimden daha güzel bir isimle hitap ederek şöyle söyledi: “Ey tacirler topluluğu, ticarete (genellikle) yalan ve yemin karışır, siz de ona sadakayı karıştırınız.” [1]
Peygamber (s.a.v.)’in ağzından bir inci tanesi gibi dökülen bu sözler ne muhteşem ve ne büyük hikmetlerle doludur. Rasûlullah (s.a.v.) bu sözleriyle ticaret ahlâkının temellerini atmaktadır. O, ticaretin nasıl bir şey olduğunu biliyor, realiteye göre konuşuyor. “Ticarete yalan ve yemin karışır.” diyor. Bu gerçeği tesbit ettikten sonra ferman buyuruyor: “Siz de sadaka karıştırın.” buyuruyor. Burada sadakanın anlamı, o kadar geniş ki, müşteriye güler yüzle davranmadan tutun, tartarken üç beş gram fazla tartmaya ve hatta müşteri malı iade etmek istediği zaman gönül hoşluğu içinde, yüzünü hiç buruşturmadan kabul etmeye kadar çok çeşitli tutum ve davranışlar sadakanın kapsamına giriyor. Zaten Hz Peygamber (s.a.v.): “ iyilik sadakadır.” [2] diye genel bir prensip koymuştu. Alış verişte müşteriye sağlanan bütün kolaylıklar da elbette ki sadaka kapsamında olması gerekiyor.
Bugün ticaretle uğraşanlar, Hz Peygamber (s.a.v.)’in ticaretle ilgili tavsiyelerini iyi okumalı, iyi anlamalı ve iyi uygulamalıdır. Rasûlullah (s.a.v.)’in prensipleriyle gerçekten amel etseydik, ümmet olarak da durumumuz içimize burukluk veren bir durumda olmazdı. Çünkü İslâm’ın en iyi tebliğcisi, dürüst ve güvenilir tüccardır. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında güvenilir müslüman tacirlerin rolü büyüktür. Geçmişte Uzakdoğu’daki milyonlarca müslüman kardeşimizin hidayetine de ilmi ile amil müslüman tacirlerimiz vesile olmuşlardır.
Ticaret konusunda olsun veya başka bir konu ile ilgili olsun Rasûlullah (s.a.v.)’in hadislerini sadece okumak yeterli değildir. Peygamber (s.a.v.)’in o mübarek sözlerindeki eğitici ve hikmetli tarafı ortaya koymak ve bu hadisle amel etmenin bugünkü hayatımıza nasıl bir ahlâkî içerik getireceğini de göstermek gerekir. Örneğin, Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlar ki: “Allah, alırken kolaylık gösteren, satarken kolaylık gösteren, öderken kolaylık gösteren ve borcunu isterken kolaylık gösteren kimseyi cennetine koymuştur.” [3]
İşte size bir altın prensip, işte sizi cennete götürecek bir üslup ve metod. Ticarî hayatın bütün bölümlerinde kolaylığı emretmiş Rasûlullah (s.a.v.). Alırken, satarken, öderken ve borç isterken karşımızdakini de düşünmeliyiz. Bugün ticari hayatla ilgili bütün fırtınalar, boğuşmalar bu noktalarda olmuyor mu? Bugün hangi tüccarın ödemelerinde ve borç istemesinde takındığı tavır, çizdiği portre, Rasûlullah (s.a.v.)’ın cennete gireceğini müjdelediği örnek tacir portresine uyuyor? Bu prensip bugün uygulansa kötü mü olur? Bu prensip uygulandığı zaman yaptığımız ticaret bizim için bir hayır, bereket, dua ve sevap kazanma vesilesi olacaktır. Şimdiki gibi tereddüt, endişe, güvensizlik ve hatta azap vesilesi değil.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e hangi kazancın daha üstün olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Kişinin kendi elinin emeği ve dürüst yapılan (mebrur) alış veriştir. Yalan yere yemin ve aldatma karışmayan satım akdine mebrur alış veriş denir.” Başka bir hadisi şerifte şöyle buyuruluyor: “Bir kimse kendi elinin emeğini yemekten daha hayırlı bir yemek yememiştir. Şüphesiz Allah’ın nebisi Davud (a.s.) da zırh yaparak kendi elinin emeğini yiyordu.”
Yine bir defasında Rasûlullah (s.a.v.), Tebük dönüşünde Sa’d b. Muaz (r.a.) ile karşılaşıp tokalaşmış, ellerinin nasırlaşmış olduğunu görünce bunun sebebini sormuş, o da ‘Çoluk çocuğumun nafakasını temin için hurma bahçemde çalışıyorum.’ cevabını verince Hz. Peygamber (s.a.v.), Sa’d b. Muaz’ın elini öpmüş ve “İşte bu eller Allah’ın sevdiği ellerdir.” buyurmuştur. Bu hadislerde övgüyle sözü edilen çalışmayı, sadece tarlada, bağ ve bahçede, fabrikada veya inşaatta bedenen çalışma şeklinde değil, gerek beden, gerekse zihin gücüne dayalı olarak sarf edilen her türlü emek ve çalışma şeklinde anlamak gerekir. Neticede her halimizle keşke canlı bir Kur’an olabilsek. Allah’ım, bizlere kifayet miktarı helal rızık ver. Kalbimizi Kur’an’ın nuru ile nurlandır. Bize dünyada helal kazanç, helal rızık ve ahirette ise bizleri cemalinle müşerref eyle! Ümmeti Muhammedi küfür ve şirk sistemlerinin şerrinden muhafaza eyle!
Gerçekte yüce dinimiz ticareti ne derece övmüş ise, bu işi yaparken ahlâki olmayan, kanuna uymayan yollara saparak topluma zarar vermeyi de o ölçüde yasaklamıştır. Halkın muhtaç olduğu malı piyasaya sürmeyip, bir yerde depolayarak fiyatların yükselmesini beklemek ve ondan sonra satmak suretiyle, istifçilik ve karaborsacılık yapmak suretiyle kamuya zarar vermek gibi.
Fudayl bin İyad (r.a.) diyor ki: ‘Kardeşler, ticaret ve sanata önem veriniz. Biliniz ki sizler, kendilerine muhtaç olmadığınız müddetçe, kardeşlerinizin yanında şerefli ve muhterem olursunuz.’
İslâm dininde ticaret, kesb (kazanç), helal mal kazanmak, demektir. Bütün ibadetlerin kabul olması, helal lokmaya bağlıdır. İslâm âlimleri, ‘İbadetler on kısımdır, dokuz kısmı helal kazanmaktır. En üstün kesb yolu, silahla ve kalemle cihattır. İkinci derecede ticaret, üçüncüsü ziraat, dördüncüsü sanattır.’ demişlerdir. Hem rızkını temin etmek, hem de İslamiyet’e, insanlara hizmet etmek için mal kazanmak gerekmektedir. Mal hayırlıdır, çünkü mal, Müslümanın yardımcısıdır. Peygamber (s.a.v.) “Elinin emeği, alnının teri ile ye; dinini satıp yeme! Helale, harama dikkat ederek çalışıp kazanan kimseyi Allah (c.c.) çok sever.” buyurmuşlardır. İslâmiyet, dine ve insanlığa hizmet sebebi olan ticareti teşvik etmiş ve rızk kazanmanın ikinci yolu olarak ticaret gösterilmiştir. Yine Rasûlullah (s.a.v.), “Ticaret yapınız! Helal paranın onda dokuzu ticarettedir.” buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) öyle büyük bir eğitici ve öğreticidir ki, O’nun mesajları çağlar üstüdür. Her konudaki buyrukları, bugün geçerli olduğu gibi yarın ve kıyamete kadar da geçerli olacaktır. Bunlar mutlaka yapılması gereken şeylerdir. Çünkü O (s.a.v.) insan gerçeğinden ve insan psikolojisinden hareket etmiş, hayatı topyekün olarak elbirliği ile kolaylaştırmayı ve güzelleştirmeyi öğretmiştir. İnsanlara edebi öğretmiş, kalp huzurunu öğrettiği gibi ictimai huzurun da nasıl sağlanacağını öğretmiştir. Çünkü insanların Allah (c.c.)’a huzur içinde yönelip ibadet edebilmeleri günlük hayatlarında da huzurlu olmalarına bağlıdır. İnsanı ruhen rahatsız edici olaylarla ya hiç karşılaşmamalı veya çok az karşılaşmalı. Bunu sağlayacak olan da Kur’an ve Sünnetten süzülmüş bulunan İslâmî edeplerdir. Toplumsal huzur ancak bunlara uymakla sağlanacaktır.
Rasûlullah (s.a.v.) ticaret hayatı ile ilgili altın bir prensibi de şöyle ferman buyuruyor: “Alış veriş yapan her iki taraf, akitten memnun kalmadıkça ayrılmasınlar.” [4]
Kâinatın Efendisi insanların iç huzuruna büyük önem veriyordu. Akitten memnun kalmadıkça alış veriş tamamlanmamalı, her iki tarafın da kalbinde bu konuda tereddüt olmamalıdır. İnsanın gönlü Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhıdır. Dünya orayı çok meşgul etmemeli. “Kalbine tereddüt veren şeyi bırak.” buyurmuş Rasûlullah (s.a.v.). O kalbin tereddütlerle geçirecek vakti yoktur. O kalp Allah (c.c.)’a yönelmeli ve huzuru O’na yaklaşmada bulmalıdır. Kur’an’da “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.” [5] buyurulmuştur.
Rasûlullah (s.a.v.) da kalp huzuru ile ilgili öylesine güzel prensipler koymuş ki insan bunları okuduğu ya da dinlediği zaman Hz Ebu Bekir (r.a.) gibi kendini tutamayıp ‘Ya Rasûlallah, eşhedüennekeRasûlullah’ (Ey Allah’ın Rasûlü, şehadet ederim ki, Sen gerçekten Allah’ın Rasülüsün) diyesi geliyor.
Hz. Ömer (r.a.), ‘Çalışınız, kazanınız! Allah Teâlâ (c.c.) gökten para yağdırmamışdır.’ Bu sözler, ‘İslâmiyet, ticarete, sanata, ferdin istihsal kapısının üstün olmasına, genişlemesine, ekonomik sahada ilerlemeye mani oluyor.’ diyenleri açıkça yalanlamaktadır.
Ticaret insanları birbirine bağlayan en büyük bir bağdır. Milletler de fertler gibi, ticaretle birbirine bağlanırlar. Bu suretle ticaret, milletlerin en sağlam bir bağıdır. Allah (c.c.) rızıkların çoğunu ticarete koymuştur. Rasûlullah (s.a.v.) “Rızkın onda dokuzu ticarette” buyurmuşlardır. Bu suretle, hilesiz, yalansız ticaretle meşgul olanlar, fertleri, milletleri birbirine bağlar ve rızkı da bollaştırmak suretiyle, toplum içerisinde en büyük vazifeyi yapmış olurlar. Bu gibi tacirler de toplumun en büyük kimseleri olmuş olurlar. Peygamberimiz (s.a.v.) ailesini geçindirmek için ticaretle meşgul olurdu. Alış verişte kıl kadar doğruluktan ayrılmazdı. Onun doğruluğunu ve yüksek ahlâkını düşmanlar dahi tasdik ettiğinden, kendisine “Muhammed’ül-Emin” ünvanı verilmiştir.
Sadaka, Rasûlullah (s.a.v.)’ın ticaret ahlâkı ile ilgili olarak ifade buyurdukları ve içinde çok zengin manaların saklı bulunduğu bir anahtar terimdir. Sadaka öyle bir kavramdır ki, çok derin bir ahlâkî muhtevası vardır. Bu içerik bir fakire verilen bir miktar paradan ibaret değildir. Bu muhtevayı yukarıda kısmen açıklamaya çalıştık. Ticaret hayatı ile ilgili bize ışık tutacak bir başka İslâmî terim de ‘bereket’ kavramıdır. Rasûlullah (s.a.v.) hadislerinde birçok hususla ilgili bereketten söz etmiştir.
Ancak ticaretle ilgili bereketi sanki daha bir özenle vurgulamış ve sanki ticaretiniz bereketsiz olmasın diye özellikle uyarmıştır. Bereketi nelerin gidereceğini Efendimiz (s.a.v.) şöyle açıklamıştır: “Alıcı ve satıcı birbirinden ayrılıncaya dek muhayyerdirler. Ancak yalan söylerler ve gerçeği gizlerlerse bereket yok olur.” [6]
Bir terim olarak bereket yalnızca maddi bir artış anlamına gelmiyor. Her şeyin bereketi olabilir. Hayatımızın da bereketi olabilir. Bereket bütün hayırların, iyiliklerin ve güzelliklerin toplanması, cem olması demektir. Dünyevi ve uhrevî işlerimiz yolunda gitmiyorsa suçu başkasında değil kendimizde aramalıyız. Sözlerimize yalan karışıp karışmadığına dikkat etmeliyiz.
İşlerimize, sözlerimize ve her şeyimize yalan dolan değil sadaka ve bereket karışmalı. Müslümanın ticaret hayatı sadaka-bereket ekseninde olmalıdır. Hayatımızın bütün alanlarında Rasûlullah (s.a.v.)’ı kendimize tam olarak örnek edinmedikçe iflah olmamız ve bereketi yakalamamız mümkün değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’den ticaretle ilgili çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bu hadis-i şeriflerden bir kısmını burada zikretmekte yarar görüyoruz:
İbn Abbas (r.a.)’ın anlattığına göre, Ukaz, Mecenne ve Zü’l-Mecaz isimli yerler cahiliye döneminin pazaryerleri idi. İslâm gelince Müslümanlar buralarda ticaret yapma konusunda tereddüt ettiler. Bunun üzerine “Hac mevsiminde, ticaret yoluyla Rabbinizden gelecek bir lütuf ve keremi aramanızda size herhangi bir günah yoktur.” [7] ayeti nazil oldu. [8]
İbn Abbas (r.a.)’dan gelen başka bir rivayette ise, Ukaz, Mecenne ve Zü’l-Mecaz’ın cahiliye döneminde insanların ticaret mekânı olduğu, İslâm gelince Müslümanlar orada ticareti kerih görür gibi bir tutum sergiledikleri için bunun üzerine söz konusu ayetin indiği bildirilir. [9]
Ebu Hureyre (r.a.)’nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: ‘Onun borcundan vazgeçin, böylece Allah’ın da bizim günahlarımızdan vazgeçeceğini umarız’ derdi. Allah da onun günahlarından vazgeçti.” [10]
Kays b. Ebu Garze (r.a.) anlatıyor: Bir gün, Hz. Peygamber (s.a.v.) bize uğradı. O dönemde bize ‘simsar’ denirdi. Bize hitaben, “Ey tüccarlar! Satış işine şeytan ve günah bulaşır, siz alış verişinize sadaka karıştırın.” buyurdu. [11]
“Emin ve dürüst Müslüman tâcir kıyamet günü şehitlerle birlikte olacaktır.” [12]
Bu hadisin açıklamasında şöyle denilmiştir: Ticarette güven ve dürüstlüğe dikkat eden kişi ahirette nebiler ve sıddîklar grubu içinde yer bulur; aksi yönde davrananlar ise fâsık ve isyankârlardan oluşan günahkârlarla birlikte olurlar.
Buhârî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “Satarken, satın alırken ve borcunu öderken cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye Allah rahmetini bol kılsın!” şeklindeki hadisini ‘Alış verişte kolaylık gösterme ve cömert davranma’ başlığı altında nakletmiş ve ‘Bir hak talebinde bulunanın onu iffetli bir şekilde yapmasının’ gerekliliğini vurgulamıştır. Hadis-i şerifteki, “müsamahakâr davranmaktan” maksat, borçluyu sıkıştırmamak, ona eziyet vermemektir; yoksa kazançlı çıkmak için uyanık davranmak değildir.
“Allah, satarken, satın alırken ve ödeme yaparken kolaylık göstermeyi sever.” [13]
Bu hadisteki “semhu’l-bey’” ifadesi ‘alış verişte kolaylık göstermek ve satarken bazı haklar konusunda cömert davranmak’ şeklinde açıklanmıştır. İbn Hacer, ‘semh’ kelimesinin ‘cömertlikte bulunmak’ anlamına geldiğini, kişi cömertlikte bulunduğunda bu ifadenin kullanıldığını belirtir ve burada kastedilenin ‘alış verişte kolaylık göstermek’ olduğunu söyler. Yani malı alıp ödemede bulunduğunda elinden çıkan mal dolayısıyla kalbindeki ona karşı sevginin baskısı karşısında güzel ahlâklı ve şahsiyetli davranarak kolaylık göstermektir. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Alırken, satarken, ödemede bulunurken ve tahsil ederken kolaylık göstereni Allah kesinlikle cennetine koyacaktır.” [14]
Dikkat edin! İşadamlarının en iyisi, ödeme ve tahsilâtını güzellikle yapan; en kötüsü de ödeme ve tahsilâtında güzel davranmayandır. Dikkat edin! Her zalim için, yaptığı haksızlıklar oranında kıyamet günü bir anıt dikilecektir. En büyük anıt halkına zulmeden zalim idarecininki olacaktır. Dikkat edin! İnsanlardan çekinmesi, kişiyi bildiği konuda hakkı söylemekten alıkoymasın. Dikkat edin! Cihadın en faziletlisi zalim idareciye karşı hakkı haykırmaktır.” Güneş ufuktan kaybolmaya başladığında Rasûlullah şöyle dedi: “Dikkat edin! Dünyanın geçirdiği ömre göre geri kalan, bugünkü geçirdiğiniz vakit kadardır.” [15]
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün namaz kılmak üzere musallaya çıktı ve insanların alış veriş yaptıklarını gördü ve “Ey tüccarlar topluluğu!” diye seslendi. Bunun üzerine herkes başını kaldırıp Rasûlullah (s.a.v.)’a bakmaya başladılar. Rasûlullah, “Tüccarlar kıyamet günü günahkârlar olarak diriltilecekler, Allah’ın yasaklarından kaçınan, iyi davranan ve sadaka verenler hariç.” buyurdu. [16]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, ‘En temiz kazanç hangisidir?’ diye soruldu. O da, “Kişinin, elinin emeği ve helal olan bütün alış veriş yöntemlerinden kazandığıdır.” [17] buyurdu.
“Alım satımda, birbirlerinden ayrılmadığı yahut biri diğerine ‘tercihini yap’ demediği sürece, taraflar akdi bozma yahut kabul etme konusunda muhayyerdirler.” [18]
“Yüce Allah şöyle buyurdu: “Biri diğerine ihanet etmedikçe ben iki ortağın üçüncüsü olurum. İhanet söz konusu olduğunda ise ben aradan çıkarım.” [19]
Buharî, ‘Pazarlar’ babında Abdurrahman b. Avf (r.a.)’tan şunu nakleder: Ben Medine’ye hicret edince orada ticaret yapacak bir pazarın bulunup bulunmadığını sordum. Bana Kaynuka’ pazarının olduğunu söyleyerek yolunu gösterdiler.
Tirmizî, ‘erken kalkmanın ticaretteki önemi’ başlığı altında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu duasını nakleder: “Allah’ım! Sabahın erken saatlerini ümmetim için bereketli kıl!” Hz. Peygamber (s.a.v.) herhangi bir yere bir askeri birlik veya ordu göndereceği zaman sabahın erken saatlerinde yola çıkarırdı. Kendisi bir tüccar olan Sahr (r.a.) adlı sahabî de herhangi bir ticarî faaliyette bulunacağında sabah erkenden bu işe koyulduğu için o da zengin olmuş, bol servete ulaşmıştı. [20]
[1] Ebu Davud, Büyu’, 1; Tirmizi, Büyu’, 4.
[2] Buhari, Edeb 33; Müslim, Zekât 52.
[3] Tirmizi, Büyü 74; Nesai, Büyü 104; İbnMace, Ticarat 28.
[4] Ebu Davud, Büyü, 53; Tirmizi Büyü, 27.
[5] Ra’dsûresi, 13/ 28.
[6] Buhari, Büyü, 19, 22, 42, 46; Müslim Büyü, 47.
[7] Bakara sûresi, 2/198.
[8] Buhari, Büyu, 1.
[9] Buhari, Hac, 150.
[10] Buhari, Büyu, 18.
[11] Ebu Davud, Büyu, 1; Tirmizi, Büyu, 4.
[12] Tirmizi, Büyu, 4.
[13] Tirmizi, Büyu, 75.
[14] Tirmizi şerhi, Mübarekfuri.
[15] Tirmizi, Fiten, 26.
[16] Tirmizi, Büyu, 4.
[17] Mu’cemul-Evsat, Taberani, 8/47.
[18] Nesai, Büyu, 9.
[19] Ebu Davud, Büyu, 27.
[20] Tirmizi, Büyu, 6.