- GİRİŞ VE GENEL BİLGİLER
İki canlının ilk ve en doğal mücadele sporudur güreş. Petroglif ve arkeolojik veriler güreşin insanlık tarihi ile birlikte başladığını gösterirler (Toschi, 2010: 76-80). Spor tarihi otoriteleri de dünyada ilk spor olgusunun ve ilk örgütlenen sporun güreş olduğunda hemfikirdirler (Kyle, 2010: 44; Petrov, 2000: 3). Eski uygarlıkların hemen hepsinde görülen güreş, her ulusun kültüründe farklı boyutta yer almış ve farklı tatmin tarzı ile farklı fonksiyonlar icra etmiştir (Georgiu, 2005: 8; Paliakoff, 2004: 17; Harris, 1979: 11). Eski uygarlıklar arasında yer alan Türklerde güreş; milli, dini, ekonomik, sosyal yapı ve yaşayışlarının hemen her safhasında görülmektedir. Sanat, edebiyat, adet ve geleneklerinin teşekkülünde mühim bir yer almıştır. Güreş, Büyük Asya’dan Balkanlara tüm Türk dünyası ve akraba toplumlarında bir “onur formu” olarak görülmektedir (Pehlivan & Demir, 2005: 141-149; Petrov, 1994: 107-108; Sevük, 1948: 33-37). Türkler güreş yapmayı; ibadet, güreş yerini; ibadet yeri, güreş meydanını; er meydanı ve ibadet meydanları olarak görmüşlerdir.
Sosyolojik bağlamda spor, kitleleri peşinden sürükleyen bir fenomen olarak milli kimliklerin pekiştirilmesinde de önemli bir güçtür. Fertleri coşku ve mutluluk, umutsuzluk ve üzüntü, zevk ve acıda birleştirir. Rekabete dayalı olması nedeniyle, bir yandan bireyin kimliğini rekabetçi birey olarak onaylar ve pekiştirir. Bir yandan da bölgeselciliği ve milliyetçiliği desteklemek suretiyle bu düzeydeki beraberlik duygusunu sağlamlaştırır. Spor dallarının bu denli çeşitlendiği ve medyanın bu denli yaygınlaştığı dünyamızda, özellikle Türk toplumlarında güreş sporu ve pehlivanlık geleneği, her şeye rağmen “onur formu” (saygın olma ve saygınlık kazanma) olmanın göstergeleri arasındadır. Ayrıca güreş gibi milli nitelikli sporların sergilenişinde, milli duygular kamçılanarak milli hazza ulaşılır ve bu durumlarda sosyal tabakalaşmalar bir tarafa bırakılarak sosyal bütünleşme sağlanır. Türk kültüründe çocukluktan gençliğe geçişte bir tür kendini kanıtlamanın edimleri başında yer alan güreş, hala Türk toplumlarının önemli kesiminde yaşayabilmektedir (Türkmen & ark. 2006: 77; Pehlivan & Demir, 2006: 141).
- GÜREŞ-GÜREŞÇİ KAVRAMLARI VE LEHÇELERİ
- 1. 1. Güreş, Güreşçi Kavramları ve Müteradifleri: Bilinen en eski Türkçede güreş sözcüğü, “kür+eş” kök ve ekinden gelmektedir. “Kür” kök sözcüğü; “güçlü-kuvvetli, sarsılmaz, pek yürekli, cömert, kabadayı, fedakâr, arlı ve bilgili” anlamına geldiği görülmektedir (DLT-I, 1986: 225; DLT-II, 1986: 99; Dankoff, 1982: 319-20; Ebû Hayyân, 2001: 234). “Eş” ek sözcüğü ise; isimden fiil yapan diğer “aş”, “ış”, “iş”, “oş”, “öş”, “uş” ve “üş” ekleri gibi “karşılıklı mücadele, yardımlaşma, yarış ve rekabet” anlamına geldikleri temel kaynaklarda görülmektedir (Gabain, 2000: 96, 242-243; DLT-I, 1986: 474; Ez-Zamahşarî, 1993: 73/226-228; Ebû Hayyân, 2001: 234,574). Erken dönem Türklerde güreş yapanlara “küreşçi” teriminin dışında, koruyucu ruhları temsil ettiğine inanılan ve bir nevi dini ve de soy lideri sayılan “Cıvı” ya da “Arvak” denilirdi (Öngel, 2001: 332; Ant, 1958: 4). Hunlardan itibaren bu tabirlere direk güreşle ilgili “alt etmek, yenmek, bastırmak, yıkmak, galip gelmek, çökmek, baskın yapmak” anlamlarına gelen “baş/bas” denildiği görülmektedir (Ebû Hayyân, 2001: 381; DLT-II, 1986: 10). Aynı çağlarda (M.Ö. 176) güreşçilere; “kahraman, cesur, yürekli, cömert, mert, dayanıklı, pek güçlü, fedakâr vb.” anlamlarını ifade eden “alp”, “baatır”, “ahı”, “nart”, “ata” “çalışçı”, “tutuşçu” ve “temur” da denilmektedir (DLT-I: 183/5; DLT, II: 99/9, 99/12; DLT-III: 65/15, 406/6; Alektorov, 1888: 3-7). Bu anlamlarla sıfatlandırılan güreşçiler, sıfatlandırıldıkları unvanlarını Büyük Asya coğrafyasında hala koruyabildikleri görülür (Kıçkinu, 1993: 12; Dankoff, 1982: 320). XII. yy’ da global dil olan Farsça ve Arapça kökenli tabirlerden başta “pehlivan” olmak üzere güreşçilere “abdal”, “ahi”, “ayyar”, “şattar”, “rint”, “gazi”, “el-şuca”, “gibi müteradif ulvi sıfatlı adlar verilmiştir (Ebû Hayyân, 2001: 381; DLT-II, 1986: 10, 41, 123; Gabain, 2000: 96, 242-243; Şapolyo, 1964: 207; ). Görüleceği gibi Türklerde güreşçiye bir spor formatını yerine getirenin ötesinde, birçok erdemlilik ve kahramanlıkları üzerinde barındıran örgütsel, lider ve örnek kişilik olarak bakılmaktadır.
Küreselleşme anaforu tazyiklerine rağmen yapılan çağdaş araştırmalar gösteriyor ki; Türk halkı (aydın ve merkezi yerlerde oturan genç kesimlerin birçoğu hariç) güreşten aldığı hazzı hiçbir spordan almamakta, yine güreşi bir sosyal değerin de ötesinde “sosyal norm” olarak algılamaktadır (Türkmen & ark. 2006: 77-94). Zaten Türk spor kültüründe çok köklü bir gelenek olan güreşin ritüelleri ile uygulanışının fikri yönünde dini unsurlar ve şekli yönünde de milli unsurlar yer almaktadır (Pehlivan & Öksüzoğlu, 2006: 125-128; Sevük, 1948: 33-37). Dolayısıyla güreşin halk tarafından tutulması, bilindiği gibi milli kültür unsurlarının özelikle halk tarafından korunmasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda güreşe Türkler “halk sporu”, “ata sporu” veya “milli spor” olarak da bakmaktadırlar (Petrov, 1984: 15-17).
- 1. 2. Güreş, Güreşçi (Pehlivan) Lehçeleri: Bugün Türk dünyasında güreş bir “onur formu” olarak tarihi değerini dil unsurlarıyla birlikte muhafaza edebilmektedir. Türkiye’de resmiyette ve metropollerde “güreş” terimi kullanılırken, Anadolu’da halkın “güleş” dediği bilinmektedir. “Güleş” terimini Anadolu’da Türkmenlerden oluşan halkın en azından XIII. yy.’danberi kullandığını Evliya Çelebi’den öğrenebiliyoruz (Seyahatnâme 3/2, 2001:584-585). Türk dünyasında güreş şu şekillerde telaffuz edilmektedir: Azeriler “gülaş”, Başkurtlar “köröş”, Kazaklar “küres”, Kırgızlar “küröş”, Tatarlar “köraş”, Türkmenler “göreş”, Uygurlar “küraş” ( Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü-1, 1991: 294-295) derler. Diğerlerinden sadece Hakasların “hüreş” dediği güreşe; Altay Türkleri, Karaçay-Malkarlar, Şorlar, Tuvalar, Buryatlar ve Sakalar “küreş” demektedirler (Nadiem, 2009: 5; Naskalı & ark. , 2007: 282; Tavkul, 2000: 207; Naskalı, & Duranlı, 1999: 129; Munaytpasov, 1912: 19 ). Bu bağlamda Sibirya coğrafyasında yaşayan Türk toplumlarının güreş (kür+eş) kavramını orijinal bir şekilde korudukları görülmektedir.
Güreş kavramı güreşçi sıfatıyla en çok zikredilen tabirlerden bir tanesi de Türkiye lehçesiyle “pehlivan”dır. Pehlivan sözcüğü Farsça “Pehlevan”dan gelmedir ve “güreşçi, yiğit, savaşçı ve kahraman” anlamına gelmektedir. Bu sözcük 12. yy.’dan itibaren eski Türk Destan geleneğinde olan “Alp” sıfatının yerini almıştır. Alp sözcüğü ise; bugün dahi İç ve Kuzey Asya Türk toplumlarında güreşçi, yani pehlivan sözcükleriyle eşit algılanmaktadır. Batı Türklerinde XX. yy.’ın başına değin güreş dahil her türlü sporda (okçuluk, binicilik, vb.) başarılı olanlar için bir isim ve sıfat olarak kullanılmış, yaklaşık bir asırdır sadece güreşçi için kullanılan bir terim olmuştur. Günümüz Türk lehçelerinde Azeriler “pahlâvân”, Başkurtlar “köraşsi”, Kazaklar “baluvan”, Kırgızlar “balban”, Özbekler “palvan”, Tatarlar “köraşçi”, Türkmenler “palvân”, Uygurlar “palvan” demeye devam ettikleri görülür ( Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü-1, 1991: 696-697).
- ÖNEMİ, PROPLEMİ-AMACI- YÖNTEMİ
- 2. 1. Önemi: Yolunu kendi tarihinden aldığı malzemeyle açamayan halklar, dünya literatüründe zayıf bir görünüm sergilerler. Bu durum söz konusu halklara ait hangi konu, kurum veya öğe olursa olsun gelecek kaderlerinin açık olamayacağını gösterir. Kendi tarih ve kimliğini bilmeyen, bunun şuurunda olmayan hiçbir maddi ve manevi kültürün anlamı yoktur. Güreş ve onun dil geleneğine yansımış kültürel unsurlar gibi milli ve manevi motiflerle donatılmış tarihin derinliklerinden gelen miraslar, her geçen gün biraz daha eriyebilmektedir. Bu konuda araştırma alanı daralmakta ve çalışma alanı sınırlanmaktadır. Böyle köklü gelenekler ve tarihi miraslar; o geleneği değerli gören ve o mirasa sahip olan, ona mensubiyet şuuru duyan yaşayan şahıs ve kurumlarla yaşatılabilir. Güreşin bu boyutuyla ilgili yapılan araştırmalar oldukça sınırlıdır. Var olanlar da belgelerden ziyade belleklere dayandırıldığı için açıklayıcı ve uluslararası alanda kabullendirici ve de kalıcı olmaktan uzak görünümdedirler. Bu bağlamda çalışma sadece konunun geçmişini anlamaya yönelik bir önem taşımayıp, geleceğinin inşası bakımından önem arz etmektedir. Bugün güreşin araç ve amaç değerlerinin yeniden el üstünde tutulmasına, özellikle Türkiye ve Türk dünyası spor literatürünün ihtiyacı vardır.
- 2. 2. Problem-Amaç-Yöntem: Başta güreşin Türk dili ile kültürel bütünlüğe, fonksiyonelliği ve bunlara yönelik algılamaların, Türkiye ve Türk dünyasında henüz ortaya konulmamış olması problemdir. Çalışmanın pirimordial veya arketip, lengüistik, etimolojik, sentaks veya semantik, tarihi, folklorik ve terminolojik gibi bir takım alt problem içerdiği de bilinmektedir. Problemlerin tamamının çözümlenebilmesi, takdir edilebileceği üzere çalışma sınırlılıklarını aşabilecektir. Bu mütevazı çalışma; konuyla ilgili araştırmacılara ışık tutabilmeyi, güreş/pehlivan gibi sosyo-kültürel değerleri ve unsurlarını Türk dünyasının hafızasına yeniden kazandırmayı, Türk ve dünya spor literatürüne doğru yansıtmayı amaçlamıştır. Çalışma tarihi ve tarama yöntemi ile yapılıp, bazı dil ve edebiyat araştırma tekniklerden de faydalanılarak folklorik ve sosyolojik model çerçevesinde sistematize edildi. Temel kaynaklardan, çağdaş araştırmacılar ve kısmen de gezgin notlarından faydalanıldı.
- TARTIŞMA
Her kültürün zenginleşmesi; dinamizmini, yaratıcılığını ve özgünlüğünü koruyup sürdürebilmesi ve her zaman çağdaş kalabilmesi; kendi öz düşünce varlığını dikkate almak kaydıyla olabilmektedir. Bilindiği gibi Türklerin iktisadi hayatı daha ziyade hayvancılığa dayandığı için göçebe hayat sürmüşlerdir. Göçebelerin tarihini, maddi manevi kültürel öğelerini, düşünce sistemlerini ve her türlü geleneksel kültür unsurlarını yerleşik kültürler yazmışlardır. Kendileri ise bütün bu unsurlarını sözlü olarak taşımışlar ve dilleri ile de yaşatmışlar veya yaşatmaya çalışmışlardır. Her bir göçebe Türk boyu değişik muhit veya coğrafyalara yayıldıkları için, gittikleri muhitin bazı dil ve kültür unsurlarını almış, kendi kültür unsurlarından bazılarını da komşularına vermiştir (Gumilöv, 1999: 14-18). Ama dil unsurlarında coğrafi kopukluk veya diğer kütlürlerle temaslarından dolayı bazı lehçe farklılıkları oluşmuş ya da ödünç dil (kelime) alınmıştır. Hatta Güney Türkistan ile Selçuklu, Osmanlı gibi Batı Türkleri, XI.-XII. yy.’dan itibaren İslamiyeti ilk tanıdığı Pers ve Arapların lisanlarını almayı kutsiyet gibi telakki etmişlerdir. Buna ikinci derecede bir sebep olarak da, o çağlarda bu iki dilin küresel dil oluşları gösterilebilir. Kültür dilde yaşayıp ve de yaşatılabildiği için, özellikle bu iki kavmin kültürlerini almayı da dini bir vecibe olarak görmüşler ya da öyle sanmışlardır (Valihanov, 1958: 17).
Ancak eski Türk toplumları çağdaşlarına göre bazı konularda oldukça ileriydiler veya iktisadi hayatlarından dolayı ileri olmak zorundaydılar. Zira sürekli kadın erkek, genç ihtiyar hayvanlarına mera arayan bir halk, her an başka bir kavim ya da kabile ile karşılaşabilir veya onların her an saldırısına uğrayabilirlerdi. Bunun için çağının savaş talimi niteliğindeki binicilik, atıcılık ve güreş gibi egzersizleri her fırsatta yaparlardı. Dolayısıyla bu konuda maddi ve manevi kültür unsurları o kadar gelişmişti ki, bunların hepsinin karşılığını söz konusu başka kültürlerde bulma imkânı yoktu. Bunların başında da atlı sporlar ile güreş gelebilmekteydi (Semenov, 1945: 63). Türkler zaten kendi kültür bütünlüğü içinde baş değer veya baş aksiyon olarak gördükleri kültürlerini, özellikle sözlü kültürleriyle muhafaza edebilmişlerdi. Bu baş değer ve baş aksiyon olarak gördükleri kültürlerinden birisi de güreştir. Türklerde güreşin ilk yapılışı hakkında birçok tarih verilse de, bunların bir kısmında anokranizm saptanabilmektedir (Sımakov, 1984: 76). Son yıllarda yapılan arkeolojik bulgular ve bilimsel araştırmalar; M.Ö. 2000 yıllarında ve Sibirya coğrafyasında (Sayan Dağları muhitinde) yapıldığını gösterebilmektedir (Kıçkinu, 1993: 121). Bundan sonra tüm Türk toplumları tarafından güreş yoğun bir şekilde yapılmış ve devlet gelenekleriyle de imtiyazlı bir şekilde korunmuştur (Markovszka, 2007: 73; Petrov, 1984: 63; Albotov, 1991: 47).
- SÖZLÜ KÜLTÜRDE GÜREŞ VE PEHLİVAN KAVRAMI
Günümüz Türk dünyasında sözlü edebiyata yansımış güreş ve güreşçinin önemini belirten, saygın yönünü gösteren ve terminolojik, kavramsal fonksiyonlarını belirten çok sayıda atasözü veya deyiş bulunmaktadır. Kazaklar atasözlerin birçok tarihi birikimleri taşıdığını ve engin felsefi anlamlar ifade ettiğini belirtmek için “Makal-sözdin mayedi/Atasözü-sözün özüdür” demektedirler. Güreş veya pehlivan imgesiyle ilgili birkaç örnek verelim. “Kürespey jiga almaysın, alıspay ala almaysın/Güreşmeden yıkamazsın, mücadele etmeden kazanamazsın”. “Qatınnın qatındı körse, söylerkesi keler; Balwannın balwandı körse, beldeskisi keler/Kadın kadını görse, konuşası gelir; Pehlivan pehlivanı görse, güreşesi gelir”. “Palwannın danqı el danqı, balıq danqı köl danqı/ Pehlivanın şerefi halkın şerefi, balığın şerefi gölün şerefi”. “Palwan’ın kıymeti yüz yılkı, arı min jılkı/Pehlivanın kıymeti yüz yılkı, arı bin yılkı”. “Palwannın jimanı saldırğan son ökiner; Küzetşinin jamanı, aldırğan son ökiner/Pehlivanın kötüsü, çeldirdikten sonra pişman olur; Bekçinin kötüsü, çaldırdıktan sonra pişman olur”. “Palwanga on-tersi birdey/Pehlivana ters-düz birdir”. “Pawandıqtı Äl bildi, mırzalıqtı mal biledi/Pehlivanlık güçtendir, efendilik maldandır”. “Momının silesi qattı, qapı qalgannıň küresi qattı/Safdilin huyu sakin, kızınca güreşi serttir”. “Şeber isimen, balwan küşimen/Usta işiyle, pehlivan gücüyle bilinir”. “Batırdan batır artılamın dese, jüretin jolun tandap alsın; Balwannan balwan artılamın dese, tusetin tenin tandap alsın/Yiğit yiğitten üstün olacağım dese, yürüyecek yolun seçsin; Pehlivan pehlivandan üstün olacağım dese, güreşeceği rakibin seçsin”. (İsmail & Gümüş, 1995: 199, 249, 309, 334, 338, 368, 400).
Kırgızlar atasözleri için “İlimdin padişahı akıl; Sözdün padişası, makal; Makal akıldın kaymağı/İlmin padişahı akıl; Sözün padişahı, atasözü; Atasözü aklın kaymağı” demektedirler (Valihanov, 1958: 46). Güreş ve pehlivan kavramlarıyla ilgili çok ilginç, ama manidar atasözü ve deyişleri bulunmaktadır. Birkaç örnek verilim.“El menen ergispe; Balban menen coolaşpa/Halk ile tartışma (dalaşma); Pehlivan ile savaşma”. “Ayel cakşısın, eri söyüt; Küröşcün cakşısın eli söyüt/Kadının iyisini kocası sever; Pehlivanın iyisini halkı sever”. “ Baktıluu bolu münödön; Baatır bolu küröştön/Bahtlı olmak yaratılıştan; Bahadır olmak güreşten”. “Balban menen küröşpö; Tüptüü menen tireşpe; Şamal menen çarışpa/Pehlivan ile güreşme; Köklü ile (karşılıklı) dayanışma; Rüzgâr ile yarışma”. “Baktı emekten izde; Tendikli küröştön izde/Zenginlik emekten ara; Denkliği güneşten ara”. “Camandıktı balbandık cenet/Kötülüğü pehlivanlık yener”. “Süyüü menen caşa, küröş menen öl/Sevgiyle yaşa, güreşerek öl” ( Çelik Şavk, 2002: XII, 4, 51, 54, 62, 93, 178). Kırgızların birde at üstünde yapılan ve adına “oodarış” denilen, Türkiye’de ve dünyada hiçbir formatına rastlanılmayan geleneksel bir sporları vardır. Bunun içinde birçok atasözü ve deyişler bulunmaktadır. “Atka balgan çabandes, at üstünön küreşip/At yetiştiren binici, at üstünde güreşir” gibi daha birçok deyişlere rastlanılmaktadır. (Alektorov, 1888: 3).
Kırgızlar coğrafi konum ve iktisadi hayat gereği eski kültür unsurlarını diğer Orta Asya Türk toplumlarına göre daha fazla muhafaza etmektedirler. Kuzey bölgesi ile güney bölgesi arasında yapılan güreşlerde farklar bulunmaktadır. Bu uygulama tarzının dışında sözlü edebiyata da yansıyan farklılıklar gözükmektedir. Örneğin; “Pehlivansız halk aşta (toyda) kendini saklar.” Anlamını ifade eden birkaç versiyonlu deyiş ve atasözlerine rastlanmaktadır. Bunlar; “Balbani jok el aşta juzun jaşirat” ve “Elingden balgan şikpasa aştan-toydan kalasın” gibidir. Yine “Atı olmayan erin, pehlivanı olmayan halkın ümidi kırıktır” sözünün de versiyonlarından iki örnek gösterelim. “ Ati jok er kantsiz, baatiri (balbani) jok el makstsız” ve “Baatiri (balbani) bolbay el bolbos, kulugu bolboy er bolbos”. Bir başkası “Pehlivansız (güreşsiz) toy, toy sayılmaz” deyişinin dört tür versiyonuna rastlanılmaktadır. Bunlar; “1-Küröşu jok toy, toy emes; 2-Küröş oyun bölbösö, Kırgız toydu toy debeyt; 3-Kırgız köröşsüz toy berbeyt; 4-Küröşsuz toy bolboyt” ibarettir (Saralaev & ark. , 1995: 41; Sımakov, 1984: 210; Semenov, 1945:113; Severtson, 1873: 28).
Özbek ve Türkmenlerde de benzeri deyiş ve atasözlerine rastlanmaktadır. Özbek Türkleri atasözü için “Atalar sözi-aqlnin kozi/Atalar sözü, aklın özüdür” demektedirler. Özbeklerden örnek verecek olursak şu fonksiyonel kavramlara rastlayabiliriz. “Kuraş bilmagan atasini yigitar/Güreş bilmeyen babasını yere vurur”. “Bellaşganda atanni ayama/Güreşte baban da olsa acıma”. “Bellaşganniň belini uz/Güreştiğinin belini kır”. “Yeňgannin yarasi tez bitar/Yenenin yarası tez iyileşir”. “Yigilgan kuraşga töymas / Yenilen güreşe doymaz” (Yoldaşev & Gümüş, 1995: 29, 94, 180-181). Aslında güreş ve güreşçinin kültürel algısını belirten atasözlerinin Türk toplumları arasında pekte farklı olmadığı gözükmektedir. Burada Türkmenlerden de örnek verilecek olursa; aynı mesajın ortaya çıktığı görülecektir. Türkmenlerden birkaç örnek verilirse; “Güyçli bilen göreşme/Güçlü ile güreşme”, “Göreşde atanı yık/Güreşte atanı yık”, “Gahrını yuwdan-palwan/Kahrını gizleyen pehlivandır” ve “Yıkılan göreşden doymaz/Yenilen güreşe doymaz” görülmektedir (Kürenov & Gümüş, 1995: 71, 73, 88). Burada lehçe farklılıklarının dışında verilen mesajların paralel olduğu görülebilir.
Türkiye’ye geldiğimizde yapılan özel araştırmalarda güreş ve pehlivanlık imgelerini vurgulayan çok sayıda deyişlere rastlanılmaktadır (Pehlivan & Demir, 2005: 141-149). Folklorik çalışmalara indiğimizde deyiş ve atasözlerinin verdiği mesajların Türkistan coğrafyasından farklı olmadığı görülecektir. “Adam başka pehlivan başka”, “Atın ahmağı rahvan, insanın ahmağı pehlivan olur”. Bu deyiş pehlivanın ve rahvan atın büyük mücadeleler verip emeğinin karşılığını alamadığının ifadesidir. Batı Akdeniz yörelerinde ise bunu teyit eden “Atın iyisi rahvan, insanın iyisi pehlivan olur” deyişi bulunmaktadır. “Pehlivanda olsan alçaktan güreş,” deyişi; güreşçinin sosyal statüsünü de belirtmektedir. “Atın iyisi alayda, pehlivanın iyisi meydanda belli olur”, “Kıratı çullu-çulsuz, pehlivanı donlu-donsuz tanırlar”, “her kısrağın doğurduğu tay yarışmaz, her ananın doğurduğu pehlivan olmaz” gibi bu fonksiyonel kavramların dışında birçok deyişler de bulunmaktadır. Iğdır yöresine ait “Pehlivansız köyün halkı, külüksüz yılkı gibidir” deyişinin, güreş ve güreşçiyi algılamada Türkistan’dan hiç de farklı olmadığını göstermektedir. Bir yüzeysel algı ise “Yenilen pehlivan güreşe doymaz” deyişidir (Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, 1996: 19, 25, 50, 136). Bu son deyiş tüm Türk dünyasında ortaktır. Aslında tüm deyişlerden güreş, güreşçi (pehlivan) algılarının hiç de farklı olmadığı gözükebilmektedir.
Osmanlı’da güreşe daima “ihtirâm/saygı-hürmet,” güreşçilere de “vâcib-ül-ihtirâm/saygı değer” bir mevki vermiştir. Güreş organizasyonu yapmak ise, adeta farzı kifâye gibidir. Yani bir organizasyonu anlatan metinlerde güreşi her zaman öne çıkarmaktadırlar. Yapılan tüm geleneksel sporlar içinde sadece güreş için “eskiden beri yapıla geldiği üzere” anlamına gelen “ber-mû’tâd-ı kadim” ifadesi yer almaktadır. Bu ibare her Osmanlı saray şenliklerinde (sûr-i humâyûn) yapılan sportif faaliyetleri mensur veya manzum yazıyla anlatan sûrnâmelerde yer almaktadır (Vehbi Sûrnâmesi, 2009: 19, 109, 294). Divan şiirinde geçen; “Cihan âsûde aldı sâye-tuğ-ı vucudunla; Sokurmasun sehâ sen var iken her pehlivan sorguç/Cihan vucudunun tuğunun gölgesi ile sakinleşti; Pehlivan sen varken sorguç takınmasın;…” (Kütahyalı Rahîmî Divânı 2004: 138) bu ibareler, pehlivanlığın iftihar ve imtiyazlı simge olduğunu göstermektedir. Osmanlı güreş tekkelerine alacağı taliplerde bir takım şartlar arardı. Bunlar; gürbüz, tuvan (güçlü), zorâver (kuvvetli ve dayanıklı), server (önder/cesur/fedakar), hünerver (hüner sahibi/çabuk beceri kazanabilen) olmalıydılar (Seyahatname-3/2, 2001: 565). Güreşin tüm ritüelleri ile birlikte güreşçiye biçilen onursal payeyi, Türk kültüründeki bu fonksiyonelliğini en iyi ifade edenlerden biri milli şairimiz Ersoy’dur. Şairimiz, İstanbul’un bir köyünde seyrettiği pehlivan güreşini dış ve iç çizgileriyle anlatırken, tüm geleneksel motiflerini de edebi bir dille ortaya koymaktadır. (1984: 381-386).
Sibirya coğrafyasında yaşamakta olan Şor, Altay, Teleüt, Saka, Hakas, Tuva, Buryat gibi Türk halkları güreşçi için “şerefli mevki” anlamına gelen “üstüngü orun” ifadesi kullanılmaktadır (Baskakov, 1970: 319). Batı Türklerinde olduğu gibi Doğu Türklerinde de güreş, sosyal merasimlerin vazgeçilmezidir. Hatta Altaylar düğün yemeğine “güreş yemeği” ve “güreş şenliği” anlamına gelen “küreş aşı” demekteler (Volkov, 2006: 58; Petrov, 1994: 107). Osmanlı pehlivan güreşlerinde Pehlivanlar güreşlere başlamadan, başlarken, devam ederken ve sonlanınca bir takım dini, ahlaki, şekli ve fikri ritüeller sergiliyorlardı. Bu ritüellerin dini unsurlar da dahil hemen hepsi doğu Türklerinde de sergileniyordu (Albotov, 1991: 41; Munaytpasov, 1912: 19 Atlasî, 1910: 3). Osmanlı ve Anadolu sosyal merasimleri ve bunlarda yapılan pehlivan güreşlerinden sınırlı da olsa Doğu Türkleri haberdarlardı (Atlasî, 1910: 2; Volkov, 2006: 22-26). Bu bilgileri Doğu ile kıyaslayan ünlü Saka yazar Kıçkinu, şenlikler için şunu diyordu: “Osmanlı ve Anadolu’da yapılan şenlikler sanki onları Altay Türklerinin Cılgayak, Sakaların Isıah, Kalmakların Urrüs, Başkurtlar ve Tatarların Sabanto, Hakaslar ve Tuvaların Kök (Tanrı)’e Şükür Bayramlarına götürmekteydi” (1993: 23-24). Şenliklerde yapılan güreşlerin karakteristik yönlerini şöyle açıklıyordu: “Yesevîlik uzantılı bu ritüeller, Baksı, Kam öncüllü arketip ve hatta pirimordial karakter sergilemektedir”1993: 28;
- SONUÇ
Türk dünyasında güreş; sosyal, ekonomik, dini, siyasi ve askeri yapı ve de yaşayışlarının ayrılmaz bir parçası olmuş, bu kültürü canlı tutabilmek ve yaygınlaştırmak için genel ya da özel tüm toy ve aşlarda yapılması köklü bir gelenek olmuştur. Güreş kavramı bu sporun eylemine uygun sözcüklerden oluşmuş ve Türk dünyası dilinde bu terim, ortak bir karakter sergilemiştir. Az nüfuslu ve yüksek idealli Türk toplumlarının, çoğa karşı durabilmesi, nitelikli insan sahibi olmasıyla mümkündü. Bu nitelikli insansa, kurumsallaşma ile yetişebilirdi. Türklerde güreşçiye bir spor formatını yerine getiren insan olmanın ötesinde, birçok erdemlilik ve kahramanlıkları üzerinde barındıran örgütsel ve örnek kişilik olarak bakılmıştı. Böylece ideallerindeki nitelikli insan yetiştirebilme tatmin tarzlarını, güreşçi sıfatında toplayabilmişlerdir. Bunun için tüm Türk dünyası güreşe imtiyazlı bir yer vermiş ve özellikle güreşçilere ulvi müteradif sıfatlarla donatılmış adlar vererek, bu kültürü kutsallaştırmışlardır.
Günümüzde güreşçi için daha yaygın olan pehlivanlık kavramı ile bunun müteradifleri, Türk dünyası kültüründe; güçlü, kuvvetli, dayanıklı, cesaretli, dürüst, cömert ve saygınlık simgesi olarak algılanmıştır. Pehlivanlığın bu saygınlık kazanma veya saygın olma kültürü çeşitli deyiş ve atasözleri ile Türk dilinde hala yaşatılmakta, Büyük Asya’nın Anadolu’dan çok daha özverili ve zengin olduğu görülmüştür. Yine burada da eski inançlarını yaşayan Sibirya coğrafyası Türk toplumlarında Farsça kökenli pehlivan tabirinin geçmediği görülmektedir. Ayrıca, güreş-güreşçi terimleri orijinini, Batı ve Orta Asya Türklerine göre Kuzey (Sibirya) Türk halklarının daha fazla muhafaza ettikleri belirlenmiştir.
Türk dünyası dillerinde yer alan güreş-güreşçi kavramları bu kültürü zenginleştirdiği, sosyal bütünlüğü sergilediği, aynı ulustan olma şuurunu verdiği, aynı ruh ve inançla algıladıklarını, hafızalarında aynı duyguların canlandığını ve bu kültürü dilleri ile yaşattıkları görülmüştür. Tarihi süreçte lehçe faklılıkları oluşup, bu farklılıklar devam etse de kültürel bütünlük içindeki algılamada tamamıyla paralellik olduğu anlaşılmıştır.
Türk kültürünün en göze çarpan yönelimlerini bünyesinde toplayabildiği görülen güreş, topladığı maddi ve manevi öğeleriyle bu kültür bütünlüğünü adeta özetlenmeye çalıştığı; Türk dilinde özgün bir biçimde yaşadığı; bugün bile Türk kültürü için geleneksel güreşlerden daha verimli bir alanın bulunamayacağı sonucuna varılmıştır.
KAYNAKLAR
Albotov, Albert (1991). Karacota i Sila, Karaçayevk: SKGVH Zakaz Pyatigorsk.
Atlasî, Hadi (1910). “Türüktertin Küres”, Tat – Monliya Gezit’i, Kazan, No = 33, s. 2-3.
Baskakov, N. A. (1970), Grammatika Karaçayevo- Balkarskogo Yazıka, Fonetika, Morfologiya, Sintaks, Moskova: Nal’çik.
Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler I-II (1996). Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.: 279,331.
Cusupov, Keneş (1991). Kırkızdar, Bişkek: Kırgızdın Masması.
Dankoff, J. Kelly (1982). Mahmud Al-Kaşgari, Compendium of Turkic Dialect (Divan Lugat at-Turk), Part I, Harvard University Printing Office.
Devellioğlu, Ferit (1996). Osanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 13. Baskı, Yayına Haz: S. Güneyçal, Ankara: Sözlük Dizisi 1, Aydın Kitabevi Yayınları.
Eckmann, Janos (2003). Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, (Yayına Haz: Osman Fikri Sertkaya), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 635.
Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi (C.1. 2006, C.3. 2001). (Haz: A. Kahraman – Y. Dağlı ), C.1,3, İstanbul: YKB Yayınları-2353, Edebiyat-717.
Ez-Zamahşari El-Hvarizmi (1993). Mugaddimetü’l-Edeb, Şuster Nüshası, Giris, Dil Özellikleri, Metin, İndeks (N. Yüce), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları:535.
Gabain, A. Von (2000). Türkçenin Grameri, (Çev: M. Akalın), 3.baskı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 532.
Gumilöv, L. N. (1999), Eski Türkler, (Çev. Ahsen Batur), İstanbul: Bileşik Yayıncılık.
Gürsoy-Naskalı, Emine & Durali, Muvaffak (1999). Altayca-Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 725.
Harris, Harold Arthur (1979). War and Imperialism in Republican Rome. Oxford & New York: Oxford University Press.
Karamanlıoğlu, Ali Fehmi (1994). Kıpçak Türkçesi Grameri, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 579.
Kaşgarî, Mahmud (1986). Divan-ü Lügat-it-Türk (DLT), I-II-III-IV, Ondördüncü Tercümesi, (Çev: Besim Atalay), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 521-522-523-524.
Kıçkinu, B.P.(1993), Sovyetiskii Soyuz: sportivnye i kulturnye meropriyatiya v tyurkskih Lyudi, Moskova: Akademiya-“nauk.
Kütahyalı Rahîmî ve Divânı (2004). (Hazırlayan: Ahmet Mermer), İstanbul: Sahaflar Kitap.
Kyle, G. Danold. (2010), “Panhellenisim and Particularism: Heredotus on Sport Greekness, and War”, pp.35-63. Papaconstantinou, Z. (2010), Sport in the Cultures of the Anciend World, London and New York: Oxford University Press.
Markovszka, Marta Bur (2007). “Balkani bevandorlok Mogyarorszagon a XVII-XIX. Szazadban/Vallasi élet, etnikal idendites”, pp: 69-83. Bulgarian-Hungarian Scholary From II, Sofia: May 16-17, Nation and Minorities in Central and South-East Europe.
Munaytpasov, Hadjimukan/Haci-Mukan (1912). “kures-tutus”, Aykap (Stadya, opublikonnaya v jurnale), Dekabr/Aralık 1912, No = 21, s.19.
Naskalı, G. Emine – Butanayev, Viktor – İsina, Almagül – Şahin, Erdal – Şahin, Liasan & Koç, Aylin (2008). Hakasça-Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Necip, Emir Necipoviç (1995). Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü, (Rusçadan Çev: İklil Kurban), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 615.
Öngel, Hasan Basri (2001). Türk Kültür Tarihinde Spor, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları / 2564.
Pehlivan, Z. & Demir, A. (2006), “Türk Kültüründe Güreş ve Pehlivanlık İmgesi”, Uluslararası II. Tarihi Kırkpınar Sempozyumu Bildirileri, Edirne Trakya Üniversitesi, 2-4 Temmuz.
Petrov, Raiko (1994). Olimpic Wrestling Throughout the Millennia, Colorado Springs: IAWF, Printing & Publishing & Distributing Co. Ltd. H-1037. (pp, 107-108).
Petrov, Raiko (1984). Wrestling in Bulgarian, Sofia: SELA Press.
Poliakoff, B. M. (2004), Kompfsport in der Antike, Das Spiel um Leben and Tod, Düsseldorf: Patmos Verlag, GmbH%Co.KG
Saralaev M. K.- Bukuyev, M. – Membetkaliyev, S. (1995), Manas’tan Kalgan Oyundar, Bişkek: KGZ Dövlet Masması.
Semenov, P.P. (1945), Puteşestviye v tyan- şan v 1851-1852 gg., Moskova: Nauka.
Severtson, N. (1873), Puteşestviye po Turkestankomu kraya i isledovaniye gornoy sistemi Tyan-Şanya po Poruçeniyu Russkogo geografiçeskogo obşestva, SnPet.: SPb.
Sevük, İsmail Habib (1948). Türk Güreşi ve Elli Yıl Önce Garp Aleminde On Yıllık Türk Kasırgası, İstanbul: Ocak Matbası.
Sımakov, N.G. (1984), Obşestvenniye funktsii kirgizskih noradnıh razvlecniy v kontse XIX naçale XX. v, Leningrad: Nauka.
Şapolyo, E. B. (1964), Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul: Elif Kitapevi.
Tavkul, Ufuk (2000). Karaçay-Malkar Türkçesi Sözlüğü, Ankara: AK, DTYK, Türk Dil Kurumu Yayınları: 770.
Toktorbayev, Satı (1991). Üspürümdür Oyundarı, Bişkek: Kirgiz Sovet Entsiklopediyesıni Baskı.
Yudahin, K.K. (1994), Kırgız Sözlüğü, (Çev. A. Taymas) 3. Baskı, C.I-II, Ankara: AKDTYK, Türk Dil Kurumu Yayınları: 93, 121.
Valihanov, Ç. (1958), Sabır-soç/Külliyati, C.I, Alma-Ata: CCB Uzbekistane İlimdar Akadamisi.
Volkov, N. N. (2006), Siberia Rossiya obii edinilasis klassifikatsiyei sporta, Yakutsk: Naukai-“Biçik”.
Vehbi Sûrnâmesi/Sûrnâme-i Hûmâyûn, (2009), Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri 3, (Haz.: M. Arslan ), İstanbul: Sarayburnu Kitaplığı Seri: 3.