Yrd. Doç. Dr. Abdurrahim TUFANTOZ*
İlk çağlardan itibaren önemli bir konumda olan Elbistan Güney-Kuzey ticaret yollarının üzerinde yer alır. Emir Buldacı 1085’de yukarı Ceyhan bölgesini, Elbistan, Göksun ve Ra’bân şehirlerini fethedince bu havalide yalnız Maraş, Ermeni Filaretos’un elinde kaldı. Ermeni Patriği (Katoligos) bu Türk beyini tercih ettiğinden Filaretos, Maraş’ta yeni bir katoligosluk kurdu ve Bogos adlı bir papazı bu mevkie tayin etti. Emir Buldacı’nın bölgede ne kadar kaldığını bilmiyoruz. Ancak Sultan Alparslan’ın Kutalmış ile giriştiği taht mücadelesinde Sultanın yanında yer aldığını biliyoruz[1].
1096 yılında harekâta geçen Avrupalı Haçlılar, 1097-99 yıllarında Ortadoğu’ya nüfuz ettiler. Bu arada Elbistan’ın da Haçlıların eline geçtiği görülmektedir. Lakin onlar zapt edilen memleketlerin taksimi için Urfa’da ihtilâfa düştüler. Bu sırada Türkler Frank kontlarından Baudouin ve Joscelin’i esir aldılar. Bunlar serbest bırakılınca Antakya prensi Tancred’e karşı Türklerle ittifak yaptılar. Ermeni reisi Vasil de Bizanslıların Masisa’da bıraktığı Peçeneklerle birlikte bu ittifaka girdi. Türkler batıda Bizanslıların toplu taarruzlarına uğradıkları gibi, doğuda ve kuzeyde Hıristiyanları parçalanmış buldular. Hatta Ermeniler çok defa zulüm gördükleri Haçlıları bırakarak Türkleri tercih ediyorlardı.
- Kılıç Arslan (1092-1097) Haçlılardan zulüm gören Elbistan Ermenilerinin daveti üzerine 1103’te sefere çıkıp orasını ve Maraş’ı kurtardı. Elbistan’dan, Haçlılara karşı Antakya’ya sefer yapmak üzereydi. Haleb’e elçi göndererek askerlerinin beslenmesi için talepte bulundu. Haçlı tehlikesi karşısında Halebliler sultanın gelişinden çok memnun oldular[2].
Meyyâfârikin hâkimi Ziyaeddin Mehmed, Sultanı Meyyâfârikîn’e davet etti. Kılıç Arslan onu kendisine vezir yaptı ve Elbistan’ı da ona ıktâ etti ve diğer bütün Şarkî Anadolu beyleri de 1105 (498)’de Sultana tâbiiyeti kabul ettiler[3].
Ermenilerin 1105’te Elbistan, 1113’te de Urfa’ya Türkleri daveti onların büyük zulümlere ve sürülmelerine sebep oldu. Franklar arasındaki mücadelelerden faydalanan Malatya Sultanı Tuğrul Arslan’ın atabeği 1117’de Ceyhan bölgesini Franklardan kurtardı. Türkler Anazarba havalisini istila edip esir ve ganimetlerle döndüler. Ermeni reisi Thoros Türklere karşı duracak bir kuvvete sahip bulunmuyordu. Türkler ile Franklar arasında birbirleri aleyhinde vuku bulan bu ittifak ve muharebeler cereyan ederken Divriği merkez olmak üzere Erzincan ve Kemah taraflarında hüküm süren Mengücekoğlu İshak Malatya sultanı Tuğrul Arslan’a ait Harput ve Dersim havalisine 1118’de bir akın yaptı. Bu bölgeyi Tuğrul Arslan adına atabey olarak idare eden Belek, amcası İlgazi yanında Büyük Selçuklu emiri Porsuk’a karşı mücadele ediyordu. Artuklular (1102-1407) bu sırada Haçlılarla müttefik olduğundan Kılıç Arslan’ın hatunu ve Tuğrul Arslan’ın anası kont Joscelin’e adam göndererek ondan yardım aldı. Fakat ertesi yıl Artuklular Haçlılara karşı taarruza geçti. Bu münasebetle Belek de Malatya sultanı namına Ceyhan ve Elbistan bölgelerini itaate aldı[4].
Sultan Mes’ud (1116-1155) Bizanslılar ile meşgul iken kardeşi Melik Muhammed Malatya’da yerleşmiş olan kardeşi Aynuddevle ile mücadele halinde idi. Onu mağlup ettikten sonra elinden Elbistan’ı aldı ve Ceyhan bölgesini zapt etti. Aynuddevle Joscelin’e iltica etmek zorunda kaldı[5].
Sultan Mes’ud 1144 yılında Aynuddevle’ye ait Ceyhan ve Elbistan bölgesini ilhak edip oğlu Kılıç Arslan’ı bu havaliye melik yaptı[6].
1140 yılında Danişmendoğlu güneye dönerek Zibatra ve Elbistan bölgelerinde taarruza geçen Haçlıları püskürtmüştür[7].
Sultan Mes’ud oğlu Kılıç Arslan ile birlikte 545/1150’de Haçlıların işgalinde bulunan Göksun (Keysun), Behisni, Göynük, Ayıntab, Dülûk ve Raban şehirlerini ele geçirdi. Sultan bu orduyla Antakya üzerine yürümekte iken Tell-Bâşir’e varıp burasını muhasara etti. Ancak muhasara uzadığından ve bu esnada Joscelin’in tâbiiyet arz etmesinden dolayı geri döndü. Ardından ele geçirdiği bütün bu beldeleri, Elbistan’ı merkez yapan oğlu Kılıç Arslan’ın idaresine verdi (1151)[8].
Osman Turan’ın Anonim Selçuknâme’den elde ettiği bilgilere göre Sultan Mes’ud bu fethedilen yerlerde camilere 77 minber koymuş halifeden gelen hatipler tayin etmiş ve kendisine de hilatler gönderilmiştir[9].
1155 yılında Sultan Mes’ud ölünce Kılıç Arslan (1155-1192) tahta çıktı. Bu arada Danışmendoğlu Yağıbasan gizlice Ceyhan bölgesi merkezi Elbistan’a girdi. Bu ani hareketi öğrenen Sultan Kılıç Arslan hiddetli bir şekilde harekete geçti. Danişmendli hükümdarı kuvvetli bir birlikle kendi ülkesine çekildikten sonra dönüp sultanın karşısına çıktı. İki ordu karşı karşıya karargâh kurdu. Din adamları iki hükümdarın arasını bulmaya çalıştı. Uzun bir süre netice alınamayınca Kılıç Arslan şiddetli bir hücuma başladı. Fakat din adamları sultanın ayaklarına kapanarak kan dökülmemesi için yalvardılar. Nihayet sultan bu barış teşebbüsüne uyarak her maddesi münakaşa edilen bir antlaşmayı imzaladı. Antlaşmanın sultanın lehinde olduğu anlaşılıyor. Bununla beraber tehcir edilen halk bu muahedede şart koşulmadı. Kaynaklar Kılıç Arslan ile Danişmendoğlu arasında vuku bulan bu savaşın Aksaray’da 1155 yılı Ekim ayında cereyan ettiğini ve sultanın muzaffer olduğunu fakat bu esnada Atabey Nureddin Mahmud’un onun memleketine tecavüz ettiğini belirtir ve bu hâdiseyi anlatırlar[10].
- Kılıç Arslan her taraftan sarılan düşmanlar karşısında Bitinia Emiri Süleyman’ı imparatora göndererek bir antlaşma teklifinde bulundu. Fakat ret cevabı aldı. 1160’da Elbistan ve havalisini de Yağıbasan’a terk edip onunla barış yapmak maksadıyla başka bir fedakârlık yaptı[11]. Kılıç Arslan daha sonra Danişmendlilerin elinde bulunan Tohma suyu vadisini, Darende, Elbistan ve Gedük vadilerini ele geçirdi (1165)[12].
1186 yılına gelindiğinde artık sefere çıkamayacak kadar yaşlanan II. Kılıç Arslan ülkesini 11 oğlu arasında taksim etti[13]. Bu taksimatta Elbistan havalisini Mugiseddin Tuğrulşah’a verdi[14]. Mugiseddin Tuğrulşah adına melik unvanı ile basılmış paralar ve yazılmış kitabeler bize kadar gelmiştir[15]. İsmail Galip’in Takvîm-i Meskûkât-i Selçukiyye adlı eserinde ve Yılmaz İzmirlier’in Anadolu Selçuklu Paraları adlı kitabında Tuğrulşah dönemine ait paralar resmedilmiştir. Meskûkât’ta Para üzerinde atının başı sağ tarafa yönelik, elinde üç başlı bir teber tutmakta olan bir süvari tasviri bulunmaktadır[16].
- Kılıç Arslan 1192/584 yılına kadar ülkesini başarı ile yönetmiş ve Türkiye Selçuklu Devleti’nin önemli bir sultanı olmayı başarmıştır. II. Kılıç Arslan her bir oğlunu ziyaret edip onca yılın tecrübesi ile kendisine uygun veliahdı aradı. Sonuçta en küçük oğlu I. Keyhüsrev’i veliaht olarak ilân etti. Bu karar diğer kardeşleri huzursuz etmiş ve de hepsini II. Süleymanşah’ın yanında I. Keyhüsrev’e karşı birleştirmiştir. Fakat Süleymanşah babasına ve devlet büyüklerine karşı gelmenin çok akıllıca olmayacağını düşünüp bir süre beklemenin doğru olacağı kanaatine varmıştır[17]. I. Gıyaseddin Keyhüsrev babasının ölümünden sonra tahta çıktı. Ancak ağabeyi II. Süleymanşah tahtı ele geçirdi ve Keyhüsrev oğulları İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad’ı yanına alıp Elbistan üzerinden Bizans’a sığındı.
Süryani Mihael Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra kardeşler arası mücadelelerden faydalanan Ermeni kralı II. Leon’un Kayseri Meliki Nureddin üzerine yürüyüp onu mağlup ederek Kayseri yakınında bir kalesini işgal ettiğini, Elbistan Meliki Mugiseddin Tuğrul’u da himayesine aldığını ve bu hâdiselerin 1195 yılında vuku bulduğunu söyler[18].
1202 yılına gelindiğinde II. Süleymanşah Gürcü Kraliçesi Tamara üzerine sefere çıktı. II. Rükneddin Süleyman Şah kısa süren saltanatına rağmen Selçuklu sultanları arasında kudreti ve devleti birleştirmesiyle büyük hizmetler yapmıştır. (…)Elbistan Meliki Mugiseddin Tuğrul da kendisine tabi olarak mevkiini muhafaza etti[19].
Süleyman Şah Doğu Anadolu’da Türk birliğini kurma siyasetini tatbike girişti. Elbistan Meliki Mugiseddin Tuğrulşah da kardeşine tâbiiyeti kabul etti. İbn Bibi’ye göre Süleymanşah kardeşlerine ve etraf hükümdarlarına adamlar göndererek başlatacağı Gürcü seferine hazırlanmalarını bildirdi. Sultanın fermanına Elbistan’ı ve bağlı yerleri yönetimi altında bulunduran kardeşi Melik Mugiseddin Tuğrulşah herkesten önce uyarak davetine icabet etti. Mugiseddin’den sonra Erzincan Meliki Fahreddin Behramşah huzura ilk gelenlerdendi[20]. Tuğrulşah Elbistan ve havalisinde asker’i hazırlıklarını ikmalde çok acele davrandı. Sultanın emrine itaatte gevşek davranan Erzurum Saltuklu hükümdarı fermanı infazda ve asker toplamakta gevşek ve samimiyetsiz davrandığından Saltuklu ülkesi elinden alınıp Elbistan Meliki Tuğrulşah’a verildi (1202)[21]. Burada Selçuklulardan yeni bir hanedanın hâkimiyeti başladı ve Alâeddin Keykubad zamanına kadar devam etti. Filhakika Tuğrulşah uzun müddet Saltuk ilinde hüküm sürmüş ve bu ülkeyi Gürcülere karşı müdafaa etmiş hatta onlara karşı zafer kazanmıştır. Bu devirde Tuğrulşah adına basılmış birçok sikke vardır[22].
6 Temmuz 1204’de Rükneddin Süleymanşah’ın ölümü üzerine yerine oğlu III. Kılıç Arslan tahta çıkarıldı. Ancak yaşının küçük olması ve devlet yönetimdeki tecrübesizliği dolayısıyla İstanbul’da bulunan amcası I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e beyler tarafından tahta davet edildi. Beylerin daveti üzerine amcası I. Gıyaseddin Keyhüsrev 1205 yılında İstanbul’dan gelerek Konya’da tahta oturdu[23].
Kilikya Ermenileri 1206 (602) yılında Türkmenlerin göç sahası olan Göksu’ya hücum ederek pek çok esir aldı, mal ve hayvanlarını yağma etti. Halep hudutlarına aştılar hatta rivayete göre Elbistan dahi kuşatıldı[24]. Gıyaseddin Keyhüsrev 605 (1208/9) senesinde ordusu ile Ermenileri cezalandırmak üzere Maraş’a vardı. Meydana gelen savaşın ardından Maraş tekrar Selçuklu hâkimiyetine geçti[25].
1211 yılında I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Bizans İmparatoru Laskaris ile Alaşehir’de yaptığı savaşta şehit olması üzerine Selçuklu tahtına İzzeddin Keykavus geçti. (A. Tufantoz)
Keykavus Haleb seferine çıkmadan önce çevre emirliklere fermanlar gönderdi ve Elbistan ovasında toplanmalarını emretti. Elbistan ovasında 20 gün içerisinde sayısız asker birikti. Sultan İzzeddin Keykavus maiyeti ile birlikte Elbistan ovasına ulaşınca büyük bir eğlence (bezm) tertip etti. Ertesi gün devlet büyüklerini ve komutanlarını tekrar huzuruna davet eden Keykâvus onlara hangi yoldan Haleb’e gitmenin daha uygun olduğunu sordu. Komutanlar Elbistan’dan Haleb’e kadar arazinin ova olduğunu pek az dağın önlerine çıkacağını belirttiler. Elbistan-Merzbân-Ra’bân-Tell Bâşir–Haleb yol hattı üzerinde karar verildi. Daha sonra Merzbân kalesine doğru yola çıkıldı[26].
Selçuklu ordusu tarafından üç gün boyunca kuşatılan Merzbân Kalesi sonunda alındı. Merzbân kalesi ile ilgili bütün işleri tamamlayan Keykâvus, müttefiki ve vassalı olan Melik Efdal’i daha önce sevk ettiği Ra’bân kalesine yöneldi[27]. Selçuklu ordusu ile Melik Efdal’in kuvvetleri Ra’bân kalesinin önünde buluştular. Bunun üzerine korkuya kapılan Ra’bân halkı, Keykâvus’tan aman diledi. Keykâvus, Ra’bân halkının isteğini kabul etti. Sultan Keykavus, Ra’bân’ı Melik Efdal’e teslim etti. Ra’bân halkı Sultanın bu hareketinden memnun kaldı[28].
Keykâvus, bundan sonra Melik Efdal ile birlikte Haleb yakınlarında bulunan Tell-Bâşir Kalesi’nin üzerine yürüdü. Kale komutanı Bedreddin Dilderim ibn Bahaeddin Yarukî adında bir Türk beyi idi. Keykâvus, Tell-Başir Kalesi’ni 10 gün süre ile kuşattı. Fakat bir türlü düşürülmedi. Selçuklu ordusunun kale halkının geçim kaynağı olan ağaçları kesmesi, kalenin teslim alınmasını sağladı. Tell-Bâşir kalesinden pek çok zahire ve silah ele geçirildi[29].
Tell-Bâşir Kalesi’nin alınmasından sonra Keykâvus’un ittifak grubunda ilk çatlaklar belirmeye başladı. Melik Efdal önce sultana Tell-Bâşir alınır alınmaz vakit kaybetmeden Haleb üzerine yürümeyi tavsiye ederken adı geçen kalenin kendisine teslim edilmemesi üzerine birdenbire fikrini değiştirdi. Bu defa o Keykâvus’un Haleb üzerine yürümekten alıkoymanın çaresini aramaya başladı. Melik Efdal Sultana önce “Menbic’i ve diğer yerleri alalım bu sayede Haleb’i almamıza imkan hasıl olur. Çünkü o zaman Haleb kanatları yolunmuş bir güvercine benzer,” dedi. Bu teklif Sultana çok cazip geldi. Onun kafasının gerisinde yatan asıl amacın ne olduğunu anlayamadı. Melik Efdal Sultan İzzeddin’i yanıltmayı başarmıştı. Bundan sonra Keykâvus ilk hatasını yaparak Menbic üzerine yürüdü. Şehri savaşmadan aldı. Şehrin surlarını onarttı. Haleb iktidarını elinde tutan Atabey Şehabeddin Tuğrul, Sultan Keykâvus’a karşı Mısır Eyyûbî hükümdarı Melik Âdil’den yardım istedi. Melik Âdil de yukarı Mezopotamya bölgesinde hüküm süren oğlu Melik Eşref’e yazarak ondan kız kardeşine ve yeğenine yardım etmesini istedi. Melik Eşref babasının emri üzerine ordusunu alarak Haleb’e geldi. Plâna göre Selçuklu komutanlarına sahte mektuplar yazılacak ve bu mektupların Keykâvus’un eline geçmesi sağlanacak. Böylece Keykâvus’a Selçuklu komutanlarıyla Haleb idarecilerinin birlikte iş yaptıkları intibaı verilerek sultanın ordusuna karşı güveni sarsılacak ve komutanlarla arası açılacaktı. Bu plân tatbikat safhasına konuldu ve muvaffak olundu[30].
Haleb Sarayının komplosu amacına ulaşmış ve Keykâvus korkunç bir şüphenin içine düşmüştü. Diğer taraftan Melik Efdal de tekrar Eyyûbîlerin tarafına geçerek son oyununu oynadı. Buna rağmen Keykâvus, Menbic’ten Haleb üzerine yöneldi. Selçuklu öncü kuvvetleri ile Melik Eşref’in emrinde bulunan Eyyûbî ordusu Haleb ile Menbic arasında bulunan Muzaa vadisinde karşı karşıya geldi. Mübârizeddin Behramşah öncülüğündeki Selçuklu öncü kuvvetleri ilk çarpışmadan galip geldi. Bu sırada Eyyûbî ordusu tarafından bir Selçuklu sipâhîsi esir edildi. Sorguya çekilen Selçuklu sipâhîsi, savaş meydanında sadece öncü birliklerin bulunduğunu ve asıl Selçuklu ordusunun çok uzakta olduğunu söyledi. Bu haber üzerine toparlanan Eyyûbîler, Melik Eşref öncülüğünde saldırıya geçerek Selçuklulara karşı zafer kazandılar. Mübârizeddin Behramşah olmak üzere birçok Selçuklu sipâhîsi esir düştü (Haziran 1218)[31].
Sabahleyin sultanın saldırı emri vermesi beklenirken o Elbistan’a doğru hareket emri verdi. Melik Eşref, Keykâvus’un daha önce ele geçirdiği Tell-Bâşir, Ra’bân ve Merzbân kalelerini birer birer düşürdü. Böylece muzaffer bir hükümdar olarak Haleb’e döndü. (58)
Öte yandan Keykâvus Elbistan’a varır varmaz komutanlarıyla hesaplaşmak istemesi onun birden bire savaşı yarıda kesip geri dönmesinin sebepsiz olmadığını göstermektedir. Keykâvus’un uğradığı musibetin sebebini ihanete bağlaması onun komutanlarından korkunç bir intikam almasına yol açtı. O önce kendilerine verdiği kaleleri melik eşrefe kaptırarak geri dönen Maraş sahibi Nusratüddin’in kardeşi ile damadını idam ettirdi. Sonra bütün komutanları toplayarak daha önce eline geçmiş olan mektupları onların önüne attırdı. Komutanlar bu mektuplarla ilgilerinin olmadığını bunun bir tertip olduğunu söyledilerse de sultanı ikna edemediler. Bir türlü dinmeyen öfkesi sultan İzzeddin Keykâvus’a hayatının en korkunç hatasını yaptırdı. Sultan adlarına mektuplar yazılmış olan komutanları küçük bir kulübeye hapsettirdi. Kulübenin etrafına odunlar yığdırdı ve bu odunları ateşe verdirdi. Kulübeden çıkıp kaçmak isteyen komutanlar ise hassa askerleri tarafından tekrar içeri sokuldu. Suçsuz komutanlar burada bir şüphe üzerine diri diri yanarak can verdiler. Bu durum Sultanın manevîyatını büsbütün sarstı. Geceleri korkunç rüyalar görmeye başladı ve çok geçmeden yaptığı hatayı anladı. Sultan ızdıraplarını biraz olsun dindirebilmek için o kulübenin bulunduğu yere bir mescit yaptırdı. Bu eser “Yanmışlar Mescidi” (Mescidi Suhtegân) adıyla uzun yıllar bu acı olayın bir sembolü olarak hatırlandı[32].
İzzeddin Keykâvus, Haleb mağlubiyetini hazmedemedi ve tekrar hazırlıklara başladı. Keykâvus, ikinci kez Haleb üzerine sefer yaptığı sırada verem hastalığına yakalandı. Hastalığının artması sonucu hekimler, Fırat suyunun iyi geleceğini ümidiyle Keykâvus’u Malatya yakınlarındaki Viranşehir’e götürdüler. Ancak burada vefat etti. 1220’de İzzeddin Keykâvus’un ölmesiyle yerine kardeşi I. Alâeddin Keykubad, Türkiye Selçuklu Sultanı oldu[33].
Nusretüddin Hasan Bey, İzzeddin Keykâvus’tan yerine geçen kardeşi I. Alâeddin Keykubad zamanında da Maraş Emirliği görevine devam etti (1220). 1225’e gelindiğinde Kilikya Ermenileri, Suriye-Anadolu kervan yollarını tehdit etmekteydi. Bunun üzerine harekete geçen Selçuklu ordusu, Silifke ve Maraş üzerinden iki koldan Kilikya üzerine saldırıya geçti. Bu sefere Maraş Emiri Nusretüddin Hasan Bey’de iştirak etti. Öte yandan Nusretüddin Hasan Bey, 1234’te I. Alâeddin Keykubad’ın Eyyûbîlere karşı çıktığı sefere de katıldı. 1234’te I. Alâeddin Keykubad, Nusretüddin Hasan Bey’i sebebi belli olmayan bir olaydan dolayı idam ettirdi. Maraş Emirliği’ne ise Nusretüddin Hasan Bey’in oğlu Muzaffereddin getirildi. Muzaffereddin, 1241 yılına kadar Maraş Emirliği görevinde bulundu[34].
Ebû’l-Ferec’e göre Malatya sübaşısı Süryanilere ait bar savma manastırı mensuplarından da asker alıp Babaîlere karşı kullanmış; Bozgunda Türkmenler 50 kişilik bu Hıristiyanlardan çoğunu öldürmüşlerdi. Buradan Türkmenler Elbistan’a varıp oradan da galip gelmişler ve Amasya’ya doğru ilerlemişlerdi[35].
Sultan, akşamüstü ailesini ve bir kısım hazinelerini Tokat’a gönderdi. Muharebeden kaçan Mübârizeddin Çavlı, Sultana gelip Suhrab’ın uğursuzluğu ve Gürcü Şalvaoğlu’nun karışık davranışları hakkında şikâyette bulundu. Sultan ona ici (Ağabey) hitabıyla ne tedbir düşündüğünü sordu. O da zamanında kullarının fikirlerine itibar etmediniz şimdi yapacak bir şey kalmadı cevabını verdi. Bunun üzerine II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Çavlı’ya memleket işlerini senin idarene bırakıyorum dedi o da kendisini teselli ederek bundan böyle artık cahil ve bayağı insanlardan uzak kalmasını söyledikten sonra ayrıldılar. (…) Keyhüsrev Tokat’ta da kendisini emniyette hissetmeyerek oradan da uzaklaştı. Sultan arkadan yetişen Çavlı’yı beylerbeyi rütbesiyle Malatya ve Elbistan taraflarına gönderip bu havalide nizâmın muhafazasına memur eyledi. Kendisi de Konya yolunu tuttu (3 Temmuz 1243/14 Muharrem 641)[36].
Moğolların dönüşünden sonra Malatya’da şiddetli bir kıtlık ve veba hastalığı başladı. Halkın bir kısmı bu hastalıktan öldü. Elbistan havalisinde yığılan Türkmenler Moğolların taarruzuna uğrayarak kılıçtan geçirildi[37].
Kılıç Arslan Kayseri’de tahta çıktı. Sultan İzzeddin Beylerbeyi Yavtaş’ı gönderip ihtilâfı halletmek istedi ise de tevkif olunup Kılıç Arslan’a sadakati için kendisine yemin verdirdiler. Elbistan Sübaşısı Felekeddin Halil ve başkalarını Kayseri’ye davet ettiler. Böylece Kılıç Arslan’ın taraftar ile askerleri çoğaldı ve halk arasında da kendisine temayül arttı. (493)
Ağaçeriler Elbistan ve Maraş’tan başka Suriye ve Ermeni hudutlarına kadar yayılıp birkaç yıl buraları istilâları altına aldılar[38].
Baycu, Elbistan’ı işgal edip şehirde 7000 kişiyi öldürdü (1258/506). Moğol Noyanları o kış (1276-1277) Selçuklu devlet adamlarını devamlı göz hapsinde tutmuş ve yanlarından ayırmamışlardı. Anadolu halkının Moğol düşmanlığına inanan Hatiroğlu Baybars’ın geleceğinden ümitli olarak harekete geçerken Muineddin Pervane’ninde müsaadesini almış görünüyor. Mısır sultanının bu sırada Anadolu seferine çıkamayacağını takdir edemiyor[39].
Baybars Selçuklu beylerinin ve Pervane’nin davet mektupları üzerine Anadolu’ya sefere girişmek kararında idi. Baybars 1260 senesinde Ayn Calud’da dünyada ilk defa Moğolları acı bir bozguna uğratmış ve Müslümanların hayranlığını kazanmıştı[40].
Baybars, 1277 Nisanında Ayıntab’a geldi ve oradan Göynük ve Göksu’dan Akçaderbend’e vardı. Ermeniler Memluk ordusunun ilerlemekte olduğunu Kırşehir kışlağında bulunan Toku ve Tudavun Noyanlara bildirdiler. Bunun üzerine Moğol askerleri ve Muineddin Pervane’nin başında bulunduğu Selçuklu askerleri Kayseri’de toplanıp hareket ettiler. Elbistan ovasında karşılaşan iki ordu arasında yapılan çarpışma şiddetli oldu. Moğollar kahramanca dövüştülerse de bozguna uğrayıp kılıçtan geçirildiler. Moğolların ölüleri 6700 miktarını geçmiş ve pek çokta esir alınmıştı. Bu karşılaşmada savaşmayan Selçuklulardan bir kısmı Baybars’ın ordusuna katıldı ve bir kısmı ise gönüllü olarak esir oldu[41].
Baybars’ın ilk çarpışmada zafer kazanması üzerine Muineddin Pervane canını kurtarmak için 12 Temmuz 1277 (12 Zilhicce 675). Pazar günü sabahleyin Kayseri’ye yetişti. Sultan Baybars, Elbistan zaferi üzerine Sungurü’l-Aşgar’ı Moğolları takibe memur etti[42].
Abaga feci mağlubiyeti öğrenmiş bulunduğu için derhal büyük bir ordu ile Anadolu’ya hareket ederken Divriği yolundan Elbistan’a vardı. Muineddin Pervane de bu hareketi haber alıp Selçuklu sultanı veziri ve diğer devlet adamlarıyla birlikte oraya gitti. Abaga Han muharebe meydanını tedkik edince başta Toku ve Tudavun Noyanlar olmak üzere her tarafın Moğol cesetleri ile dolu olduğunu fakat ölüler içerisinde hiçbir Selçuklu beyi ve askeri olmadığını gördü. Han bu manzara karşısında ağladı ve gazaba geldi. Zira o artık Muineddin Pervane’nin kendisine hıyanet ettiğine ve Selçuklu askerlerinin savaşa girmeden oradan ayrıldıklarını tam bir kanaat sahibi oldu. Abaga Han Elbistan’a geldiği zaman Baybars da Şam’a gelmiş fakat han ona karşı bir harbi göze alamamıştır.
Sultan Baybars Şam’da cuma namazı kıldıktan sonra hastalanarak öldü ve orada kendi inşa ettirdiği medresesinde defnedildi. Abaga Han, Elbistan’da muharebe sahnesini tetkik edip Kayseri’ye dönünce askerlerine şehirde yağma ve katl yapmalarını emretti. Şehir ileri gelenlerinin yalvarmaları hanın hiddetini yumuşattı ve toptan katliamı önlemeye çalıştıysa da yine de Kayseri’de pek çok insan öldürdü[43].
Gazan gönderdiği bir yarlığ ile Abışga Noyan’ın müsaadesi olmadan Sultan Alâeddin’in bir iş yapmamasını yaylak ve kışlakta onun yanında bulunmasını emretti. Moğol kumandanı bu emir üzerine adamlarını Sivas’a gönderip sultanı kendi karargâhı olan Yabanlu[44]’ya getirtti.
Sonuç olarak Elbistan, hem ticarî hem askerî güzergâhlar üzerinde yer alan Ortaçağın önemli bir kasabasıdır. Türkiye Selçukluları zamanında Doğu Anadolu devletleri arasında sık sık el değiştirmiştir. Ancak Emir Buldacı’nın 1085’te bölgeyi fethetmesiyle başlayan Elbistan’ın tarihî sürecini XIII. yüzyılın sonlarına kadar takip edebilmekteyiz. Elbistan, aynı zamanda Selçuklu şehzâdelerinin meliklik merkezi idi. Bu da şehrin önemini göstermektedir.
KAYNAKÇA
Alptekin, Coşkun, “Türkiye Selçukluları”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VIII, İstanbul: Çağ Yayınları, 1992, 209-382.
Atçeken, Zeki-Yaşar Bedirhan, Malazgirt’ten Vatana Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, Konya: Eğitim Yayınevi, 2014.
Burgu, Yavuz Selim, Anadolu Selçukluları, İstanbul: Selenge Yayınları, 2011.
Çay, Abdulhaluk, II. Kılıç Arslan, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987.
Eron, Kamil, “Sikkeler Işığında İkinci Süleymanşah’ın Gerçek Tahta Çıkış Tarihi”, İzmir 2009.
Ersan, Mehmet-Mustafa Alican, Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı –Türkiye Selçukluları-, İstanbul: Timaş Yayınları, 2013.
Galip, İsmail, Takvîm-i Meskûkât-i Selçukiyye, Kostantiniyye 1309, 13, Levha: I, Sayı: 11.
Gökhan, İlyas, “XIII. Yüzyılın İlkyarısında Maraş”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Konya 2005.
Güneş, İbrahim, “Memlûk Sultanı I. Baybars’ın 1277 Yılındaki Anadolu Seferi”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XX, Sayı: 2, Elazığ 2010, 343-360.
İbn Bibi, el-Evamirü’l-Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçukname), Çev: Mürsel Öztürk, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1996.
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, XII, Çev: Ahmet Ağırakça-Abdülkerim Özaydın, İstanbul: Bahar Yayınları, 1980.
İbn Kalânisî, Şam Tarihine Zeyl I. ve II. Haçlı Seferleri Tarihi (Zeyl Tarih-i Dımaşk), Çev: Onur Özatağ, İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2015.
İzmirlier, Yılmaz, Anadolu Selçuklu Paraları, İstanbul 2009.
Koca, Salim, Sultan I. İzzeddin Keykâvus (1211-1220), Ankara: TTK, 1997.
Rice, Tamara Talbot, Anadolu Selçuklu Tarihi, Çev: Tuna Kaan Taştan, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık, 2015.
Sevim, Ali, Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara: TTK, 1983.
Süryani Mihael Vekainamesi, Çev: Hrant D. Andreasyan, TTK Kütüphanesi, Basılmamış Nüsha, 1944.
Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2005.
* Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, e-mail: tufantoz@hotmail.com.
[1] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2005, 99-100; Zeki Atçeken-Yaşar Bedirhan, Malazgirt’ten Vatana Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, Konya: Eğitim Yayınevi, 2014, 140-141.
[2] O. Turan, 135; Emine Uyumaz, Sultan I. Alâeddin Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237), Ankara: TTK, 2003, 4; Mehmet Ersan-Mustafa Alican, Osmanlı’dan Önce Onlar Vardı –Türkiye Selçukluları-, İstanbul: Timaş Yayınları, 2013, 51.
[3] O. Turan, 136; M. Ersan-M. Alican, 52.
[4] O. Turan, 189.
[5] O. Turan, 201.
[6] Süryani Mihael Vekainamesi, çev: Hrant D. Andreasyan, TTK Kütüphanesi, Basılmamış Nüsha, 1944, 94; O. Turan, 205; Emine Uyumaz, 6; Abdulhaluk Çay, II. Kılıç Arslan, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987, 15; M. Ersan-M. Alican, 69-70; Z. Atçeken-Y. Bedirhan, 173.
[7] O. Turan, 202.
[8] Süryani Mihael, 131; Abdülkâluk Çay, 16.
[9] O. Turan, 213.
[10] İbn Kalânisî, Şam Tarihine Zeyl I. ve II. Haçlı Seferleri Tarihi (Zeyl Tarih-i Dımaşk), Çev: Onur Özatağ, İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2015, 193; Süryani Mihael, 143; O. Turan, 224; M. Ersan-M. Alican, 73.
[11] O. Turan, 227; A. Çay, 34-35;
[12] O. Turan, 228; A. Çay, 43; Tamara Talbot Rice, Anadolu Selçuklu Tarihi, çev: Tuna Kaan Taştan, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık, 2015, 62; Z. Atçeken-Y. Bedirhan, 99.
[13] Kamil Eron, “Sikkeler Işığında İkinci Süleymanşah’ın Gerçek Tahta Çıkış Tarihi”, İzmir 2009, 1.
[14] İbn Bibi, el-Evamirü’l-Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçukname), Çev: Mürsel Öztürk, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1996, 41; el-Aksarayî, 127; O. Turan, 242; A. Çay, 104; Coşkun Alptekin, “Türkiye Selçukluları”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, VIII, İstanbul: Çağ Yayınları, 1992, 257. M. Ersan-M. Alican, 85.
[15] O.Turan, 243.
[16] İsmail Galip, Takvîm-i Meskûkât-i Selçukiyye, Kostantiniyye 1309, 13, Levha: I, Sayı: 11; Yılmaz İzmirlier, Anadolu Selçuklu Paraları, İstanbul 2009, 64-66.
[17] Kamil Eron, 3.
[18] Süryani Mihael, 241.
[19] O. Turan, 271.
[20] İbn Bibi, I, 91.
[21] O. Turan, 280.
[22] O. Turan, 277.
[23] İlyas Gökhan, “XIII. Yüzyılın İlkyarısında Maraş”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Konya 2005, 346.
[24] Ali Sevim, Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara: TTK, 1983, 33; Yavuz Selim Burgu, Anadolu Selçukluları, İstanbul: Selenge Yayınları, 2011, 43.
[25] O. Turan, 308; İ. Gökhan, 346.
[26] İbn Bibi, I, 204; Salim Koca, Sultan I. İzzeddin Keykâvus (1211-1220), Ankara: TTK, 1997, 52.
[27] İbn Bibi, I, 205; S. Koca, 52-53.
[28] İbn Bibi, I, 205; O. Turan, 338; S. Koca, 53.
[29] İbn Bibi, I, 205; S. Koca, 53-54.
[30] S. Koca, 55-56.
[31] İbn Bibi, I,209-210; O. Turan, 339, S. Koca, 58.
[32] İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih Tercümesi, XII, çev: Ahmet Ağırakça-Abdülkerim Özaydın, İstanbul: Bahar Yayınları, 1980, 305; İbn Bibi, I, 96 ve devamı; O. Turan, 339; S. Koca, 59.
[33] O. Turan, 339-340; C. Alptekin, 281-282; İ. Gökhan, 349.
[34] İ. Gökhan, 349.
[35] O. Turan, 444.
[36] O. Turan, 444-456.
[37] O. Turan, 462.
[38] O. Turan, 496.
[39] O. Turan, 560.
[40] O. Turan, 561; İbrahim Güneş, “Memlûk Sultanı I. Baybars’ın 1277 Yılındaki Anadolu Seferi”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XX, Sayı: 2, Elazığ 2010, 344.
[41] O. Turan, 562; C. Alptekin, 333.
[42] O. Turan, 563; C. Alptekin, 333.
[43] O. Turan, 567; C. Alptekin, 334.
[44] Kayseri-Elbistan arasında bulunan bu ova Yabanlu Pazarı olarak meşhur idi. Zira Türkiye- Suriye kervanyolu üzerinde bulunan bu pazarda yıllık panayırlar kurulur. Şark-garp, şimal-cenup bütün ülkelerden gelen tacirler burada mallarını mübadele eder ve milletlerarası bir ticaret yapılırdı. (Bkz: Selçuklular Tarihi, 269-270) (648)