Site icon Teketek Haber

Vehbî’nin Kasideciliği

Vehbî’nin Kasideciliği

On sekizinci yüzyıldan itibaren divanlarda kasidelerin sayısı azalırken gazel, tarih ve musammatların sayısında artış görülür. Hatta bu yüzyıldan itibaren kaside yazmayan, yazsa da divanına almayan şairler vardır[1]. Ancak Vehbî bu yüzyılda azımsanmayacak sayıda -52- kaside yazmış bir şair olarak dikkati çekmektedir. Kaside, divan edebiyatında tür olarak algılanmaya en müsait nazım şeklidir. Zira bu nazım şekliyle daha çok methiye türünde şiirlerin yazılması, övgü söz konusu olduğunda kasideyi ön plana çıkarmıştır. Kaside övgü yönüyle ön plana çıkınca da şairler övgüde bulunacakları zaman nazım şekline bakmaksızın kaside bölümlerine yer vermişlerdir.

Divan edebiyatında edibin bir hâmînin himayesinde sanatını icra etmesi yaygın bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır[2]. Şairin amacı otoriteye yakın olmak yahut otoriteye yakınlar vasıtasıyla yakınlık kurmaktır[3]. Bunun için şairin sermayesi şiiridir. Şair, yazdığı şiirini bir devlet adamına takdim ederek bugünkü anlamda yayınevinin ve telif ücretinin olmadığı bir dünyada eseri yoluyla hâmî ararken onun desteğiyle sanatsal faaliyetini devam ettirmeye çalışır (Kaplan 2017: 202-203). Bu sanatsal faaliyetin devam etmesinde ve hâmî-şair ilişkisinin kazan-kazan ilkesine göre sürmesinde kasidenin özel bir yeri vardır. Kaside etrafında oluşan caize geleneği, şiirin bir geçim kapısı gibi görülmesi, meslek hayatında ilerlemede vasıta olması şairi kaside yazmaya itmiştir. Ancak Vehbî’nin bu durum karşısında şiirlerinde bazı şikâyetlere rastlanmaktadır. Her şeyden önce şair, mevki sahiplerinin kapısında kaside gezdirilmesine, şiirin ticaret olarak görülmesine karşı çıkmaktadır. Hatta bu işi “cerr” geleneği gibi görür ki bu, divan edebiyatında pek rastlamadığımız bir tepkidir, kasidenin para vb. gelir kapısı gibi görülmesine bir karşı çıkıştır. Vehbî, bu amaçla şiir yazmayı, caize ümidiyle hareket etmeyi şaire yakıştıramaz.

Kasîde gezdirip bâb-ı ricâle

Tenezzül etmedim cerr ü sü’âle

 

Talebsiz yazmadım bir ferde târîh

Cihânda olmadım şâyân-ı tevbîh

 

Kasîde verdiğim erkân-ı fehhâm

Şehenşâh u vezîr ü şeyhü’l-islâm

 

Dahı vasf eyledim birkaç kibârı

Kibâr ammâ kibârın nâmdârı

 

Ma’ârif kadrin anlar ehl-perver

Güher-senc-i hüner zât-ı sühanver

 

Civân-merdândan ihsân u tahsîn

‘Arûs-ı nazma olmuş gerçi kâbîn

 

Velîkin düşmez erbâb-ı kemâle

Vesîle eylemek şi’ri sü’âle

 

Değildir câ’ize ümmîdi câ’iz

Gedâ-çeşmân sanarlar anı fâ’iz

 

Yakışmaz şâ’ire vâdî-i cerrâr

Budur erbâb-ı tab’a pek büyük ‘âr     (M. 7/30-38)

Vehbî’nin bu yaklaşımı caize geleneğine bir tepki gibi görülse de aslında bir tavra ve algıya yöneliktir. Her fırsatı kollayıp kaside ve tarih yazan, bunu devlet ricali arasında dilenci gibi gezdiren ve şiirin değerini düşürenlere yönelik bir tepkidir. Şair bu tepkiyi kaside-i kelâmiyyesinde de devam ettirmiştir. Burada tepki kasideden çıkıp tarih ve gazeli aynı işlevde kullananları da içine almıştır. Vehbî, dilenci meşrep ve dilenci mizaçlı kimselerin şiir yoluyla dilencilik yapmasına, şairi itibarsızlaştırmalarına, her olayı vesile bilip tarih yazmalarına, kapı kapı şiir dolaştırmalarına, herkese şiir takdim etmelerine, bayram vb. durumları fırsat bilip eski kasideleriyle nemalanmaya çalışmalarına karşıdır. Şairin bu tavrını aşağıdaki beyitlerinde görmek mümkündür:

Narhı altmışlığa indi hele târîhlerin

Pek ucuzlandı bu bâzârda kâlâ-yı sühan

 

Niçe nâ-ehl gedâ-tînet ü sâ’il-meşreb

Cerri sermâye eder eylese imlâ-yı sühan

 

Kalmadı şâ’ir ile farkı hemân cerrârın

Müntic-i cerr ü sü’âl oldu kazâyâ-yı sühan

 

Taldılar bâb-ı kibâra gazelim var diyerek

Oldu sâ’il kapısı dergeh-i vâlâ-yı sühan

 

Kim vefât etse kazıp seng-i mezâra târîh

Cönk ü tûmârın eder mahşere mevtâ-yı sühan

 

Hâsılı ‘âlemi târîh ile telvîs etdi

Niçe murdâr u mülevves hezeyân-lây-ı sühan

 

Câygâh oldu o kâğıdlara battâliyye

Her konakda bulunur bir iki torbâ-yı sühan

 

‘Îd-i nev gelse hemân köhne kasîde götürüp

Yeni eski bulur esbâb-ı ‘atâyâ-yı sühan

 

Eyleyip şi’ri varak-pâre-i imsâkiyye

Ramazânda tağıdır halka hedâyâ-yı sühan

 

Bu tarîk ile çöker sofra-i hulviyyâta

Nukl-i iftâra getirmiş gibi hurmâ-yı sühan

 

Şâ’iriz biz de deyü söylemeğe ‘âr ederiz

Oldu rüsvâ bu kadar sûret-i zîbâ-yı sühan    (K. 51/61-71)

 

Söylem olarak bakıldığında Vehbî’nin bu tepkisi yenidir ve bir reis-i şuaradan gelmesi bakımından da önemlidir. Bu daha önceki dönemlerin şiir algısına bir karşı çıkıştır. Ancak eylem olarak bakıldığında şairin söylemiyle çeliştiği görülmektedir. Vehbî, birkaç orijinal kasidesini saymazsak kasidelerini methiye türünde yazıp geleneksel kaside anlayışını devam ettirmiş bir şairdir. Vehbî, her durumun fırsat bilinip kaside yazılmasına ve bunların takdim edilmesine karşı görünmektedir. Ancak şairin divanında nevrûziyye, îdiyye, ramazâniyye, bahâriyye, cülûsiyye gibi farklı sebeplerle yazılmış kasideler vardır. Vehbî, III. Mustafa’nın, I. Abdülhamid’in ve III. Selim’in tahta çıkışlarında söz konusu padişahlara cülûsiyye yazmıştır. Hatta III. Selim’e saltanatının birinci yılında ve Mısır’da Napolyon’a karşı zafer kazandığında kaside takdim etmiştir. Vehbî, padişahların yanı sıra dönemindeki sadrazam ve şeyhülislamlara da birçok kaside yazmıştır. Şeyhülislam Mehmed Kâmil Efendi’ye tebrik-nâme yazan şair, Şeyhülislam Mehmed Es’ad Efendi’ye de sıhhat-nâme yazmıştır. Bunlar bir noktada şairin,

“Kasîde verdiğim erkân-ı fehhâm

Şehenşâh u vezîr ü şeyhü’l-islâm

 

Dahı vasf eyledim birkaç kibârı

Kibâr ammâ kibârın nâmdârı     (M. 7/32-33)”

 

beyitlerindeki söyleminin yansıması olduğu için şair eyleminde mazur görülebilir. Ancak caize ümidiyle yazan şairleri “cerrâr, gedâ, sâ’il” olmakla itham eden birinden mansıp kaygısıyla kaside yazmaması, kasidelerinde arz-ı hâlden uzak durup şikâyette bulunmaması beklenirdi. Vehbî’nin divanına bu doğrultuda bakıldığında mansıp için yazılan dört kasidesinin (K. 46, 47, 48, 49) olduğu görülmektedir[4]. Kasideler övgü şiiri olarak görülse de gelenekte bazen bir arzuhal gibi kullanılmıştır[5]. Vehbî’nin de birkaç kasidesi böyledir.

Vehbî, 5. kasidesinde hâlini arz edip şikâyette bulunur. Şair, 17. kasidesinde Eskizağra’da başına gelenlerden yakınır[6], kadılıktan atılınca da III. Selim’den mansıp ister[7]. Vehbî, 28. kasidesinde değerinin bilinmediğini söyler, 31. kasidesinde ise hem şikâyette hem de talepte bulunur. İran elçiliği esnasında hakkındaki jurnalle idamına karar verilince İstanbul’a dönüp affını isteyen bir kaside yazar. Sadrazam Derviş Mehmed Paşa’ya sunduğu 25. kasidesinde affını diler. Sadrazamdan piyade veya süvari mukabeleciliği mansıplarından birini talep eder. Sadrazam Darendeli Mehmed Paşa’ya yazdığı 27. kasidesinde hiç olmazsa eski görevi olan kadılığa iade edilmesini ister. Vehbî, Nef’î tarzında kasideler yazmasına rağmen 37 ve 42. kasidelerinin fahriyelerinde geleneksel anlayışı yansıtıp acziyetini itiraf eder. Bunların dışında 43, 50 ve 70. kasidelerinde de hâlini arz edip kasideleri vasıtasıyla himaye arar. Bu örnekler bize Vehbî’nin yukarıda dile getirdiğimiz şikâyetine ve tepkisine pek bağlı kalmadığını, kasidenin geleneksel işlevinden faydalanmaya çalıştığını göstermektedir. Şairin 50. kasidesinde geleneksel bakışın (felekten, talihinden, düşmanlarından, değerinin bilinmediğinden şikâyet; devlet adamlarının cömertliği, koruyuculuğu; şairin acziyeti, yardıma muhtaçlığı…) izlerini görmek mümkündür:

Varıp huzûruna hâlim ifâde eyler idim

Ne çâre kalmadı va’llâhi esb ü hidmetkâr

 

Bu ye’s ü hayret ile bî-mecâl olup kaldım

Derûn-ı hânede mânend-i sûret-i dîvâr

 

Şihâb-ı sâbıkı basdırdı şu’le-i âhım

Şerâre-pâş-ı felekdir bu âh-ı âteş-bâr

 

Eder semenderi hâkister âteş-i sînem

Lehîb-i havsala-sûz-ı ne’âmedir o şerâr

 

Makâm-ı râhat-ı ervâha bestedir gûyâ

Benim figânıma nisbetle nâle-i bîmâr

 

Siyâh-baht u perîşân u hâne-ber-dûşum

Bu rûzgârda mânend-i turra-i dildâr

 

Ne baht imiş meded Allâh bu baht-ı sengîn-hâb

Figân u rîziş-i eşkimle olmadı bîdâr

 

Tefe’’ül eyledim âsâr-ı nazm-ı ‘Örfîden

Bu kıt’a çıkdı hemân hasb-i hâl-i nâ-hemvâr

 

Cihân bigeştem ü derdâ ki hîç şehr ü diyâr

Nedîdeem ki fürûşende baht der-bâzâr

 

Zi-mancınîk-i felek seng-i fitne mî-bâred

Men eblehâne gürîzem der-âbgîne hisâr

 

Dıraht-ı gülşen-i ye’sim ki berg ü bârım yok

Tehî dü-dest-i ümîdim misâl-i dest-i çınâr

 

‘Aceb mi devr-i felek derd-i ser verirse bana

Kadîmi ‘illetidir çarh-ı seflenin devvâr

 

Elinde mihr ü mehi iki ser-nigûn kâse

Ne âb-ı şefkati ne katre-i mürüvveti var

 

Günâh imiş beli tahsîl-i ma’rifet bildim

Sezâ-yı ‘afv olamam eylesem de istigfâr

 

Metâ’-ı kâsid-i ‘irfâna sarf-ı ‘ömr etdim

Alır bulunmadı üstümde kaldı âhir-i kâr

 

Nolaydı ben de cihânda misâl-i kirpâsî

Tedârük etmiş olaydım bir iki top astâr

 

Hezâr gıbta o vaktin sühanverânına kim

Nedîme mâ’il olup derdi bir perî-ruhsâr

 

Nedîm nâmına bir şâ’ir-i cihân var imiş

Kemend-i zülfüme düşsün İlâhî ol tarrâr

 

Ne pîr-i meykede ne tâzeler alır gazeli

Zamânenin hüneri şimdi dirhem ü dînâr

 

Ne derde uğradı mürg-i perîde-baht-ı serim

Giyip hemân kafesi oldu kâlıb-ı destâr

 

Kalensöveyle geçinsin deyip verilmedi hiç

Ne mansıb u ne ze’âmet ne bir çürük tîmâr

 

Tedârük etdiğim eski metâ’-ı sâmânım

Revâ mıdır ki ola şimdi zîver-i bâzâr

 

Ricâl-i devlete lâyık mıdır ki ihvânı

Ola esîr-i mezellet zebûn-ı gayret ü ‘âr

 

Mahall-i gayret-i akrân degil midir ‘acebâ

Ki ola üstü Horasânî-kisvet-i cerrâr

 

Ocaklı zümresi yoldaş deyip çeker gayret

Olursa birisi dil-sûz-ı mihnet ü ekdâr

 

Bizim de kulluğumuz yok mu şâh-ı devrâna

Tarîkimizde bulunmaz mı bir hamiyyetkâr

 

‘İnâyetinle olursa cilâ-pezîr-i merâm

Kalır mı âyîne-i hâtırımda jeng-i gubâr

 

‘Aceb mi pertev-i şefkatle mihribân olsa

Kemîne-zerre-i nâçîze mihr-i pür-envâr     (K. 50/38-65)

 

Gazellerinde Bâkî, Sâbit ve Nedîm tarzını devam ettiren şair, kasidede Nef’î yolunu izlemiştir. Vehbî, Nef’î’nin yedi kasidesini tanzir etmiş, bir kasidesini tahmis etmiştir. Şair, kaside-i kelâmiyyesinin ilk doksan altı beytinde söze, şiire ve şaire dair düşüncelerini dile getirir, 97. beyitten itibaren ise fahriyeye geçer ve genç şairlere kendisini taklit ederek şiir yazmalarını tavsiye eder. Şiirinin vasıflarına dair birkaç beyte yer verdikten sonra ise kendisini divan edebiyatından Bâkî ve Nef’î, İran edebiyatından Örfî, Sa’dî ve Hâfız-ı Şîrâzî ile karşılaştırır, onlara karşı olan üstünlüğünü belirtir. Fahriyeden sonra iki beyitle girizgâh yapan şair tegazzül bölümüne geçer. Tegazzülden sonra sadrazamdan fahriyede bulunduğu için af diler ve maksadının şair geçinenleri terbiye etmek olduğunu söyler. Birkaç beyitlik methiyeden sonra son beyitte duaya yer vererek kasidesini tamamlar. Burada Vehbî’nin fahriyeyi öncelemesi, edebiyatımızda Nef’î tarzı kasidenin öne çıkan bir özelliğidir. Şair bu özelliğe 5. kasidesinde de yer vermiştir. Kasidenin ilk on bir beyti fahriyedir. Daha sonra girizgâh yapan şair 13. beyitten itibaren methiyeye geçer. Şair yirmi yedi beyit boyunca Sultan Mustafa’yı metheder, 41. beyitten 49. beyte kadar şikâyetini dile getirir, hâlini arz eder. Son iki beyitte duada bulunarak kasidesini tamamlar. Vehbî, Nef’î’ye nazire yazdığı 41. kasidesinde de Nef’î tarzında fahriye yapar. Şair söz konusu kasidesinde 43. beyitten 59. beyte kadar şairliğini över. Vehbî, tamamen methiye türünde olan kasidelerinde türün gereği kasidesine methiye ile başlamıştır. Şair bunların dışında kalan ve sefaret-nâme özelliği taşıyan kaside-i tannânesinde (K. 7) ilk otuz beş beyitte Sultan Abdülhamid’i methetmiştir. Vehbî bu kasidede Nef’î peyrevi olarak karşımıza çıkmaktadır. O, uygulamalarının yanı sıra söylemleriyle de Nef’î peyrevi olduğunu göstermiştir. Şair, Nef’î’yi ismen zikrettiği beyitlerinin bir kısmında onu izlediğini, onun tarzında şiir yazdığını beyan etmiştir:

Vâdî-i nâ-reftede böyle tekâpûlar nedir

Esb-i tab’ın pey-rev-i Nef’î-i bî-pervâ mıdır     (K. 31/16)

 

Kasîde söyledikçe tavr-ı Nef’îde yazar ammâ

Gazelde tab’ımın vâdîsi böyle tarz-ı âhardır     (K. 41/59)

 

Bir kısım beyitlerinde ise Vehbî, Nef’î’nin kendisini beğeneceğini belirtirken kendisinin ondan daha iyi bir şair olduğunu iddia etmiştir. Vehbî, Nef’î’nin yaşayıp kendisinin şiirinin parıltısını görmesi durumunda utanarak fahriyesini yakıcı ateşe atacağını belirtir. Aynı doğrultudaki başka bir beytinde ateş diliyle kendisini övenlerin başı olan Nef’î’nin üzerine, düşünce şimşeğinin her zaman ateşten bir kılıç çektiğini söyler. Bir beytinde Nef’îyi susturacağını söylerken başka bir beytinde de dilinin mana denizi olduğunu, şiiri Nef’î gibi süslü ibarelerle boğmadığını söyler.

Eger bâkî olup Nef’î göreydi tâbiş-i nazmım

Atardı şerm ile fahriyyesin hep nâr-ı sûzâna     (K. 7/99)

 

Çeker bir şu’leden şemşîr her dem berk-ı endîşem

Ser-i serbest-i fahr-ı Nef’î-i âteş-zebân üzre     (K. 15/61)

 

Bahr-ı ma’nâdır dilim yohsa hemân Nef’î gibi

Tumturak-ı lafza boğmam nazm-ı gevher-zîveri     (K. 23/59)

 

Mezâyâ-yı hayâlim muhtefî fehm-i Fehîmâdan

Sükût eylerdi Nef’î şimdi bâkî olsa dünyâda     (K. 49/40)

 

Vehbî, Nef’î’yi ismen zikrettiği beyitlerde onu geçtiğini beyan etmiştir. Bunların birinde Vehbî iddialı bir şekilde Nef’î’yi geçtiğinin herkesin malumu olduğunu, nükte sahiplerinin her kasidesinde kendisini Nef’î’ye üstün tuttuklarını vurgular. Başka bir beytinde şiirde at sürüp dizginini bırakması durumunda yokluk ülkesinin meydanının Nef’î’ye dar geleceğini söyler. Nef’î şaire söz kumaşını sunsaydı o zaman sözün kâr ve zararını anlayabilirdi. Vehbî öyle bir tüccardır ki şiirindeki cevhere olan talep Nef’î’nin şöhretine zarar verecektir.

Cümlenin ma’lûmudur Nef’îye gâlib olduğum

Nüktedânlar her kasîdemde ana rüchân bulur     (K. 18/38)

 

Gâhî edip ‘atf-ı ‘inân nazma olursam rahş-rân

Nef’îye teng olur hemân meydân-ı iklîm-i ‘adem     (K. 22/39)

 

Belki fehm eyler idi sûd u ziyân-ı sühanı

Gelse ‘arz eylese Nef’î bana kâlâ-yı sühan     (K. 51/101)

 

Ol hâceyim ki cevher-i nazmımdaki revâc

Nef’înin iştihârına kesr ü ziyân verir     (K. 70/49)

 

Bu beyitler bize hem eylem hem de söylem olarak Vehbî’nin Nef’î’yi izlediğini göstermektedir. Ancak Vehbî’nin kaside tarzında farklı uygulamaları da vardır. Vehbî, kasidelerinde büyük oranda tüm bölümlere yer vermiştir. Şairin bu kasidelerinde tegazzülün yerinin sık sık değiştiği görülmektedir. Gelenekte daha çok methiyeden sonra görülen tegazzül Vehbî’nin dört kasidesinde de (K. 31, 42, 44, 49) böyledir. Bir kasidesinde (K. 30) ise tegazzül nesipten sonra yer almıştır. Ancak Vehbî tegazzüldeki bu genel temayüle tam uymamıştır. Şair, tegazzüle daha çok fahriyeden sonra yer vermiştir. Şairin on üç kasidesinde (K. 7, 8, 15, 18, 23, 34, 37, 38, 39, 41, 43, 45, 51) tegazzül, fahriyeden sonra yer almıştır. Vehbî’nin kasidelerinde görülen başka bir özellik de sık sık girizgâha yer vermesidir. Örneğin 39. kasidesinde şair 34 ve 35. beyitlerde girizgâh yaparak methiyeden fahriyeye geçer. Şair, 53. beyitte tekrar girizgâh yaparak tegazzül bölümüne geçeceğini haber verir. Vehbî, 60. beyitte duaya geçerken de girizgâha yer verir. Şair 41, 42 ve 45. kasidelerinde de üç defa girizgâh yapmıştır. Vehbî, kasidelerinde herhangi bir bölümden herhangi bir bölüme geçerken girizgâh yapmıştır.

Gazel ve kıt’alarında musammat kafiyeye yer veren şair, kasidelerinde de bazen musammat kafiyeye yer vermiştir. Şairin 20 ve 22. kasideleri musammat kasidedir. Vehbî, kasidelerinde tazmin beyitlere de yer vermiştir. Şair, 21. kasidesinde kendisinden önce reis-i şuaralık yapan Seyyid Vehbî’den tazmin yaparken, hem 38 hem de 50. kasidesinde İranlı şair Örfî’den tazmin yapmıştır. Vehbî iki kasidesinde (K. 17 ve 23) III. Selim adına muammaya yer vererek bir değişiklik yapmıştır[8].

Vehbî’nin bazı kasidelerinin geleneksel kaside anlayışından farklılıklar taşıdığı görülmektedir. Bu farklılıklar, şairin kasideyi tür olarak algıladığı ve kıt’ayı kasideye yaklaştırdığı örneklerde daha fazla görülmektedir. Şairin tarihleri ve kasideleri arasında methiye ve tarih düşürmeden kaynaklanan yakınlıklar görülmektedir. Vehbî, 4. kasidesinde Sultan III. Selim’in veladetine, 14. kasidesinde ise Sultan III. Selim’in cülusuna tarih düşürür. Şair, 20. kasidesinde Sultan III. Selim’in saltanatının ilk yılına tarih düşürür. Şairin 23, 44 ve 45. kasideleri de tarih mısraları içermektedir. Bu şiirlerin tamamı kaside nazım şekli ile yazılmış şiirlerdir. Şairin kasideler bölümünde yer alan bazı şiirleri ise kıt’a nazım şekliyle yazılmıştır. Şairin kasideler bölümündeki 13. şiiri kıt’a nazım şekliyle yazılmış 25 beyitlik bir şiirdir. Şair, bu şiirinde Nemçe (Avusturya) ile yapılan Muhadiye Boğazı savaşına yer vermiştir. Şiirin son beytinde de bu savaşa tarih düşürmüştür. Bu şiir klasik bir kasidede yer alan bölümleri ihtiva etmemektedir. Şair kasideler bölümünde yer alan 14. şiirinde de tarihî bir olaya yer verip Nemçe’nin bozguna uğratılmasını anlatmıştır. Kıt’a nazım şekliyle yazılan 41 beyitlik bu şiirin ise bir kasidede yer alan klasik bölümleri ihtiva ettiği görülmektedir. Vehbî, bu şiirinin ilk on dokuz beytinde methiyeye her vermiş, 20. beyitten itibaren savaşı anlatmıştır. Şair, 32. beyitte girizgâh yaptıktan sonra tegazzüle geçmiştir. İki beyitle fahriye, bir beyitle dua yapan şair, 41. beyitte bu tarihî olaya tarih düşürmüştür. Görüldüğü gibi bu şiirin klasik bir kasideden hiçbir farkı yoktur ancak kıt’a nazım şekli ile yazılmıştır. Vehbî’nin divanında tarih bölümünde yer alan bazı şiirleri de kaside nazım şekli ile yazılmıştır. Şairin tarihler bölümünde yer alan ilk şiiri kaside nazım şekli ile yazılmış, tarih mısraı barındıran bir methiyedir. Dördüncü şiir, şairin Sultan Abdülhamid’in tahta çıkışına tarih düşürdüğü, methiye ve dua bölümleri bulunan bir kasidedir. Vehbî, 20. şiirinde Es’âd-zâde’nin oğlunun Galata kadısı olmasına her mısraı tarih olan on üç beyitlik bir şiir yazmıştır. Bu şiir, methiye ve dua bölümleri de ihtiva etmekte olup kaside nazım şekliyle yazılmıştır. Şairin 22. şiiri de kaside nazım şekli ile yazılmış, methiye ve dua bölümleri bulunan 15 beyitlik bir şiirdir. Şair, bu şiirinde son beytin her iki mısraında tarih düşürmüştür. Vehbî’nin 23. şiiri de methiye ve dua bölümleri içermektedir, hatta şair dua bölümüne geçişi girizgâh ile haber vermiş, tarihi de dua beytinde düşürmüştür. Bu 11 beyitlik şiir kaside nazım şekliyle yazılmıştır. Her iki şiirde Defterdar Ömer’in hanesine tarih düşürülmüştür. Şairin 24. şiiri de Cihân-zâde’nin hanesine tarih düşürülen bir kasidedir. Vehbî’nin tarih bölümünde yer alan bu şiirleri kaside-i beççe görünümündedir. Bu şiirlerin beyit sayıları az olup şiirler yalnız methiye ve dua bölümleri içermektedir. Ancak bu bölümde yer alan 35. şiir beyit sayısı bakımından diğerlerinden ayrılmaktadır. Şair, methiye türünde bir kaside olan bu şiirinde Sultan III. Selim’in Napolyon’a karşı kazandığı zafere ve Mısır’ın fethine tarih düşürmüştür. Şair bu kasidesinin kırk dokuz beytinde zaferi anlatırken sultanı da methetmiştir. Methiyeden sonra fahriye yapan şair birkaç beyitle de sultana hâlini arz etmiş, dua ile kasidesine son vermiştir. Vehbî’nin bu şiiri tarihler arasında yer alan bir kasidedir.

Vehbî’nin tarih bölümünde yer alan bazı şiirleri ise kıt’a nazım şekliyle yazılmış olmasına rağmen kasidenin temel iki bölümü olan methiye ve dua bölümlerini içermektedir. Bu bölümde yer alan 8, 11, 12 ve 16. şiirler böyle bir özellik göstermektedir. Hatta şair bu şiirlerin üçünde girizgâh da yaparak hangi bölüme geçtiğini söylemiştir. Bu şiirler kıt’a nazım şekliyle yazılan ve tarih düşürülen methiye türünde kıt’alar olarak kasidenin özelliklerini taşımaktadır. Bu bölümde yer alan 34. şiir, bu şiirlere göre daha uzun bir kıt’adır. Yirmi bir beyitlik bu şiir musammat bir kıt’adır. Şair, bu musammat kıt’ada Mısır’da kazanılan zafere tarih düşürmüştür. Şiirin ilk on yedi beyti methiye, sonraki iki beyit dua, son beyti tarih beytidir.

Vehbî’nin geleneksel kaside tarzından bazı farklılıklar taşıyan dört kasidesi vardır. Bunlardan ikisi kaside-i tayyâre ve kaside-i tannâne ismiyle maruf kasidelerdir. Vehbî, bu iki kasidesini üstlendiği vazifeye binaen yazmıştır. Her iki kaside vakâyi-nâme şeklinde tasarlanmıştır. Beyzadeoğlu (1991), tematik bakımdan bu kasideleri yeni bulurken Özgül (2006: 212), bu kasidelerin beliğ olmaktansa tebliğci olmayı yeğleyen bir anlayışla yazıldığını, bir raporu andırdığını söyler. Bu iki kaside de klasik bir kasidenin bölümlerini ihtiva etmektedir. Kaside-i tannâne, Vehbî’nin 1776’da İran’a elçi olarak gittiğinde yazdığı bir sefâret-nâmedir, aynı zamanda bir olaya dair hazırladığı rapordur[9]. Şair, Bağdat valisi ile İran meliki arasındaki problemleri çözmek için görevlendirilmiştir. Vehbî, hazırladığı raporda Bağdat valisi Ömer Paşa’nın suçlu olduğunu bildirmiştir. Vehbî’nin tahriratından haberdar olan Ömer Paşa, Vehbî’nin İran meliki Zend Kerim Han’la dost olduğunu, devletin menfaatlerini hiçe saydığını, bir dizi ahlaksız işler yaptığını karşı bir raporla bildirmiştir. Sultan Abdülhamid, Vehbî’yi görevinden alıp idamına hükmetmiştir[10]. Vehbî de bunun üzerine bu kasideyi kaleme almıştır. Kaside bahsedilen yazılış sebebinden dolayı bazı farklılıklar taşımaktadır. Vehbî, Ömer Paşa’nın kendisine yönelik suçlamalarına cevap olması bakımından kasidesinde özel bir düzenleme yapmıştır. Bu doğrultuda şair kasidesine sadece sultanı değil hanedanı ve Osmanoğullarını da överek başlar. Böylece padişaha nasıl bir hanedanın tebaası olduğunu bildiğini gösterir[11]. Bu dokuz beyitlik girişten sonra şair, Sultan I. Abdülhamid’in övgüsüne yer verdiği methiye bölümüne geçer. Bu bölümde de bilinçli bir şekilde sultanın İran şah ve mitolojik kahramanlarına olan üstünlüğünü vurgular. Bu yolla şair, İranlılarla bir gönül bağının olmadığını göstermeye çalışır. Vehbî 35. beyte kadar devam eden methiyeden sonra kasidesini farklı kılan sefâret-nâme kısmına geçer. Bu kısmı oldukça uzun tutan şair, bu kısımdaki bazı beyitlerde İran’ı küçültürken Osmanlı Devleti’ni ve padişahı ön plana çıkaran yönlere yer verir. Vehbî, bu bölümde oldukça canlı bir tasvirle İran melikinin huzuruna çıktığında üzerinde olan kıyafeti, bu kıyafete meclistekilerin hayran hayran bakışını, padişahın namesini nasıl takdim ettiğini, melikin bunu nasıl teslim aldığını, melikin meclisinde nasıl davrandığını, Acemler üzerinde nasıl bir etki bıraktığını anlatır. Şair, söz ve davranışıyla padişahı layıkıyla temsil ettiğini ve padişahın sözüne göre davrandığını özellikle belirterek suçlamalara cevap verir, görevini padişahın buyurduğu şekilde layıkıyla yaptığını vurgular[12]. Vehbî bu kısımda yer yer İran ile Osmanlı mukayesesi yapmıştır. Şair, bu mukayeseler ile âdeta padişaha kendisinin, saltanatının ve devletinin İran’a ve melikine üstünlüğü ortada iken ben neden tenezzül edip onlara teveccüh göstereyim demektedir. Bu bölümde kimi zaman methiye de yapan şair, 85. beyitten itibaren fahriyeye, 104. beyitten itibaren de tegazzül bölümüne geçer. Şair tegazzül bölümünü de olaya ve suçlamalara binaen bilinçli bir şekilde kurmuş, şiirde buna göre bir muhteva oluşturmuştur. Şair, gazelde bahsettiği güzelin üstün yönlerini birtakım coğrafyalar ile teşbihe dayalı bir kıyaslama yaparak vurgulamıştır. Bu doğrultuda Hind, Keşmir, Hoten, Aden, Ken’an, Bedehşan, Ferhar, Çin, Sind, Kâbil, Kızılelma, Portekiz, Semerkand ve Kandehar’a yer vermiştir. Tegazzülden sonra girizgâh ile duaya geçen Vehbî, kasidesini bir yenilik yaparak tamamlamıştır. Şair, kasidesine farklı bir kafiye ve vezinde bir beyit ekleyerek Zend Kerim’in cömertliklerine bel bağlamadığını söylemiştir. Vehbî kendisine yönelik suçlamalara cevap olması amacıyla bu kasidesinde muhtevayı ve bölümleri özenle hazırlamıştır. Kaside bu yönüyle bir farklılık taşımaktadır. Bu kasidede Vehbî’nin başka bir yönünü daha görmek mümkündür. Vehbî, hünere dayalı uygulamaları, fikrî uğraşları seven bir şair olarak bu kasidesinde özel isimler etrafında bol bol cinas yapmıştır. Vehbî’nin üslubunda cinasın ve ihamın özel bir yeri vardır. Şair sık sık cinasa ve ihama başvurmuştur. Vehbî’ye göre sözün edasını güzelleştirmede cinas ve iham çeşitlerinin özel bir yeri vardır:

Kudretin kalmadı mı hüsn-i edâ-yı sühane

Yohsa bilmez misin envâ’-ı cinâs u îhâm     (K. 17/4)

 

Vehbî’de tekrara dayalı sanatlardan cinas büyük bir önem arz etmektedir. Zira şairin hem şiirde fikrî uğraşı sevmesi hem de ahenge önem vermesi bu sanata sıkça yer vermesinde etkili olmuştur. Cinas lafza ait bir sanattır. Söze anlam yönünden katkı sağlar. Cinasın biri ses, diğeri anlam olmak üzere iki yönü vardır. Cinas, söze ahenk katarken kişiyi de zihnî bir faaliyetin içine çekerek ona estetik bir zevk verir (Mum 2006: 153). Ses ile mananın ideal bir birleşimi olan şiirde cinas sadece fikri uğraş mahsulü bir sanat değildir. Zira cinas aynı zamanda şiir dilinin etkileyicilik ve kalıcılık sağlayan özelliklerinden biridir. Dilin ses yönü ile ilgili bir husus olan cinas, ses tekrarını en iyi sağlayan ve hissettiren sanatlardandır (Saraç 2007: 248). Cinas hem göze hem kulağa hitap ederek şiire güzellik katar, şiir böylece renk, ses ve akıcılık kazanır (Öztoprak 1999: 155).

Vehbî, bu kasidesinde cinasın mürekkeb, nâkıs, lâhık gibi birçok türüne yer vermiştir[13]. Şair, kasidesinin farklı beyitlerinde cinaslı kelimeleri çoğunlukla art arda sıralamıştır. Beyitlerde cinası oluşturan kelimelerden biri özel isim olup şair bu özel ismi ses tekrarı yoluyla vurgulamak için cinas yapmıştır[14]. Şair bu uygulamasıyla aynı sesleri barındıran kelimeleri kullanmayı yeğlediğini göstermektedir.

Ferîdûn dûndur sad mertebe ol ferr ü haşmetden

Te’âlâ’llâh nedir bu saltanat tarz-ı mülûkâne     (K. 7/6)

 

O dergehde Sikender sâkin-i der olmağa tâlib

Nice reşk etmesin Dârâ bu dârât u bu ‘unvâna

 

Tururlar Safder ü Âsaf gibi sad bende saf-der-saf

Gelir Tîmûr mûr-âsâ o dergâh-ı Süleymâna     (K. 7/8-9)

 

Keyânı mâkiyân ‘addeyleyip Sîmurg-ı iclâli

Hümâ-yı şevketi sâye-figendir fark-ı şâhâna

 

Cüdâ eyler serinden bîm-i tîgi hûşHûşenki

‘Aceb nermî verir darbı dil-i saht-ı Nerîmâna

 

Geçip ser-keşliginden Çârlar Çâsârlar nâçâr

Ederler ser-fürû ol tîg-i âteş-tâb u berrâna

 

Hezârân Nâdiri ma’dûm eder şemşîr-i hûn-hârı

Gürîzân olsa da farzâ Horâsâna hirâsâne

 

Zihî kerrâr-ı savletdir ki tâb-ı pençe-i kahrı

Mükerrer üstühân-ı Erdeşîre erdi şîrâne

 

Tehemten töhmetin ikrâr eder lâf-ı şecâ’atde

Görürse resm-i Rüstem üzre perhâşın dilîrâne     (K. 7/12-17)

 

Minûçehrin solar gül çehresi bîm-i sîtîzinden

Ne dem Efrâsyâb-âsâ girerse rezme merdâne

 

Hemân sersâm u bî-sâmân olup kârı ola zârî

Rüsûm-ı kârzârın Sâm görseydi mehîbâne     (K. 7/26-27)

 

Sen ol Ferruhruh u yektâ-süvâr-ı esb-i devletsin

Piyâde leşkerin mât eylemiş sad şâhı ferzân

 

Hülâgûlar helâk-i ceng-i Cengîzî-sitîzindir

Bilirler Kahramânlar bîm-i kahrın kâr eder câna

 

Şikest eyler ser-i Fagfûru bir kâse gibi darbın

Hücûm-ı leşker-i hışmın kılar Îrânı vîrâne     (K. 7/29-31)

 

Dil-i Cem leşkerin cemm-i gafîrinden şikest olmuş

Kırıp peymânesin gelmiş kapunda ‘ahd u peymânı

 

Zinâ vu fitne vü bed-zindegânîsin edip itfâ

Atarsın gûşe-i kahrında Zendi zinde zindâna     (K. 7/33-34)

 

Geçip Lâhûr u mâhûru ‘Acemde söyledim vasfın

Nihâvend ü ‘Irâk u Isfahânda nagme-sencânı     (K. 7/39)

 

Horâsân iline işrâb ederken âb-ı şemşîrin

Ser-âgâz etdiler Efgâniyân feryâd u efgâna

 

Mübârek nâme-i nâmî ile Şîrâza ‘azm etdim

‘Aceb şîrâze-bend oldum o evrâk-ı perîşâna     (K. 7/41-42)

 

Ne söylersem bana Bürhân-ı Kâtı’ oldu şemşîrin

Niçe ser-keşlik etsin müdde’îler öyle bürhâna

 

‘İbâd-ı dergehin fahr etse lâyık İbn-i ‘Abbâda

Ki ednâ bendenin sâmânı gâlib Âl-i Sâmâna     (K. 7/52-53)

 

Melikşâhın Nizâmü’l-mülküne rüchânı zâhirdir

Seni Hak mâlik etmiş öyle bir destûr-ı zî-şâna     (K. 7/56)

 

Mü’ekkel eylesen bir bendeni şemşîr-i kahrınla

Müşâbih eyler Âzerbâycânı cism-i bî-câna

 

Düşer teb-lerze bîm ü dehşetinden ehl-i Tebrîze

Bıraksan germî-i hışmından âteş semt-i Kirmâna

 

Hudâvendâ senin füshat-sarây-ı mülküne nisbet

Hemân Mâzenderân zindândır Kâşân kâşâne     (K. 7/60-62)

 

Vehbî’nin kaside-i tayyâre olarak bilinen şiiri de bazı yönlerden yenilikler taşımaktadır[15]. Klasik bir kasidenin tüm bölümlerini ihtiva eden bu şiir kaside-i tannâne ile birlikte şairin orijinal şiirlerinden biridir. Kaside-i tannânede olduğu gibi kaside bölümlerinin duruma uygun özel bir şekilde düzenlendiği görülmektedir. Vehbî, kaside-i tannânesinde olduğu gibi kasidesinin giriş kısmına hanedanı, Osmanoğullarını överek ve onların adalete verdikleri önemi vurgulayarak başlar. Daha sonra kaside-i tannânesinde olduğu gibi methiye bölümüne geçer. Yedinci beyitten itibaren Sultan I. Abdülhamid’i övmeye başlayan şair methiyeyi 26. beyte kadar devam ettirir. Bu beyitten itibaren olaya geçer. Şahin Giray’ın yakalanmasında oynadığı rolü anlatır. Elli dördüncü beyitten itibaren tekrar methiyeye geçen şair, kaside-i tannânesinde olduğu gibi olayı anlatırken yer yer sultanı metheder. Şair, 62. beyitten itibaren acziyetini söyler, hâlini arz eder, mansıp talebinde bulunur. Geleneksel fahriyeleri hatırlatan bu bölümü şair 71. beyitte girizgâh yaparak sona erdirir ve tegazzüle geçer. Tegazzül bölümünde de manaya uygun lafız seçen şair kaside-i tannânesindeki kurguyu burada da uygular. Kaside-i tannânesinde yer isimleri etrafında güzeli anlatıp onun güzellik unsurlarını teşbih-i tafdil yaparak ortaya koyan şair, kaside-i tayyâresinde ise çeşitli kuş isimleri etrafında (şairin deyimiyle kuş diliyle) gazelini oluşturur. Tegazzülden sonra girizgâh yaparak duaya geçen şair beş beyitlik bir dua bölümüyle kasidesini sona erdirir.

Vehbî’nin bu şiiri geleneksel kaside muhtevasının dışındadır. Bu kaside de kaside-i tannâne gibi vakâyi-nâme tarzındadır. Şair, Şahin Giray’ın akıbetini anlatırken şiirini âdeta sultana sunulacak bir rapor tarzında oluşturmuştur. Bu kasidede görülen başka bir özellik ise olaya dayalı özel bir lügatin kullanılmış olmasıdır. Şair birçok beyti kuşla ilgili kelimeler kullanarak kurmuştur. Zira kaside Şahin Giray’ın yakalanıp cezalandırılmasını anlatmaktadır. Şair de “şahin” isminden hareketle manaya uygun lafzı seçmiştir. Vehbî şiirinde yaptığı yeniliğin farkında bir şair olarak şiirini vakâyi-nâme tarzında düzenlediğini söyler. Kasidesinde görülen diğer bir yeniliğe de kendisi işaret eder. Bu şiirine “tayyâre” denilmesinin uygun olacağını zira kuş dilince ifade ve olaylarla şiirini kurduğunu belirtir.

Tasannu’ etmeyip ancak vakâyi’-nâme tarzında

Getirdim silk-i imlâya bu nev-nazm-ı güher-bârı

 

Sezâdır vasf-ı şâhîde bu nazma dense tayyâre

Ki böyle kuş dilince eyledim ta’bîr ü tezkârı     (K. 8/66-67)

 

Vehbî’nin şiirlerinde üsluba dair zikredilmesi gereken önemli hususlardan birisi şairin kelimelerin farklı anlamlarından faydalanarak kelimeler arası türlü anlam ilişkileri kurması, bu yolla beytin anlam çağrışımlarını artırmasıdır. Bu doğrultuda Vehbî cinastan sonra iham ve tevriye gibi sanatlara da fazlaca yer vermiştir. Tevriye ve iham şairin takipçisi olduğu Bâkî’de de yoğundur. Aslında klasik üslupla şiir yazan şairler bu iki sanatla birlikte tenasübe de sıkça yer vererek kelimeler arası anlam ilişkilerinden faydalanmayı amaç edinmişlerdir. Şair, bir beytinde tenasüp sanatıyla lafız ve mana münasebeti sağladığını söylemektedir:

Tenâsüb san’atıyla hâmesin der-dest edip Vehbî

Yine ma’nâyı lafza lafzı ma’nâya yakışdırmış     (G. 123/7)

 

Vehbî’nin kaside-i tayyâresi bu yönüyle de ön plana çıkan bir şiirdir. Şu iki beyit kasidenin bu yönünü göstermektedir. Vehbî, hain ve isyankâr Şahin Giray’ın Rodos’ta bağı mesken eylediğini, kendisinin o çakır gözlü hilekârı yakalayarak kaleye hapsettiğini söylemektedir. Bu beyitte iham, tevriye, cinas gibi birçok sanat iç içedir. Şair, evvela bağı/bâğî arasında cinas yapmıştır. Şahin Giray’ın isminden hareketle şiirini âdeta kuş lügatiyle kuran şair mana-lafız münasebetine dikkat etmiştir. Bu doğrultuda Şahin Giray’ın mekânının bağ olduğu, orayı mesken tuttuğu söylenmiştir. Zira kuşlar bağ ve bahçelerde yaşar. Şair, onu yakalayıp kaleye hapsetmiştir. Burada kale akla bir kafes tasavvuru getirmektedir. Şair, “çakır” kelimesinin anlamlarından hareketle türlü anlam ilişkileri kurmuş, beytin anlam çağrışımlarını artırmıştır. Şair, çakırın “hırsız, yankesici” anlamıyla Şahin Giray için kullandığı mekkâr (hilekâr) kelimesi arasında anlam ilişkisi kurarak iham yapmıştır. Bu kelime göz rengi için bir sıfat olarak da kullanılmaktadır. Şair, böylece Şahin Giray’ın açık mavi, ela gözlü olduğunu da söylemiştir. Şair kelimenin “doğan ile atmaca arası bir av kuşu” anlamıyla da şahin arasında ilişki kurmuştur. Beyitte bahsedilen kişi Şahin Giray’dır. Şair de bu isimle mana münasebeti kurabileceği kelimeleri seçmiştir.

Rodosda bâğı mesken eylemişdi bâgî-i hâ’in

Getirdim kal’a-bend etdim o çakır gözlü mekkârı     (K. 8/32)

 

Vehbî aynı kasidesinin başka bir beytinde de kelimeler arasında türlü anlam ilişkileri kurmuştur. Bu beyitte “toy, dâm, per ü bâl, çeng, minkâr” kuşlarla ilgili kelimelerdir. Kelimelerin farklı anlamlarından faydalanan şair, lafız-mana münasebetini kurarken anlam çağrışımlarını da artırmıştır. “Toy” ziyafet, düğün, şölen gibi anlamlara gelmektedir. Şair bu anlamlar doğrultusunda Şahin Giray’ın toy tertipleme arzusuyla hareket ederken tuzağa düştüğünü söyler[16]. “Toy” aynı zamanda kızıl tüylü bir kuş türü, yabankazı için de kullanılan bir kelimedir. Kelimenin bu anlamıyla beyte yaklaştığımızda Şahin Giray’ın toy kuşu gibi havada gezerken tuzağa düştüğü de söylenmektedir. “Hevâ” kelimesini hem arzu, istek hem de hava anlamıyla kullanarak tevriye yapan şair, ikinci mısrada “çeng” ve “minkâr” kelimelerini de farklı anlamlarını kastedecek şekilde kullanmıştır. “Çeng” pençe, “minkâr” yırtıcı kuşların gagası demektir[17]. Şair, tuzağa düşen toyun kanadının, pençe ve gagasının kırıldığını söylemektedir. Ancak kelimelerin diğer anlamları düşünüldüğünde şairin Şahin Giray’ın hâlini kolu kanadı kırılmak deyimi etrafında anlattığı görülmektedir. Şair böylece Şahin Giray’ın çaresiz kaldığını vurgulamıştır. “Çeng” aynı zamanda bir çalgı aletinin ismidir. Kırılan Şahin Giray’ın çengi aletidir. İlk mısrada onun bir ziyafet, şölen tertip etmek istediği söylenmişti. Şair, Şahin Giray’ın çenginin kırıldığını söyleyerek onun eğlencesinin bittiğini de belirtmiştir. “Minkâr” kelimesinin de diğer anlamı taşçı kalemidir. Şahin Giray’ın bu kalemi de tuzağa düşünce kırılmıştır. Görüldüğü gibi Vehbî şiirde kelimeleri oldukça dikkatli bir şekilde seçmiş, lafız-mana münasebetini kurmayı, tenasüplü söz söylemeyi esas almıştır. Vehbî’nin klasik üslup içinde değerlendirdiğimiz bu yönü onun için bir yenilik değildir ancak bir kasidede muhtevayı buna dayalı oluşturmak başka bir ifadeyle kasidedeki olaya ve kişiye uygun sözcükler seçip anlam ilişkileri kurmak onun üslubunun önemli bir yönü olarak bir farklılıktır.

Toyun düzmek hevâsında gezerken düş olup dâma

Şikest oldu per ü bâli kırıldı çeng ü minkârı     (K. 8/27)

 

Vehbî, kaside-i tayyârenin birçok beytinde anlam-muhteva-sözcük ilişkisi kurup iham, tevriye ve tenasüp sanatına yer vermiştir. Aşağıdaki beyitler bu kasideden alınmıştır:

Piristû-beççeler mâr-ı siyehden ihtirâz etmez

Cihânda ‘adli men’ etmiş rüsûm-ı cevr ü âzârı

 

Hümâ-yı bî-himâl-i himmeti zîr-i cenâhında

Eder âsûde-i zıll-i himâyet cümle aktârı

 

Dilerse matbah-ı kuş-hânesinden bezl-i ni’metle

Eder dil-sîr-i envâ’-ı ni’am şâhân-ı emsârı

 

Eğer sîmurg-ı ‘adli almayaydı zîr-i şehbâle

Şikest eylerdi devrân beyza-i nüh-çarh-ı devvârı

 

‘İkâb-ı pençe-i şehbâz-ı kahrı ıztırâbından

Felek evcinde Nesr-i Tâ’ire dehşet olur târî

 

Hisâl-i Ca’fer-i Tayyârî var ‘Ankâ-yı zâtında

Çıkarmış âşiyânından niçe ‘ayyâr u tayyârı

 

‘Adû-yı tîre-rûyu bir uçar kuş olsa da farzâ

Olur çengâl-i bâz-ı kahrının elbet giriftârı

 

Hevâdan indirip ez-cümle şehbâl-i kerâmetle

Kafes-bend eyledi Şâhîn Girây-ı nâbe-hemvârı

 

Toyun düzmek hevâsında gezerken düş olup dâma

Şikest oldu per ü bâli kırıldı çeng ü minkârı

 

Nevâl-i saltanatdan kuş südüyle beslenip âhir

Kımız içdikçe izhâr eyledi küfrâne inkârı

 

Ni’am-perverde-i Rûsum deyü söylerdi bî-pervâ

Bir iki gün yiyip içmekle hûk u hamr-ı küffârı

 

Giyip kuzgun siyâhı câmeler râhib gibi sanmış

Teşebbüs edecek esbâbdır esvâb-ı füccârı

 

Nikâb ile ‘uyûbun setre sa’y eylerdim ammâ kim

Yüzünden perde sıyrıldı beyâna çıkdı esrârı

 

Rodosda bâğı mesken eylemişdi bâgî-i hâ’in

Getirdim kal’a-bend etdim o çakır gözlü mekkârı

 

Keyânî ‘add ederken kendisin Bermâkiyân buldu

Gelince gûşuna bang-i horûs-ı subh-ı bîdârî     (K. 8/19-33)

 

Hezârân Mantıku’t-tayr okudum çıkmam dedi âhir

Kanat saldı görince darb-ı top-ı heft-kantârı

 

Sanardı kendiyi şâhîn güncişk oldu havfından

Görünce karakuşlar gibi sayyâdân-ı hun-hârı

 

Amân hıfz-ı cenâh-ı merhamet eylen deyip ol dem

Gurâb-ı rû-siyâh-âsâ ederdi nâle vü zârî     (K. 8/38-40)

 

Kelâg u zâg sandım ana nisbet bu galîvâjı

Kanadın kuyruğun yoldum bilindi hadd ü mişvârı     (K. 8/44)

 

Eğerçi mürg-i zeyrek zannederdi kendisin ammâ

Tahammül eylesin tutdum duzağ ile o ferrârı     (K. 8/46)

 

O tâvûsü’l-cahîmi tâ’ir-i meş’ûmdur bildim

unca mürg-i cânı zevk ü şâdî tutdu aktârı

 

Feleklerden melekler de anı recm eyleyip gûyâ

Ebâbîl-i felâket başına yağdırdı ahcârı     (K. 8/49-50)

 

Beşâret-gûne kâğıdlar uçurdum dergeh-i ‘adle

Kebûterle itâre etdim ahyâra bu ahbârı     (K. 8/53)

 

Ne kuşlar kondururdum gül-nihâl-i vasfına ammâ

Felek âvâre-i gam eyledi mürgân-ı efkârı     (K. 8/62)

 

Kazâ hükmünce kahr-ı dehr ile tayyu’s-sicill-âsâ

Belî tayy eylemişdim çok zamân tûmâr-ı eş’ârı     (K. 8/64)

 

Sezâdır vasf-ı şâhîde bu nazma dense tayyâre

Ki böyle kuş dilince eyledim ta’bîr ü tezkârı     (K. 8/67)

 

Yine sayd eyledim bir ‘işve-bâzkebg-reftârı

‘Acâyibden şikâr aldım desem şâyestedir bârî

 

Temâşâya çıkar kumrî ser-i serv-i çemân üzre

Tezerv-i hoş-hırâmım gâhî geşt etse çemenzârı

 

Müsellem turna telli isperi bir yavrıcakdır kim

Uçurdum mürg-i ‘aklım çâre yok oldum hevâdârı

 

‘Aceb âyîne-i devrânda görmüş var mıdır bilmem

Şeker leblerle böyle tûtî-i şîrîn-güftârı

 

Sabâ ile vezân etdim Sebâya Hüdhüd-i şevki

Getirseydi dile bârî peyâm-ı vuslat-ı yârı

 

O süglün gibi şûhun cünbişinden bî-karâr olmuş

Meger bîhûde bîhûde sanardım nâle vü zârı     (K. 8/72-77)

 

Vehbî’nin Şeyhülislam Pîrî-zâde Sahib Osman Efendi’ye sunduğu 23 beyitlik kasidesi de şairin farklı kasidelerinden biridir. Vehbî, bu kasidesinde çoğu Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan “sarf, nahiv, belagat, tefsir, hadis, fıkıh, kelam, akaid, mantık” alanlarında kitap isimlerine telmihte bulunmuştur. Şair, kasidesinin başlığında da “der-sitâyişkârî-i müşârün ileyh be-telmîhât-ı esâmî-i kütüb” bu hususu belirtmiştir. Bu kaside de Vehbî’nin hem meslek hayatının hem de şairliğinin ayırt edici yönünün yansımasıdır. Kadılık mesleğine girmeden önce bir dönem müderrislik de yapan Vehbî (Yenikale 2012: 13), bu kitapların birçoğunu oku(t)muş olmalıdır. Vehbî’nin şiirlerinde tevriye ve ihamın yerine daha önce değinilmişti. Bu kaside de şairin edebî sanatlardan bilhassa tevriye ve ihamı önemsemesinin bir yansımasıdır. Şair, kasidesini bir şeyhülislama takdim etmiştir. Methedilen kişi ilmiye sınıfının başında yer alıp bir dönem medreselerde müderrislik yapmış biri olunca memduhun da bildiği medreselerde okutulan İslamî ilimlere dair birçok esere yer verilmiştir. Vehbî, bu eserde kitap isimleriyle çeşitli söz ve anlam oyunları yapmıştır. Şair kasidesinin methiyeden duaya geçiş beytinde (girizgâhta) “mutavvel, muhtasar, telhîs” kelimelerini bu şekilde kullanmıştır. Bunlar aynı zamanda Osmanlı medreselerinde en yaygın okutulan belagat kitaplarının da adıdır[18]. “Telhîsü’l-Miftâh fî’l-Me’ânî ve’l-Beyân” Hatib el-Kazvinî tarafından Miftâhu’l-Ulûm’a yazılmış bir özet ve şerh olup daha sonraki belagat kitaplarının da temelini oluşturmuştur (Eliaçık 2014: 36). Teftâzânî, Hatîb el-Kazvînî’nin Telhîsu’l-Miftâh’ını şerh edip “Şerhu’l-Mutavvel” veya “Şerhu Telhîsi’l-Mutavvel” adlarıyla anılan eserini meydana getirmiştir. Teftazânî kendi eseri Mutavvel’in kısaltılmış şeklini “el-Muhtasar” adıyla yazmış ve bu eser de medreselerde yaygın biçimde okutulmuştur (Eliaçık 2014: 37). Vehbî, bu eserlere beytinde ismen yer verirken kelimelerin diğer anlamlarından da faydalanmıştır. Bu beyit, duaya geçiş beytidir. Divan edebiyatında duaya geçiş beyitlerinde sözün uzatılmaması, kısa ve öz söylenmesi gerektiği vurgulanır. Vehbî de sözü artık uzatmaması gerektiğini, makbul olanın az ve özet söylemesi olduğunu belirtir. Hayırlı dua ile şiiri sona erdirmek, kısaltmak hoştur der. Şair, beyitte kelimelerin farklı anlamlarını kastederek tevriye yapmıştır.

Mutavvel etme bahsi muhtasardır Vehbiyâ makbûl

Du’â-yı hayr ile telhîs hoşdur tarz-ı eş’ârı     (K. 36/22)

 

Şair, kasidesinin methiye bölümünde yer alan bir beyitte memduhu şöyle övmektedir: O gönlü aydınlık şeyhülislam Metâli adlı eser hakkında şaşılacak derecede bilgi güneşidir. Gözleri hemen nur gibi Mişkât adlı eserle aydınlatır. Şairin methiyesinde ışık ve aydınlıkla ilgili unsurlara yer verdiği görülmektedir. Şair, bu doğrultuda birçok kelime arasında ihama dayalı bir tenasüp kurmuştur. Mişkât, nûr, rûşen, şems, tenvîr kelimeleri arasında böyle bir ilişki vardır. Şairin özenle seçtiği kelimeler aynı zamanda birer kitap adıdır. Metâli, Kadı Siraceddin Mahmud el-Urmevî’nin bir eserinin adıdır. “Metâli‘u’l-Envâr fi’l-Mantık” adlı bu esere pek çok şerh ve haşiye yapılmış olup eser Osmanlı medreselerinde okutulmuştur (Hızlı 2008: 39). Şairin beyitte yer verdiği mantığa dair diğer eser ise Şemsiyye’dir. Kazvinî tarafından Hoca Şemseddin Muhammed için yazıldığından dolayı bu adla ünlenmiştir (Hızlı 2008: 39). Vehbî, beyitte “şems-metâli” kelimeleri arasında güneş ve doğmak münasebetiyle bir ilişki kurmuştur. Aynı zamanda her iki kelime mantıkla ilgili kitap ismidir. Şair iki kelime arasında bu yönden de bir ilişki kurmuştur. Bu ilişkiye dayalı olarak şair, şeyhülislama “Metâli” adlı eserde bilgi güneşi olduğunu söylemiştir. Metâli kelimesinin “güneş vb. doğduğu yerler” anlamı düşünüldüğünde şair memduhunun göründüğü zaman bilgi güneşi olduğunun anlaşılacağını söylemektedir. Vehbî ikinci mısrada da kelimeler arası anlam ilişkileri kurmuştur. Şair, kandil anlamına gelen “mişkât”, aydınlık anlamındaki “nur” ve aydınlatmak anlamına gelen “tenvîr” arasında münasebet kurmuştur. Nur ve tenvîr arasında ayrıca iştikak da vardır. Vehbî, kelimelerin sözlük anlamlarının dışındaki manalarını da kastederek kelimeler arası ilişkiyi artırmıştır. Mişkât, İmam Hüseyin b. Mesud Begavî’nin “Mesâbihu’s-Sünne” denilen eseridir. Eserin asıl adı “Mişkâtü’l-Mesâbih”dir. Bu eser hadis alanında temel öğretim kitaplarından biridir (Hızlı 2008: 36). Beyitte yer verilen eser adlarından birisi de “Tenvîrü’l-Ebsâr”dır. Bu eser Ş. Muhammed b. Abullah er-Timurtaşî tarafından Hanefî fıkhına dair yazılmış bir eser olup Osmanlı medreselerinde okutulmuştur (Hızlı 2008: 45). Bu doğrultuda düşünüldüğünde şair, ilmiye sınıfının başı olan şeyhülislama bu eserler ile onun gözleri aydınlattığını da söylemektedir. Şair, “mişkât”ın kandil anlamıyla memduhunu etrafı aydınlatan bir kandile benzetirken aynı kelimenin bir kitap ismi olmasıyla da memduhunun bu kitap gibi insanların basarlarını aydınlattığını söylemiştir. Görüldüğü gibi Vehbî beyitte sözlük anlamlarıyla bir ilişki kurduğu “şems, mişkât, metâli, tenvîr” arasında eser adları oluşuyla da ikinci bir ilişki kurmuştur. Şair, kelimeler arası ilişkiyi kurarken memduhun özelliğini de dikkate almış, en uygun kelimelerle memduhunu methetmiştir.

O rûşen-dil ‘aceb şemsü’l-ma’ârifdir metâli’de

Hemân mişkât-ı nûr-âsâ eder tenvîr ebsârı     (K. 36/7)

 

Vehbî’nin çoğu Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan kitaplara telmihte bulunarak kelimeler arası anlam ilişkileri kurduğu kasidesi şudur:

Zihî ol câmi’ü’l-kelim kemâlât-ı nigûkârî

Misâl-i mushaf-ı ‘Osmândır zât-ı pür-envârı

 

Mu’allâ nüsha-i kübrâ-yı dâniş kim mecâlisde

Eder tefsîr her muhkem hadîsi niçe esrârı

 

Mübârek hil’at-i beyzâsı zîb-i millet-i beyzâ

Me’âlimde nola sebk etse Beyzâvîye âsârı

 

Mesâbîh-i hidâye zav’-i misbâh-ı tekâsıdır

Tarîkatde eder irşâd râh-ı Hakka ahyârı

 

Cenâb-ı şeyhü’l-islâm-ı me’âlî-menkabetdir kim

Mutahhar nuhbe-i cürsûmedir zât-ı keremkârı

 

Semiyy-i câmi’-i Kur’ân Pîrî-zâde-i nihrîr

Bulunmaz fazl ile eşbâhı dersem şübheden ‘ârî

 

O rûşen-dil ‘aceb şemsü’l-ma’ârifdir metâli’de

Hemân mişkât-ı nûr-âsâ eder tenvîr ebsârı

 

Musaffâ meşrebidir mültekâ-yı ebhür-i efdâl

Gurerden müncelî tab’ı dürerdir cümle güftârı

 

Makâsıd ehline ol bî-nihâye lutfu kâfîdir

Şifâdır haste-i ye’se işârât-ı ‘atâkârı

 

Mücellâ sînesi mir’ât-ı tasdîkât-ı dîniyye

Ki oldu mesned-i sadrü’ş-şerî’a suffe-i dârı

 

Fütûhât-ı kerem miftâh-ı bâb-ı lutfuna mahsûr

Olur hısn-ı hasîn ehl-i Minâya zıll-i dîvârı

 

Hayâli imtihân-ı ezkiyâya nâkıd-ı ekmel

Nümâyândır gürûh-ı ehl-i fazlın anda mi’yârı

 

Erişmiş müntehâya hilye-i tehzîb-i ahlâkı

Rüsûm-ı hikmetü’l-‘ayna muvâfık cümle etvârı

 

Dekâyık kenzine şâyeste tuhfe dürre-i nutku

Hakâyık gencine gevher-feşândır bahr-ı efkârı

 

Keremkârâ sen ol kâmûs-ı ‘irfânsın ki nâ-çespân

Muhît-i tab’ına teşbîh etmek bahr-ı zehhârı

 

Cihânda ravza-i behcet-fezâ bostân-ı ikbâlin

Hadâyıkdan anı mümtâz kılmış fazlın esmârı

 

Nusûs-ı hall ü ‘akdindir füsûs-ı sakk-i âsâyiş

‘Uyûn-ı fetk u retkin devlet ü dînin nigehdârı

 

Menâr-ı himmetin ‘âlî-makâmât-ı tasavvurdan

Kemâl-i rif’atin pes-pâye etmiş çarh-ı devvârı

 

Bu ‘izz ü şân ile dîbâçe-i maksûd-ı ‘âlemsin

Keremle bende-i dergâhın etdin cümle ahrârı

 

Ne rütbe etse ta’rîfâtını tevzîh Vassâfın

Yine evsâfının îzâh olunmaz ‘öşr-i mi’şârı

 

Bu nazmın berg-i sebz etmiş bahâristân-ı iclâle

Gülistân-ı gamın bir sünbül-i pejmürde tûmârı

 

Mutavvel etme bahsi muhtasardır Vehbiyâ makbûl

Du’â-yı hayr ile telhîs hoşdur tarz-ı eş’ârı

 

Esâmî-i kütüb tâ kim ola efvâhda cârî

Vikâye eylesin zât-ı kerîmin Hazret-i Bârî     (K. 36)

 

Vehbî’nin orijinal kasidelerinden dördüncüsü kaside-i kelâmiyye olarak bilinen, “sühan” redifli kasidesidir. Şair, 126 beyitlik bu uzun kasidesine yazılma amacına uygun gelecek şekilde “söz odur, şair odur, söz ülkesinin padişahı ona denir” diyerek tanımlamalarla başlamıştır. Kasidenin ilk 96 beyti bu amaç doğrultusunda dönemin şiir anlayışına dair Vehbî’nin tespit ve değerlendirmelerini ihtiva etmektedir. Bu kısım poetik bir metin gibidir. Şair, bu kısımdan sonra 97. beyitte fahriyeye geçer. Genç şairlere kendisini taklit ederek şiir yazmalarını söyler. Vehbî bu kısımda iki divan şairini zikreder. Bunlar şairin üslubu üzerinde de belirleyici olan Bâkî ve Nef’î’dir. Kendisini İran şairlerinden Örfî-i Şîrâzî, Hâfız-ı Şîrâzî ve Sa’dî ile karşılaştıran şair, fahriyesinin son iki beytinde gam kafesinde tutsak olduğunu, haset edenlerin kınaması karşısında suskun kaldığını söyler. Vehbî, 108. beyitte fahriyeyi sona erdirdiğini belirten bir girizgâh yapar. Bir sonraki beyitte ise âşıkâne bir şiir yazacağını söyler, 110. beyitte de üçüncü girizgâh ile tegazzüle geçtiğini haber verir. Şair 118. beyitte ilk defa sadrazama seslenir ve neden bu işe giriştiğini izah eder. Yedi beyitlik bu kısımda Vehbî methiyede bulunmaz, geleneksel fahriye anlayışına uygun gelecek şekilde acziyetini bildirir. Şair, 126. beyitte dua yaparak kasideye son verir. Şairin bu şiirinde klasik kaside bölümlerinden methiye dışında hepsi vardır. Vehbî’nin dönemin sadrazamı Halil Paşa’ya sunduğu bu şiirde başlık dışında muhatabını ismen zikretmemesi ve müstakil bir methiye bölümüne yer vermemesi ilginçtir. Oysa Vehbî’den önce vekâlet-nâme yazan iki şair için durum daha farklıdır[19]. Sultan III. Ahmed’in fermanıyla reis-i şuaralık kurumunun ilk temsilcisi olan Osman-zâde Tâ’ib, kasidesinin giriş kısmında bu unvanı nasıl aldığını, bu unvanının önemini izah eder, yer yer şair-hâmî ilişkisine de göndermede bulunur. Şair, 10. beyitten itibaren methiyeye geçer ve kasidesini arz ettiği Sultan III. Ahmed Han’ı metheder. Tâ’ib, 21. beyitte padişahın damadı Nevşehirli İbrahim Paşa’yı da zikredip beş beyit boyunca sadrazamı över. Şair, 26. beyitten itibaren fahriyeye geçer. Bu kısımda dönemindeki bazı şairlere yönelik değerlendirmelerini aktaran Tâ’ib, kasidesini dua ile tamamlar. Tâ’ib’in vekâlet-nâmesi methiye bölümü içermektedir. Hatta şair kasidesinin büyük kısmını padişah ve sadrazamanın övgüsüne ayırmıştır. Tâ’ib, kendisinden sonra bu görevi yapması için vekil olarak Seyyid Vehbî’yi tayin etmiştir. Seyyid Vehbî de 170 beyitlik bir kaside yazar. Şair bu kasidesinin ilk 44 beytinde Sultan III. Ahmed Han’ı metheder. Daha sonra sözü sultanın damadı da olan Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’ya getirir ve onu methetmeye başlar. Şair, 72. beyte kadar da sadrazamı metheder, 84. beyitten 147. beyte kadar döneminin şiir anlayışına ve şairlerine yönelik düşüncelerini dile getirir. Daha sonra fahriyeye geçen şair fahriyesinde yer yer hâlini arz eder, padişahtan yardım diler. Seyyid Vehbî, 170. beyitte dua ile kasidesine son verir. Görüldüğü gibi Sünbül-zâde Vehbî’nin kasidesi diğer vekâlet-nâme kasidelerinden müstakil bir methiye bölümünün olmaması, şairin kasidesinin giriş bölümünde methiye yerine yazılış amacına uygun gelecek şekilde söz ve şiire yer vererek başlaması yönünden ayrılmaktadır.

 

Sonuç

On sekizinci yüzyılın reis-i şuarası Vehbî, geleneğin izinde ama bazı yönleriyle yeniliğin peşinde bir şair olmuştur. Vehbî’nin şiiri hem şekil hem de muhteva yönünden bir dizi yenilik taşımaktadır. Burada yenilikle kastedilen şairin kendisinden önceki dönemin şiir anlayışından ve klasik şiir geleneğinden farklılık taşıyan uygulamalarıdır. Vehbî her şeyden önce kendisinden önceki edebî mirasın üzerine üslubunu bina etmeye çalışmıştır. Bu doğrultuda gazelde Bâkî, Sâbit ve Nedîm yolunda şiirler yazmaya çalışmıştır. Bu şairlere nazireler de yazan Vehbî, klasik ve mahallî üslubun etkisinde kalmıştır. Rindâne edâ ile yazdığı şiirlerinde Bâkî tarzını yansıtıp ahenge, söz ve anlam oyunlarına yer veren Vehbî, mahbubâne ve şuhâne eda ile yazdığı gazellerinde Nedîm ve Sâbit’in tarzını yansıtmış, yer yer mahallî ögelere ve cinselliğe yer vermiştir.

Şair divanına “Sünbülistân” adını vermiş, divanını geleneğin belirlediği ilkelerin kısmen dışında daha esnek ve tematik bir yaklaşımla tertip etmiştir. Altı gazelinde Farsça başlık kullanan şair, musammat, mülemma ve müzeyyel gazeller yazmıştır. Mülemma gazellerinde mısraların birini Arapça veya Farsça yazan şair şiirine Fransızcadan kelimeler de sokmuştur.

Vehbî çoğunlukla âşıkâne ve rindâne gazeller yazmıştır. Şairin meşrebi ve hayata bakışı da bu yönde olmuştur. Şair, divan şiirinde sevgilinin bakışıyla başka bir ifadeyle sevgilinin kendisini anlattığı bir gazel yazarak yenilik yapmıştır. Vehbî geleneğin sevgili anlayışında da küçük değişiklikler yapmıştır. Şairin bu şiirlerinde sevgili karşımıza daha tensel, somut, sosyal hayatın içinden, yaşayan bir sevgili olarak çıkar. Gelenekte idealize edilmiş, soyut, çoğu zaman ilahî bir özellik de gösteren; cinsiyeti, adı, yeri yurdu belli olmayan sevgili Vehbî’de bu özelliklerini kısmen kaybetmeye başlamıştır. Vehbî 18. yüzyıldan itibaren değişmeye başlayan sevgili anlayışını Nedîm ve Sâbit takipçisi bir şair olarak daha da ileri götürmüştür. Şair, şiirlerinde bazen sarı saçlı ve mavi gözlü güzelleri anlatmıştır. Ulaşılamayan sevgili yerini yavaş yavaş ulaşılabilen hatta cinsel ögelerle anlatılan bir sevgiliye bırakmıştır. Vehbî adı, sanı, yeri yurdu bilinmeyen sevgili anlayışını yıkarken bazen sevgilinin adını, bazen de yerini yurdunu zikretmiştir. Şair, bir gazelinde Sare adlı bir güzelden bahsetmiş, bazı şiirlerinde ise farklı coğrafyaların güzellerini anlatmıştır. Vehbî’nin bu şiirleri şairin mahbubâne eda ile yazdığı, bazı yönleriyle şehrengiz havası taşıyan şiirlerdir. Vehbî, Rodoslu ve Sakızlı güzellerden, Çingene, Hıristiyan, Çerkez güzellerinden, bazen de erkek güzellerden bahsetmiştir. Vehbî yer adlarının sağladığı çağrışımlardan da şiirlerinde sık sık faydalanmış, bazı örneklerde cinselliğin anlatımında yer adlarının çağrışımdan hareket etmiştir. Gündelik hayattan sahneler sunan şairin şiirlerinde mizah, cinsellik ve mahallî unsurlar da önemli bir yer tutmuştur.

Vehbî’nin üslubunda cinasın, söz ve anlam oyunlarının, kelimeler arası türlü anlam ilişkileri kurmanın özel bir yeri vardır. Bu özellikleri şairin hem gazellerinde hem de kasidelerinde görmek mümkündür. Vehbî yaşadığı yüzyılda azımsanmayacak sayıda kaside yazmış bir şair olarak kasideleriyle de ön plana çıkmıştır. Kasideyi kimi zaman tür kimi zaman bir şekil gibi gören şair, kasidelerinde yoğun bir şekilde Nef’î etkisinde kalmıştır. Vehbî bazı kasidelerinde muammalara, tarih mısralarına yer vermiştir. Birçok kasidesinde klasik kasidelerin tüm bölümlerine yer veren şairin bazı kasideleri orijinallik göstermektedir. Bilhassa kaside-i tannânesi ve kaside-i tayyâresi hem vakâyi-nâme hem de rapor olmasıyla geleneksel kasideden ayrılmaktadır. Şair, kasidelerinde de cinas, tevriye ve iham gibi sanatlara yer vermiş, gazellerindeki üslubu kasidelerinde de devam ettirmiştir.

Sonuç olarak Vehbî’nin divanı hem muhteva hem de şekil olarak geleneğin devamı tarzında şiirler ihtiva etmektedir ancak geleneğin şiir dünyasının dışında bazı uygulamalarıyla şair yeniliğin izlerini de hissetirmektedir. Reis-i şuara olarak şairlere yol gösteren ve döneminin şiir anlayışını eleştirel bir bakışla değerlendiren Vehbî, 18. yüzyılın önemli bir şairidir.

[1] Vehbî’nin çağdaşı şairlerden Muvakkıt-zâde Pertev, divanına dibaceden sonra gazellerle başlar. Şeyh Şaban Kâmi Efendi divanını bastırdıktan sonraki şiirlerini topladığı mecmuasına devrin ileri gelenleri hakkındaki şiirlerini kaydettirmez (Özgül 2006: 106). Sakıp Mustafa ve Enis Dede gibi mutasavvıf şairler kasideyi el etek öpmeye benzeterek divanlarında sultanın veya bir devlet büyüğünün methedidiği kasidelere yer vermez (Horata 2015: 53).

[2] Vehbî de şair-hâmî ilişkisine meşhur bazı şairleri ve onlarla birlikte anılan devlet adamlarını örnek vererek dikkati çekmiştir (Bk. M. 5/45-56). Vehbî, Hâce Selmân ile Melikşah üzerinde durmuş, Selmân’ın şiirlerinin okundukça Melikşah’a şan verdiğini söylemiştir. Sultan Sencer’in şimdiye kadar ruhunun yaşamasını Enverî’nin ışığıyla aydınlanmasına bağlamıştır. Firdevsî’nin Şeh-nâme adlı eserinin can bahşeden ifadeleriyle Sultan Mahmud’un söylemlerinin canlı olduğunu belirtmiştir. Hüseyin Baykara’nın meclisinde Molla Câmî’nin daima neşe verdiğini, Hüseyin Baykara’nın Alî Şîr Nevâî’nin de değerini bilip onu nasipli kıldığını söylemiştir. Vehbî’ye göre, eski şairlerin eserlerine bakıldığı zaman şair-devlet adamı ilişkisi açık bir şekilde görülecektir. Birçok şair çeşit çeşit ihsanlara mazhar olmuştur. Birçok devlet adamı, şairlere rağbet etmiştir. Devlet adamının şaire ihsanı o ülkenin övünme sebebi olmuştur. Şairin eseri dört bir tarafta gezdiğinden bu eserle hükümdarın vasfı dünyaya ilan olunmuştur. Bütün dillerde onun övmesi yer aldığı için zamanın sayfalarında hükümdarın ismi ebediyen kalmıştır.

[3] Vehbî de bu amacı açık bir şekilde divanının sebeb-i te’lif kısmında dile getirmiştir. Vehbî, eskilere gıpta ile bakmaktadır. Zira onlar ihtiram sahibi olmuşlardır. Kadirbilir bir hükümdarın zamanında şan ve şöhret kazanmışlardır. Bunlardan bazıları padişahın yakını olmuş, yüksek makamlar elde etmiştir. Bazıları ise vezirlere yakın olup cömertlik görmüştür. Vehbî de böyle bir arayış içindeyken III. Selim’in zamanına denk gelmiş, onun ihsanlarına nail olmuştur (Bk. M. 7/94-103).

[4] Vehbî’ye göre mansıp bir çeşni gibidir, ona kötü söz söylenmez, mansıp mutlaka tatlıdır. Ancak sonunda onun lezzeti bozulabilmekte, azil zehriyle acı bir hâl alabilmektedir.

Çâşnî-i mansıba söz var mı elbet tatlıdır

Zehr-i ‘azl ile sonunda olmasaydı kâm telh     (G. 41/2)

[5] Rasih Erkul (2009: 753-762), bazı kasidelere “edebî dilekçe” denilebileceğini belirtmekte, bu kasidelerin istekte veya şikâyette bulunmak, hak aramak, karşılaşılan haksızlığı anlatmak amacıyla yazıldığını söylemektedir.

[6] Şair, bu olaya dair yayımlanmış divanlarında bulunmayan “bu mudur” redifli bir hicviye yazmıştır. Vehbî, bu şiirinde başına gelenlerden yakınırken yerine kadı olarak atanan Hacı Molla Efendi’yi ağır bir şekilde hicvetmiştir. Bu şiir için bk. Turgut Kut (2001). “Bilinmeyen Bir Hicviyesiyle Sünbülzâde Vehbî”, Tarih ve Toplum, S. 208, s. 73-76.

[7] Şu beyitte Vehbî’nin bu isteği görülmektedir:

Ya’nî Eskizağara mahv u telef oldu ise

Yeni mansıbla efendim beni kıl şâd u be-kâm     (K. 17/19)

Vehbî, İran’daki elçilik vazifesinde Bağdat valisi Ömer Paşa’nın suçlamaları sonrası görevinden azledilmiştir. Uzun süre yeni bir görev alamayan şair, Darendeli Mehmed Paşa’dan şu beyitle eski mesleği kadılığa iadesini talep etmiştir:

Zarûret ol kadardır kim kazâya râzıyım şimdi

Getirmem ‘akl u fikre gayret-i emsâl ü akrânı     (K. 27/18)

Başka bir beytinde ise Vehbî kadılıkta payesinin yükseltilmesini istemiştir:

Hünermendân-ı ‘âlem şeş cihetde iftihâr etsin

Efendim sitteden mansıbla şâd eyle bu nâçârı     (K. 8/69)

[8] Vehbî’nin divanının başlangıç kısmında kıt’a başlığı taşıyan ancak mesnevi nazım şekli ile yazılmış (methiye ve dua bölümleri ihtiva eden) 5. şiirde de III. Selim adına muamma yer almaktadır. Şairin divanının son bölümünde matla ve müfretlerden sonra 32 muamma, 5 lügaz yer almaktadır.

[9] Kaside-i tannâne üzerine iki inceleme için bk. Süreyya Beyzâdeoğlu (1991). “Tannâne Kasidesi, Dergâh, C. 2, S. 14, s. 10-12; Mehmet Ünal-Nurettin Çalışkan (2015). “Manzum Bir Sefaretname: Tannane Kasidesi”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, S. 40, s. 158-169.

[10] Bu olayın Midhat Cemal Kuntay’ın kaleminden hikâyesi için bk. “İdamdan Kurtulan Şair”, erişim: http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/16200/001582722010.pdf?sequence=1 (erişim tarihi: 30/08/2017)

[11] Zira Bağdat valisi Ömer Paşa’nın şaire yönelik suçlamalarından birisi İran tarafına geçtiği iddiasıdır.

[12] Vehbî bu hususları özellikle belirtmiştir. Zira Ömer Paşa, şairi devlet hizmetinde bulunanlara yakışmayacak işler yapmakla ve devletin saygınlığını düşürmekle itham etmiştir.

[13] Aslında cinas divan şiirinin kuruluş döneminde yaşayan şairlerin sıkça yer verdikleri bir uygulamadır. Ancak 18. yüzyıldan itibaren bilhassa klasik üslupla şiir yazan şairler cinası yeniliğin bir göstergesi olarak görmüş, sıkça cinasa yer vermişlerdir.

[14] Vehbî, başka kasidelerinde de özel isimler etrafında cinası bu şekilde kullanmıştır:

Alaman düşmeni şimdi ‘aceb mi el-amân verse

Düşüp cân havfına eyler hazer şevketlü hünkârım     (K. 12/20)

 

Ricâl-i gaybdan niçe demiş vardır Dimeşvârı

Bugünlerde vezîrin feth eder şevketlü hünkârım

 

Varadine varır din gayretiyle ‘asker-i İslâm

Gelir dergâhına böyle haber şevketlü hünkârım     (K. 12/23-24)

 

Bu dehşet Çâr u Çâsârı duçâr-ı havf edip nâçâr

Alâmân düşmeni der el-amân şevketlü hünkârım

 

Gidip Îrâna Tûrâna dahi bu sît-i hevl-engîz

Eder Efgâniyân belki figân şevketlü hünkârım

 

Eger re’y almasa havf ile Rây-ı Hind nîm-ceyşin

Olur râyet-keş-i Hindûsitân şevketlü hünkârım

 

Sen ol Rüstem-şecâ’at Cem-haşem safder-şiyemsin kim

Tayanmaz kahrına sad Kahramân şevketlü hünkârım    (T. 37/37-40)

[15] Kaside-i tayyâre üzerine bir inceleme için bk. Süreyya Beyzâdeoğlu (1991). “Tayyâre Kasidesi, Dergâh, C. 2, S. 18, s. 8-10.

[16] Eski Türklerde toy tertiplemenin hükümdarlık alameti bir uygulama olduğu düşünüldüğünde şairin Şahin Giray’ın giriştiği işin boyutlarını anlatmak istediği söylenebilir.

[17] Bu kelimeler de oldukça dikkatli seçilmiştir. Zira bahsedilen kişi Şahin Giray’dır. Şahin de yırtıcı bir kuştur.

[18] Osmanlı medreselerinde okutulan belagat eserleri için bk. Muhittin Eliaçık (2014). “Osmanlı Medreselerinde Öğretilen Belâgat Kitapları”, Ulakbilge, C. 2, S. 4, s. 31-39.

[19] Vekâlet-nâme kasidelerinin metni ve bu kasidelere yönelik bir değerlendirme için bk. Ahmet Sevgi (2014). “Klâsik Türk Şiirinde Reîs-i Şâirânlık ve Vekâletnâmeler”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 32, s. 1-28.

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version