Site icon Teketek Haber

XI.ASIRDA MALATYA

 

Miladi binli yılların başlarında Malatya civarında Türklerin yoğun olarak ve hareket hâlinde oldukları anlaşılmaktadır.

Bu dönemde Malatya’nın Romalılar elinde olduğu ancak buralarda Türklerin de yaşamakta oldukları ve buraları tekrar ele geçirmek için mücadele verdikleri anlaşılmaktadır.

  1. 1058 yılına gelindiğinde Türklerin bir kez daha Malatya’yı almak için hamle yaptıkları ve ele geçirdikleri ancak kalıcı olmayarak tekrar gittikleri anlaşılmaktadır. Bu hususla ilgili Bar Hebraeus şöyle yazmaktadır: “…1058 yılının kış mevsiminde 3.000 Türk gelerek Malatya’yı istila ettiler[1]. Çünkü bu şehrin suru Cyriacus’un şehri Arapların elinden almasından beri, harap bir halde idi[2]. Bunlar maktulleri surun üzerine yığdıktan sonra ahaliyi gizli servetlerini meydana çıkartmak için işkenceye tabi tuttular. Birçokları işkence altında öldüler. Başpapas, muallim ve kâtip Patros bunlar arasında idi. Bu adam bir yazma kitabı istinsah ederken yakalanmıştı. Yazdığı cümle şu idi: “Yahya’nın başı bir salkım üzüm gibi idi ve Herodias bu salkımı kopardı.” Patros bu sırada Türkler tarafından yakalandı, onlar da mum eriterek başına döktüler ve içi yanmış kömür ile dolu bir kabı göğsüne dayadılar. Patros son nefesini vermek üzere iken ayaklarının ateşte yandığını gördü ve “sizin temizlenmeniz bir nimettir” diyerek öldü.

Türkler Malatya’da 20 gün kalarak şehri tahrib ettiler ve soydular[3]. Sonra şehri yakarak gittilerse de Sansanaya dağına vardıkları zaman şiddetli kışa tutuldular ve Ermeniler gelip hepsini öldürdüler[4]. İçlerinden taş altında ezilmekten kurtulanlar geri dönmüşlerdi. Rahip Joseph bunların arasında idi. Bu zat hadise hakkında üç yazı yazmıştır. Shoshan oğlu Mar Jhon Malatya’nın tahribi hakkında 4 yazı yazmıştır. Bunların ikisi Mar Aphrem, diğer ikisi Mar Balal vezin usulü dairesindedir. Bu akın esnasında Gagai oğlu manastırı tahrip edildi ve bir daha tamir edilemedi[5].

  1. 1065 yılına gelindiğinde Malatya’nın hala Müslümanların ve Türklerin elinde olmadığı anlaşılmaktadır. Bar Hebraeus’un yazdığına göre bu tarihte 300 kadar Ermeni eşkıya ile yine Ermeni olan Kazrik oğulları birleştiler. Malatya dağlarında pusu kurarak Gubos ve Klawdia ülkelerini ve bilhassa manastırları soydular[6]. Bunlar Sargisia[7] manastırına hücum ederek şehitlerin kemiklerini yere attılar ve bunların tabutlarını alıp götürdüler. Bunlar, Madik manastırına yakın olan Sangis köyünden 1100 dinar kıymetinde buğdaydan başka birçok öküzler ve merkepler alıp götürdüler ve manastırın içinden 500 dinar aldılar. Bunun üzerine Malatya hâkimleri, Gubos ve Klawdia’nın ekilmeyen arazilerini bunlara vermeğe karar verdiler. Sonra hükümdara haber vererek dört köyün eşkıyalık etmemek şartı ile bunlara verilmesi için ferman aldılar. Fakat bunlar kötülükleri yüzünden eşkıyalığı bırakmadılar ve Mar Sawma oğlu manastırına taarruz edip yağma etmeği ve zenginleşmeği tasarladılar. Bu sırada Türkler tarafından, birden bire bir haber gelerek onların Malatya şehrini istilâ etmek üzere oldukları anlaşıldı. Klawdia ahalisi manastıra iltica ettiler. Bunlarla beraber Ermeni eşkıyasından 10 kişi bulunuyordu. Bunların gerisi dağda bir pusu kurarak manastırda bulunan arkadaşlarının kapıları kendilerine açmalarını ve bu sayede manastırı soymağı umdular. Rahip ve manastır reisi İwannis (Joannes) bu halin farkına vararak mukaddes bir köy olan Teli Tavra’ya mensup kuvvetli ve cesur adamları yanına aldı. Bunlar 10 Ermeniyi yakaladılar ve geceleyin bunları manastırın üzerinde bulunduğu kayadan yuvarladılar. Gün doğduğu zaman bu adamların kaya eteğinde ölü oldukları görüldü. Arkadaşları bunları görerek kaçtılar. Birkaç gün sonra Malatya’dan manastıra gelen rahipler ve hizmetçiler bu eşkıyanın taarruzuna uğradılar ve bunlar iki rahip ile hizmetçiyi öldürdüler[8].

Bar Hebraeus, Malazgirt zaferinden ve Bizans İmparatoru Diogenes’in kendi taraftarlarınca uğradığı aşağılanmadan sayfalarca bahseder ve bu bahsi[9] daha sonra Dukia[10] kalesinde ikamet eden ve Bizans’ta İmparator ilan edilen Michael’in kendisine karşı iyi duygular içinde olmadığını anlayınca kendini savunmak için asker toplamaya başlayan Romen Diogenes’in Sultan Alp Arslan’la haberleşmesini ihtiva eden şu bilgileri verir: “…Diogenes’in kuvveti büyüdü ve Malatya’ya kadar gelerek Sultan Alp Arslan’a haber gönderdi ve yardım istedi. Sultan lüzum görüldükçe, bizzat gelip ona yardım etmeği vaadetti.

Daha sonra Diogenes Malatya’dan Kilikya’ya gitti. Fakat İwani (Joannes) ona hücum etti ve onu Adana şehrinde yakaladı. Sonra kral Michail’e haber gönderip vaziyeti bildirdi[11].

Roma kralı keyfiyetten haber alınca bunlara hediyeler gönderdi. Bizzat Pilardos İstanbul’a gitti ve Yunanlılar onu görmekle sevinerek kendisine altınlar, silahlar verdiler ve onu Sebastus tayin ettiler. Bu adam geri dönerek Kilikya ve Antakya üzerine hâkim oldu, kudret kazandı, Maraş’ı zabtetti ve Khişum, Raban[12] ve Edessa’yı, Ceyhan havalisini ve Malatya’yı ele geçirdi[13]. 1085 yılında Şerefü’d-Devle Ermenilerden Samsata’yı ve Katlamış (Kutalmış) oğlunun amcası Malatya’yı zapt ettiler[14].

Bar Hebraeus daha sonra Edessa’ya hâkimi Pilardos’un, Sultan Melikşah’ın hâkimiyetini kabul edip ona vergi vermeği kabul ettiğini, hatta Müslüman olduğunu, ancak Edessa halkının kendisini sevmediğinden ona Maraş’ı verdiğini belirtiyor. Ancak yazarın ifadesine göre Pilardos tekrar Hıristiyan olup daha sonra da helak olmuştur[15].

1080’li yılların sonlarında Malatya’nın Türklerin elinde olduğu anlaşılmaktadır. Bunu Bar Hebraeus şöyle ifade etmektedir: “… Emir Bozan Edessa ve Malatya’ya ve Aksenkur (Akhsenkur?) Aksungur olmalı] Haleb’e tayin olunmuşlardı”[16].

1095 yılında Konya Sultanı Süleyman oğlu Kılıç Arslan Malatya’ya karşı hareket etti ve harp açtı. Ancak Haçlıların devletinin merkezini kuşatması buradaki işini zora soktu ve kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı[17]. Sonra sultanın baş veziri onun namına elçilik ederek şehrin mukaddes adamı ile, yani Sabuni oğlu Said ile görüşmek istedi. Bu adama Mar Jhon denilir ve kendisi mukaddes ve harikulâde bilgili sayılırdı. Bu adam Gabriel[18]’in emri ile yaklaştığı zaman melʿun bir Yunanlı ile şehrin hâkimi, yani vezir Süryani dili ile şu sözlerin söylenmesini istediğini bildirdi: “Sultan diyor ki, şehri teslim etmelisin. O da bilmukabele sana iyilik edecektir. Şehri teslim etmezsen sultan burasını kılıç kuvveti ile alacak ve dökülen bütün kanlar senin sırtına yüklenecek”. Mukaddes adam şu cevabı verdi: “Hiçbir kimse bu şehri zabt edemez. Çünkü on yıl yetecek ekmek var. Şehrin içinde ve dışında sular akıyor. Harbe muktedir adamlarımız da gördüğünüz kadar çoktur”. Mukaddes adam bunları söylerken melʿun Gabriel arkasında durup dinliyordu.

Vezirin geri dönmesi üzerine mukaddes adam Gabriel’e şu sözleri söyledi: “Söylediğim sözleri işittiniz, fakat sultanın buradan sulh içinde geçmesi ve kendisine hediyeler verilmesi daha iyi olur; çünkü zenginimiz de fakirimiz de ıstırab içindeyiz”. Bunun üzerine bu melʿun hâkim mukaddes adama karşı kin güttü ve bir gün sonra askerlerinden birine onu öldürmesini emretti. Mukaddes adam yalvarmak için koştu ve onun iki sur arasında atı ile dolaştığını gördü. Melʿun adam mukaddes adamı görünce fena halde kızdı, ona hakaret etti, elindeki mızrağı ona attı ve onu öldürdü. Mutakitler iki gün sonra bu adamın cesedini aldılar, onu gömülmek üzere hazırladılar ve büyük kiliseye gömdüler. Sultan da frenklerin gelmiş olduklarını haber alarak burasını bıraktı ve hareket etti[19].

Yine aynı yıl Malatya’ya hâkim olan Yunanlı Gabriel, Ebu İmran hânedânına mensup Ebû Sâlim’i öldürücü bir zehir ile ortadan kaldırdı. Bir yıl sonra bu melʿun adam Allah’tan korkar ve mutekit bir tacir olan Dairaita oğlu Savma ile iki oğlunu, Hawailı Bassil’i ve Tiantini papasını öldürdü. Bunların evlerinden Malka oğlu Ebu Mansur’un evinden altın, gümüş ve eşya aldıktan başka mukaddes adamın kilisesinden de haçlar, buhurdanlıklar, bir kutu mukon yağı ve kilisenin bütün perde ve eşyasını aldı ve evlerini tahrip etti. Sonra kaleyi ve surları inşa etti[20]. Bar Hebraeus’a göre Malatya hâkimi Yunanlı Gabriel Malatya’nın ileri gelen ve zengin Hıristiyanlarını bir şekilde ortadan kaldırıyor ve servetlerine el koyuyordu.

Bu tarihler Haçlıların Anadolu ve Suriye topraklarına kadar gelip küçük de olsa devletçikler kurdukları ve bölgede büyük alt üst oluşların yaşanmasına sebebiyet verdikleri yılların başlangıcıdır. Bu devletçikler bilindiği gibi Antakya Krallığı, Urfa Kontluğu, Akka Kontluğu ve Kudüs Krallıklarıdır.

Arapların 493 (m. 1099) yılı sıralarında Malatya’da bulunan hâkim Yunanlı Gabriel yaz mevsiminde Sebastia’dan gelerek memleketi harap eden, mahsulleri yiyen ve kışın dönüp giden Danişmend oğlunun tazyiki dolayısıyla Franklara haber göndererek Malatya’yı onlara vereceğini üç kere vaadetti. Kıral Bohemund ona güvenerek Malatya’ya gitmek üzere hareket etti. Bunun üzerine Pilardos zamanından beri bazı yerleri ellerinde bulunduran Ermeniler ile Khoj Basil namında bir eşkıya olup Kişum Raban namındaki yerleri elinde tutan reis, Ermenistan’da bazı yerlere hâkim olan Rufin oğulları, Frankların başlarına geçmelerinden ve kendilerini kovmalarından korkarak Danişmend oğlu İsmail’e gizlice haber gönderdiler ve Franklara karşı bir pusu kurmasını istediler[21]. Mel’un Gabriel de Frank Kıralının Malatya’dan ötede bulunan Gapna köyüne varması üzerine onu şaşırtmaya ve Danişmend oğlunun muvasalatına kadar onu geciktirmeğe uğraştı. Bu adam kırala karşı pusular kurdu. Onu pusuya düşürdü. Sonra ona zincir vurarak onu Sebastia’ya gönderdi. Sonra bizzat Malatya’ya karşı hareket ederek harbetti. Gabriel kötülüğüne kötülük katıyor ve şehrin içinde yaşayanları insafsızca soyuyordu. Bunun üzerine askerlerinden ikisi ona kızarak şehri (M. 1102) yılının eylül ayının 18. Günü Türklere teslim ettiler. Bazı Arap yazmalarında hadisenin 412 yılında vukuu bulduğu kaydedilmektedir. Türkler Malatya’ya girince bu talihsiz yerin bütün servetini soydular. Çünkü Danişmendoğlu şehrin servetini askerlerine dağıtmıştı ve yalnız ahaliye dokunmamıştı. Danişmendoğlu, bir kimsenin öldürülmesine müsaade etmeyerek bütün ahaliyi kendine ait saymış, herkesi evine göndermiş ve kendi memleketinden buğday, inek ve sair lüzumlu şeyleri getirterek ahaliye vermişti. Onun devrinde Malatya birçok nimetlere nail oldu. O da buraya adı Basil olan birini kataban, yani vali olarak tayin etti; bu adam Allah’tan korkar insaflı bir adamdı. Yukarıdaki ifadelerden Danişmendli hükümdarının Malatya ahalisine zulmetmediğini, onların öldürülmesini engelleyip evlerine dönmelerine izin verdiğini hatta kendi memleketinden buğday, inek ve sair ihtiyaç maddelerini getirterek ahalinin darlıklarını giderdiği anlaşılmaktadır.

Gabriel’e gelince, o da adaletin elinden kurtulamadı. Türkler de Hıristiyanlar da adamın nahak yere itham ettiği valilerin öldürülmesini hatırlatarak ona en ağır eziyyeti çektirdiler. Bunlar ona hakaretler yaptılar(?); kendisini karısının bulunduğu Katia kalesinin önüne götürdüler. Türkler Gabriel’in karısına kaleyi teslim ettirmesini söyledilerse de, bu adam şeytani bir hile ile Türkleri aldattı ve karısına şu haberi gönderdi: “Kaleyi teslim et! Ben sana birkaç gün önce Midas nâmında bir genç gönderdim”. Midas kelimesinin ârâmî dilindeki mânası “teslim etmemektir”. Türkler bunu anlayınca Gabriel’i öldürdüler ve cesedini köpeklere attılar. Bu ifadelerden Türklerden ya Süryanice bilenlerin olduğu veya Süryanilerin yapılan hainliği onlara haber verecek kadar Türklere güvendiklerini anlamak gerekir.

Danişmendoğlu, Frank kralı Bohemond’u Malatya’ya getirdi ve şehri 100.000 dinara sattı[22]. Bohemond da Antakya’yı hemşiresinin oğluna vererek kendi memleketine döndü[23].

[1] Osman Turan bu üç bin kişilik kuvvetin başında Emîr Dînar’ın bulunduğunu ve daha önceden Müslümanların elinde iken Bizanslılarca alınıp içindeki Müslüman ahalinin katledildiğine işaret ederek Malatya’ya sonradan yerleştirilen Ermeni ve Süryani ahaliden Türkmenlerin yaptıkları yağma ve talana işaret eder. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, 8. Bsk. 1999, s. 151-2.

[2] Malatya’yı Araplar aldığında imar ettiklerine, Bizanslılar aldıklarında ise tahrip ettiklerine delil.

[3] Ali Sevim bu fetih sırasında Türklerin şehirde on gün kaldığını belirtiyor. Bkz. Ali Sevim Anadolu’nun Fethi…, s. 51.

[4] Osman Turan bu Türklerden pek azının kurtularak Azerbaycan’a dönebildiklerini ifade etmektedir. Turan, Selçuklular.., s. 152

[5] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 312-3.

[6] Osman Turan, Ermenilerin Rum ve Süryani köylerine ve kiliselerine karşı yaptıkları yağmaları genişçe zikretmektedir. Turan, Selçuklular.., s. 162.

[7] Burası Hekimhan civarında bulunan ve bugün Sarıkız diye bilinen yerleşim yeri olmalıdır.

[8] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 317-8.

[9] İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1992, s. 34.

[10]Bilge Umar, Türkiye’de Tarihsel Adlar, s. 220’de Dokeia diye Amasya Kastamonu arasında bir kale olabileceği belirtiliyor.

[11] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 324

[12] Bugün Gaziantep’e bağlı olan ilçenin Bar Hebraeus’ta geçen adı. Bu ismin Bizans tarihçilerinin eserlerinde Rhobans olarak Arap, Süryani ve Ermeni tarihçilerin eserlerinde ise Raban olarak geçtiği ifade edilmektedir. Umar, Türkiye’de… s. 91

[13] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 331.

[14] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 312-3.

[15] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 333.

[16] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 334.

[17] Osman Turan, Selçuklular…, s. 291.

[18] Gabriel aslen Yunan-Rum olan bir komutandır. 1084 yılında da Malatya’da onun hakim olduğu anlaşılıyor. Turan, Selçuklular…, s. 289.

[19] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 335-6.

[20] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 337.

[21] Ermenilerin Haçlıları istememeleri, onları memleketlerinde görmektense Türkleri yeğlemeleri.

[22] Işın Demirkent, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara 1996, s.50 vd.

[23] Ebu’l-Ferec Tarihi, s. 341-3.

This website uses cookies.

This website uses cookies.

Exit mobile version