Türkiye de bazen dönem partileri kurulur, ya seçime girebilirler veya seçime giremeden yok olup giderler. Dönemsel partilerin en büyük özellikleri o dönemin koşullarına göre kurulmasıdır. Koşullar ortadan kalktığında bu partiler de tarihin tozlu raflarındaki yerini alır. Dönemsel partilerin bir kısmı birilerinin talimatıyla, bir kısmı “diğer partilerle ortaklık beklentisiyle”, bir kısmı kızgınlıkla kurulur. Hem bu partileri kuranlar hem de partiler başarılı olamaz ve unutulup giderler. Şimdi de AKP içinden bir gurup insanın yeni bir parti arayışında olduğu yazılıp çiziliyor. Yeni parti kuruluşu için başat 3 isimden söz ediliyor: Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül ve Ali Babacan.
Bu 3 kişinin yanlarına AKP’deki küskünleri alarak yeni bir parti kurması başarı getirir mi?
Bu soruya cevap vermeden bu 3 kişinin halktaki karşılığının ne olduğuna bakmak lazım. Her şeyden önce bu 3 ismin halkta büyük oy toplayacak bir karşılığı olduğunu düşünmüyoruz. Özellikle Abdullah Gül’ün, AKP’den ayrılış sürecinin hemen ardından parti kurma yönünde bazı girişimlerde bulunduğu, ancak bu girişimlerin halk nezdinde değer kazanmaması sebebiyle vazgeçtiği kulislere düşmüştü.
Bu 3 ismin başını çektiği ve kurulması artık büyük ihtimal olarak gözüken parti (veya partiler), kurulacağı zaman itibariyle dönem partisidir. Dönem partilerinin ise bu zamana değin başarılı olduğu görülmedi. (Turgut Sunalp’in başını çektiği MDP, Cem Uzan’ın GP’si, Necdet Calp’in HP’si gibi) Kurulması muhtemel partinin hitap etmeyi düşündüğü alan AKP, MHP, SP, RP ve kısmen İP’in hedef kitlesi olacaktır. Kemikleşmiş yapı içinde bulunan bu partilerin kitlesinden oy alması ihtimali de kısa vadede pek mümkün görünmüyor. Söz konusu parti veya partilerin Türkiye’ye ne vadedeceği ve vaatlerinin ne kadarının gerçekçi olacağı da ayrıca tartışılacaktır. Bunun yanısıra AKP’nin vaat edip de yapamadığı hangi hedefi ne şekilde gerçekleştirecekleri de ayrı bir tartışma konusudur. Önce yeni parti için isimleri geçen 3 kişinin “siciline” bakalım.
ABDULLAH GÜL
Abdullah Gül’ün Türk halkında “lider” olarak bir karşılığının olmadığını düşünenlerdenim. Gerek Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı süreçlerinde asla bir lider gibi davranmadı, asla bir lider gibi hareket etmedi. Altın tepsi içinde önüne sunulan imkân ve fırsatları “lider karizmasına” dönüştürmesi gerekirken, “ortaya karışık” tavrıyla ancak “ikinci adam”, “denge kollayıcı”, “durumu fırsata çevirici” olarak algılanıp değerlendirildi. Fazilet Partisi’ndeki ayrışma sırasında “dengeci, kollayıcı” rolü çok belirgindi. Bu nedenle FP tabanı Abdullah Gül’e bakarak yön tayin etmedi. Hatta Abdullah Gül’ün başta olacağı siyasi bir harekete destek verilmeyeceği açıkça ilan edilmişti. O dönem yapılan araştırmalarda (bizzat kendimin yaptığı araştırmada mevcuttur. Yeni Yüzyıl Gazetesinde 3 gün boyunca dizi yazı olarak yayımlanmıştır.) FP tabanının, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın çizgisinde olduğu, Necmettin Erbakan sonrası dönem için Tayyip Erdoğan’dan başkasının lider olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı da belliydi. Abdullah Gül o dönem tabanda Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç kadar sevilmese de parti yönetimi için ikinci, üçüncü adam veya yardımcı olarak kabul ediliyordu. Bundaki en büyük etken parti tabanına sükûnetle yaklaşmasıydı. AKP tabanında da hep ikinci adam olarak gözüktü. Güçlü, kıyas kabul etmez bir lider olarak kabul edilen Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük yardımcısı, destekçisi olarak değerlendirildi. Ta ki Cumhurbaşkanlığı sonrası AKP ile arasına mesafe koyana kadar. Gelinen aşama itibariyle AKP tabanında Abdullah Gül’e tepki ve öfke var.
Yaşanan bunca olaylara karşı sessiz kaldığı, Recep Tayyip Erdoğan’ı yalnız bıraktığı, tavır koymadığı söylenip eleştiriliyor. Kendi tabanında “lider” karşılığı bulamayan Abdullah Gül’ün halk nezdinde de lider olarak karşılık bulması ve kitleleri peşinden sürüklemesi mümkün gözükmüyor.
AHMED DAVUTOĞLU
Şahsen tanıma fırsatı bulduğum, birlikte yolculuk ve sohbetler yaptığım Ahmet Davutoğlu’nun iyi niyetinden hiçbir zaman şüphem olmadı. Bilgi birikimi, insani vasıfları ve donanımı ile takdir edilip sevilen, makam peşinde olmadığı kabul edilen Davutoğlu’nun, adının yeni partilerle anılması doğrusu beni şaşırttı. Bu profil tanıdığımız, bildiğimiz Ahmet Davutoğlu profiline uygun değil. Zira Davutoğlu, tevazu sahibidir, makam peşinde koşmaz, hatta makam peşinde koşanlara iyi niyetle tavsiyelerde bulunur. Görev ve sorumluluktan asla kaçmaz. Görevin büyüğü küçüğü olmadığını bilir, ne görev verilirse yapar. Davutoğlu dürüsttür. Sadıktır. Profil olarak “dava adamı” ölçülerine uygundur. Bu nedenle de parti kurma girişiminde bulunduğunu öğrenince çok şaşırdım. Ahmet Hoca da “siyaset koridorlarına fena alıştı” dedim, kendi kendime.
Ahmet Davutoğlu kitleleri peşinden sürükler mi? Karizmatik bir lider olur mu? Maalesef bu sorunun cevabı hayır. Ahmet Davutoğlu iyi bir akademisyendir. İyi bir gözlemcidir. İyi bir analisttir. Olaylara farklı pencereden bakan, değerlendiren, çoğu zaman da isabetli kararlar veren bir isimdir. Türkiye’yi ve dünyayı iyi okur, okuduklarını iyi analiz eder, fikirlerinden mutlaka yararlanırsınız. Dikkate alırsanız mutlaka kazanırsınız. Ama bu vasıfların hiçbiri lider olmaya ve kitleleri peşinden sürüklemeye yetmez. Davutoğlu, AKP’ye genel başkan seçildiğinde sakin kişiliği ve beyefendiliği ile parti tabanında ve halk nezdinde bir karşılığı oldu. Ancak bu karşılık, asla lider karşılığı olmadı. Ahmet Davutoğlu gibi isimler, Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü liderlerin yanında durursa hem lider hem de kendisi kazanır. Bize göre Davutoğlu Hocanın, yeniden Tayyip Erdoğan’ın yanında durması, yol arkadaşlığına eleştiriyle de olsa parti içinde kalarak devam etmesi hem kendi hukukunu hem de Tayyip Erdoğan’ın hukukunu koruması bakımından önemlidir. Tarih vefakarları hayırla yad eder. İkbali değil, istiklali isteyenleri hatırlar.
ALİ BABACAN
Parti kurup başarma konusunda Ali Babacan’ı en zayıf halka olarak görmekteyim. Zira yıllarca ekonomiden sorumlu bakan olarak görev yapmak bir insanı lider yapmaz. Lider olabilmek için kimsenin almaya cesaret edemediği kararları almalısınız, hiçbir zaman sorumluluktan kaçmamalısınız. Ali Babacan, mevcut hal ve tavırları sebebiyle siyaset dünyasında Abdullatif Şener gibi parti kurup başarısız olanlar safına geçeceği düşüncesindeyiz. Kaldı ki Ali Babacan’ın halk tarafından bir tanınılırlığı olmadığı gibi, oy anlamında da hiçbir karşılığı olmayacağı kanaatindeyim. İnşallah siyaset değirmeni Ali Babacan’ı da öğütmez.
Yeni partinin mevcut konjonktür itibariyle başarılı olması ihtimali mümkün değildir. Uzatmadan söyleyelim: Gerek liderlik ve gerekse mevcut Türkiye şartları itibariyle kurulacak yeni partinin dönem partisi olacağı, kim veya kimler tarafından kurulmasının bir önemi olmayacağı ve kısa sürede kapısına kilit asacağı düşüncesindeyiz.
Yazıyı bitirmeden bir iki cümlede AKP için edelim: Yeni parti kurma sevdasına düşenlerin; AKP kadrolarındaki bazı kişilerin durum ve tutumları, aşırı güçten etkilenmiş tavırları, halkın emanetini kendi malı gibi görme ve hoyratça kullanma arzuları, genel merkezden kopuk, başına buyruk tavır ve hareketlerde bulunmaları, kibir kokan bazı tavır ve davranışları, eski-yeni kavgaları sebebiyle genel merkeze yansımayan “giderleşmeleri”, bazı AKP’lilerin diğer AKP’liler tarafından dışlanmaya çalışılması gibi etken sebepleri gördüğü ve buna karşı harekete geçtiği de bir gerçek. Bu nedenle AKP’nin bu ve benzeri yanlışlarını görüp düzeltilmesinde büyük bir zorunluluk bulunduğu aşikar. Şunu unutmamak lazım: AKP’nin kaybetmesi demek, Türkiye’nin kaybetmesi demektir. Zira şu anda etrafımız ateş çemberiyle çevrilmiş, sırtlanlar, yılanlar pusuya yatmış bir şekilde beklemektedir. Bu nedenle de Türkiye’nin kuvvetli bir iktidara, kuvvetli ve dirayetli bir lidere (Recep Tayyip Erdoğan’a) hiç olmadığı kadar ihtiyacı vardır.