Ömer, Gürün’ün Celikanyurt (Yazyurdu) köyünde 1894 yılında Mustafa (Mıstık) ve Fatte’nin (Fatma) çocuğu olarak dünyaya gelir. Yaşıtlarından daha hızlı büyüyerek kısa sürede gücü ve fizikî yapısı ile parmakla gösterilmeye başlanır. 17-18 yaşlarına geldiğinde, bir mandayı kuyruğundan tuttuğunda oturtacak güce erişmiştir. Yardımsever, iyi niyetli, biraz içine kapanık, utangaç, çabuk öfkelenen, ailesinin ve çevresinin çok çabuk ve fazlaca etkisinde kalan, çok cesur ve inanılmaz gözü karadır. Ömer 2 metre boyunda 110-120 kilo ağırlığında, buğday tenli, kahverengi gözlüdür. Alnının bir karış, ellerinin normal bir insanın elinin iki üç katı büyüklüğünde olduğu onu tanıyan yaşlılar tarafından anlatılmaktadır. Gücüne ilişkin tanık olanlarca anlatılanlar inanılır gibi değildir. (…) Köylü üzerinde ilk gençlik yıllarından itibaren tam bir otorite kurar. Korkusuzluğu, gücü ve ataklığı sonucu köyde herkes ondan çekinmektedir. Hırsızı, namussuzu yakaladığı an çok kötü hırpalamakta, halk ona dürüstlük ve adalet uygulayıcısı olarak bakmaktadır.
Ömer, 1912 yılında Sivas’ta askere alınır. Bu sıralarda Osmanlı İmparatorluğu batıda Balkan Savaşı, doğuda Ermeni Ayaklanmaları ve Rus saldırıları ile karşı karşıyadır. Kısa süreli acemi eğitiminden sonra Erzurum’a sevk edilir. (…) Ömer, üç buçuk yıl savaşın içinde kalır. Bir yandan Ermeni komitacıları ile diğer yandan da Rus ordusu ile savaşmaktadırlar. (…) 1912’den 1915’e kadar geçen üç buçuk yıllık askerlik süresinin sonunda, Enver Paşa’nın ünlü “Sarıkamış Harekâtı”nda Ömer ve bazı arkadaşları, vurdukları Rus askerlerinin giysilerini giyerek, Allahüekber dağlarının arka tarafına ulaşmayı ve Ruslara kurşun sıkmayı başaran 12.000 kişilik şanslı(?) Osmanlı askerinin içerisindedir. (…) Ömer ve birçok arkadaşı 1915 yılının Mayıs ayında, üç buçuk yıldır süren ve ölümden başka hiçbir sonuç elde edemeyen savaştan 3. Ordunun da dağılaması ile firar ederler. Ömer artık asker kaçağıdır…
Ailesi, 1921 yılında Şeyh Hamit Ağa’nın kızı Dudu’yu çevreninde etkisi ile (Ömer’e) istemeye karar verir ve giderek ister. Dudu 13-14 yaşlarında olmasına karşın serpilip gelişmiştir. Güzel ve alımlıdır. O yıllarda Şeyh Hamit Ağa çok saygın bir kişiliktir. Tanıyanlar tarafından “hükümet” olarak nitelendirilmekte ve çevresinde birkaç yüz silahlı adamı bulunmaktadır. Ağa kızını verir. Takılar takılır. Yarpuz ağalarından Hacı Bey’in oğlu Hüseyin Ağa’da, Durdu’ya vurgundur; ancak Şeyh Hamit Ağa Dudu’yu nişanlamıştır. Hüseyin Ağa, Kerevin’de bulunan akrabaları aracılığı ile Dudu’yu sürekli Ömer’den soğutmaya çalışmaktadır. 1923 yılında Ömer’in küçüğü Arif’in bir kız ile gönül meselesi olur. Kızın emmisi oğlu olan Miniğin oğlu İbrahim, Arif’e ateş eder. Arif bacaktan bir sıyrık yarası alır; kaçar ve evine gider. Durumu öğrenen Ömer mavzerini alır ve Miniğin oğlu İbrahim’e beş el ateş eder. İbrahim ağır yaralanır ama ölmez. Durum mahkemeye ulaşır. Bu yaralama sonucu İbrahim’in ölmemesi çok şaşırtıcı bulunur. Gövdeye denk gelen beş kurşuna karşın ölüm olmaması çevre halkı tarafından “Allah Ömer’in katil olmasını istemedi.” biçiminde yorumlanır. “Ömer Efsanesi” yeni bir boyut kazanmaya başlar. Bu arada Ömer’in emmisininoğlu Ahmet köy muhtarı seçilmiştir. Ailenin saygınlığı ve sosyal ilişkilerdeki becerisi ile Gürün’de ileri gelenlerle iyi ilişkiler kurar. Bu nedenle, aranmakta olan Ömer’i jandarma güçleri görmezden gelirler. Ömer’in insan-üstü gücü, fiziği, iriliği gün geçtikçe dilden dile yayılır.
1924 yılında askerlikle ilgili çıkan aftan yararlanmak için Gürün askerlik şubesine gittiği sırada, Miniğin oğlu İbrahim’i yaralama suçundan hapse atılırsa da, zamanın Belediye Başkanı Şakir Uma ve Gürüm’ün ileri gelenlerinin yardımı ile ve kefaletle serbest kalır. Dudu’nun, Hüseyin Ağa ile kaçtığını öğrenir. Hapisten çıktıktan bir süre sonra yedi yıl hapis cezasına çarptırılır.
Ancak teslim olmaz. Ömer hayatını öç almak için, Nurhak Dağları eteğinde, Kısık Yolu diye anılan ve Keklikpınarı adındaki yerde jandarma sevkiyatını basar, katır sırtında giden ve askere alınmış olan Hüseyin Ağa’ya mavzerle ateş eder. Ağa katırdan yaralanarak düşer. Hüseyin Ağa ölmez. Askerî birliğe saldırmak suçundan devlet Ömer’e vur emri çıkartır. Ağanın ölmemesi ve Ömer’in kurşun yağmuru arasından canlı, üstelik burnu bile kanamadan çıkması, halk arasında oluşan “Ömer Efsanesi” nin inanılırlığını artırır. “Ömer’i Allah korumaktadır”. Bu inanç her tarafa dilden dile yayılır. Ömer, günlerin bir bölümünü kendi köyünde geçirirken birçok zamanını da Göğdeli dağında ve Börklü (Kandıralık) adındaki komşu köyde geçirmektedir. Ömer’in köyde olduğu birçok zamanı jandarma aslında çok iyi bilmekte ancak görmezden gelmektedir. Bu görmezden gelmenin nedeni, nahiye müdürünün, Ömer’in amcasının oğlu Hüseyin Efendi’nin evinde oturması ve Mıstık, Kişiler’in yüksek maddi gücüdür. Amcazade Hüseyin Efendi’nin gerek arazi paylaşımı, gerekse de Ömer’in yükselen efsanesi nedeniyle Mıstık-kişiler’le arası bozulduktan sonra, nahiye müdürü ve jandarma komutanına yaptığı baskılar, çevrenin nahiye müdürüne taşıdığı bir takım dedikodular Ömer’in vurulması emrinin önünü açar. Nahiye müdürünün Zarif adında bir kızı bulunmaktadır. Kız Reşat KÖMÜRLÜ adında bir tahrir’at kâtibi ile evlidir. Köylüler Zarif’in Ömer’e tutkun olduğuna inanmaktadır.
1931 yılının Ekim ayının başlarıdır. Ömer köye döndüğü bir gün Zarif’in yoncalığın yanından bir kucak ot biçtiğini ve hayvanına götürdüğünü görür. Zarif’i yakalar ve bir tokat atar. Öfkesinin boşalması ne yazık ki yanlış bir kişinin üzerine olmaktadır. Zarif babasına gider. Durumu anlatır. Nahiye müdürü Ömer’in amcasının oğlu Acer Ali’yi çağırarak Ömer’i vurmaları için yardım etmesini ister. Acer Ali kabul eder. Ömer vurulursa arazi uyuşmazlığında karşılarına dikilecek kimse kalmayacaktır. Nahiye müdürü, jandarmayı çağırarak infaz için emir verir.
Acer Ali’nin evi yoncalığa 20-30 metre uzaklıktadır. Gece yarısı jandarmalar tarafından nereye siper alınacağı incelenir. Acer Ali en uygun yerin ahır olduğunu söyler. Ahırın penceresi doğrudan yoncalığı en yakından gören yerdir. Jandarmalar ne yapacaklarına karar verdikten sonra gider.
Ömer, sabah erkenden biçiciler gelmeden önce yoncalığa iner ve herzamanki gibi sabah namazına durur. Jandarmalar üç kişidir. Verilen emre karşın Maraşlı Ali ve Yozgatlı Süleyman Ömer’i vurmak istememektedirler. Bir adam vurmak bir kuş vurmaya benzemez ki; bir ömür bir insan yükünü taşımak zordur. Olağan üstü güçlüdür. Yenilmez bir bileği vardır, Ömer’in. Yiğittir, gözü pektir, dürüsttür; kimsenin malında, namusunda gözü yoktur. Eli açıktır. Üstelik Ömer’in ölümüne neden olacak olan namus için adam vurma işini, onlar da aynı durumda olsalar yapmak zorundadırlar. Töre zaten bunu emretmektedir. Gel gör ki, Kayserili Hakkı Çavuş acımasızdır. Verilen emri ne olursa olsun yerine getirecektir. Mavzerler kontrol edilir. Mermiler namluya sürülür. Ömer namazdan kalkar. Gün ışımıştır. Ömer’in hafif sakallı yüzü, pos bıyığı ayrı bir heybetle Acer Ali’nin ahırındaki jandarmalara döner. Maraşlı Ali tetiğe dokunur. Amacı Ömer’in kaçışını sağlamaktır. Kurşun sabahın sessizliğini delerek Ömer’in birkaç metre üzerinden vızıldayarak geçer. Ömer sesin yönüne doğru bakarken Yozgatlı Süleyman’ın mermisi vızıldar bu kez. Ömer birtürlü kendini yere atmayı düşünemez. Yeniden ahırın yönüne doğru döner. Kayserili Hakkı Çavuş bacaya dayamış, gez, göz, arpacık yapmış ve Ömer’in kafasına nişan almıştır. Tetiği keser. Mermi Ömer’in altın dişini kopararak beynini patlatır. Jandarmalar ahırdan çıkarak giderler. Yeter, beyni patlamış Ömer’i dizinde tutar. Ağlar ve ağıdını, Ömer’in yüzyıllarca yankılanacak ağıdını söyler. Bu ağıt hiç bitmez; efsane Ömer, her cenaze de yeniden anılmakta, her sevilenin arkasından yakılan ağıtlarda yeniden, yeniden toprağa düşmektedir. O herkesin içinde sevdiğinden bir parçadır. Onun ölümü, Türk halkının gönlünde sonsuzluğa taşınmakta olan, az sayıdaki halk kahramanından birisini daha yaratmıştır artık…