Teketek Haber

SAHİP OLDUKLARIN, BİR GÜN SANA SAHİP OLUR!

SAHİP OLDUKLARIN, BİR GÜN SANA SAHİP OLUR!
İbrahim ÖZBAY( iozbay@gmail.com )
20 Haziran 2020 - 23:45

Kazandıkça tükettiğimiz gerçeğinden hareket edersek eğer, kazandıkça farklı bir ihtiyaç çıkacak karşımıza ve bu ihtiyaçlar hiçbir zaman bitmeyeceğinden daha çok çalışma gereğini duyacağız.

Hiçbir yere gitmeden ve hiçbir model göstermeden kendimizden çıkalım yola.

Niçin çalışıyoruz? Bildik şeyleri tekrar etmeden kalıplaşmış ve toplumun genel kanaatlerini yansıtan düşüncelerden şöyle bir sıyrılarak tekrar soralım kendimize: “Niçin çalışıyoruz?”

Birilerine muhtaç olmamak ve önce kendimizin, sonra da ailemizin rızkını temin etmek içinse o halde devamı neden?

Kazandıkça tükettiğimiz gerçeğinden hareket edersek eğer, kazandıkça farklı bir ihtiyaç çıkacak karşımıza ve bu ihtiyaçlar hiçbir zaman bitmeyeceğinden daha çok çalışma gereğini duyacağız.

İşte bu sürecin sonunda en acı gerçekle karşılaşacağız: “SAHİP OLMAK” için çalışırken; sahip olduklarımızı kaybedeceğiz.

Yıllar yılı çalışıp didinip bitmeyen ihtiyaçları karşılamak ilk başta sağlığından, sonra da eşinden, çocuklarından, aile, arkadaş ve dostlarından uzaklaşan milyonlarca insan göreceğiz.

Örneğin, bir ev sahibi olmak için harcanan yılları, tüketilen mesaileri, biriktirilen para ve ödenen taksitleri, harcanan enerjiyi bir düşünün.

Peki aynı evi bir “Sevgi ve Mutluluk Yuvası” haline getirmek için neler yaptınız?

Aynı evde yaşadığınız mutlu ve huzurlu günler ile; stresli, öfkeli, mutsuz, tadsız-tuzsuz ve problemlerle geçen günleri şöyle bir karşılaştırın.

Hangisi daha çok?

O eve sahip olmak için tüketilen zamanın ve enerjinin kaçta kaçını aynı evi bir sevgi yuvasına dönüştürmek için harcadığınızı bir düşünün.

Eşinizi ve çocuğunuzu sevmek, onlarla ilgilenmek, onlarla vakit geçirmek için ne kadar mesai harcadığınızı, bir ev ya da araba almak için çalışmanız gereken mesai saatleri gibi hesaplayın ve sahip

olduklarınızın gün gelip size sahip olabileceklerini unutmayın!

Evet, bizler yanlış şeylere yatırım yapıyoruz.

Ev, araba, yat, banka hesapları…

Bunlara sahip olmak bizi zenginleştirmiyor; eksiltiyor yavaş yavaş.

Çünkü onlara sahip olmak için yaşamımızdan, sevdiklerimizden ve kendimizden fedakârlık ediyoruz.

Nereye Kadar?

Toplumsal olarak öyle bir sürece geldik ki küçük bir televizyon reklamı dahi bizi tüketmeye, yeni çıkan o ürünü almaya sevk etti.

Bir nevi şartlanmış bir topluluk haline geldik. Bu durum sadece kendi ülkemiz için geçerli değil elbette.

Bugün dünyanın her yerinde benzer tablolar belki daha da ağır şekillerde görülmekte. Lakin önce kendimizden yola çıkıp şöyle bir seslenelim kendimize ve “Nereye kadar?” diyelim.

İçinde bulunduğumuz bu çıkmazdan -ki bu durumu bir çıkmaz olarak görüyor muyuz, o da ayrı bir konu- kurtulmak için neler yapmamız gerektiğini soralım kendimize.

Her 30 saniyede bir boşanma hadisesinin gerçekleştiği şu günlerde aileye, evliliğe, birlikteliğe, sıcak bir yuvaya verilen değeri ilk başta biz canlandıralım.

Bitmek bilmeyen işler listemize ilk başta bunları koyalım. Ev sahibi olmak için değil; o evi dolduracak, o eve can katacak sevgiler, mutluluklar için çalışalım.

Kendimizi başarıya ve devamlı ilerlemeye endeksli kılarken, sadece çalışma ve iş hayatımız için değil; geride bıraktıklarımız için de aynı performansı gösterelim.

Elde ettiğimiz unvanların, makam, derece yahut ev, araba ya da banka hesaplarının sevdiklerimizi ihmal etmesine asla müsaade etmeyelim.

Maddi kazanımlara “Sahip Olmak” yerine, onları sadece bozuk bir para gibi cebimizde taşıyalım; kalbimizde ve ruhumuzda değil…

Şimdi tekrar soralım kendimize:

“Niçin çalışıyoruz?”

Kandırmayalım kendimizi.

Tüm insanlığı kandırsak bile kendimizi kandıramayacağımızı unutmayalım.

Bununla birlikte cevaplamamız gereken şu soruları da içtenlikle soralım kendimize:

Bitmek tükenmek bilmeyen bu çalışma aşkımızın arkasında, unutmak, yok saymak istediğimiz şeyler mi var?

İnsan hayatının kaçınılmaz sonu olan ölüm, ölüm düşüncesi veya ölüm korkusu mudur acaba bizi bu denli çalışma arzusuyla dünyaya bağlayan?

“Sahip Olma” olarak adlandırdığımız dereceler, makamlar, maddi kazanımlar ve bir tüketim çılgınlığına dönüşen yaşantımız, bizi nereye kadar sürükleyecek peşinden?

Bir de niçin çalıştığını hiç önemsemeden, tamamen duyarsız, amaçsız, öylesine çalışan bir kişiliğimiz olduğundan mıdır acaba bu kadar çok çalışıyor olmamız?

Benim içimde öyle bir his var çünkü!?

 

Selametle…