“Âlem-i İslâm’a Hitâb!
Ey Millet-i Necîbe-i Osmâniye, vaktine hazır ol! Bin üç yüz küsür seneden beri Hazreti Allah’ı ve peygamber-i zişânını hizmetinle razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadının kanı pahasına fethettiği bir kalenin burc-ı barusundaki al sancağın bugün Fransızlar tarafından indirilip, yerine kendi bandıraları konuldu. Şimdi acaba bunu yerine koyacak sende birkaç yüz İslâm gayreti hiç mi yok? İğtişaş arzu etmeyelim. Yalnız pür vekâr ve azamet olarak o al sancağımızı geri yerine koyalım. Tekrar kemâl-i mehâbetle yerlerimize avdet edelim. Korkma, korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilen Alallah kendi mevcudiyetini gösterecek olursan değil birkaç Fransız kuvveti, hatta bütün Fransız milleti kıramaz. Buna emin ol.”28 Teşrîn-i Sânî 1335 (28 Kasım 1919)
Kısakürekzâde Mehmed Ali Bey
Yukarıdaki şiirsel dille ve hamiyet dolu hislerle yazılmış bildiri, 100 yıl önce Kaledeki nazlı bayrağımızın iğrenç ellerle yerinden indirilmesi üzerine Kısakürekzâde Avukat-Savcı Mehmed Ali Bey tarafından tüm Maraşlıya hitâben yazılmış bir çağrıydı. Üzerinden bir asır geçmesine rağmen ne eskidi, ne de heyecan ve manâsından bir şey kaybetti.
Fransız işgal kuvvetleri komutanı Yüzbaşı Andre’nin, Hırlakyan Agop’un torunu Helena’nın gönlünü etme bahanesiyle bir milletin en kıymetlisine el uzatması kabul edilebilir bir şey değildi. Görünüşte sebep sadece gönlü edilmek istenen bir kız olabilirdi. Ama bunun bahane olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Çünkü Fransızlar bayrak indirme eylemini daha önce Adana-Osmaniye havalisinde gerçekleştirdikleri gibi, Andre Maraş’a geldiğinden beri Mutasarrıf Atâ Bey’e de bu hususta baskı yapıyordu.
Bir ülkenin bir başka ülkeye gerek ziyaret amacıyla yaptığı diplomatik seyahatlerde, gerekse işgal kuvveti olarak askeri kuvvetlerini girdirmesi öncesinde kendi unsurlarını bilgilendirmesi olağan şeylerdir. Bir başka ülkeye ön hazırlıksız giremezsiniz. Askeri başarının en temel ilkelerinden birisi karşı tarafı iyi tanıyor olmaktır. Bu bağlamda Yüzbaşı Andre’nin, Türk Milleti için bayrağın ne anlama geldiğini bilmediği düşünülemez. Anlaşılan o ki, zamanın şartları icabı Türk Milletinin çaresiz ve ümitsiz bir halde her şeye boyun eğeceğini düşünmüş olmalıdır. Bu cesaretle açıktan tahkir ve sindirmeye yönelik bir operasyona girişmiştir. Veya daha da ileri giderek tahrik ve meydan okuma hamlesi yapmayı amaçladı. Böyle bir kurgunun neticesinde de, artacak tansiyon ve bundan mütevellid oluşacak bir iki münferit olayı bahane ederek, şehrin önde gelenlerini tutuklayıp Maraş’ı itaat ettirmeyi amaçladı. Zaten yerli Ermeniler de kendisine bu konuda hem cesaret kaynağı, hem de yerel işbirlikçiler olarak hazır kıta durumundaydı. Her şey 28 Kasım sabahı belli olacaktı, oldu da…
Yüz yıl önce Maraş en heyecanlı, kahırlı ve öfkeli günlerinden birini yaşadı. Sabahtan öğleye kadar için için kabardı, kabardı, kaynadı, kaynadı, en sonunda Cuma namazında Ulu Cami’de taştı, coşkun bir sel olup, aşağıdan yukarıya kaleye aktı ve şanlı bayrağına hiçbir müstevlinin el uzatamayacağını tarihe şânla şerefle yazdı.
Bu bir kıyamdı, bu bir onurlu duruştu, bu bir haykırış, bir çığlıktı. Bu çığlık, yaklaşık iki ay sonra harbin başlamasıyla patlayacak volkanın homurtusuydu. İşte bu çığlığın, bu haykırışın en mühim harekete geçirici amili kesinlikle Mehmed Ali Bey’in işte bu manifestosudur. Bildiriyi büyük bir ıstırabın ve coşkunluğun neticesi olarak birkaç nüsha halinde kaleme alan ve oğlu Şahap’la birlikte şehrin muhtelif cami ve yerlerine asan Mehmed Ali Bey, ahalinin hamiyet duygularının yükselmesinde birinci derecede belirleyici olmuştur.
Böyle bir ortamda bu bildiriyi hazırlayıp, dağıtmak aynı zamanda bir serdengeçti pozisyonunda, büyük bir cesaretle hayati risk almak demekti. Ancak Mehmed Ali Bey’in böyle bir riski aklının ucundan dahi geçirmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Onun, inandığı dinin bir mümini olarak bayrağın ne anlama geldiğinin şuurunda olduğunu bildirisinin cümlelerinden anlıyoruz. Zaten hislerini yazdığı için de tesiri muazzam olmuş, görüşümüzce şehrin kitle halinde Ulu Cami’ye akmasında yönlendirici olmuştur.
Mehmed Ali Bey’in Maraş İstiklâl Harbi’ndeki hizmeti bundan ibaret kalmayacak, daha sonra kendi eliyle yazdığı bir gazete çıkarmaya başlayacaktır. 15 günde bir yayınladığı “MARAŞ” adlı gazetenin ilk nüshâsını 2 Aralıktan itibaren, yani Bayrak Hadisesinden sadece 4 gün sonra çıkarmaya başlayarak, elde edebildiği hadisata ve düşüncelerine yer vermiştir. Ayrıca gazeteyi okuyanların, kopyasını çıkararak çoğaltmasını da istemiş ve bu şekilde istinsâh dediğimiz bir çoğaltma metodunu da dönemin şartları içinde benimsemişti. Ne kadar süre çıktığını tespit edemediğim bu gazetenin maalesef şimdiye kadar herhangi bir nüshasına da rastlamış değiliz. İnşallah zaman içinde bu gazetenin bir şekilde nüshalarıyla da karşılaşırız.
İşin ilginç yanlarından biri, Mehmed Ali Bey hakkında bundan sonrasına ait bir bilgiye rastlamıyor oluşumuzdur. Mehmed Ali Bey bundan sonra herhangi bir fonksiyon icra etmedi mi? Ona ne oldu? Hikâyesinin bundan sonraki aşaması nedir? Şahsen bir tarihçi ve Maraş’ın çocuğu olarak, Mehmed Ali Bey hakkında kaynakların ketum olmasının nedenini merak ediyorum. Herhalde bu konuda akrabaları olan Kısakürek ailesi ayrıntılı bilgiye sahiptir. Ailenin şahsımıza bu konuda bilgi vermesi halinde, bu sütundan Mehmed Ali Bey’in hikâyesinin ayrıntı ve devamını da aktararak tarihe kazandırmış oluruz.
Bayrak Hadisesinin 100. Yılı münasebetiyle, bir daha böyle meş’um bir durumla karşılaşmamanın temennileriyle kahraman ecdâdımızı rahmetle anıyoruz.