Kendini bulmaya çalışan genç bir kızın, kendini bulduğunu ispatlama çabasına hayran kaldığım bir günün gecesinden yazıyorum. Abartıyla süslenmiş birden fazla yalanın inananı ben olmak istedim. Yapma inanırım da dedim içimden fakat namümkün, inanmam ama güzel dinleyiciyimdir. Mesele inanmak mı derseniz, cevap vereyim; hayır! Beni burada düşündüren tek şey bir türlü dürüst olamamanın yarattığı küçültücü sebepler. İnsan yüksek sesle, altını çize çize ben buradayım, en iyisiyim haykırışını içine yalan katarak dışa vurduğunda iyileşebilir mi? Birkaç saat sonra kendi gerçeğine dönünce hakikatin aslında kendi gerçekliğinin içinde olduğunu fark ettiği an başka türlü bir bunalım sirayet etmez mi? Bugün iyi değilim demek kolay olsaydı iyileştirici bir başlangıç olur muydu? Yoksa evren enerjisi ve misal alemindeki bin ihtimalin uyanma olasılığını düşünerek kelimeleri yalandan da olsa en güzel şekilde güzellemek mi en doğru olan. Yalan söylemek, abartmak kelimeleri güzellemekle aynı şey mi? Bilmiyorum. Açıkçası ben buralarda çözülmez düğüm oluyorum. Sırf bu yüzden dinliyor ve susuyorum. Bir gün gelir de birine “yalan söylediğini biliyorum ama kendini böyle daha iyi hissedeceksen buyur yalan söylemeye devam et” dersem ne hissederim çok merak ediyorum. Karşımdakinin o an gösterdiği tavır ne olur ben ne yaparım, rahatlatır mı bu beni, yoksa ne gerek vardı diye kendime mi kızarım, hiç bilmiyorum. Lord Byron’un da dediği gibi yalan maskelenmiş gerçeklerden mi ibaret? Yalnızca anlam vermeye çalışıyorum. Anlamak istiyorum. Ortalama bir yaşantıdan yüksek perdeden yaşam sözcükleri döküldüğünde bu mübalağaya inanmak tercih meselesi mi olmalı? Kafanızda ne olduğunu bildiğiniz kişilerin, konuların başka türlü ifade edilişi size kendinizi aptal gibi hissettiriyor mu? Bu soruyu kendinize sormanızı istiyorum. Mesela beni derin derin düşündürüyor.
Hayatta insanın evvela kendine dürüst olması gerektiği gerçeğini hepimiz biliyoruz, kendimize dürüst olamayınca karşımızdakilere olmak imkansız. Kendi yalanına inanan bir insana doğrusunu soramazsınız. Hayatın dik köşelerine çarpıp defalarca canı yanmış genç bir kadının / kızın kurgusuna inanmak istiyorsunuz. Tek çaba “seni anlıyorum” sinyalini karşı tarafa verebilmek! Neden! “Seni anlamıyorum, neden bu yola başvuruyorsun, gel doğrusunu konuşup çözüm bulalım” desek ne eksilir. Buna kulpumuz da şu; yalanını yüzüne vurmamak! Bla bla bla… uzar da uzar.
Bazı anlar yaşanıp biter, herkes kendi yalanını söyler, inanan alır gider, inanmayan gece vakti ben gibi dert eder. Bu kadar farkında olmak, farkında olarak yaşamak, bu kadar dikkatli dinlemek, cımbızla seçip mantıkla yoğurmak yalnızca kişinin kendini yorar. Haydin hep beraber akışa bırakalım, kim nasıl mutlu ise öyle yaşasın. Çok saçma oldu değil mi? Zaten öyle yapmıyor muyuz? Kim kimi düzeltecek cesarete sahip, kim böyle bir sorumluluğu omuzlayacak kadar yürekli ki? Herkes kendi tefini çalıp oynuyor.
Geldik sona!
Her ne kadar zırvalasam da hayran kaldım dinlediğim yalanların mantık hatalarına! O kadar doğru yerdelerdi ki düzelmeye kıyamadım!