Şehadetinin 99. Yılı Anısına
Milli kuvvetlerin maneviyatını bozarak, büyük üzüntüye yol açan Evliya Efendi’nin şehadet haberi ve son durumu Maraş’tan Temsil Heyetine bildiren rapor, İrade-i Milliye Gazetesi’nin 9 Şubat 1336 (1920) tarihli nüshasında şu şekilde ifade ediliyordu;
“Heyet-i Merkezîye’den Evliya Efendi, kuvvetleri ile Ermenilerin meskûn bulunduğu dört beş noktayı muhasara ederek, muvaffakiyetle taarruz harekatına devam etmekte iken kendisi ve fedakâr arkadaşlarından birkaçının şehid olması harekatı sekteye uğrattı. Geri alınan mevziler terk edildiğinden Ermeniler tarafından tekrar zabt edildi. Evliya Efendi’nin şehadeti büyük kayıptır. Maalesef Maraş’ın ikinci bir Evliya’sı yoktur.”
Evliya Efendi’nin boşluğu asla doldurulamadı… Ancak, ne Arslan Bey, ne de Maraşlı yılmadı. Harbin son bir haftalık safhasına girilmiş, özellikle Şark Cephesi’nde sarsılmalar başlamıştı. Düşman yoğun tazyik altındaydı, buna rağmen topları Maraş’ın ve Maraşlı’nın üzerine ölüm kusmaya devam ediyordu. Şehirde başlayan panik havası; kadın, çocuk, ihtiyar, savaşmaktan aciz kim varsa doğuda Gafarlı, batıda Kazma tarafına doğru kar, tipi ve düşmanın top ve mitralyöz ateşleri arasında nice kayıplar vererek çekilmeye başlamıştı. “Kaç Kaç” adını vermişti Maraşlı, bu sivil ahalinin tahliyesine.
Şubat’ın 10’u gelmiş. İslahiye’den gelen Albay Norman kuvvetleri süvari ve piyadelerden oluşan bir alay, ağır silahlar ve bir top bataryasıyla gelerek Mercimek Tepe’yi işgal etmiş, başta Cancık hattı olmak üzere, Kışla’ya kadar olan mıntıkayı kesif bir topçu ateşi altına almıştı. Ama hakkın yiğitlerinin bembeyaz karlar içerisindeki toprağa kızıl kanlarıyla cansız düşmedikçe Maraş’ı vermeye niyetleri yoktu. Bir tarafta Arslan Bey, diğer yanda Şeyh Ali Sezai Efendi yüreklerin ağza geldiği, çok insanın tereddütler geçirdiği bu ortamda asla zafere inançlarından bir şeyler kaybetmemişler, çetelerin maneviyatını yükseltme gayretleri içerisinde koşturuyorlardı.
Düşman mıntıkalarını kuşatma altında tutan bir halk aynı zamanda iki taraflı top ateşi altında direniyor, savaşın başından beri verilen yüzlerce şehide yenileri ekleniyordu. Son çare olarak Maraş’ı tümden boşaltarak içerisindeki düşmanla birlikte külliyen yakıp, kül etme fikri bile ağırlık kazanıyordu. Çünkü Maraş’ın düşmesi durumunda Ermeni canavarlarının bir tek canlı Müslüman koymayacağı şüpheden vareste idi…
Ancak Fransız’ın da dayanacak gücü kalmamış, çekilme planları yapıyor, özellikle Kışla’dan Mercimek Tepe’ye kadar uzanan çekilme güzergâhını top ateşiyle döverek açık ve güvenli hale getirmeye gayret ediyordu. Maraşlı’nın azmi ve fedakarlığı nihai noktasına gelmiş, sabilerin günahsız ağızlarının duaları Arş’ı Rahman’a ulaşmış, sonunda insan irade ve azminin nihayete erdiği noktada ilahi irade Sure-i Ahzab’ın;
“… Hani düşman orduları üzerinize gelmişti de, biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir. Hani onlar size hem üst tarafınızdan, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada müminler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar.”
ayetleri bir kez daha tecelli etmiş; 11 Şubat’ı 12 Şubat’a bağlayan gece Fransızlar yanlarında Ermeni eşkıyalarıyla birlikte şiddetli top ateşinin koruması altında, Mercimek Tepe üzerinden Aksu’ya doğru kaçarcasına şehri terk ederek gitmişlerdir. Bir Çarşamba günü başlayan harp 22 gün geceli gündüzlü sürdükten sonra bir Çarşamba gecesi nihayete ermişti…
Arkalarında harabe haline gelmiş, nice ocakları sönmüş, yangın ve bombardıman dumanlarının bir sis gibi kapladığı; ama gururlu, ama dimdik bir Kahramanmaraş bırakarak… Kendileri ise, bir avuç kahraman halk karşısında Fransız askeri tarihine en onursuz mağlubiyetlerinden birini yazarak.. Yanlarında suç ortakları Ermeni eşkıyasıyla birlikte bir daha arkalarına bile bakamadan İslahiye’nin yolunu tutarlar. Ama gazab-ı ilahi yakalarını İslahiye’ye kadar bırakmaz. Birbirlerini suçlaya suçlaya çekilen Fransız ve Ermeniler yolda şiddetli kar, tipi, soğuk ve yer yer Türk çetelerinin baskınıyla binlerce ölü ve yaralı vererek perişan bir şekilde İslahiye’ye ulaşırlar. Yolda yaşadıklarını anlatan Ghovent Çorbacıyan, ihanetlerinin bedelini, isyan içerisinde şu sözleriyle itiraf eder;
“… 12 Şubat Perşembe günü… Öğleye doğru yeniden soğuk şiddetlenmeye başladı. Öyle görünüyordu ki Allah soluklanmamıza bile müsaade etmeyecekti. Dondurucu soğuk iliklerimize işlemekte idi… Yahudilerin güçlü tanrısı, açlıklarını yatıştırmak için onlara kudret helvası göndermişti. Bize ise yememiz için beyaz, saf 1,5 metre kalınlığa ulaşan kar indirmekte idi. Böylece Türklerden kaçıp canını kurtarmak isteyenler donarak ölsünler… Kar da yeterli gelmemişti, dört yandan esen rüzgâr fırtınası da bedenlerimizi biçip geçiyordu. Gece boyunca başımızı sokacak, barınacak bir yer bulamayarak karla boğuşmaya mecbur kalmıştık. Fransız askerleri köyün küçük kulübelerine sığınmış, diğerleri de çadırlara yerleşmişti. Alçaklar bisküvi, şarap ve çaylarını yudumlayarak keyif çatıyorlar, zevkle bizim perişan halimizi seyretmektelerdi… Bizim için hiçbir yerde yardım umudu kalmamıştı. Tanrı sağırlaşmış, bizi duymuyordu, körleşmiş bizi görmüyordu. Kesinlikle Müslümanların Allah’ı olmuştu…”
12 Şubat sabahı… Kışla, Katolik Kilisesi, Abarabaşı Kilisesi, Alman Yetimhanesi gibi hala direnmeye çalışan birkaç nokta dışında harp bitmişti… Arslan Bey’in, üç hafta evvel; “Arkadaşlar harp başlamıştır…” sözünden bu yana Maraş ilk kez bu kadar sessizdi… Geceden beri seccadenin üzerinde elinde tesbihi ile murakabe halinde olan Şeyh Ali Sezai Efendi, sure-i Bakara’nın “Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele” ayetini okurken, Arslan Bey’in huzuruna kesik bir baş konur ve; “Beyim, düşmanının ömrü bu kadar olsun” denir.
Ömrü bu kadar olan Agop Hırlakyan’dan başkası değildir. Büyük devletlerin Osmanlı’yı parçalamak arzuları içerisindeki kışkırtmalarıyla ihanete ve mel’anete cür’et etmişti. Osmanlı’nın onu Maraş Meb’usu etmiş olması bile onun için yeterli değildi. Parası, malı çoktu. Fransızlar onu Kilikya Prensi yapacaktı. Fransızlar’ı büyük bir coşku ve heyecan içerisinde kutlamalarla karşılamış, Abdal Halil Ağa’nın davulunun içini altınla doldurmak bile istemişti. Oysa Fransızlar kaçarken bu sadık adamlarını, hayalî prensi yanlarına almayı bile düşünmemişlerdi. Adana’dan Sivas’a kadar uzanan mıntıkada Kilikya Ermeni Prensi olma hayalleri içerisindeki Maraş Ermenilerinin bu meşhur liderlerinin hayalleri, 12 Şubat sabahı Maraş’tan kaçmaya çalışırken bembeyaz kar yığınları içerisinde kendi kanına bulanmış bir şekilde son bulmuştu…
*
**
Maraş Harbinin en büyük şehidi İbrahim Evliya Efendi’nin cenazesi Acemli Camii avlusuna defnedilirse de, sonraki yıllarda ailesinin razı olmamasına rağmen Asrî Mezarlığa (Şeyh Adil) taşınır. Babasının şehid olduğunda altı aylık olan ve 1994 yılında vefat eden oğlu Hasan Fehmi Evliya’nın şu çocukluk hatırası yüreklerde kalan hüznün ve muhabbetin en veciz hâlidir;
“Böylece babam şehit, anam 18 yaşında dul, ablam iki buçuk yaşında, ben altı aylık yetim kalmışız. Babamın sağlığında Düdüm’ün evi yanarken bizim ev de bütün eşyalarımızla yanar. Oturacak bir yerimiz olmadığından bir akrabanın evine sığınmışız. Bu harbin kahramanları olan birçok hemşerimiz gibi.
Baba yok, baba ocağı yok, para yok, servet sağman yok, bu harpte kim bizim kadar yanmıştır, gösterebilir misiniz?
O zaman harpte evi yananlara ev verirlermiş. Harpten sonra bizim kimsemiz olmadığı, yol gösterenimiz bulunmadığından bize verecek ev kalmamış, biz de kendi yurdumuzda muhacir olmuşuz…
Okul çağından evvel, Kurtuluş Bayramlarında beni her sene bir ilkokul önünde, bayrağın altına merasime götürürlerdi. O zaman Maraş’ın evleri damdı. Maraşlı hanımlar Kurtuluş Bayramlarını bu damların süğüklerinden seyrederlerdi. Beni okulun önünde, göğsümde İstiklâl Madalyası ile görünce;
- Gadanı alayım, Evliya Efendi’nin oğlu, Evliya Efendi’nin teberriği,
diye uzaktan severlerdi. Bu asil Türk kadınları, analarımız, bacılarımız babama olan saygı ve sevgilerini onun hatırası önünde yürekten duygularını belirtirlerdi.”
Son sözü Mehmed Akif merhuma bırakalım (Çanakkale Şehtilerinden);
Bu, taşındır diyerek Kâ’be’yi diksem başına
…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
28/01/2019
İbrahim KANADIKIRIK
(Yazıda yer alan bilgilerde; Maraş Milli Mücadelesi’nde Şeyh Ali Sezai Efendi-Serdar Yakar, Maraş Milli Mücadelesinde Arslan Bey-Serdar Yakar, Gazilerin Dilinden Milli Mücadelemiz-Yalçın Özalp, Maraş-Fransız Harbi-Yaşar Alparslan/Serdar Yakar, Kahramanmaraş 1.Kurtuluş Sempozyumu (1986)-Kahramanmaraş Belediyesi, Yakınçağ’da Kahramanmaraş-Prof.Dr. Ahmet Eyicil, Milli Mücadele Kahramanlarımız-Serdar Yakar, XX.Yüzyılın İlk Yarısında Maraş-Yrd.Doç.Dr. Nermin Gümüşalan kitaplarından ve ailevî hatıratlardan istifade edilmiştir.)