Google özel günleri unutmayarak hazırladığı ‘doodle’lar ile taçlandırmaya devam ediyor. Modern dünya edebiyatında kadının sesi olmuş, yazar kimliğinden öte bir eleştirmen olarak edebi hayatın dinamiklerinden feminist yazar Virginia Woolf’un bugün 136.doğum günü. Doodle ile birçok kişinin ana sayfasına taşınan Virginia Woolf’un hayat öyküsü merak ediliyor. Zor şartlar büyüyen ve bu zor şartlarda günün insanı olmaktan öte, zamana ışık tutan yazar Virginia Woolf edebiyatta kadın dendiği vakit akla gelen ilk isimlerden. Yazarlık kimliğinin yanında çevirmen, romancı, yayıncı ve en ağır basan yönüyle ise eleştirmendir. Çağının yargılarına getirdiği eleştiriler ile evrenselleşen fikirleri ve bu fikirler ışığındaki sözleri günümüzde dahi dilden dile dolaşıyor. Peki, eylemleri kadar ders niteliğinde yaşam öyküsü ile de dikkat çeken büyük yazar Virginia Woolf kimdir? Henüz genç denebilecek yaşta hayatına son veren Virginia Woolf’un yaşam öyküsü, bilinmeyenleri ve hafızalardan öte kalbe kazınan sözleri…
VİRGİNİA WOOLF KİMDİR?
Kensington, Middlesex, İngiltere doğumlu olan Virginia Woolf, 25 Ocak 1882 tarihinde dünyaya gözlerini açmıştır. Victoria devri’nin tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen’ın kızı olan Woolf’un tam adı Adeline Virginia Woolf’tur. Annesi ve babası daha önce başkalarıyla evlenmişler, dul kaldıktan sonra ise bir araya gelmişlerdir. Virginia’nın annesi Julia Duckworth ile Leslie Stephen’ın beş çocukları olur. Yaş sırasıyla Vanessa, Julian, Thoby, Virginia ve Adrian. Virginia on üç yaşındayken annesi ansızın ölmüştür. Woolf, o yıllarda kadınların ikinci planda kalması nedeni ile okula gönderilememiş fakat babası yardımı ile kendini geliştirmiştir.
Okula gidememiş ve eğitimini evde tamamlamak zorunda kalmıştır
Hayatı boyunca okula gidememiş olmanın hüznünü tadan Woolf, eksiklikten öte burukluğu yaşamıştır. Okuma aşkı ise hiç bir zaman sönmemiş ve babası Sir Leslie Stephen’ın kütüphanesindeki kitapları okuyarak kendini geliştirme yoluna gitmiştir. Kitaplar dünyasının bir küçük vatandaşı olan Woolf yazar olmak isterken, kız kardeşi Vanessa Bell ise ressam olmaya karar verir. Virginia Woolf günümüzde birçok yazarın esin kaynağı olmuş, eserlerinde kadın hakları, sınıfsal farklılık, aşk, evlilik ve özgürlük temalarını kalem almıştır.
İlk kısa hikayelerini 1895’de bir gazetede yayınlatır
Aynı dönemde annesini kaybeden Woolf, bu durumu ‘Olabilecek en büyük felaket’ sözleriyle anlatmıştır. Ona olan minnetini ve özlemini “Deniz Feneri” adlı eserinde yansıtmıştır. Romanla ilgili olarak Woolf’un kardeşi Vanessa, “Annemin portresi düşünebileceğimden çok daha ona yakın. Ama böyle mezardan geri gelmesi acı verici.” demiştir. Annesini ölümü ona ilerleyen yıllarda bir sinir hastalığı emanet edecektir.
1904’te babasının ölümü ve Bloomsbury’ye taşınması ile dönüm noktası
Babasını kaybeden Woolf ve kardeşlerinin Bloomsbury’ye taşınması onun hayatında bir dönüm noktası olmuştur. 1909’da bir süreliğine Lytton Strachey ile nişanlanmıştır. Virginia Woolf 1912 yılında Leonard Woolf ile evlenmiştir. Leonard Woolf eşi için bir basımevi kurmuştu ve bu da Virginia Woolf’un yazdığı kitapları yayımlatması için bir fırsat olmuştu.
Ağır bunalım ve ardında bıraktığı 2 intihar mektubu…
İçine düştüğü ağır bunalıma eklenen vehimler ve yeteneğini kaybetmiş olma düşüncesi Virginia Woolf için hayatın sonu demekti. Perde Arası romanını yazdığı sıralarda duyduğu savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres, dehşet ve korku sonucu ruhsal bunalım 28 Mart günü onu karanlığa çağırdı. 28 Mart 1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan Ouse nehrine ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etti. Ardında biri eşi Leonard Woolf’a diğeri ise kardeşi Vanessa Bell’e bıraktığı iki intihar mektubu ile yaşama veda etti.
Kocası Leonard Woolf’a yazdığı 18 Mart 1941 tarihli intihar mektubu;
“Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. Yaşadığım o korkunç anlara geri dönemem artık. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum.”
VİRGİNİA WOOLF’UN EDEBİ YÖNÜ
Hayatını kalemine malzeme edinen yegane romancıdan biri olan Woolf, zor hayat şartları ve annesinin ölüm buhranı ile etkileyici bir üslup ve hafıza edinmiştir. Günün ve günümüzün ‘edebiyatta kadın’ imgesine büyük bir yankı olan Woolf’un etkisi yadsınamaz derecede büyüktür.
Bir profesyonel olarak 1905’lerde yazmaya başlayan Virginia Woolf’un ilk kitabı olan The Voyage Out (Dışa Yolculuk) 1915’te yayınlanmıştır. Bu kitabın yazımı çok uzun sürmüş, bir yıl içinde üç kez tekrar yazılmıştır. Özelllikle annesinin ölümünü yenmesi ile ilgili olan bu kitap ilginç olduğu kadar etkileyicidir.
Woolf The Voyage Out (1915; Dışarıya Yolculuk) ve Night and Day (1919; Gece ve Gündüz) adlı romanlarının yayımlanmasından sonra deneysel çalışmalara yöneldi. Yinelenen imgeler gibi bazı şiirsel öğeler kullanarak, bir ölçüde de olayların geçtiği süreyi kısa tutarak bu iki romana son derece örgütlü bir yapı kazandırmıştı. Orlando’da (1928; Orlando, 1993, 2000), I. Elizabeth döneminden 1928’e kadar İngiltere’yi, özellikle de bu ülkedeki edebiyat yaşamını konu aldı. A Room of One’s Own (1929; Kendine Ait Bir Oda, 1988, 1992) adlı uzun denemesinde, kadın yazarların erkeklere ait bir dünyada karşılaştığı zorlukları anlatıyordu.
Woolf The Waves’le (1931; Dalgalar, 1974, 1988) romana dönerek bilinç akışı tekniği üzerinde yoğunlaştı. Kişi ya da olaylardan çok “insanın yedi çağı”nı nasıl yaşadığına ağırlık verdiği bu romanda, karakterlerinin bilinç akışını çocukluklarından yaşlılık dönemlerine kadar olduğu gibi aktarmaya çalışıyordu.
Between the Acts’te ise (1941; Perde Arası, 1992) olaylar Mrs. Dalloway’de olduğu gibi bir günde geçiyor, ama İngiliz tarihine ilişkin bir köy gösterisi aracılığıyla daha geniş bir zaman dilimi yansıtılıyor, bir yandan da okura bir savaşın yaklaşmakta olduğu sezdiriliyordu.
Başta Woolf’un veliahtı olarak görülen Sylvia Plath olmak üzere Gabriel Garcia Marquez, Truman Capote, Margaret Atwood gibi isimlere ilham kaynağı olmuştur.
ONUN İÇİN HAYATIN ANLAMI
Romanın ana kahramanlarından Septimus Warren Smith de Mrs. Dalloway gibi çok anlamsız buluyor hayatı. İkisi de yalnız; ikisi de insanların arasında ama onların dışında. Clarissa Dalloway’in bedeni evinde verdiği partide, ruhuysa dolaşıyor, geçmişe gidiyor, bugünde oyalanıyor ama herkesin dışında durup tepeden bakıyor. Ve insanı düşündürüyor: İnsan kendi hayatının seyircisi olabilir mi? Evet olabilir, ama kaçımız başarırız bunu? Kaçımız kendimizi hayatın içinden sıyırıp bir kenarda durur, hayatı ve insanları ve hayatın anlamını düşünürüz. “Mrs. Dalloway”, çeviri sırasında bana bütün bunları düşündürdü. Delilikle akıl sağlığını ne kadar ince bir çizgi ayırdığını, aynı olaya ya da duruma her ikisinin de başka açılardan ama aynı duygularla bakılabileceğini gösterdi. Yaşadığımız hayatların çoğu kez kendi seçtiğimiz hayatlar değil bize biçilen hayatlar olduğunu, zaman içinde o hayatları kendimiz seçmiş gibi uyum sağlayıp uzlaştığımızı, ancak hayatın bir ânında, bir noktada, çok sıradan bir olayda ansızın dönüp içimize baktığımızı düşündürdü.
Görünmez olduğunu hissediyordu nedense; görünmüyordu; bilinmiyordu; ne evliydi artık, ne de çocuk sahibi; sadece öbür insanlarla birlikte Bond Sokağı’nda bu şaşırtıcı ve epeyce ağırbaşlı yürüyüşe katılıyordu; Mrs. Dalloway olarak; Clarissa bile değildi artık; Richard Dalloway’in eşiydi.
ONU VİRGİNİA YAPAN DELİLİK NÖBETLERİ
Septimus’u ise kendi delilik nöbetlerinden esinlenerek yazdığını düşünüyorum. Duyduğu sesler, gördüğü hayaller aynı. Bir yazarın kendi deliliğini, kendi sinir krizlerini dışarıdan gözler gibi romanlarına malzeme yapması ne kadar acı. “Mrs. Dalloway”i okumaya devam ederken bu kitabın deliliğin ve intiharın incelenmesi olduğunu fark ediyoruz, ki bir zamanlar Woolf da aynı şeyi söylemiş kitabı hakkında. Ama daha da ötesi, Woolf yaşadığı dünyanın öznel gerçeklerini hem akıl sağlığı yerinde olan hem de olmayan insanların gözünden sunmuş bize. Bu kitapla hem hayatı ve ölümü hem aklı ve deliliği vermek istemiş, kendisinin yaşadığı iki durumu, bu nedenle de anlatımı son derece inandırıcı. Kurgu zaman ve mekân içinde bir ileri bir geri gidip gelirken olaylar da öznel ve değişken kılınıyor. Woolf’un romanlarındaki lirik dil yanında zaman zaman kahramanlarını mizahi bir dille irdelemesi de dikkat çekici. Hem seviyor yarattığı kahramanları hem de adeta alaycı bir dille zayıflıklarına işaret ediyor. Mrs. Dalloway, geri dönüşlerle Clarissa Dalloway’in neredeyse bütün yaşamını çekip yüzeye çıkarıyor; öte yandan Woolf, kendinin de üyesi olduğu toplumsal sınıfı eleştirirken aynı zamanda bütün bir toplumun aynası da oluyor roman kahramanları; İngiliz İmparatorluğunun bütün görkemli geçmişini, ama o geçmişin nasıl kayıplara karışmakta olduğunu, o kahramanların hareketlerine, düşüncelerine bakarak okuyoruz.
Mrs. Dalloway’i okuyanlar, bu kitabın deliliğin ve intiharın incelenmesi olduğunu fark ederler, ki bir zamanlar Woolf da aynı şeyi söylemiş kitabı hakkında. Ama daha da ötesi, Woolf yaşadığı dünyanın öznel gerçeklerini hem akıl sağlığı yerinde olan hem de olmayan insanların gözünden sunmuş. Bu kitapla hem hayatı ve ölümü hem aklı ve deliliği vermek istemiş, kendisinin yaşadığı iki durumu; bu nedenle de son derece inandırıcı bir anlatımı var.
“Arkadaşlarımı kaybettiğim oldu, kimini ölüm yüzünden… Kimileriniyse sadece karşıdan karşıya geçemediğim için.”
VİRGİNİA WOOLF’UN ESERLERİNDEN…
Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!
Güzel bir yemek yemeden iyi düşünebilen, sevebilen ya da iyi bir uyku çekebilen kimseyi tanımadım.
Yaşamdan kaçarak huzur bulamazsın.
Eğer kurmaca bir metin yazmak istiyorsa, bir kadının parası ve kendine ait bir odası olmalıydı.
Bir kadın olarak, ülkem yok. Bir kadın olarak, bir ülkem olsun istemiyorum. Bir kadın olarak, bütün dünya benim ülkem.
Kimi rahiplere gider, kimi şiire, bense arkadaşlarıma.
Kendiniz hakkında doğruları söylemezseniz, başkaları hakkında da doğruları söyleyemezsiniz.
Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler, büyülü bir aynaydı bu ve müthiş bir yansıtma gücü vardı.
Başkalarının gözleri, bizim zindanlarımız; başkalarının düşünceleri, bizim kafeslerimiz.
Arkadaşlarımı kaybettiğim oldu, kimini ölüm yüzünden… Kimileriniyse sadece karşıdan karşıya geçemediğim için.
“…tüm yemekler pişirilmiş, tabak çanak yıkanmış, çocuklar okula gönderilip dünyaya açılmışlardır. Geriye kalan hiçbir şey yoktur. Her şey yok olmuştur”
Herkes kendi geçmişini kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları onun sadece başlığını okuyabilir.
VİRGİNİA WOOLF ESERLERİ
Dışa Yolculuk (1915)
Gece ve Gündüz (roman) (1919)
Jacob’un Odası (1922)
Mrs Dalloway (1925)
Deniz Feneri (roman) (1927)
Orlando: Bir Yaşamöyküsü (1928)
Dalgalar (roman) (1931)
Yıllar (1937)
Kendine Ait Bir Oda (1929)
Londra Manzaraları (1931)
Flush, Bir Köpeğin Romanı (1933)
Üç Gine (1938)
Perde Arası (1941)
Virginia Woolf’un Günlükleri
Pazartesi ya da Salı (1921)