Farkındalığı yükselterek bu dünyayı bir cennete dönüştürebiliriz. Gerçek şu ki cennet ulaşılacak bir yer değil, tezahür ettirilecek bir yerdir.
Başkanım, son birkaç yıldır dünyamız çok zor dönemlerden geçiyor. Bir yandan doğal felaketler artıyor, diğer yandan devam eden savaşlara yenileri katılıyor, salgın hastalıklar küresel düzeyde can alıyor. İnsanlık tarihinde belki de hiç yaşamadığımız dönemleri yaşıyoruz.
Siz yıllardır değişimin önemini vurguluyorsunuz fakat değişim deyince de tam anlaşılmıyor gibi. Yani ne değişmeli, toplum mu yoksa birey mi?
Toplum denen olgu bireyler kalabalığıdır. Yani toplumu değiştirmek için bireyler değişmelidir. “Toplumu değiştirelim” ifadesi çok yanıltıcıdır çünkü toplumun bir varlığı yoktur ve bu nedenle toplum değişemez.
Oysaki bireyin bir varlığı var, bu nedenle değişim olasılığına sahiptir. “Toplumu değiştirelim” sloganı atıldığında onu dinleyen bireyler kendilerinin değişmesi gerektiğini tam da anlayamıyorlar; sanki onların dışındaki bir şeyin değişmesi gerekiyor gibi bir izlenim oluşuyor.
İnsanlık bireysel ilişkiler ağıdır. Bu yüzden bireysel ve toplumsal değişim için bireyin farkındalığı ve bilinçliliği değişmeli yani yükselmelidir.
Küresel siyaset insanlığı yok oluşa, intihara sürüklüyor. Kitleler bu yok oluşun farkında ama kimse durduramıyor, bunun kökleri nedir?
Küresel toplum insanları öyle şartlandırmış ki herkesin bilinç altında büyük bir kaos ve yıkım var. İnsanlar bilinçaltındaki yıkım kâbusunun farkında olmadıkları için daha önce hiç çekmedikleri acıları yaşıyor.
Küresel siyasi kaosun nedeni herkesin içindeki kaosun bir araya gelmesidir. Herkes içindeki kaosu küresel kaosun içine akıttı ve onu bu şekilde besledi. O yüzden çözüm, bireysel kaosu kozmosa dönüştürmektir böylece küresel kaos da kozmosa kendiliğinden dönüşecektir.
Bazı yerlerde insanlar açlıktan ölüyor, bazı yerlerde ise buğday yakıt olarak kullanılıyor ve fiyatların düşmemesi için okyanusa dökülüyor. Bu sorunlar küresel olduğu için çözümler de küreseldir.
Dünyada her soruna küresel bir sorun olarak bakmak ve çözüm bulmak için kaynakları ihtiyaç olan yerlere yönlendirmek gerekir. Aksi hâlde dünyanın bir yerinde besinler okyanusa dökülürken diğer yerinde her gün açlıktan insanlar ölmeye devam edecektir.
Uzaydan biri dünya gezegenine bakarsa insanların delirdiğini düşünür. Gerçekten de insanlar bencillik ve hırs yüzünden delirmiş durumdalar. Bu delirme yüzünden küresel sorunlar giderek daha da karmaşık bir hâl alıyor.
İnsanlığın küresel sorunlarını çözmek için dünyanın siyasal dinamiklerine kuş bakışı bakmak gerekir. Dünya çapında intihar oranları her geçen gün artıyor. Küresel siyasi dinamiklerin buna kesinlikle etkisi var.
İntiharların önlenmesi için bütün eski zihinsel koşullanmalar değişmelidir. Gerçek dışı inançlar ve koşullanmalar intihar krizine neden olmaktadır. Bugüne kadar küresel toplumda mevcut olan siyasi ideolojiler bu krize katkıda bulunmuştur.
Çünkü siyasi ideolojiler varoluşsal bütünü gözden kaçırır. O yüzden insanlar varoluşsal bütünü düşünmeden farklı parçalara yoğunlaşır. Herkes bencil ihtiyaçlarına göre hayattan bir parça koparmaya çalışır ve bütünlüğünü kaybeder.
Her geçen gün mevcut insanlık savaşlarına yenileri ekleniyor, nükleer savaş tehditleri havada uçuşuyor. Bu çılgınlığın köklerini biraz açıklar mısınız?
İnsan kendi içinde savaşıyorsadışarıda da ya diğer insanlarla ya da doğa ile savaşır. Hiçbir şey bulamasa nesnelerle savaşır; öfkeden eşyaların üzerinde tepinen insanları görmüşsünüzdür.
Mevcut olan tüm sorunlar bireysel sorunların dışa vurmasıdır. İnsanlar iç dünyalarındaki sorunları dış dünyaya yansıtır. O yüzden bir insan iç dünyasındaki sorunlara çözüm bulamadan dış dünyadaki sorunları asla çözemez.
İnsan önce kendi sorunlarıyla yüzleşmeli, onlarla cesurca karşılaşmalı, onlardan kaçmamalı ve zekâsını kullanarak bireysel sorunlarına çözümler bulmalıdır. Yalnızca o zaman birey toplumsal sorunlara çözümler bulabilir çünkü çözüm üretmekte ustalaşmıştır.
Savaşları sona erdirmek için herkesin içindeki saldırganlığı, nevrozu, siniri ve deliliği gidermek gerekir. Aksi takdirde insanlar birbirlerine saldırarak savaşlar açacaktır. Asıl, dışarıdaki insana değil, içerideki saldırganlığa savaş açmak gerekir.
Savaşın anlamı kazanmaktır ama Üçüncü Dünya Savaşı’nda kimse kazanmayacak çünkü herkes bitecek. O yüzden Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlatılması en büyük aptallıktır çünkü kazanan kimse olmayacak.
Dünya gezegenindeki yaşamın yok edilmesi kelebek etkisi yaratarak bütün evreni olumsuz yönde etkileyecektir. Yani bu durum sadece gezegensel değil, evrenseldir.
Savaşlarda doğa da yok ediliyor ama bir de direkt doğa ile yapılan savaşlar var. Ormanlar yok ediliyor, denizler kirletiliyor, yer altı kaynakları tüketiliyor ve bunlar yaşamsal sorunlara neden oluyor. İnsanlık bu küresel sorunlarını çözebilir mi?
Elbette, her zaman umut vardır. Bunun için öncelikle insan doğaya bir düşman gibi değil, bir dost gibi davranmaya başlamalıdır. Doğaya düşmanca davranmak en büyük aptallıktır çünkü doğa insanı her zaman yener. Muzaffer olmak için doğa ile birlikte çalışmak gerekir. Yalnızca o zaman insan ile doğa organik bir birlik içinde var olmaya başlayabilir.
Ormanlar yok ediliyor, yeni ağaçlar dikilerek ormanlar restore edilebilir. Çözümler kolaydır, asıl çözümsüz olan yozlaşmış temeldir. Yozlaşmış temel, dünyanın yok olması pahasına varlığını sürdürmeye kararlı görünüyor.
Savaşların olmaması için küresel düzeyde uluslar anlaşmalı silahlarını Birleşmiş Milletler Örgütü’ne devretmelidir. O zaman hiçbir ulus için tehdit kalmayacaktır ve ordulara da ihtiyaç olmayacaktır. Bugün savaşların bitmesi için çözüm budur! Düzeni korumak için polis güçleri yeterlidir.
Ordularda bulunan milyonlarca insan yapıcı ve yaratıcı işlere yönelebilir. Modern bilim yıkıcı teknolojiler üretmek yerine yapıcı yöntemler geliştirebilir ve kimsenin hastalıktan ölmemesini, hastalanmamasını sağlayabilir.
Başkanım, küresel yıkım politikalarından bahsediyorsunuz kitaplarınızda; çevremize baktığımızda yıkımı görmek mümkün fakat durdurmak mümkün mü?
Evet, kitaplarımızda yıkım politikalarının neler olduğunu uzun uzun anlatıyoruz. Şu anda dünyanın en büyük sorunu yürütülen bu yıkım politikalarıdır. Biz sadece küresel yıkım sorununu ve dünyanın sonunu haber vermiyoruz, biz bu sorunu çözmek için en etkili aracı sunuyoruz: Değişim Sanatı.
Değişim Sanatı sayesinde küresel yıkım önlenebilir. Çünkü değişim sayesinde bütün enerji geçmiş ve gelecekten şimdiki ana çekilerek bir farkındalık patlamasına neden olabilir. İşte bu farkındalık patlaması atom patlamasını önleyecektir.
Enerjinin tümünü şimdiki ana çekmek için herkesin son şarkısıymış gibi şarkı söylemesi ve dans etmesi gerekir. Eğer herkes tüm enerjisini ortaya koyarak kendinden geçercesine dans ederse ebedî varlığına dönüşümünü sağlar. O zaman gerçekleşen değişim patlaması tüm yıkıcı unsurları yapıcı olana dönüştürür.
Başkanım, insanlığın geleceği için umut var mı?
İnsanlara asla gelemeyecek olan daha iyi bir gelecek için umut vermeye devam edilmektedir. Bu, insanları tıpkı bir uyuşturucu gibi uyuşturur ve yaşanan acılara katlanmalarını sağlar. Bazı insanlar ölümden sonra ne olacağını merak eder. Asıl ölümden önce ne olacağını merak etmek gerekir. İnsan ölümden önce tekâmül etmeye başlarsa ölümden sonrası için endişelenmeyi bırakır çünkü ebedî varlık olduğunu anlar.
Bazı gruplar ölümden sonra, bazıları ise ölümden önce her şeyin daha iyi olacağına dair vaatlerde bulunur. Ama her ikisi de tek bir konuda hemfikirdir: Daha iyi bir gelecek adına bugün yarın için feda edilmelidir.
Oysaki bugün yarın için feda edilirse daha iyi bir gelecek asla gelmez. Daha iyi bir gelecek için her anı feda etmek değil, esirgemek gerekir. Yani insan her anı farkındalıkla doyasıya yaşarsa o zaman çok parlak bir gelecek inşa edilebilir. Bugünü yarına feda etmek değil, bilinçsizliği farkındalığa feda etmek gerekir.
Sonuç olarak tekâmüli devrim gerçekleşmedikçe insanlığın bir geleceği yoktur. Çünkü eski siyaset, eski ideolojiler, eski inançlar, eski zihniyet dünyayı küresel intihara doğru sürüklemektedir. Yalnızca tekâmüli devrim yeni bir insan doğurarak yeryüzündeki güzel yaşamı küresel yıkımdan kurtarabilir.
Uzun zamandır tekâmüli devrim bireysel düzeyde gerçekleşti. Ama artık tekâmüli devrimin toplumsal düzeyde gerçekleşmesinin zamanı gelmiştir ve eğer tüm hızıyla gerçekleşmeye devam etmezse zamanın sonu gelecektir. O yüzden insanlığın iki seçeneği var: Ya zamanı geleni gerçekleştirmek ya da zamanının sonunun gelmesini izlemek. İzleyici olmaktansa gerçekleştirici olmak herkesin yararına olacaktır.