Giriş:
Selçuklu Devleti kurulduğu zaman Bizans’ın doğu sınırları Ani- Urmiye- Kuzey Irak- Kuzey Suriye ve Filistin’i içeriyordu. Doğu Roma İmparatorluğu’nun hamlesi Hristiyan Avrupa’da büyük heyecan uyandırıyordu. Eş zamanlı olarak, İslam dünyasının merkezinde yaşayan gayr-i memnunlar da harekete geçmişti. Doğu Roma’nın çağdaşı olan, üç büyük darbe sonucu, tarihe intikal ettirilen Sasanî Şehinşahlığı’nı yeniden ihya ettirmek isteyen unsurlar, hassaten krıpto Zerdüştler ile “Bâtıniler”, günümüz terör örgütleri için ilham kaynağı oluşturan “şerrü’l-beriyye” de kalkışma içindeydi. İşte Selçuklu Türkleri, böyle bir ahval ve şerait içinde “emanet”i aldılar. Emanete asla ihanet etmediler. X. XI. yüzyılda milletimize verilen emanetin geri alınmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zevale yüz tutmuş, izmihlalle karşı karşıya kalmış İslam medeniyetinin sancağını eline almış, ona yeni bir şevk ve heyecan kazandırmış olanlar Selçuklu Türkleridir. Öyleyse, Selçuklu Türkleri ve Selçuklu Devleti yalnız Türkler için değil, bütün bir “Ümmet-i Muhammed” için çok önemli ve müstesnadır diyebiliriz. Fevkalade önemli ve o nispette müstesna olan Selçuklu Devleti’nin ve Selçuklu medeniyetinin, farklı noktalarına bilgi şöleninde değinilecektir. Bu sunumda, Selçuklu Türkleri’nin, sorumluluğunun, emaneti korumanın idrakinde olarak, daha da önemlisi yalnız olarak papalığın öncülüğünde düzenlenen Haçlı seferlerine katılan, sayıları yüz binlerle kayda geçen Avrupa’nın Hristiyanlarına karşı, başta Anadolu olmak üzere, merkez İslam coğrafyasının, İslam medeniyetinin izzetini nasıl kurtarmaya çalıştığını izah etmeye çalışacağız. Haçlı seferlerinin üzerinden 917 yıl geçmesine rağmen, “Tek dişi kalmış canavar” Batı medeniyeti temsilcileri tarafından nisyana mahkûm edilmesi, üzerinin örtülmesi, hatta özür beyanında bulunulması bile bu seferlerin vahşet derecesini göstermesi açısından yeterlidir .
Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir milliyetten birisi Müslüman olduğunda, onun için “TÜRK OLDU” denilmesi Hristiyan Avrupa’da genel kabul gördü. Asya’nın bağrından kopup gelen, İslâmın sancaktarı, müdafii olan Türkleri kabul etmediler, 1071’de Malazgirt’te yereserilen Hristiyan Doğu Roma’nın öcünü almak için, “kutsal savaş” diye isimlendirdikleri Haçlı seferlerini düzenlediler. Kaynaklarımızda “Ehl-i Salîb seferleri” denilmektedir. Aslında bu Batı dillerinin ortak kavramı “Crusade’nin” tercümesinden ibarettir. Crusade, orta zamanlarda mukaddes toprakları ( Kudüs-i Şerif ve mülhakatı) Müslümanlardan geri almak (istirdat etmek) için, Avrupa’nın Hristiyan hükümdarları ve halkları tarafından yapılan askeri seferlerden herhangi birine; katılımcılarına da crusader (haçlı) denilmektedir . “Haç”, Hristiyanlığın sembolüdür. Batı dillerindeki “The Cross”a mukabil, bizim metinlerde, Ermenice Haç daha yaygın kullanılmaktadır, Arapçası Salîb’tir . Birbirini dik kesen iki doğru parçasından meydana gelen, Hz. İsa’nın çarmıhtaki duruşunu temsil eden bu sembole İstavroz, put ve şalipa da deniliyor. Üzerinde haçı olan, Haçlı seferlerine katılan kimseye de Haçlı adı verilmiştir. Ehl-i salîb, haçlılar demektir. Salîb, haçlamak, çarmıha germek, haç şeklindeki bir tahtaya mıhlayarak idam etmek demektir. Hristiyanlar, Yahudilerin Hz. İsa’yı haçladıklarına inanmaktadırlar . Orta zamanlarda, Arz-ı mukaddesi (Kudüs-i Şerif) Müslümanların elinden almak maksadıyla, Hristiyan milletler (Ümem-i İseviyye) arasında oluşan, göğüslerine ve pazuları hizasına birer haç resmi astıklarından bu isimle şöhret bulmuşlardır. Burada Haçlı seferlerinin yalnız Kudüs-i Şerif ve mülhakatını kurtarmak için değil, Hristiyanlık ülkesi iken Müslümanlarca fethedilmiş tüm toprakları ve daha fazlasını Müslümanlardan istirdat içinki buna “re-conquista” diyorlardı, Papalığın öncülüğünde düzenlenmiş seferler olduğunu belirtmekte yarar vardır: Endülüs, Sicilya, Kuzey Afrika, Anadolu, Mısır, Suriye ve Filistin, dahası ” Harameynişşerifeyn” hedefe konulmuş Müslüman yurtlarıydı.
İslam Dünyası ve Batı-Avrupa İlişkileri:
Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki iki büyük savaş, İslam ve Batı medeniyetinin kaderini derinden etkileyecektir. Birincisi Endülüs Müslümanlarının Pireneleri aşarak Frankların hâkimiyeti altındaki Galya (al-Arzu’l-Kebir)’ya girmeleri, 732 yılı Ekim ayının on ikisinde, Balatüşşüheda (şehitler yolu veya düzlüğü) denilen, Batılıların Puvatya Savaşı diye adlandırdıkları savaşta çok ağır bir yenilgi aldıkları savaştır ki, batılı kaynaklar Müslümanların kayıplarını 300.000 den fazla göstermektedirler . Puvatya Savaşı, engel tanımaz Müslüman fatihlerin Avrupa içlerine doğru akışlarını durduracaktır. Puvatya (Poitiers) hezimeti, İslam’ın Atlantik sahildarı Avrupa ülkelerinden ric’ati (geri dönüşü)’ne başlangıç oldu. “Karanlık dünya”nın (darkcontinent), câhil ve yoksul, aynı zamanda kaba ve kıyıcı Avrupa’sına, Papalığın öncülüğünde, aydınlık dünya (lightworld)’nın sakinleri üzerine saldırma, öldürme, esir etme, her türlü zenginliğini yağmalama cesaretini verdi. “Crusade”nin başlangıç tarihini Puvatya’dan başlatabiliriz. Rekonkesta hamlesinin sonuçları, 1031’de merkeziyetçiliğini yitirmiş olan Endülüs’te (İspanya’da) irili ufaklı çok sayıda devletçiğin ortaya çıkmasıyla Haçlılar açısından başarılı olmuş, eğer Kuzey Afrika’nın hâkimleri olan Murabıtlar imdatlarına yetişmemiş olsalardı, İspanya’daki Müslüman varlığı daha o tarihlerde sona ermiş olacaktı. Endülüs Emevî Devleti (756-1492)’ne karşı başlatılan Haçlı seferleri sürekli olmuş, nihayet yaklaşık 8 asırlık Müslüman yurdu geri alınmış, başlangıçtan beri aşağılanmış olan Müslümanlar, bir yolunu bulup ta Kuzey Afrika’ya canını atmış olanları dışında, kâmilen katledilmiş, İslam medeniyetinin Batı’daki burcu yıkılmış yağmalanmıştır.
Doğu ve Batı, bin yılı aşkın süre, Mezopotamya denilen ve medeniyetin beşiği olarak bilinen, bugünkü Irak’ın bulunduğu verimli topraklarda akan Fırat Nehri’nin iki yakasından birbirlerini gözlemişlerdi . Romalılar, Yahudi Kudüs’ü yerle bir ettikten sonra bu topraklarda yeni bir Hristiyan şehri yükselmişti. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği, gömüldüğü ve yeniden dirileceği yer olduğu rivayet edilen bu bölgede Kutsal Kabir Kilisesi’ni ilk Hristiyan imparator olan Konstantin kurmuştu. Persler (Farslar), içini boşaltıp yaktıkları Kutsal Kabir’den, Hz. İsa’nın üzerinde öldüğüne inanılan gerçek Haç’ı, Kutsal Süngeri, Kutsal Mızrak’ı ve şehrin başpapazını alıp götürürken, Hristiyanlar derin bir kedere boğuluyordu. Geçmişte Hristiyanları aslanlara yem etmeleriyle ünlü Romalılar, bu kez de İmparatorluğun resmi dinini benimsemeyen herkese zulmetmeye başladılar .
Onbir asırlık Fars hâkimiyeti 636’da, ilerde Bağdat’ın kurulacağı topraklarda son buldu. Bu tarihi olay, İran’ın milli destanına: “Bu dünyaya da, bu güne de, böyle kedere de lanet olsun! Uygarlıktan nasibini almamış Araplar beni Müslüman yapmaya geldi” cümleleriyle yansıdı. Aynı yıl Suriye, ertesi yıl Kudüs kapılarını yeni fatihlerine açtı. Kudüs şehri, Yahudiler ve Hristiyanlar için olduğu kadar Müslümanlar için de kutsaldı ve Romalılar ile Yahudiler arasında yüzyıllardır süren kutsal yerlere sahip olma mücadelesi, şimdi yerini yüzyıllarca sürecek bir Müslüman- Hristiyan mücadelesine bırakıyordu .
İslam hukuku, putperestleri din değiştirmeye, İslâmiyeti kabul ile ölüm arasında bir tercihe zorlarken, Ehl-i kitabı benimsemiş kardeş din mensuplarının dini özgürlüklerine müdahaleyi yasaklıyordu… Batı metinlerinde geçen “Koegzistans” ile Doğu İslam metinlerinde geçen “kesrette vahdet”in anlamları aynıdır: Farklı inançta olanların birlikte barış içinde yaşamaları demektir. Yahudiler, hatta Hristiyanlar bile İslam devletinde kâtip, asker, diplomat, meclis üyeliği gibi önemli siyasi rolleri üstlenmeye başladılar .
Filistin, Arz-ı mukaddes (HolyLand)’tir. Mukaddesliği, Hz. İsa’nın yaşadığı yer olmasındandır. Kudüs, “Kutsal Şehir” (Holy City), Hz. İsa’nın yeniden doğuşu, mezardan çıkışı “Kutsal Hafta’da(Pazar günü)’dır, Papa’ya gelince, “Kutsal Baba”dır .
Selçuklu Türkleri ve Haçlı Seferleri:
Doğu ile Batı’nın mukadderatını belirleyen ikinci büyük savaşta, Hilal’in Viyana önlerinde Kutsal ittifak (HolyAlliance) karşısında, 1683-1699 tarihleri arasında aldığı ağır ve yüz kızartıcı savaştır ki, Niğbolu’dan (1396) beri Müslüman Türklerin Balkanlar’dan ve Anadolu’dan çıkarılmasını istihdaf eden Haçlı seferleri projesinin yeniden ve çok daha karmaşık olarak raftan indirilmesine ve uygulanmasına sebep olmuştur. Haçlı seferleri denildiğinde, hafızamızda yaptığı ilk çağrışım Selçuklular zamanında düzenlenen ve dalga dalga (fevcfevc) Anadolu’ya, Suriye’ye, Filistin’e ve Mısır’a gelen cümle Hristiyan Avrupalılar olduğudur. Pireneler geçişindeki Avrupa’nın en zengin manastırı olan “Cluny” nin ele geçirilen başrahibi yüklü fidye karşılığı serbest kalmıştı, ama O’nun tarikatının esaslarını İslam düşmanlığı, sonraları “Türk düşmanlığı” oluşturmuştu. Avrupa’daki Türk karşıtlığının menşeini bu tarikatta aramalıdır. Avrupa’nın Türklerin Müslüman oluşlarını, milliyetlerini Müslümanlıkla özdeşleştirmelerini asla kabul etmediklerini, içlerine sindiremediklerini söyleyebiliriz. Konunun düğümlendiği nokta tam da burasıdır. Türk olabilir, ama “Müslüman Türk” asla!
Yahya Kemal’in “Ey şanlı cedd-i ekberimiz” diye selamladığı Selçuklu sultanı, Çağrı Bey oğlu Alp Arslan , 26 Ağustos 1071’de Doğu Roma ordusunu imha etmiş mağdur imparatoru Romanos Diogenes’i esir almış, Selçuklu Türkleri on yıl zarfında (1071-1081) Konstantiniyye sınırına varmışlardı, vatan diyarı olan Anadolu’yu teshir etmişlerdi. Papa II. Urben, Konstantiniyye’nin imdat çağrısına olumlu cevap verdi…1059’da Doğu Ortodoks Kilisesi ile Roma Katolik Kilisesi arasında sonsuza kadar sürecek ittifakın temelleri atılmıştı. Roma’dan yardım istemekten, bu gurur kırıcı olsa da, Kostantinapolis’in başka seçeneği de yoktu. Sekizinci yüzyılda, dünyanın en görkemli şehri olan Kostantiniyye’nin tek bir rakibi vardı: Medinetü’s-Selam. Barış ve esenlik şehri diye adlandırılan Medinetü’s-Selam’a, sonradan Bağdat adı verildi. Bağdat, kısa sürede dünyanın entelektüel güç merkezi haline geldi. Bağdat’ın bilim rönesansı, dünyanın dört bir yanında şok dalgalarına sebep oldu, ama şehir tam merkezinden çürümekteydi . Tam bir daire şeklinde inşa edilen Bağdat’ın ortasında abidevi sarayları olan Altın Kapı bulunuyordu ki, şarabın, şarkıların, kadınların görkemli ziyafetlerin, zevk ve eğlencelerin doruk yaptığı bir yer halini almıştı. Bağdat ile eşitlikçi Medine ümmeti arasında dağlar kadar fark vardı, halkın öfkesi yükselirken halifeler kendilerini güvence altına almak için, Orta Asya bozkırlarının savaşçı boylarından ele geçirilen Türk gulamlardan oluşturdukları özel hassa ordularını oluşturdular… Türklerin merkez İslam coğrafyasını tanıması böyle başladı. Çözüm kısa vadeli oldu, 10 yıl içinde göreve gelen beş halifeden dördü öldürüldü. Bağdatlılar ayaklanmış, Türkler de şehirdeki kışlaları yaktılar. Şia güç kazanmış, Şii Büveyhîler Bağdat’ı ele geçirmiş, halifeyi de hapsetmişlerdi.
Abbasi Halifeliği’nin batısında bir Şii tarikatı Mısır ve Tunus’un denetimini ele geçirmiş, kendilerine Hz. Ali’nin hanımı Hz. Fatıma’nın soyundan geldiklerini iddia ettikleri için Fatımiler diyen bu hanedanlık, Suriye, Filistin ve Arabistan’ın büyük bir kısmına egemenliklerini yaydılar, 200 yıldır yeni başkentleri Kahire’de, rakip halifelik olarak, hüküm sürdüler .
Selçuklu Türkleri, merkez İslam coğrafyasına geldiklerinde İslam dünyasında, biri Bağdat’ta, ikincisi Kahire’de ve üçüncüsü Kurtuba’da olmak üzere, üç halifelik bulunuyordu. Siyasal ve düşünsel parçalanmışlık Hristiyan ve Batıyı “re-congesta” emellerini gerçekleştirmek için cesaretlendiriyordu. Selçuklu Türkleri, işte böyle bir hengâmda Mısır’dan İran’a kadar uzanan topraklara (The Middle East) ve Anadolu’ya ( Turkey, the Near East) geldiler. Orta Asya Türk ve Ortadoğu İslam kurumlarını mezcettiler, kendilerine özgü bir medeniyetin temellerini attılar. Cismani (dünyevi) ve ruhani (uhrevi) egemenliği ayırdılar: Devletin kurucu sultanı Tuğrul Bey Muhammed 1055’te Bağdat’a gelerek mahpus Abbasi Halifesi (26. Halife) al-Kaim bi-Emrillah’ı kurtarmış , kendisini dini lider statüsüne indirmiş, “Sultanü’l Mağribve’l-Maşrık” unvanını; Kâsımü’l-Emiri’l-Müminin ve Rükneddin lakaplarını almıştır .
Selçuklu Türkleri, kısa bir zaman zarfında Bizans’ın Doğu topraklarına girdiler, Ahlât ve Halep’te oluşturdukları üslerinden Anadolu içlerine ısrarlı akınlarda bulundular, mütemadiyen Asya’nın bağrından gelmekte olan yarı göçebe Oğuzları (Türkmenleri) Anadolu’ya sevk ettiler, onlara yeni yurtlarını işaret ettiler. 1075’te, Marmara Denizi’nin karşısındaki İznik’te, Selçuklu Devleti’nin Anadolu şubesini kurdular. 1081’de bağımsızlıklarını Doğu Roma (Bizans)’ya kabul ettirdiler. “Anatolia” yı Anadolulaştırdılar, süratle Müslümanlaştırdılar, Türkleştirdiler: Anadolu’ya “Türkiye” denilmeye başlandı ve Türk ile Müslüman özdeşleştirildi, aynı anlam yüklendi. Türklerin, bilinmeyen zamanlardan beri hür ve müstakil yaşadıkları bedihi hakikatlerdendir.
Selçuklu Türkleri, önce Haçlılar, daha sonra putperest Moğollar tarafından korkutulmuş, mallarından, canlarından ve ürünlerinden eksiltmeye tabi tutulmuş, ancak güzel bir sabırla dayanma iradesi göstermişler, asla ümitsizliğe düşmemişler, gevşeklik göstermemişler, aksine büyük bir direnme göstermişlerdir. Yeni imar ve inşa etmeye başladıkları vatanlarını bırakıp gitmediler. Her zaman Anadolu’ya bayındır kıldılar, mana ve madde planında tamgalarını vurdular. Zamanın en kâmil sosyal, ekonomik ve kültürel kurumu olan Ahiliğin esasları sayesinde yarı göçebe bir hayat tarzını benimsemiş, başına buyruk ve kendine özgü yasalara (töre) göre yaşayan Oğuz boylarını yerleşik hayata geçirdiler. Anatolia’yı yalnız kılıçlarıyla değil, “mekârim-i ahlâkları” ile fethettiler, gönüllere girdiler, bu ülkenin gayr-i memnunları kendilerini hoşnutlukla karşıladılar. Esasen, uzun bir süredir ıssızlaşan ya da ıssızlaştırılan Anatolia’nın kısa bir sürede ve kolayca fethedilmesinin sebeplerini burada aramak lazımdır…
Papa II. Urben’in Haçlı seferlerinin yönünü Kudüs’e çevirmesinin sebebi, Ortodoks Kostantinopolis ve onun entrikalarıyla ünlü imparatorlarına yardıma koşmanın Katolik şövalyelerin öfkesini çekmemek içindi . Haçlı seferlerinin temelinde Orta zamanlar Avrupa’sının sosyal, ekonomik geri kalmışlık kadar, hatta daha fazla olarak dinsel nedenler vardı. Avrupa bu tarihlerde “Kral Davud”u beklemiştir . “King David” bazen Hindistan’ın Hristiyan kralıdır, bazen Sarazenlerin ülkesini yakıp yıkan, Kutsal Kiliseyi himaye edecek olan kralların kralıdır: Vaftizci Yahya’nın (Prester John) torunudur , İsrail Kralı’nın oğludur, ordunun başında Mezopotamya İmparatorluğu’nun yaklaşmışken, ulaşım yollarının güvenliğini sağlamak için kuzeye yönelen başında mu’tezile (heretical) Gürcüleri yenen kraldır. Avrupa şehirlerinin tamamında yaşayan Yahudiler, Hristiyanlar kadar bu kralın varlığına sevindiler, mutaassıp Haçlı Piskoposu Jacques de Vitry’nin iki mektubunda RexJudeorum (Sürgündeki -Diasporadaki- halkını kurtarmak için Batı’ya yürüyen Yahudilerin kralı olarak tasvir ediliyor) , “Rex-İndoerum” yerine böyle yazılmış, bu konudaki haber Yahudiler arasında ağızdan ağıza King David Son Of Davidolmuş, “İsrail Kralı’nın oğlu” “İsrail Kralı’na dönüşmüştür. Vitry’nin yazdıklarına şaşıran, Abbasi Halifesi, Bağdat’taki Nesturi Patriği’nden bu Hristiyan Kral Davut’tan Harizmşah’a karşı desteğini isteyen bir mektup kaleme almasını istemiş… Kral David Patriğin talepnamesine cevabında, Harizmşah’ı yendiğini, geniş İran ülkesini açtığını, birkaç gün içinde Bağdat ve Musul sınırında olacağını bildirmiş, Abbasi Halifesi’ne elçilik heyeti göndermiş, Bağdat’ı da içeren 5-6 bölgeyi kendisine terk etmesini istemişti ki, Bağdat Katolik Patrikliği’nin gözünde olacaktı. Müslüman hükümdar ayrıca, büyük bir tazminat ödeyecek, birkaç yıl önce yıkılan Kudüs’ün surlarını altın ve gümüşle yeniden inşa edecekti . Kral David’in ülkesi, Haçlı seferlerine katılacak olanlar için bir tecessüs konusu olmuş, Yahudilerin Kralı, Hristiyanların oğul Allahı, “Rex-Judaerum”, belki de Roger Garaudy’nin bir tespitine ilham kaynağı teşkil etmiş olabilir . Haçlı Siyonistler ile Siyonist Haçlılar, İlahi mesajlar ülkesi Filistin’de bir İsrail Devleti’ni bu anlayışın ürünü olarak kurmuşlardır.
Millennıum ve Millenıumculuk: Mesih ve Mehdi’nin Ayak Sesleri:
Burada “millennıum”dan söz etmek, konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Latince bu kelime, binyıllık dönemi ifade ediyor. İncil-Vahiy kitabının 20. bölümünde geçen ve kıyametten önce “Sulh ve Selametin hüküm süreceği” bin yıllık devre olup, bu devrin geleceğine inanan kimseye de, millenıumcu denmektedir. 15 Temmuz 2016 tarihli ihanet kalkışmasında adı geçen “Yurtta Sulh Konseyi”nin bu inancın yansıması olduğu düşünülebilir. Ayrıca ihanet kalkışmasının tarihinin, Haçlıların 1099’da Kudüs-ü Şerif’e girdikleri tarih olarak belirlenmesi de asla tesadüfî olamaz. Millenıum, bazı Hristiyanlara göre İsa’nın tekrar yeryüzüne inip, bin yıl yaşayacağı inancı diye de karşılanmıştır . Bininci yıl (Hz. İsa’nın geleceği) beklentisi Avrupa’da yasaklanmasına ve Kral I. Jacques (1603-1625) tarafından tehlikeli bulunmasına rağmen Hristiyan Siyonizmi’nin köşe taşı oldu. Yahudilerin Filistin’e dönüşü, Hz. İsa’nın tekrar gelişini belirleyecek olan ahir zamandan (millenıumdan) önce gerçekleşmeliydi .
Millenıum kavramının, Yahudiler ve Hristiyanlar (Haçlı Siyonistler ve Siyonist Haçlılar) tarafından anlamlandırıldığını, bir mefkûre (ülkü) olarak belirlendiği dillendirilmektedir. İngiltere’de bu hareket, kendilerini “Tanrı’nın halkı” olarak gören “Puritanlar” ile apayrı bir gelişme gösterdi . Onlara göre Eski Ahit (Ahd-i Âtik: Hz. İsa’dan önce Yahudilere ait mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur ve Kaballen)’in kahramanları Katolik Kilisesi’nin azizlerinin yerini aldılar. Çocuklarına seve seve Abraham (İbrahim) İsaac (İshak) veya Jacop (Yakup) adlarını verdiler. Tevrat’ın İngiliz Kanunu’nun kaynağı olmasını istediler… Bu ideoloji ve mitoloji Amerika’ya göç etmiş Puritanlarda çok daha güçlü bir şekilde kendini gösterdi. Puritanlar, kendilerini Eski Ahid’in sürgün İbranileriyle özdeşleştirdiler. Firavun’un kölesi olmaktan kurtulmuşlar, Yeni Kenan’a yani Amerika’ya ulaşmışlardı .
Bir ideoloji ve mitoloji olduğunu düşündüğümüz millenıumculuk, dikkat edildiğinde görülecektir ki, Haçlı Seferleri bir Hristiyan Siyonizmi idi. XX. yüzyıldaki veya ikinci millenıumun son yıllarındaki ve şimdiki Siyasi Siyonizmin de bir Haçlı seferi olduğu gibi .
Sonuç:
0-1000 tarihleri arasını içeren zaman dilimine I. Millenıum deniliyor. Hristiyanlık bu dönemde Anadolu (Anatolia) üzerinden Avrupa’ya geçiyor ve Avrupa’yı çok az istisnasıyla, fethediyor. Filistin (Kudüs) kadar Anadolu da Hristiyanlar için her zaman hedef topraklar oldu. Filistin’de, özellikle de Kudüs’te meydana gelen Hristiyanlar ve Hristiyanlarla Yahudiler arasındaki anlaşmazlıklar, çatışmaları doğrudan Selçuklu Türklerine ihale ettiler, hatta İslamiyet ile Türklüğü özdeşleştirdiler. Kudüs’ün Suriye’nin, Irak’ın İran’ın, Anadolu’nun, Mısır’ın ve Kuzey Afrika’nın kaybından Türkleri sorumlu tuttular. Haçlı seferlerine daha fazla katılım sağlamak için, özelde Selçuklular, genelde Türkleri kötülediler, muhayyel bir “Türk korkusu” (Turco-fhobia) yarattılar ki, zamanımızdaki “İslamo-fhobia”nın (İslam korkusu), Türk’ten, İslam’dan nefret etmenin adıydı.
1000-2000 tarihleri arasını içeren ve II. Millenium adı verilen dönemde de tekmil Amerika, Afrika’yı Osmanî dışında Afrika, Asya’nın kenar kuşağı, Avustralya ve Yeni Zelenda Hristiyanlaştırılmıştır. Tam da burada “kapitülasyonlar”dan ve “misyonerlik” ten birer cümle ile bahsetmek lazımdır. İkinci Millenium’un sadece Türkler için değil, Hristiyanlar için de en önemli hadisesi Türklerin Müslüman olmaları, bu hüviyetleriyle Selçuklu Devleti’ni kurmalarıydı. Türklerin Müslümanlığı, İslam medeniyetinin zeval, Batı Hristiyanlığının da ikbal yıllarına tesadüf ediyordu. 26 Ağustos 1071’de, Malazgirt’te Doğu Roma İmparatorluğu’nu yere seren Selçuklu Türkleri, bu eşsiz zaferden on yıl sonra (1081’de) Anadolu kıyılarında ve İstanbul önlerinde göründüler. Ortodokslara karşı nefret hisleriyle dolu Batı Katolik Kilisesi’nin Papası II. Urben’e, düşündüğü Haçlı Seferleri için bu gelişmeler yardımcı oldu ve Papa Haçlı Seferlerinin yönünü Kostantinapolis yerine Kudüs’e çevirdi. Vaaz kürsüsünden “Türkler” diye söze girdi ve dehşet verici iddialarını sıraladı: Kudüs’te Tanrı kiliselerinin bir kısmını camilere dönüştürdüler, bir kısmını da yıktılar. Sunakları yıktılar, çocukları vaftiz kurnalarına işettiler. Keşiş ve piskoposlara tecavüz ettiler, kanlarını vaftiz kurnalarına akıttılar. İnsanların karınlarını yarıp bağırsaklarını çıkardıktan sonra bir kazığa bağlayıp kırbaçladılar, ölünceye değin kazıklarda dolaştırdılar. Bazılarını kazıklara bağlayıp ok atıyorlar, bazılarının boyunlarını gerip bir kılıç darbesiyle kafalarını koparıp koparamayacaklarını deniyorlar, kadınlara akıl almaz tecavüzler yapıyorlar .
Batı için kapitülasyonlar, Hristiyanlık dışı ülkelerdi. Hristiyanlık dışı ülkeler denilince, başta Osmanlı Devleti’nin toprakları vardı. Vasco Da Gama’nın ilk yolculuğu (1497-1499) için “Son Haçlılar” denilsede, asla son olmayacak, belki de son Müslüman ülkesi Hristiyanlaştırılıncaya kadar devam edecekti. Nitekim öyle oldu ve “Son Haçlılar” Osmanlı Devleti’ni geriden kuşatma harekâtının önderiydi. Misyonerin görevi, Osmanlı Müslümanlarını Hristiyanlaştırmak değildi, belki imanlarını çalmaktı. İmanlarını yitirenler ülkelerini savunamazlardı. Sömürgecilik ve misyonerlik atbaşı Osmanlı ülkesini, “Memâlik-imahrûsa”yı kuşatmıştı. II. Millenıum’un sonunda Osmanlı Devleti tamamen parçalanmıştı ve ülkeyi yönetenler Sevr kayalığına çarptırılmışlardı.
“Rex-İndoerum” un kulları merkez İslam coğrafyasını ve “İç Asya”yı işgal etmişlerdi, Anadolu Türkleri Haçlıların en son savletine maruz kalmışlardı. Kim ne derse desin, Haçlı Seferleri, mevcut çağın kılık ve kıyafetinde devam etmektedir. 1991 tarihli “Körfez Savaşı”, III. Millenıum’un ayak sesiydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, kısmen de olsa efendilerince özgürlük tattırılan, esasen cümlesi de yapay olan devlet toprakları, hem de sudan bahanelerle, işgal edilmeye başlandı. Önce “fundamentalizm” icat edildi . Bu deyim,merkez İslam coğrafyasının Müslümanlarına hamledildi. İslam’ın esaslarına göre yaşamlarını düzenleyen Müslümanlar istiskâl edildi ve ilgili ülkenin/lerinoligarkları aracılığı ile şiddetli baskılar uyguladılar. Bu coğrafyanın “aydınları”nın boynuna önce “geri kalmış”, sonra da “az gelişmiş” yaftasını astılar. Kendisinden, insanından, tarihinden, kültür ve medeniyetinden utanan, “hem karada hem denizde yaşayan hilkat garibeleri” yetiştirdiler. Özgürlüğün sonsuz lezzetini tadan “Batılı” gelişmişler, geri kalmış ya da az gelişmiş ülkelerin insanlarında, adına kökten dincilik, taassup, bağnazlık deyiniz, bunların canlı tutulmasını sağladılar. Kale içinde “mankurtlar” temin ettiler. “Barış dinini” kana buladılar, kanlı eylemlerin odağı yaptılar. A.B.D. deki “11 Eylül 2001 saldırısı”, Haçlıların merkez İslam coğrafyasına savlet ve tasallutlarının gerekçesi yapıldı . Afganistan’dan başlanarak, Irak, Somali, Yemen, Suriye,bu çerçevede, Müslümanlardan arındırılmaya çalışılıyor. Büyük Ortadoğu Projesi (Great Middle East Project)’nin aslıda, bu dairedekiİslam ülkelerine demokrasi, insan hakları, medeniyet götürmek değil, aksine merkez İslam coğrafyasındaki uyanış ve diriliş hamlelerini bastırmaktı. Çoktandır, “sizi medenileştirmeye geliyoruz, geleceğiz” demiyorlar mıydı?Şu sözler XIII. yüzyılın bir Papa’sına aittir: “Esir ettiğiniz Müslümanlar, velev ki bunlar Hristiyanlığı kabul etmiş olsunlar, kıyamete değin sizlerin kölelerinizdir” .
Bilinmeyen zamanlardan beri hür ve müstakil yaşamış Türk Milleti, her zamanki gibi, köleliğin her çeşidini reddecek iradeye, kâbilyet ve beceriye, idrak ve şuurra sahiptir.
KAYNAKÇA
– A.S. Hornby; Oxford Advanced Learner’s Dictıonary of Cuırent English,London, 1944.
– Divân-ı Lügati’t-Türk Tercümesi, Çeviren Kilisli Rifat, Hazırlayan Besim Atalay, C.I, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
– Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C.7, Çağ Yayınları, İstanbul, 1988.
– Eyüp Bey; “Binyılcılık ve Osmanlı Toplumunda Hicrî Milenyum Kıyamet Beklentisi ile İlgili Bazı Veriler”, Dinî Araştırmalar, C. VII, Sayı: 21.
– Fuad Salih es-Seyyid;Mu’cemü’l-Elkâbve’l-Esmâi’l-MüsteareFi’t-Tarih’il-Arabî ve’l-İslamî,Daru’t-Talim li’l-Melâyîn, Beyrut, 1990.
– Garaudy, Roger;İlahi Mesajlar Ülkesi: FİLİSTİN, Çeviren Cemal Aydın, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 2011.
– Maalouf, Amin; Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Çeviren Ali Berktay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016.
– MisalliBüyük Türkçe Sözlük, C.II, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 2005.
– NigelCliff; Son Haçlılar, Çeviren Deniz Güzelülgen, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2012.
– Özdemir, Mehmet; Endülüs Müslümanları, Siyasi Tarih, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2012.
– Prawdın, Michael;TheMongolEmpire, London, 1961.
– Redhouse Sözlüğü, 9. Baskı, Redhouse Yayınevi, İstanbul, 1972.
– Sevim, Ali; “Dandanakan Savaşı”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 8, İstanbul, 1993.
– Şemseddin Sami Bey; Kâmus-ı Türkî, İstanbul.
– TheAncyclopediaAmericana, International Edition, I. Baskı, 1829.
– Türkçe-İngilizce Redhouse Sözlüğü, İstanbul, 1998.
– Yahya Kemal; “Eski Şiirin Rüzgârıyla”,İstanbul Fetih Cemiyeti Yayını, İstanbul. 1969, 1985.
– Yalt,Ali Rıza;Fransızca-Türkçe Sözlük, Ararat Yayınevi, İstanbul, 1971.
– Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi; Hak Dini Kuran Dili, C.I-X, Azim Yayınları, İstanbul.