Edebiyat tarihi yazarlarımızdan Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi adlı eserinde Sünbülzade Vehbî’nin divanı üzerinde fazla durmadan Lûtfiyye adlı mesnevisini tanıtıp değerlendirir. Ona göre, Vehbî’nin şöhretini sağlayan ve çok okunan eserleri, mesnevileridir. Lûtfiyye, Vehbî’nin oğlu Lûtfullah’a ve onun şahsında diğer gençlere nasihat tarzında yazdığı bir mesnevidir. Banarlı, bazı tezkire tezkire ve edebiyat tarihi yazarlarının söz konusu eser hakkındaki fikirlerine işaret ederek onun Nâbî tarzı mesnevînin, demek oluyor ki Hayriyye’nin bir devamı sayıldığını, başka bir ifadeyle adı geçen nasihatnameye nazire olduğunu söyler. Lûtfiyye’nin Hayriyye naziresi sayılmasının sebebini her iki eserin mevzularının ortak oluşu şeklinde ifade ettikten sonra Vehbî’nin meslek seçimi gibi bazı konularda Nâbî’den biraz farklı fikirler taşıdığını da sözlerine ekler. Her iki şairin çocuklarına ilim tahsilini tavsiye ettiklerini, Vehbî’nin bu hususta biraz iğneli ve nükteli konuştuğunu birkaç beytini örnek göstererek ileri süren Banarlı, her iki öğüt kitabında da “gençlere yüksek bir gaye, enerjik bir kalkınma yolu ve bir hamle ufku” gösterilmediği, hattâ bu eserlere hâkim olan nasihatın, fazla yükseklere göz dikmeden, alçak gönüllü fakat menfaatçi bir insan olma ahlâkı gibi göründüğü kanaatindedir. Ona göre, bunun sebebi, 18. asrın sonunda Türk aydınlarının Batı ülkelerindeki fikrî ve sosyal hamlelerden habersiz olmalarıdır. Resimli Türk Edebiyatı Tarihi sahibi, Lûtfiyye’nin “o devrin çeşitli meslek ve mes’eleleriyle bunların aksayan taraflarını tanıtması bakımından” tarihî vesika değerinde olduğunu da ifade eder:
“Lûtfiyye, Vehbî’nin oğlu Lûtfullah’a ve onun şahsiyetinde dîğer gençlere nasihat vâdîsinde yazdığı bir mesnevîdir. Bu eserinde Vehbî, yer yer kendi görüş ve düşünüşleri ile kendi devrinin mes’elelerini işlemekle berâber, eseri, Nâbî tarzı Mesnevî’nin bir devâmı sayılır. Bunun sebebi, Lûtfiyye’nin Nâbî’nin Hayriyye’sine nazîre olmasıdır. Şâir, bu eserinde temâs ettiği ahlâkî, içtimâî, iktisâdî ve hayâtî mevzuları, Nâbî’nin mevzûları hâlinde ele almıştır. Aradaki fark dildedir ve hayatta meslek seçme gibi bâzı bahislerde görüşlerinin Nâbî’den biraz ayrı oluşundadır. Meselâ her ikisi de çocuklarına ilim tahsîlini harâretle tavsiye ederler. Vehbî bu hususda biraz iğneli ve nükteli konuşur, der ki:
Ulemā çekse de farza hüsran
İlm sermâyesi bulmaz noksan
Ateşe yansa cihan hark olmaz
Kopsa tūfan suya da gark olmaz
Cebr ile hākim ü vālî alamaz
Kalsa meydanda da hırsız çalamaz
Bununla berâber, Vehbî’nin eserinde, Nâbî’de de olduğu gibi, gençlere yüksek bir gaye, enerjik bir kalkınma yolu ve bir hamle ufku gösterilmez. Hattâ bu eserlere hâkim olan nasihat, fazla yükseklere göz dikmeden, mütevâzî fakat menfaatçi bir insan olma ahlâkı gibi görünür.
Bunun sebebi XVIII. asır sonunda Türk münevverlerinin, Batı’da dünyâ ölçüsünde hareket yapan ve yapacak olan fikrî ve sosyal hamlelerden hâlâ habersiz olmaları ve öyle yetişmeleridir. Vehbî’nin eseri bize o devrin çeşitli meslek ve mes’eleleriyle bunların aksayan taraflarını tanıtması bakımından, ayrıca, târîhî vesîka değerindedir.”[1]
Banarlı’nın Lûtfiyye ve dolayısıyla onun doksan sene önceki örneği Hayriyye hakkında verdiği hükümler ve yaptığı değerlendirmeler bizce de umumiyetle doğrudur. Ancak biz, ilim ve âlimler hakkında Lûtfiyye’den alınan beyitlerin, Hz. Ali’ye ait olduğu rivayet edilen bir mukayeseye dayandığını düşünmekteyiz. Hz. Ali, Kümeyl bin Ziyâd’a ilmin maldan, yani maddî varlık, kazanç ve zenginlikten üstün olduğunu çeşitli yönlerden izah ederken der ki: “Ey Kümeyl, ilim maldan hayırlıdır; ilim seni korur, sense malı korursun. Mal vermekle azalır, ilim öğretmekle çoğalır. Mal sâhipleri malın zevâliyle zevâl bulup giderler.”[2] Vehbî, geçen asırlarda çeşitli manzum ve mensur eserlerde görülen ilim ve mal mukayesesinin bir kısmını nükteli biçimde aktarmıştır.[3]
[1] Nihad Sâmî Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, fasikül 10, s. 782.
[2] Hazret-i Ali, Nehc’ül-belâga, hazırlayan Abdülbâki Gölpınarlı, Der yayını, İstanbul, ts., s. 414.
[3] Söz konusu vecizelerin edebî eserlerimizde nasıl geçtiği konusunda örnekler için bk. İsmail Avcı, “Klasik Türk Edebiyatında Gelenekli Bir Yazım Konusu Olarak İlim ve Mal”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 2, İstanbul 2009, s. 81-116.