Teketek Haber

SÜNBÜLZÂDE VEHBÎ DİVANI’NDA YAZI VE YAZI İLE İLGİLİ UNSURLARIN SEMBOLİK KULLANIMI

SÜNBÜLZÂDE VEHBÎ DİVANI’NDA YAZI VE YAZI İLE İLGİLİ UNSURLARIN SEMBOLİK KULLANIMI
27 Aralık 2018 - 14:32

Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Celal VARIŞOĞLU- Hakan SÖNMEZ

GİRİŞ

İnsanı diğer yaratılanlardan ayıran en önemli özelliklerinden biri, iletişim aracı olarak dili kullanmasıdır. Dil, tarih öncesi devirlerden günümüze dek varlığını gelişerek sürdürmüştür. Dilin dört temel becerisi bulunmakta olup bunlardan konuşma ve dinleme doğuştan gelirken, anlamaya yönelik bir dil becerisi olan okuma ve anlatmaya yönelik bir dil becerisi olan yazma sonradan öğrenilmektedir. Bu becerilerin içerisinde yazma becerisi insanlık tarihine yön vermiş ve modern dünyanın temelini atmada önemli bir rol üstlenmiştir. İnsanlık tarihi, yazıdan önce ve yazıdan sonra olmak üzere iki bölümde incelenmektedir.

Yazı, Türkçe Sözlük’e göre “düşüncenin belli işaretlerle tespit edilmesi, yazma işi”[1]dir. Tarihi M.Ö. 3200’lere dayanan yazı, ideogram, piktogram, damga ve çivi yazısı gibi evrelerden geçerek modern yazı formuna kavuşmuştur. Yazma eylemi ilahi bir vergi olarak görülmüş ve yazı, tarihi süreçte bir iktidar aracı ve güç sembolü olarak kullanılmıştır. Yazının bu sembolik kullanımı dinî metinlere de yansımıştır. Kullarına ilk emri “oku” olan Allah, Kur’an-ı Kerim’de ayetler vasıtasıyla yazıya verdiği önemi göstermiştir. Ayrıca kalem, mürekkep ve hokka (nûn) gibi  yazı vasıtaları da okumak gibi üstün görülmüş ve methedilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Kalem suresinin birinci ayetinde[2] ve Alak suresinin dördüncü ayetinde[3] yazı, ilahi kudretin temsili olarak  belirtilmiştir. Âl-imrân suresinin kırk dördüncü[4] ve  Lokmân suresinin yirmi altıncı ayetlerinde[5] kalem ve mürekkep sözcükleri geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’de yazıya verilen bu önem İslam medeniyetinde  “hat sanatı” adıyla güzel yazı sanatını doğurmuş; yazı ve yazı ile ilgili unsurlar Türk, Arap, Fars, Hint ve Urdu edebiyatlarında sembolik bağlamda kullanılmıştır.

İslam sancağını devralmasıyla askerî ve siyasi açıdan bu dine büyük hizmetler eden Türk milleti, bu hizmetlerini sanat vasıtasıyla da sürdürmüştür. Sanatsal bir üslupla estetik açıdan geliştirilen İslami yazı, Türk sanatkarların elinde bir şiir gibi işlenmiş; Allah kelamının bu yazıyla yazılmasından dolayı yüceltilmiş ve saygı duyulmuştur.[6] Osmanlı döneminde hat sanatı, saray muhitinde de layık olduğu değeri görmüş, büyük hattatlar Enderun ve Sibyan okullarında güzel yazı dersleri vermiştir.[7] Osmanlı topraklarında Bursa, Edirne ve Amasya şehirleri güzel yazının gelişmesi bakımından önemli rol oynamış, bu şehirler içinde Amasya en önemli hatt üstatlarından Şeyh Hamdullah’ı yetiştirmiştir.[8]

Muhtevasını bir yönüyle İslam’a, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’e ve Hadislere dayandıran Klasik Türk şiirinde yazı ve yazı ile ilgili unsurlar, zaman zaman Hz. Muhammed’in, Hz. İsa’nın Hz. Musa’nın ve diğer peygamberlerin mucizelerini; Harut ile Marut hikayesi gibi Kur’an-ı Kerim’deki birtakım kıssaları telmih yoluyla hatırlatır. Divan şairleri sevgilinin yüzünü mushafa, kâğıda, sayfaya; kaşlarını kaleme, yüzündeki ayva tüylerini yazıya, ağzını hokkaya, saçlarını mürekkebe benzetirler.  Yazı ve yazı ile ilgili sözcükler Utarid, Bircis gibi kozmik unsurlarla ilgili de kullanılmıştır. Yazı yazma aracı olan kalem bazen ölümsüzlük ve canlandırma özelliği taşıyan âb-ı hayata, bazen de sevgilinin hasretinden figan eden neye benzetilmiştir.

Yaptığımız araştırma sonucunda yazı ve yazı ile ilgili unsurlar üzerine  yapılan çalışmaların genellikle hat sanatı kapsamında değerlendirildiğini tespit ettik. Bununla birlikte Divan şiirinde “kalemiyye” adında bir şiir türünün bulunması dolayısıyla kalem üzerine de birçok çalışma mevcuttur. Bu çalışmalardan Mahmud Bedreddin Yazır’ın üç ciltlik “Medeniyet Âleminde Yazı ve İslam Medeniyetinde Kalem Güzeli”[9] adlı eseri, yazının tarihî süreci, hat sanatı ve bu sanatın güzel sanatlar içindeki yeri, hattatlık ve yazı çeşitleri ve hat sanatında kullanılan malzemeler gibi konular hakkında bilgi vermesi bakımından önemli bir eserdir. Ali Alparslan’ın “Osmanlı Hat Sanatı” adlı eserinde yazı, yazı çeşitleri ve hat sanatı en ince ayrıntısına kadar incelenmiş, Osmanlı topraklarında yaşamış hattatlar hakkında önemli bilgiler verilmiştir.[10] Editörlüğünü Ali Rıza Özcan’ın yaptığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayımladığı “Hat ve Tezhip Sanatı” adlı eserde de çeşitli araştırmacılar tarafından yazılan makaleler yer almaktadır.[11] Muhiddin Serin, “Hat Sanatımız Tarihçesi-Malzeme ve Âletler-Meşkler” adlı eserinde Mahmud Bedreddin Yazır’ın eseri kadar kapsamlı olmamakla birlikte aynı konulara değinmiştir. Yazar, on dört asırlık bir maziye sahip olan hat sanatı ile ilgili sınırlı bilgiler veren eserlerin bulunduğunu ancak yazı tarihi tetkikleri konusunda tatminkar bir eserin yazılmadığını ifade etmektedir.[12]  Serin, ayrıca hat sanatı ile ilgili başlıca eserler hakkında da kısa bilgiler vermiştir. Bu eserler şulardır: Menâkıb-ı Hünerverân (Gelibolulu Mustafa Âli), Gülzâr-ı Sevâb (Nefes-zâde İbrâhim), Devhat-ül Küttâb (Suyolcu-zâde Mehmed Necib), Tuhfe-i Hattâtin (Müstakim-zâde Süleyman Sa’düddin), Tuhfe-i Küttâb ve Minhat-ut Tullab (Mustafa Kadı-zâde), Mizan-ül Hat Alâ Vaz’ı Üstad-ıs Selef (Hattat-zâde Mustafa Hilmi), Hat ve Hattâtan (İranlı Hâbib), Mir’at-ı Hattâtin (Süleyman Edendi), Yazının Usûl-i Tedrisi (İsmail Hakkı), San’at (İsmail Hakkı), Resis-ül Hattâtin Kamil Akdik (Melek Celâl), Eski Yazıları Okuma Anahtarı (Mahmud Yazı), Şeyh Hamdullah (Melek Celâl), Hekimbaşı ve Hattât Kâtib-zâde Mehmet Refî, Hayatı ve Eserleri (Süheyl Ünver), Eyüblü Hattâtlar (Nurullah Tilgen), Fâtih Devri Hattâtlar ve Hat San’atı (Ekrem Hakkı Ayverdi), Türk Yazı Çeşitleri ve Fâideli Bâzı Bilgiler (Süheyl Ünver), Son Hattâtlar (Mahmud Kemal İnal), Türk Yazı San’atıda İcâzetnâmeler ve Taklid Yazılar (Uğur Derman), Medeniyet Âleminde Yazı ve İslam Medeniyetinde Kalem Güzeli (Mahmud Bedreddin Yazır).[13]

Osmanlı Devleti, askerî ve siyasi başarılarına paralel olarak kendi kültür ve sanat medeniyetini kurmuş; bu bağlamda çok değerli eserler vücuda getirilmiştir.   Devletin askerî ve siyasi açıdan duraklama ve gerileme dönemlerinde yazı sanatı gelişimini sürdürmüş, özellikle 18. yüzyılda hat sanatı sülüs, nesih ve celîde Mustafa Râkım Efendi’yi, ta’likte Yesârîzâde Mustafa İzzet’i yetiştirerek en parlak devrini yaşamıştır[14]. Divan şiirinin de son büyük üstatlarını yetiştiren bu yüzyıl, şiirde nicelik bakımından zengin bir dönem olmuştur. Sünbülzâde Vehbî Efendi de böyle bir sanat ortamı içerisinde yaşamış, döneminin önde gelen şairlerinden biri olmuştur. Bu çalışmada Sünbülzâde Vehbî’nin divanında, Türk-İslam medeniyetinde önemli bir yere sahip olan yazı ve yazı ile ilgili unsurlar incelenmeye çalışılmış, elde edilen bulgular başlıklar altında örnek beyitlerle açıklanmış ve bu unsurların kullanım sıklığı, ilişkili olduğu edebî sanatlar ve sözcükler sayısal verilerle anlamlandırılmaya çalışılmıştır.

 

  1. Sünbülzade Vehbî Divanında Yazı ve Yazı İle İlgili Unsurlar

1.1. Yazı (Hatt, Tuğra)

Hat, “çizgi, kalemle yazı yazmak” manalarına gelmekle birlikte bir sanat dalının da ismidir.[15] 18. yüzyılda zirveye ulaşan ve Râkım ile Yesarî gibi iki zirve yetiştiren hat sanatı şiir sanatında da karşımıza çıkar. Bu iki sanatın birbirleriyle olan ilişkisi yüzyılın üstat şairlerinden Sünbülzâde Vehbî’nin manzumelerinde belirgin bir şekilde görülmektedir. Divan’da “hatt” sözcüğüne hem yazı hem de sevgilinin yüzündeki ayva tüyleri manasına gelmesinden dolayı sıkça başvurulmuştur.

Sevgilinin güzelliği kudret kalemi ile yazılmış gibidir ve bu, gizli bir yazıdır. Onu okumak için belli bir mertebeye erişmek gerekir. Bu bağlamda düşünüldüğünde sevgilinin yüzü kâğıt, kaşları ise bu kâğıda yazı yazan bir kalemdir. Kalem ve yazma sözcüklerinin tenasübü olarak hatt, kaş ile birlikte sevgilinin güzelliğini tamamlayıcı bir unsur olarak tasavvur edilir.  Beyitte ayrıca kaş ile kalem ilişkisi, nûn ile hokka ilişkisi göz önünde bulundurulur:

‘Nukûş-ı hatt u hâlin remz ile meknûn yazmışlar

Kalem kaşıyla çeşmin ‘aynı ile nûn yazmışlar

G 84/1

 

Eskiden yazı yazıldıktan sonra kuruması için üzerine rîkdân adı verilen delikli bir kaptan toz serpilirdi. Kâğıt, bu işlem sırasında üzerine  dökülen tozlardan rahatsızdır ve yazıyı yazan kalem ehline darılmıştır:

 

Pür-gubâr eylemese hatt-ı ‘izârın rîkdân

Belki olmazdı kalem ehline mugber kâgıd

K 47/4

Ateşe tapan, meyhaneye sürekli giden anlamlarında kullanılan “mug” sözcüğü, İranlıların İslamiyetten önce inandıkları Mecûsîlikte dinî törenleri yöneten kişilerdir.[16] Daha sonra meyhane ve içki meclisi ile birlikte kullanılan bu sözcükten pîr-i mugân ve mug-beçe sözcükleri türemiştir. Mug-beçe, Mecûsî çocuğu anlamına gelmektedir. Bu sözcük genellikle âteş sözcüğü ile birlikte kullanılır. Sünbülzâde Vehbî, hatt sözcüğünü iham sanatıyla, Kur’an yazısı ve ayva tüyleri manalarında kullanır. Beyitteki  Ehl-i Kitâb ve âteşîn-ruh sözcükleri bu ilişkiyi sağlar:

Hattın görünce mug-beçe-i âteşîn-ruhuñ

Sandım Mecûs ile eder Ehl-i Kitâb bahs

G 29/6

Allah, önce levh ve kalemi yaratmıştır. Kalem, kainatta olacak her şeyi bu levha üzerine yazmıştır.[17] Bu bir sırdır ve kâğıt, üzerine yazılan bu sırra mazhardır. O, sırrına eriştiği  bu mukaddes hatt ile âlemi büyülemiştir:

Olmasa levh ü kalem sırrına mazhar kâgıd

‘Âlemi hatt ile etmezdi müsahhar kâgıd

K 47/1

Türkçede padişahın imzası, mührü manalarına gelen tuğra; Arapçaya tevkî’ ve âlâmet, Farsçaya ise nişân  olarak geçmiş olup “aklâm-ı sitte”den tevkî’ yazı çeşidiyle çekilirdi. Önceleri basit çizgilerden meydana gelen tuğrada padişahın adı babasının ismiyle Arapçada olduğu gibi yer alırdı. [18] Tuğra çeken kişiye “tuğra-keş” denilmekteydi. Tuğra, divanda genellikle siyah rengi dolayısıyla sevgilinin kaşı bağlamında kullanılmıştır. Şair, belki bir tuğra-keş değil ama o da bir tuğra-keş gibi  kalemiyle sevgilinin râ şeklindeki kaşlarını çekmektedir:

Tugrâ-keş-i menşûr-ı emel olmadım ammâ

Râ kaşlarını çekmege yâriñ kalemim var

G 89/5

Sevgilinin yüzü, ilahî sözlerin yazıldığı ferman, kaşları ise bu fermanda bir tuğra gibidir. Fakat bu tuğrayı her tuğra-keş çekemez. Sevgilinin güzellik fermanına tuğra kaşlarını ancak kudret kalemi çekebilir:

Nişân-ı ebruvânın ol şehiñ menşûr-ı hüsnünde

Çekerse hâme-i kudret çeker tugrâ-keşân çekmez

G 102/4

Sünbülzâde Vehbî divanında hat sözcüğü 21 kez tespit edilmiş olup bunlardan 10’u mecaz, 11’i ise gerçek anlamıyla kullanılmıştır. Tuğra ise 12 kez tespit edilmiş olup, bunlardan 9’unda mecaz, 3’ünde ise gerçek anlamıyla kullanılmıştır. Bu sözcüklerin  tenasüb (32), teşbih (10), teşhis (2) , leff ü neşr (13), istiare (7), tecahül-i ârif (1), ihâm (4)  gibi edebî sanatlarla birlikte kullanıldığı tespit edilmiştir.

 

1.2. Kalem (Kilk, Hâme)

Kalem, Eski Yunancadaki “kalamos” sözcüğünden Arapçaya, oradan da Türkçeye geçmiştir. Dilimizde yazı yazmaya yarayan âlet olarak tanımlandırılan kalem için Farsçada “kilk” ve “hâme” sözcükleri kullanılmaktadır.[19] Tahta kalem, kargı kalem, menevişli kalem, kamış kalem, kıl kalem ve cava kalem gibi kalem çeşitleri bulunmaktadır. Çeşidi ne olursa olsun ilim ve sanat vasıtası olduğundan dolayı kalemin her zaman kadri bilinmiştir.[20]

Divan şiirinde yazı ile ilgili çok kullanılan unsurlardan biri olan kalem, genellikle kamış kalem veya kıl kalem çeşidiyle karşımıza çıkmakla birlikte, şekli, rengi, dışının düzgün, içinin eğri olması gibi sebeplerden dolayı kamış kalemin kullanımı daha yaygındır.[21]  Ayrıca Kur’an’da kaleme yemin edilmesi, kaleme bir kutsiyet yüklemiş olmasından dolayı da kalem sözcüğü dinî-tasavvufi şiirde kullanılmıştır.[22] Tirmizî’nin naklettiği bir Hadis-i Şerif’e göre, “Hz. Muhammed’in ruhunun bir kısmından levh-i mahfuz, diğer kısmından kalem yaratıldı. Müteakiben  kaleme ‘yaz’ emri verildi. Kalem bu emrin heybetinden bin yıl titredi ve sonra ne yazması gerektiğini sordu. ‘Allah’tan başka ilah yoktur. Hz. Muhammed onun Resulüdür’ diye yaz cevabını aldı”.[23] Bu Hadis-i Şerif dolayısıyla kalemin levh-i mahfuz bağlamında kullanılması yaygındır. Sünbülzâde Vehbî de memduhunu överken, onun vasfının kudret kâtibinin kalemiyle levh-i mahfuza yazıldığını söyler:

Kalem-i kâtib-i kudret mele’-i a’lâda

Levh-i mahfûza eder vasfıñı böyle terkîm

K 16/10

Kudret ve kalem sözcüklerine sevgilinin güzellik vasıflarını anlatırken de başvurulmuştur. Onun kaşı kalem, yüzündeki ben ise mürekkep damlasıdır. Kudret eli kalemin ucuyla kalem gibi kaşı çekerken/çizerken, sevgilinin alnına bir damla mürekkep sıçrayıp ben olmuştur:

Kalem kaşın çekerken dest-i kudret nevk-i kilkinden

Mürekkep sıçrayıp pîşânî-i dildâre ben düşdü

G 238/2

Türkçe ismi “bengisu” olan âb-ı hayvan/âb-ı hayat, kaynağının nerede olduğu bilinmeyen, zulümat ülkesinde bulunan ölümsüzlük suyudur.[24] Zulmet, karanlık demektir ve mürekkep ile ilişkilendirilir. Âb- ı hayatın, cansızlara can vermesi gibi, Sünbülzâde Vehbî’nin kalemi de mürekkebiyle cansız duran binlerce lafza bir anda hayat verir:

Kalem ihyâ eder bir lahzada biñ lafz-ı bî-cânı

Devâtım zulmetinden nûş edince âb-ı hayvânı

K 5/1

Eskiden hazinelerin başında, bekçi olarak ejderhaların beklediği düşüncesi hâkimdi. Bu düşüncenin divan şiirine yansıması, sevgilinin güzelliğinin hazineye, saçlarının ise o hazineyi bekleyen ejderhaya benzetilmesiyle olmuştur. Sünbülzâde Vehbî, elindeki kalemi bu hazinenin bekçisi olan ejderhaya benzetmiştir:

Dilim gencîne-i ma’nâ kalem destimde ejderhâ

Nigehbânlık eder her dem o genc-i şâyegân üzre

K 15/56

Kalem şairlerin elinde sihirli bir objeye dönüşür. Kalemin sihir ile münasebeti bazen Harut ile Marut hikayesine, bazen de Hz. Musa’nın asa mucizesine telmih yoluyla olmaktadır. Kalem, şekli dolayısıyla asaya benzer. Hz. Musa’nın asası ile sihirbazları alt etmesi gibi, Sünbülzâde Vehbî de sihirli sözler söyleyip kendisine haset edenleri kalemiyle alt eder:

Bir ‘asâ-yı Mûsevî’dir kim o kilk-i pür-füsûn

Dîde-i hussâda karşı hey’et-i su’bân bulur

K 18/40

Otorite bağlamında kalem genellikle kılıç (seyf, tîg) sözcüğü ile birlikte kullanılmıştır. Kılıç, memduhun askerî dehası ve gücünü temsil ederken; kalem, yöneticilik gücünü, ilmi yönünü ve adaletini temsil eder.[25] Bu vasıflar memduha Allah tarafından verilmiştir:

Kılmış cenâb-ı Hak o hudavend-i ekremi

Seyf ü kalemle vâsıta-i dâd-güsteri

K 25/9

Kalemin ağız kısmının birkaç santimetre çatlatılarak iki yakaya ayrılmasına “kalem şakkı” denir.[26] Bu işlem yaka yırtmak bağlamında divan şiirinde de yerini almıştır:

Bulur hep yakası açılmadık nev-câme mazmûnu

N’ola ehl-i kalem reşk ile çâk etse girîbânı

K 5/7

Divanda kalem, kilk ve hâme sözcükleri toplamda 148 kez tespit edilmiştir. Bunlardan 40’ı gerçek anlamda, 108’i ise mecazi anlamda kullanılmıştır. Bu sözcüklerin, tenasüb (148), mecaz-ı mürsel (8), telmih (23), teşbih (60), teşhis (23), istifham (3), mübalağa (8) gibi edebî sanatlarla birlikte kullanıldığı tespit edilmiştir.

 

1.3. Kâğıt (Sayfa, Levha, Varak)

            Üzerine yazı yazmak  için kullanılan bir malzeme olan kâğıt, Arapçada “kırtas, Farsçada “kağaz, kâğız” anlamlarına gelmektedir.[27] M.Ö. 150 yılında Çin’de icat edilen kâğıt, geçmiş ve gelecek arasında bir kültür taşıyıcısı olmuştur. Divan şiirinde kâğıt sözcüğünün şiirlerdeki kullanımı az olup bu sözcük yerine daha çok sayfa, varak, levha gibi sözcükler kullanılmıştır.[28] Kâğıt sözcüğü Necâtî Bey, Hayâlî Bey, Şeyhülislam Yahya, Bağdatlı Rûhî, Ahmed Nâmî, Eğridirli Şeyhî, Mezâkî, Fasih Ahmed Dede, Sâbit, Vahyî, Neylî ve Şeyh Gâlib gibi şairler tarafından redif olarak kullanılmıştır.[29] Sünbülzâde Vehbî divanında da “kâğıd” redifli bir kaside tespit edilmiştir.

Divan şiirinde kâğıt ve kâğıdı çağrıştıran sözcükler bazen sevgilinin yüzü, bazen alnı bazen de teni olarak tasavvur edilmiştir. Üzerine Kur’an-ı Kerim ayetlerinin  yazılmasından dolayı kağıda özel bir anlam yüklenir. Sevgilinin vasıflarının sıralandığı ve kâğıdın tenasüp yoluyla yazının diğer unsurlarıyla birlikte kullanıldığı beyitlerde, sevgilinin saçı yazı yazmak için kullanılan mürekkep, kaşları kalem, teni ise kâğıt olur. Bu kâğıt, ipekten yapılmış özel bir kâğıt olan âbâdî[30] kâğıdıdır:

Hat-âver bir mürekkeb saçlı kâtib-zâde-i şûhuñ

Tenin âbâdî kâgıd zannedip kaşın kalem sandım

G 183/3

Eskiden kâğıdın yazılabilir bir mertebeye gelmesi için günümüzdekinden çok daha zahmetli aşamalardan geçmesi gerekiyordu. Bu işlemler, kâğıdın boyanması, aharlanması ve mührelenmesi şeklinde sıralanmaktaydı.[31] Kâğıdın böyle zorlu süreçlerden geçmesi onu değerli bir konuma getirmekteydi. Sünbülzâde Vehbî, kâğıt için dalgalar oluşturabilecek derecede kanlı gözyaşı dökmektedir:

Dem-be-dem kâgıd-ı bîrûn içün aglar Vehbî

Mevc-i eşkinden olur âb-zede her kâgıd

K 47/16

Hokkanın içerisine güzel kokması için misk konması sebebiyle hokka bazen misk geyiğinin göbeğine benzetilmektedir.[32] İçerisinde misk olan bir hokkadan çıkan mürekkep ile sevgilinin kâğıt gibi beyaz yüzüne anber kokulu benler ve ayva tüyleri çizilmiştir:

Ne revâ olmaya müşgîn rakamıñ noktaları

Sâde-rûy-ı varaka hâl ü hat u ‘anber-fâm

K 17/3

Divanda kâğıt, safha, levha ve varak sözcüklerinin 63 kez kullanıldığı tespit edilmiştir. Bunlardan 19’u gerçek, 44’ü ise mecazi anlamda kullanılmıştır. Bu sözcükler; temasüb (63), teşhis (12), teşbih (9), kinaye (2), mübalağa (1) gibi edebî sanatlarla birlikte kullanılmışlardır.

1.4. Mürekkep (Midâd)

            Arapçada binmek manasına gelen “rükûb” sözcüğünden türemiş olan mürekkep, yazı yazmak için kullanılan ve ekseriyetle siyah bir renge sahip olan sıvıya denir ve Arapçada “midâd”, “hazzaz”, “naks”; Farsçada “siyâhî”, “zerâb”, “zakâb” gibi isimlerle de adlandırılır.[33] İs mürekkep, lâl’î mürekkep, sarı mürekkep ve zer mürekkep gibi çeşitleri bulunmaktadır.[34]

Divan şiirinde en çok kullanılan mürekkep türü siyah ve kırmızı mürekkeptir. Siyah mürekkep, bazen sevgilinin güzellik unsurlarından biri bazen de âşığın gönlündeki süveydâ olmaktayken; kırmızı mürekkep, kan ağlaması dolayısıyla âşığın gözyaşı olmaktadır. Sevgilinin teni, üzerine yazı yazılan kâğıt; kaşı, kalem; saçı ise siyah rengi dolayısıyla mürekkeptir:

Hat-âver bir mürekkeb saçlı kâtib-zâde-i şûhuñ

Tenin âbâdî kâgıd zann edip kaşın kalem sandım

G 183/3

Sevgilinin yüzündeki siyah benler, kaşları  çizilirken kudret kaleminden  damlayan mürekkepten oluşmuştur:

Kalem kaşın çekerken dest-i kudret nevk-i kilkinden

Mürekkep sıçrayıp pîşânî-i dildâre ben düşdü

G 238/2

Şairlik kabiliyetlerini methederken, divan şairlerinin söz, yazı ve yazı ile ilgili unsurlardan yararlanmaları oldukça yaygındır. Şair, marifet denizidir. Bu denizin  coşmasıyla, kaleminden çıkan mürekkep şiirlerin cevher suyu olmaktadır:

O bahr-ı ma’rifetim bâ-husûs cûş etse

Midâd-ı hâmem olur âb-ı gevher-i eş’âr

K 76/50

Divanda mürekkeb ve midad sözcüklerinin toplamda 8 kez kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu sözcüklerden 7’si mecazi, 1’i ise gerçek anlamda kullanılmıştır. Bu sözcükler tenasüb (8), teşbih (6), telmih (1), kinâye (1) edebî sanatları ile birlikte kullanılmıştır.

 

1.5. Diğer Unsurlar: Divit (Devât), Hokka(Mahber) , Likâ, Mıstar, Cetvel, Pergel,

Divit, mürekkep hokkası ile kalem, kalemtıraş ve  makta’ gibi yazı âletlerinin saklandığı dar ve uzun prizma şeklinde bir gövdeden meydana gelmektedir.[35] Şeklinden dolayı şiirlerde genellikle “çâh” (kuyu/çukur) sözcüğü ile birlikte kullanılan devât, Sünbülzâde Vehbî divanında Harût ile Marût ve âb-ı hayat bağlamında kullanılmıştır.

Hârût ile Mârût, büyü ve sihirde meşhur iki melek olup isimlerinden Bakara suresi 102. ayette[36] bahsedilmektedir. Rivayete göre bu iki melek Allah tarafından cezalandırılıp Bâbil’de bir kuyuda kıyamete kadar baş aşağı asılı beklemektedirler.[37] Şair, kaleminin divitinin çukurunda Hârut ile Mârût’a sihir konusunda talim vermektedir. Çünkü o, sihirli sözler söyleme konusunda üstattır:

Kalemim çâh-ı devâtımda edip meşk-i füsûn

Sihr-i Hârût ile Mârût’a ederdim ta’lîm

K 16/32

Devâtın içerisindeki mürekkep âb-ı hayat gibidir ve şairin kaleminden akan bir damla mürekkep bütün âlemi ihya etmiştir:

Devâtı eyledi icrâ-yı resm-i âb-ı hayât

Ki reşha-i kalemi ‘âlemi eder ihyâ

Tarih 21/7

            Arapçada “küçük kutu” anlamına gelip, kaleme yeterli miktarda mürekkep almaya yarayan bir malzeme olan hokka, mıhbere (mahber), âme, mecma’ gibi isimlerle de bilinmekte ve genellikle ağaç, pirinç, gümüş veya altın gibi madenlerden yapılmaktadır.[38] Hokka, Sünbülzâde Vehbî divanında genellikle şeklinden dolayı sevgilinin veya memduhun ağzına teşbih edilmiştir. O, yakuttan yapılmış hokka gibi ağzından mücevher gibi sözler saçar:

Deheni hokka-i yâkût-ı letâfet gûyâ

Nutka gelse saçılır lü’lü’-i lâlâ-yı sühan

K 51/112

Mürekkep hokkasının içine konan ham ipeğin adı olup milkaa, peşence, peşm, lâs, kersef, zıvana ve penağ olarak da adlandırılan likâ, mürekkebin kaleme rahatça alınmasını sağlar ve kalem ucunun hokka içinde bozulmasını engeller.[39] Sünbülzâde Vehbî, likâyı cadı, mürekkep, kalem ve efsun sözcükleriyle kullanıp, mürekkebin likâsını cadının dikkatle ördüğü saçına benzetmiştir:

Likâsı gîsû-yı câdûdur midâd-ı hâmemiñ

Kim eder dikkatle ‘akd-i rişte-i efsûngeri

K 23/53

Mıstar, mistar veya hatkeş;  yazı yazarken satır çizgisinin korunmasına yarayan âlet olup, meşk mıstarı, sahife mıstarı, hilye mıstarı ve kıt’a mıstarı gibi çeşitleri bulunmaktadır. Yazılacak yazının kâğıt üzerinde kaplayacağı yer, satır adeti, uzunluğu ve aralığı ince bir mukavva üzerine kurşun kalemle ve cetvelle çizilir. Çizilen satırların iki ucu iğne ile delinir ve deliklerden ibrişim geçirilerek  satırlar düğümsüz olarak tek bir ibrişim ile tamamlanır ve mıstar elde edilir.[40]

Mıstar, şiirlerde düzlük timsali olarak ele alınmaktadır. Şairin ilham kaynağı sevgilidir. Sevgilinin cevr kirpiği mıstar ipliği olmazsaydı; şair, daha önce söylenmemiş sözlerin vasfını kâğıda dökemezdi:

 

Vasf-ı ebkâr-ı mezâmînim yazılmaz kâğıda

Sâye-i müjgân-ı cevr olmazsa târ-ı mıstarı

K 23/54

Bir kalemi yazı yazacak hâle getirmek için naht (yontma) ve katt’(kesme) denilen işlemlerden geçirmek gerekmektedir.[41] Sünbülzâde bu işlemleri kalemin yakasının yarık olması şeklinde hayal etmektedir. Kalem, yakası yarık olmasına rağmen yürüyüşüne devam ederek, şairin mıstarından geçer, hüner semtine doğru gider:

Pür-şerha iken sîne yine reh-rev-i hâme

Semt-i hünere togru gider mıstarımızdan

Terci-i Bend 2/5

            Cetvel, ağaçtan veya madenden yapılıp,  düzgün çizgi çizmeye yarayan âlettir. Yapraktaki veya levhadaki yazı metnini, şekilleri, cilt kapağını, bir veya birden fazla çizgilerle çerçevelemeye de verilen addır.[42] Sünbülzâde Vehbî divanında 1 beyitte kullanılmıştır.  Altın madeninden yapılan cetvel, şiirde güneş ile birlikte kullanılır. Şemsü’l-ma’ârif nüshası, altın yaldızlı cetvelini güneşten almıştır:

Nüsha-i Şemsü’l-ma’ârifdir vücûd-ı devleti

Cedvel-i zerrînidir anıñ tılâ-yı âfitâb

K 35/13

Pergel veya pergâr, hatasız bir şekilde daireler çizmeye yarayan âlettir. Yazılacak yazının etrafına yuvarlak çizgiler pergel ile çizilir. Özellikle hilye-i şeriflerde, Hz. Muhammed’in dünyayı aydınlatması bağlamında, ay ve güneşe benzetilmesi dolayısıyla yazının çevresi pergel yardımıyla hilal şeklinde düzenlenir.[43]

Pergelin bir ayağı sabit, diğer ayağı ise sabit olanının etrafında dönerek daireler çizmektedir. Sevgilinin güzelliğinin merkezi noktaya benzeyen benidir. Âşığın gönlü ise bu nokta merkezli bir pergel olup onun etrafında dönmektedir:

Vehbî o nokta üstüne pergârdır göñül

Hâl-i siyeh ki merkez-i hüsnüñ medârıdır

G 78/5

Sünbülzâde Vehbî, memduhunu överken de pergel sözcüğünden faydalanmıştır. Düşünce pergeli binlerce yıl dönse bile, onun vasıflarını tam anlamıyla kavramak mümkün değildir:

İhâtâ eylemek mümkin degil evsâfıñı hâşâ

Hezârân sâl eger devr eylese endîşe pergârı

K 30/43

Divanda yazı ile ilgili diğer sözcükler toplamda 24 kez kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu sözcüklerden 21’i mecazi anlamda, 3’ü ise gerçek anlamda kullanılmıştır. Bu sözcüklerin tenasüb (24), teşbih (16), mübalağa (2), teşhis (2) ve telmih (4)  sanatlarıyla birlikte kullanıldığı tespit edilmiştir.

Sonuç

İcat edilmesi ile insanlık tarihinin yeni bir sürece girmesine ve modern dünyanın temellerinin atılmasına vesile olan yazı, yüzyıllar boyunca iletişimin önemli bir parçası olmuştur. İnsanların kendi aralarında iletişim köprüsü kurması yanında Allah’ın ayetlerini ve Hz. Muhammed’in hadislerini daha geniş bir kitleye ulaştırması dolayısıyla, İslam sanatçıları yazıya büyük önem vermişlerdir. Yazı ve yazı ile ilgili unsurların şiir sanatında sembolik olarak kullanılmasının yanında, özellikle Kur’an-ı Kerim’in Arap harfleriyle yazılmasından dolayı, bu harflerle en güzel yazıyı yazabilme düşüncesi  hat sanatını geliştirmiştir. Öte yandan vav (و), elif ( ا), he (ه) gibi harflerin sembolik değeri ve Kur’an-ı Kerim’deki Ya-sin, Tâ-ha gibi surelerdeki sembolik başlangıçlar, bazı ayetlerdeki mesajlar, Kırk Hadis kitapları hat sanatını daha ileri boyutlara taşımıştır.

Türk-İslam medeniyetinde ilim, sanat ve kültür açısından önemli bir yere sahip olan yazı ve yazı ile ilgili unsular, Sünbülzâde Vehbî divanında Divan şairinin hayal dünyasına paralel olarak kullanılmıştır. Özellikle hat, kalem, kâğıt ve mürekkep gibi yazının temel unsurlarına sıkça başvuran şair, bu sözcükleri kimi zaman sevgilinin saç, yüz, kaş gibi güzellik unsurlarını kimi zaman kendi şairliğinin vasıflarını zaman zaman da memduhunun vasıflarını yüceltmek için kullanmıştır. Şair, yazı ile ilgili unsurların sembolik kullanımında birçok edebî sanattan yararlanmakla birlikte çoğunlukla tenasüb, telmih, teşbih ve teşhis sanatlarından faydalanmıştır.

* Dr. Öğr. Üyesi Gaziosmanpaşa Üniversitesi  Türk Dili ve Edebiyatı, varisoglu@gmail.com

* * Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı, hkn86hkn@gmail.com

[1] Komisyon, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2005, s. 2154.

[2] Nûn. (Ey Muhammed!) And olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin.

[3] Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.

[4] Meryem’i kim himayesine alıp koruyacak diye kalemlerini (kur’a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu konuda) tartışırlarken de yanlarında değildin.

[5] Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

[6] Nihad Sami Banarlı, Kitaplar ve Portreler, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1985, s. 316.

[7] Ali Alparslan, Osmanlı Hat Tarihi,  Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999, s. 15-16.

[8] Alparslan, a.g.e.,  s. 25-30

[9] Mahmud Bedreddin Yazır,  Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli I, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.

Mahmud Bedreddin Yazır, Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli II,    Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1974.

Mahmud Bedreddin Yazır, Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli III,    Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1989

[10] Alparslan, a.g.e.

[11] Ali Rıza Özcan (Ed.), Hat ve Tezhip Sanatı T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2015.

[12] Muhiddin Serin, Hat Sanatımız Tarihçesi-Malzemeler ve Aletler-Meşkler, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul, 1982, s. 121

[13] Serin, a.g.e. s.121-130.

[14] Beşir Ayvazoğlu, Kuğunun Son Şarkısı, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1999 s. 132.

[15] Mahmud Bedreddin Yazır,  Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli I, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,, Ankara, s. 12.

[16] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul, 2015, s. 329.

[17] Pala, a.g.e s.287

[18] M. Uğur Derman, “Tuğra” maddesi, İslam Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 2012, c. 41,  s. 336-339.

[19] M. Uğur Derman,  “Padişah Tuğralarındaki Şekil İnkılabına Dair Bazı Gerçekler”, Hat ve Tezhip Sanatı (Ed. Ali Rıza Özcan), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2015, s. 221.

[20] Serin, a.g.e. s. 90

[21] M. Nejat Sefercioğlu, “Yazı ve Yazı İle ilgili Unsurların Divan Şiirinde Kullanılışı”, Erişim Tarihi: 20.09.2017 http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/nejat_sefercioglu_divan_siiri_Yazi.pdf

[22] Mutlu Melis Özgeriş, “XVIII. Yüzyıl Divan Şiirinde Hat Malzemeleri”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, S. 3/2 2014, s. 169.

[23] Serin, a.g.e. s. 89

[24] Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2000, s. 55.

[25] M. Celal Varışoğlu, “Divan Şiirinde Bir Metafor Olarak Kalem ve Bu Bağlamda Kırımlı Rahmî’nin “Seyf ü Kalem” Redifli Kasidesi”, Uluslararası II. Türkoloji Kongresi Bildiriler (22-24 Mayıs 2008 Kırım-Ukrayna), TİKA, Ankara, 2009, s.258.

[26] Derman, a.g.e. s. 223

[27] Yazır, a.g.e. Cilt II, s. 187.

[28] Özgeriş, a.g.e.

[29] Özlem Ercan, “Divan Şiirinde ‘Kağıd’Redifli Gazeller”,  Akademik Araştırmalar Dergisi, 2010, S. 48, s. 127-154.

[30] Hindistan’ın Devlet-âbad şehrinde ipekten yapılmış bir yazı kâğıdı.

[31] Serin, a.g.e. s. 99-102.

[32] Özgeriş, a.g.e. s. 183.

[33]  Yazır, a.g.e. Cilt II, s. 180

[34] Serin, a.g.e. s. 104-106

[35] M. Uğur Derman, “Divit” maddesi,  İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994, c. 9,  s. 450-451.

[36] Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler.

[37] Pala, a.g.e. s. 194.

[38]Yazır, a.g.e. Cilt II, s. 177.

[39] Yazır a.g.e. Cilt II, s. 180.

[40] Yazıcı, a.g.e. s. 208.

[41] Yazıcı, a.g.e. s. 169.

[42] Özgeriş, a.g.e. s. 188.

[43] Özgeriş, a.g.e. s. 189.