Türk halkının işgalleri takiben kurduğu Kuva-yı Milliye müfrezeleri ve Türk halkı, İngilizler çekildikten sonra işgalin sona ermesini beklerken daha güçlü hale geldikleri bu dönemde; bölgedeki Fransız varlığına ve kullandığı Ermenilere karşı öncekilere göre daha etkili ve silahlı saldırılar başlatmışlardır. Kuva-yı Milliye ve Türk halkının, Fransızlara karşı giriştiği saldırılara etki eden nedenlerden bazıları şunlardır:
a)Heyet-i Temsiliye’nin 30 Ekim 1919’daki toplantısında Yüzbaşı Salim (Yörük Salim) Bey ve Üsteğmen Asaf (Kılıç Ali) Bey’in atanmaları.
b)İngilizler bölgeden çekildikten sonra, idari yetkiler yanında askeri yetkilere de sahip olan Fransızlar, Maraş’ı ve işgal bölgelerini idari yönden Ermenileştirme politikası gütmüşlerdir. Adana’ya 120 bin, Maraş’ın da dahil olduğu bölge illerine 60 bin Ermeni getirmiş, Ermenilere askeri harekatta yer vermişlerdir.
c)Fransız işgal yöneticileri Maraş ve bölgede Ermenistan Fransız İdarecileri unvanını taşımışlardır. Bu unvanla, Maraş ve işgal bölgesinde güdülen politika ile Ermeniler şımartılmış, Türk halkına karşı giriştikleri her çeşit baskı, hakaret, zulüm, yaralama ve öldürme olayları cezasız bırakılmıştır. Türk tarafı da, Ermenilerle, onları üzerine salan Fransızlara karşı koymuştur.
d)Ermeniler, Fransızlar tarafından silahlandırılırken; Türklerin silahları toplanmış, savunmasız hale getirilmişlerdir.
e)İşlerine gelmeyen Osmanlı kanunları kaldırılmış, Osmanlı vali, mutasarrıf ve kaymakamları Fransızların keyfi emirlerine uymaya zorlanmıştır, Bazı memurlar, görev yerleri değiştirilerek uzak yerlere atanmış, bir kısmı da işten çıkarılmıştır.
f)Bütün taahhüt işleri Fransızlara verilmiş, küçük rütbeli Fransız subaylarına bile resmi ve özel ihalelerden binlerce lira kazandırılmıştır. Maaşlar kanuna aykırı şekilde arttırılmış, bütçe dışından yüz binlerce lira harcanmıştır.
g)İngilizler, işgal ettikleri yerlerde isteklerini Osmanlı yöneticilere yaptırarak halkın tepkisinden uzak kalmak yolunu tercih etmiş, halka eziyet etmemiş, aşırı bir baskı uygulamamış, yumuşak bir idare altında bir direniş ortamı yaratılmadan hedeflerini gerçekleştirmek yolunu seçmişlerdir. Fransızlar ise; hem kendileri, hem de destek verip şımarttıkları ve silahlandırdıkları Ermenilerin tutumu nedeniyle, Türk halkıyla doğrudan doğruya karşı karşıya gelmişlerdir. Zaten daha önceki Ermeni isyanları nedeniyle karşılıklı yaşanan çatışmaların etkisindeki Türkler, Ermeniler yanında yer alan Fransızlara karşı haklı bir tepki göstermiştir. Bu gelişmeleri hesaplayamayan Fransızlar ise; İngilizlere karşı böyle tepki göstermeyen Türklerin bu davranış nedenini anlamakta da zorlanmışlardır.
13 Kasım 1918’de, askeri birlikleriyle çıkarma yaparak İstanbul’u işgal etmiş olan İtilaf Devletleri, Osmanlı basınına sansür uygulamış, iç ve dış ulaşım ve iletişimi denetimleri altına almışlardır. Sadece İstanbul ile yetinmeyerek, işgal ettikleri Anadolu’nun, İstanbul’daki yöneticileri ve siyasi kadrosu ile irtibatını kesmek istemişlerdir. 1919 yılı Ocak ayında toplanan Paris Barış Konferansı’nda, Balkanlar, Arap yarımadası, Irak, Suriye Filistin dahil Osmanlı’nın Ortadoğu topraklarında azınlıklar başta olmak üzere Osmanlı’dan ayırıp, bağımsız devletler veya mandater yönetim kurmak düşünceleri ortaya atılmıştır. Özellikle, Osmanlı’nın Anadolu’da yaşayan ve zulme uğradıklarını iddiasıyla kendilerine Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Ermeniler ve Rumlar, azınlıkta oldukları halde, bağımsız bir devlet olmayı ve kendilerine self-determination hakkı tanınmasını talep etmişlerdir. Ancak, bu azınlıkların verdiği abartılmış nüfus istatistikleri konferans üyeleri tarafından tatmin edici bulunmamıştır.
Paris Barış Konferansı’nda en etkili ülkelerden ikisi olan İngiltere ve Fransa’yı en çok ilgilendiren konu barışın nasıl gerçekleştirileceği değil, barış görüşmelerinde kendi çıkarlarını en iyi şekilde kabul ettirebilmek düşüncesidir. İngiltere ve Fransa yüzyıllardır göz koydukları Boğazlar’a egemen olmak konusunda birbirleriyle anlaşmaktan ümidi kesince, çözümü İstanbul ve ekonomik çıkar sağlaması beklenmeyen Ermenistan’ın mandaterliğini Amerika’ya önermekte bulmuşlardır. Paris Barış Konferansı devam etmekte iken, 23 Mayıs 1919’da, Fransa Dışişleri Bakanlığı’na sunulan bir gizli memorandum Fransa’nın ileride takip edeceği Türkiye politikasını ortaya koyan önemli bir belgedir. Bu memorandum konferansta Osmanlı Devleti için:
1) Osmanlı’nın Asya topraklarını birbirinden bağımsız bölgelere ayırmak ve Milletler Cemiyeti denetiminde büyük Avrupalı devletlerin yönetimine bırakmayı amaçlayan parçalama politikasıdır. Bu bölgeler halkın çoğunluğunu oluşturan ırklara tahsis edilecektir. İstanbul, Amerikan mandası altına girecek, padişah artık bu şehirde hüküm sürmeyecektir.
2) Osmanlı’nın bütünlüğüne saygı gösterilmesi yönünde bir politik görüş içermektedir. Padişah, İstanbul’da kalacaktır. Türkiye değişik coğrafi bölgelerden sorumlu tutulacak olan İtilaf devletlerinin mandası altında yönetilecektir. ABD Başkanı Wilson ise; 14 ilkesine ters düştüğü için konferansa katılan bu ülkelerin temsilcilerinin yapmış oldukları gizli anlaşmalara karşı çıkmıştır. Paylaşılmasını belirledikleri yerleri kendi topraklarına katmaları yerine, bu yerlerin aynı devletler tarafından Milletler Cemiyeti’nin denetimi altında mandater bir rejimle yönetilmelerini önermiştir.
Fransa tarafı, memorandumda Osmanlı’yı parçalama ve bütünlüğüne saygı politikalarından hangisine sahip çıkılması gerektiği konusunu değerlendirmiş, Osmanlı topraklarındaki önemli çıkarları, sahip olunan maddi ve manevi miras, hayır kurumları, eğitim kurumları ve Fransız dilinin yaygın olması gibi nedenlerin Fransa’nın manevi konumunu güçlendirdiği sonucuna varılmıştır. Osmanlı topraklarındaki Fransız sermayesi ve şirketlerinin Osmanlı’nın maliyesi ve ekonomisine etkileri dikkate alınmıştır. Osmanlı Bankası, Düyun-ı Umumiye İdaresi, madencilik ve demiryolu şirketlerinin Osmanlı topraklarında Fransa’nın büyük bir ekonomik güce sahip olduğu görülmüştür. Bu nedenler; Doğu’daki üstün gücünü sürdürmek isteyen Fransa’yı, parçalama politikası yerine, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü savunma politikasına yöneltmiştir.
31 Ocak 1919’da Emir Faysal, Suriye, Irak, Cezire, Hicaz ve Yemen’i kapsayacak Arap topraklarının bağımsızlığını istemiştir. Emir Faysal’ın bu bağımsızlık talebi ve Arap konfederasyonu kurulacak olması Fransa’nın çıkarlarına ve sadece Musul-Halep-Şam bölgesinde Arap konfederasyonu kurulmasına izin veren Sykes-Picot’ya ters düşmüş, Fransa’nın hoşuna gitmemiştir. 26 Şubat’ta Ermeniler; Maraş Sancağı, Kilikya, Erzurum, Sivas, Harput, Van, Bitlis ve Trabzon’un sahil şeridinden bazı toprakların Türkiye’den ayrılması ve İtilaf Devletlerinin himayesinde 20 yıl süreyle yönetilmesini istemişlerdir. Kürtler ise; Bitlis, Harput, Diyarbakır, Musul ve Urfa sancaklarından oluşacak bağımsız bir Kürdistan kurulması talebinde bulunmuşlardır. Kürtler de; Sykes-Picot’ya göre Fransa’ya bırakılmış olan Musul ve Urfa’yı istemişlerdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletlerine yardım etmeleri şartıyla Araplara bağımsızlık sözü veren İngiltere’nin; Kürtleri de kışkırtarak Sykes-Picot ile Fransa’ya bırakmaktan pişman olduğu ve daha sonra 15 Eylül 1919’da Suriye İtilafnamesi ile geri aldığı Musul’a Kürtlerin sahip olmaya kalkışması İngiltere ile Fransa’nın arasını açmıştır. Fransa; Ermeni, Arap ve Kürt taleplerinin ardındaki İngiliz emellerinin farkında olmuştur. Suriye konusunda da taviz vermeyi düşünmemektedir. Fransa, Osmanlı topraklarının parçalanmasını da bu nedenlerden istememiş, endişelerini ortadan kaldıracak şekilde henüz Türk topraklarının büyük bölümüne hükmeden Osmanlı yönetiminin, bir Fransız başkanlığında müttefiklerin merkezi otorite ve denetimi ile padişahın İstanbul’da kalmasında bir sakınca görmemiştir. Türkiye’nin bütünlüğünün korunması ve Türk Devleti’nin Fransa ile İngiltere’nin denetimi altına alınması ancak; gerektiği takdirde İtalya ve kaçınılması mümkün olmazsa Amerika’nın da bu sisteme dahil edilmesi kararlaştırılmıştır.
İtilaf Devletlerinin 14 Şubat 1920’de başlayan Birinci Londra Konferansı öncesindeki görüşmelerinde de padişahın İstanbul’da kalıp kalmaması konusu tartışılmıştır. Lloyd George, 11 Aralık 1919’da, padişah, İstanbul’da kaldığı takdirde zamanla Rusya ve Almanya ile anlaşabileceği ve bu durumda Boğazların elden çıkabileceği konusunda Clémenceau’yu ikna etmiştir. 12 Ocak 1920’de ise uzun süren tartışmalar sonrasında İngiltere kabinesi; Hintli Müslümanların tepkisi, İstanbul’un stratejik konumu ve Rus tehlikesi dikkate alınarak padişahın İstanbul’da kalmasının uygun olacağına karar vermiştir. Bu karar İngiltere ve Fransa’nın kendi çıkarları tehlikeye girdiği zaman uyuşmazlık yaşasalar da, sömürgeci devletler olarak egemenlikleri altındaki Müslüman toplulukların denetimini ve ekonomik gücü elde tutacak şekilde, ortak çıkarları için asgari müşterekte birleştiklerini göstermektedir.
Fransızlar, çıkarlarının korunması açısından Anadolu parçalanmadan bir bütün olarak kalmalı ve İtilaf devletleri temsilcilerinden oluşacak bir kurul tarafından yönetilmeli düşüncesindeydiler. O günlerde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 21-22 Haziran’da yayınladıkları Amasya Genelgesi’nde: Anadolu’nun milletin gerçek temsilcilerinden seçimle belirlenecek bir kurul tarafından yönetilmesi gerektiğini ilan etmişlerdir. Fransız kamuoyu ise; Anadolu hareketi ile Mustafa Kemal’in gücünün farkına varmış değildir. Le Temps Gazetesi, 19 Ağustos 1919’da: ‘Osmanlı İmparatorluğu ne şekilde paylaşılırsa paylaşılsın, hiçbir paylaşımın Fransızlara bu devletin muhafazasının sağlayacağı avantajlara eşit avantajlar sağlayamayacağını’ yazmıştır. Fransız basını, varlığını ve gücünü özellikle Sivas Kongresi sonrasında anladığı Mustafa Kemal’le ilgili yazılar yayınlamış, 21 Eylül 1919 tarihli sayısında Anadolu hareketi hakkında: ‘… İster beğenin ister beğenmeyin bir Türk gücü yaşıyor … bu güç kendi şuuruna vardı. Hasta adamın gürbüz, hatta rahat durmaz çocukları var ve onun mirasını, hiç değilse bu mirastan hakları olan parçayı istiyorlar …’ Bu yazı, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ‘hiçbir Türk toprağını elden çıkarmama’ konusundaki kararlılığını gösterdiği gibi, Fransa’nın, Osmanlı konusunda izlemeyi düşündüğü resmi politikaya yakınlığı dikkati çekmektedir.
Fransız kamuoyu da, Türk sorunu ve Mustafa Kemal hareketini yakından izlemiştir. Ali Rıza Paşa’nın, Amasya Görüşmeleri için Salih Paşa’yı Amasya’ya göndermesi dikkati çekmiştir. Bu görüşme konusunda: ‘Sultan’ın iktidarı yalnızca bir gölgedir, Milliyetçilerin doğan güneşi ile görüşen bir gölge’ yorumu yapılmıştır. Aynı görüşlerin yer aldığı, Fransız Kara Kuvvetleri Arşivi’ndeki 1 Kasım 1919 tarihli resmi raporda; ‘Mustafa Kemal hareketinin Arap ülkeleri, Kilikya ve Kürdistan hariç Osmanlı topraklarının tamamına hakim olduğu’ belirtilmektedir. Mustafa Kemal’in politikasına; ‘arkasındaki ordu ve askerlerle, sorumluluk almaktan çekinmeyen İttihat ve Terakki Partisi’nin de destek verdiği, Mustafa Kemal sırtını eski İttihatçılara dayamakta ise de, kendisinin İttihatçı değil, samimi bir vatansevere benzediği’ yorumuna yer verilmiştir. Maraş, Antep, Urfa ve Adana’nın İngilizlerden Fransız hakimiyetine geçtiği günlerde, Mustafa Kemal’in askeri gücünü önce az bulup, Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’da Fransa’ya tehdit oluşturacak sayıda asker ve malzemeye sahip olmadığı düşünülmüştür. Fakat, 16 tümen (160 bin kişi, ancak 6 tümene yeterli silah ve cephane mevcut) bilgisi alınmışken; 27 Kasım 1919’da, Fransa Dışişleri Bakanlığı’na ulaşan başka bir raporda: ‘Mustafa Kemal’in askeri kuvvetinin en az 200 bin kişi olduğu, istediği takdirde bu sayının 300 bine çıkabileceği belirtilmiştir. İngilizlerin bıraktığı ve Rusya’nın teslim ettiği silah, cephane ile savaş malzemelerine de dikkat çekilmiş, Türkiye’nin paylaşılması gerçekleşir, Fransa da ilgisini göstermekte gecikirse, Mustafa Kemal’e bağlı milli kuvvetlerin gerilla savaşı başlatabileceği ve Fransa’ya uzun maceralar yaşatabileceği’ yazılıdır. Fransızlar, Mustafa Kemal’in siyasi ve askeri gücünün farkına varmış ve telaşa kapılmışlardır. Türk milliyetçileri, İngilizlerin çekildiği yerleri Fransızların işgal etmesini kabul etmemişlerdir. Mustafa Kemal de, 6 Kasım 1919’da, Maraş, Antep ve Urfa halkının, Fransız işgalini protesto amaçlı mitingler düzenlemesini, bu protestoların İtilaf devletleri temsilcilikleri ile Avrupa ve Amerika kamuoyuna duyurulmasını istemiştir.
Osmanlı Hükümeti nezdindeki Fransız İrtibat Şefi Yarbay Mougin, 8 Aralık1919’da, Türkiye’de milli hareket hakkında Fransız Harp Bakanlığı’na verdiği raporda: ‘Acele edilmediği ve dikkatli olmadıkları takdirde Doğu’da karşısında durumun çok kritik hale gelebileceği’ bilgisini vermiş, dikkat çekmiştir. Mougin, ‘Mustafa Kemal kuvvetleri karşısında Fransız birliklerinin geri çekilmemesi ve sayılarının azaltılmaması’ önerisinde de bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Fransız politikasının farkındadır, Haksız yere Maraş, Antep, Urfa ve Adana’yı işgal ve Ermenileri başımıza dert eden Fransa’nın dostumuz olamayacağını söylemiştir. Fransız Labonne’da, 7 Kasım 1919 tarihli raporunda: ‘Fransız işgalinde Seyhan kıyılarında biraz fazla Ermeni yanlısı bir politika izlediklerini, bunun Türkler tarafından iyi karşılanmadığını, şimdi milliyetçi Türkiye destek aramaya yönelmişken, Fransızların, Çukurova’da ayrılıkçı tohumlar attıkları ve Adana’da bir Jön-Kürt komitesi kurdukları öğrenildiğinde, milliyetçi hareket taraftarlarının hayal kırıklığına uğradıklarını’ belirtmiştir. Ermeni yanlısı tutumları ve takip ettikleri işgal politikası nedeniyle, Mustafa Kemal’in kendilerine pek güven duymadığını anlayan Fransızlar, Osmanlı topraklarındaki çıkarları için onunla görüşüp, uzlaşmaya çalışacaklardır. Mustafa Kemal’in, ‘Çukurova’nın Fransızlara bırakılmayacağı’ sözlerini ‘blöf’ olarak yorumlamakla birlikte, endişe duymaktan da geri kalmamışlardır.
Fransızların Maraş, Antep ve Urfa’yı işgali Mustafa Kemal’de ve Anadolu halkında sert tepkilere yol açmıştır. Mustafa Kemal’le görüşmek isteyen Georges Picot, 6 Aralık 1919’da, Kayseri’ye gelmiş ve Heyet-i Temsiliye tarafından geliş maksadını öğrenmesi için görevlendirilen Ali Fuat Bey (Paşa) ile görüşmüştür. G. Picot, ‘Fransa’da yakın zamanda kabine değişikliği olacağını, Briand başvekil olduktan sonra her şeyin değişeceğini’ ifade etmiştir. ‘Fransız halkıyla, Briand’ın siyasetinin Orta Doğu’da Türk çoğunluğun yaşadığı güçlü ve bağımsız bir Türkiye kurulması, Çukurova’da başlayan kanlı çatışmaların önüne geçilmesinin her iki tarafın menfaatine olacağı, bağımsız bir Türkiye ile Fransa’nın gelecekteki siyaset ve çıkarlarının bu şekilde (çatışmalarla) bozulmaması gerektiğini’ belirtmiştir. Kayseri’den Sivas’a giden Georges Picot, 7 Aralık 1919’da, görüştüğü Mustafa Kemal’in: ‘Bölgedeki Fransız işgali sona erdirilmezse savaşa devam edeceği’ sözlerine karşılık; ‘Fransa’nın, Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını desteklediğini, Sivas’a hareketi öncesinde Ermeni birliklerine yeni işgal bölgelerinden çekilmeleri emrini verdiğini’ söylemiştir. Mustafa Kemal-Picot görüşmesi olumlu sonuç vermemiş ise de, yarı resmi sayılabilecek bu görüşmenin gerçekleşmesi Türk-Fransız ilişkilerinin geleceği açısından önemli sayılmıştır. Picot, ‘Adana ve çevresinde Fransa’ya sağlanacak ekonomik ayrıcalıklara karşılık, Maraş, Antep, Urfa ve Çukurova’daki askeri güçlerini çekebileceklerini’ açıkça söylemiştir. O günlerde Mustafa Kemal, Arap milliyetçiliğini bilinçli bir şekilde destekliyor, Suriye’de, Arap milli teşkilatlarına yardımcı olması da Fransızlar kadar İngilizleri de tedirgin ediyordu. Emir Faysal ve taraftarlarına destek ve cesaret vermekteki amacı, Fransızları Suriye’de oyalamak, Maraş, Antep, Urfa ve Çukurova’da Fransız kuvvetlerine karşı daha rahat mücadele etmektir. Mustafa Kemal, Türk Milli Hareketinin gücünü işgalci ülkelere karşı açıkça göstermek düşüncesindedir ve önemli siyasi yararlar sağlayacağı görüşündedir. Bu politik görüş, Picot’nun Sivas’a giderek uzlaşma zemini araması sonucunu vermiştir. Yine de Mustafa Kemal, Fransızlarla ilişkileri iyi niyetle sürdürme kararlılığı taşımıştır.
Mustafa Kemal’in Sykes Picot görüşmesi ve Fransız devlet adamlarının çabalarına karşın, Maraş, Antep ve Urfa’daki Fransız komutan ve yöneticilerinin hatalı tutumları nedeniyle, Türkiye-Fransa ilişkileri giderek gergin bir hal almıştır.