Sözle veya yazıyla yapılan anlatım tarih boyunca iki ana koldan gelişme göstermiştir. Nesir ve şiir. Ağıt şüphesiz şiir ile çok daha yakın akrabadır ve bütün ilişkilerini şiir türleri ile kurar: Ağıt, “İnsanoğlunun ölüm karşısında veya canlı-cansız bir varlığını kaybetme, korku, telâş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, isyanlarını, talihsizliklerini düzenli- düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler şeklinde tanımlanmaktadır. (ELÇİN 1986: 209) Nitekim bu tanımın içindeki ezgi ve türkü terimleri de ağıdın şiirle olan yakınlığının diğer açılımlarıdır. Halk edebiyatımızdaki pek çok metin gibi bu tür metinleri de “anonim” ve “ferdî” ağıtlar şeklinde görmekteyiz.
a) Ağıt- Şiir İlişkisi
Türk edebiyatının başlangıcından bu yana görülen ağıt metinleri, özellikle sözlü edebiyat döneminde, “manzum” şeklindedir. “Mensur” ağıt metinlerine de göz attığımızda bunlarda da “manzum” özelliklerin ağırlıkta olduğunu görmekteyiz.
b) Ağıt- Türkü İlişkisi
Türküler, ağıtlar, yaratıcıları çoğu kez bilinmeyen, bilinse dahi, sözleri çok geçmeden “halkın ortak malı” niteliğini kazanan metinlerdir. Onların çeşitlenmelerinde rastlanan aykırılıkları, “yanlışlar” olarak değil de, sözlü gelenekteki gelişim aşamaları olarak nitelendirmek yerinde olur, şeklinde tarif eden Pertev Naili BORATAV (ESEN 1999: 5) başka bir yazısında şunları söylemektedir: “Konuları bakımından, “lirik” nitelikteki “ayrılık ve askerlik türküleri”, “ölümler” ve “yıkımlar” üzerine söylenmiş olanları ile; fonksiyonları bakımından “tören türküleri” içerisinde kabul edilen “düğün” ve “ölüm” türkülerinde, ağıt karakterini gör- mek mümkündür. (BORATAV 1968 a:299)
Altmış beş adet halk türküsünün menşe’lerini inceleyen Mehmet TUĞRUL, bunların 35’inin “Çeşitli ölümler üzerine” söylendiklerini tespit etmiştir. (GÖRKEM 2001: 29) Bütün bunlar gösteriyor ki türküler, ağıt yönüyle incelendiğinde bazılarının menşe’lerinin ağıtlar olabileceğini düşündürüyor.
Söz ve ezgi yönünden güzel ve etkili olan ağıtlar, zamanla “türkü” haline gelmektedirler; Çukuro- va yöresinde çok bilinen ve sevilen “Gelin Ayşe” , “Bebek” ve “Develioğlu” türküleri ile “Kızılırmak” ve “Celâloğlan[7]” türküleri bu şekilde söylenen türdendir. Ahmet Şükrü ESEN’in Anadolu Türküleri adlı kita- bındaki Fırat ve Merik türküsü de aslında birer ağıt-türküdür. (ESEN 1999)
Eski zamanlarda kızın biri gelin olur ve 360 atlıyla Kızılırmak köprüsünden geçerken köprü yıkılır. Gelin ve 360 atlı sele gider. Ölenlerin arkasından aşağıdaki ağıt yakılır:
Analı babalı bindirdik ata, Yedi gardaşınan yolladık öte, Köprüye varınca çıktı bir hata, N’ettin Gızılırmak allı gelini?
Gızılırmak parça parça olasın,
Her parçan da bir hendeğe dolasın, Sen de benim gimi öksüz galasın, N’ettin Gızılırmak allı gelini?
Gelini gelini allı gelini,
Balıklar mı yuttu nazlı gelini? (Ağıt no: 121)
7 (ALPTEKİN;1980;s.20-22)
Ağıt kökenli türkülere verilecek örnekleri çoğaltmak hiç de zor değildir, aksine türkülerin hikâyeleri araştırılırsa çoğunun ağıt konulu olduğunu görmemiz mümkündür.
c) Ağıt- Destan İlişkisi
Destanlar dört dizeli bentlerden oluşmaktadır. Halk şiirinin en uzun manzum şekillerinden olan des- tanlar hece vezninin 8’li ve 11’li kalıplarıyla söylenirler. Bunların konu bakımından savaş, deprem, sağlam hastalık, kıtlık, ölüm ve benzer olaylarla eşkıya hikayelerinin anlatıldığı çeşitlerinde “ağıt” karakteri hâkimdir. (DİLÇİN 2000: 315) Halk şairleri tarafından bu gibi hadiseler sebebiyle söylenen ve “çarşı-pazarda” makamı ile söylenerek satılan “birer sayfalık” şiirler de bu çeşittendir. (GÖRKEM 2001: 30)
Ana konusu ölüm olan ağıtlarda halk şairleri destan, koşma, türkü, semai, varsağı ve hoyrat gibi başlık- lar altında konuyu, genişletip zenginleştirmişlerdir. Ağıtlarda epik ve dramatik unsurlar iç içe yaşamaktadır. Âşık zaman ve mekan çerçevesinde ölenle, onunla ilgili vakaları göze çarpıcı bilgi ile destan havası içinde dile getirir.
Âşıkların söylediği ağıt türü destanların, anonim ağıtlarla farklılıkları olmakla birlikte, bu türü genel olarak değerlendirdiğimizde, ortak yönleri görülmektedir. (KAYA 2000: 445-446)
Asker Abdullah’ın, Gebenli İsmail’in, Güllü’nün, Hüseyin’in ( Halbur ) ağıtları gibi ağıtları, uzunluğu yönüyle destana benzemesine rağmen konuları ve “ezgileri” yönüyle ağıt olarak düşünmekteyiz. [8]
Geçmişten günümüze, Türk destanlarını incelediğimizde, insanları derinden sarsan olaylar sonucu birçok ağıdın yakılmşı olduğunu görüyoruz. Bu ağıtların çok uzun yazılanlarına destan denmiştir. Alp Er Tunga’ya ve manas’a söylenen ve destan diye nitelendirilen şiirler aslında bire ağıttan başka bir şey değildir. İnsanoğlu yaşadığı sürece ağıtlar ve destanlar yazılmaya ve söylenmeye devam edecektir.
Andırın’ın Torun köyünden Abdullah TOPAL, askerlik çağı gelince vatanî görevini yapmak için askere gider. Askerden evine izinli geldiği gece yatağında uyurken, annesi Ayşe TOPAL, iki kızının yardımıyla bir dostu yüzünden oğlunu odun kazmasıyla başına vurup öldürülür. Talihsiz Abdullah’ın acı olayını duyan Rayhanlı Âşık Mehmet SÖNMEZ Abdullah’a çok üzülerek aşağıdaki ağıdı yakar:
Babam öldü, öksüz kaldım yuvada, Demedim kötülük gelir anadan, Kurtulamadım ben böyle beladan, İnsan öz oğluna kıyar mı anne?
Âşık Mehmet der ki bitiyor sözüm,
Duydum bu acıya dayanmaz özüm,
Yazarken destanı yaş doldu gözüm,
Ben de bu acıya üzüldüm anne. (Ağıt no: 151)
d) Ağıt- Mani İlişkisi
Mâniler; anonim halk edebiyatı’nın en tanınmış folklorik ürünlerinden birisidir. Kafiye sırasına göre dağılımı (aaxa) bakımından halk şiirleri içinde benzeri görülmeyen tek türdür.
Mâniler, her türlü hayati olayları aşk, sevgi gurbet, hasret, kışkançlık, kırgınlık, dargınlık ve tabiat v. b)
işleyen bir türdür. Mâni, halk edebiyatının bilinmeyen şairleri tarafından söylenmiş, halka mâl olmuş gönül eğleyen halk kültürümüzün ürünüdür.
Mâniler; düğünlerde, kadın topluluklarında, el değirmeni çekerken, iş yerlerinde, tarlalarda v. b yerler- de genelikle hecenin 7’li, 8’li vezinleriyle söylenen dört mısralık şiirlerdir.
Kavak senden uzun yok, Gollarımda üzüm yok, Yarim küsmüş gediyor, Döndermeye yüzüm yok. [9]
Galeden inmiş m’olur? Ham demir gümüş m’olur? Akşamdan söz verip de. Sabaha dönmüş m’olur?
Bunların dışında 11’li hece vezniyle söylenen maniler de bulunmaktadır. “Eğin’de, gurbete giden koca- sının ardından en içten duygularını dile getiren kadınların söylediği maniler on bir heceli olan manilerden- dir. (GÖZAYDIN 1989: 21)
Mânilerin konuları, her türlü hayat hâdiseleridir. Köy, kasaba veya şehirlerimizde okumuş okumamış, kimselerin ve hususiyle kadınların irticalen yarattıkları eserlerdir…
Mânilerde gurbete gidilen eşe duyulan hasret, bu hasrete bağlı kıskançlık, verilen sözün tutulmayışı, vefasızlık, kadere isyan, ana-baba şe atini arama ihtiyacı, güzellik-çirkinlik, ölüm, evlenme düşüncesi, nesil farkı ile hayat görüşünün değişmesine bağlanabilecek gelin-kaynana çatışması v. b gibi âdet ve anânelerimizle iç-içe, bizden ayrılmayan meseleler, davranışlar karşımıza çıkar. (ELÇİN 1990: 7)
Bunlarda “tören karakteri”nin varlığı her zaman görülmektedir. Bu özellikleri sebebiyle onlar, “düğün” ve “ölüm” gibi törenlerde söylenirler. Âzeri Türkçesinin konuşulduğu Azerbaycan sahası ile Kerkük ve Doğu Anadolu’nun bazı yerlerinde söylenen ağıtlar “mâni” şeklindedirler. (GÖRKEM 2001: 30)
e) Ağıt- Ninni İlişkisi
Ûsullü türküler bölümünde halkımızın en yaygın bir şekilde kullandığı ve yaşattığı tür olan ninni; genç annenin veya büyükannenin bebeği uyutabilmek amacıyla beşiğini veya salıncağını veya otururken ayak- larının üzerine yatırdığı bebeğini belirli bir ritmle sallanırken söylediği türküdür. Bazı ninnilerin ölen be- beklerin arkasından yakılan ağıtlar şeklinde olduğu, annenin çektiği acıların yaşatıldığı da görülmektedir. (GÖZÜAYDIN 1983: 29)
Örneğin “Bebek” ağıdı ağıt-ninni özelliği gösteren bir ağıttır.
Kadirli ile Andırın arasındaki Elmacık Yaylası civarında yaşandığı sanılan
9 Kaynak şahıs Esma PALALI ile 11. 09. 2003’te yapılan görüşmeden
Ağıdın haikayesiyle ilgili iki rivayet vardır. 1. Rivayet: Eskiden Yörükler bahar gelince kışları ılık olan Çukurova’dan yazları serin ve verimli olan Toroslara yaylalara çıkarlarmış. Yine bu göçlerden birinde Yörük kızı develeri birbirine çatar, bebeğini beşiğe koyar, devenin sırtına sarar ve develerin önüne düşer, develeri çeker gider. Bu arada ormanlık bir yerden geçerken alıcı bir karakuş bebeği beşiğinden alır ve gider. Eskiden gelinler iki üç yıl kayınbabalarıyla konuşmazmış. Gelin utandığından kayınbabasına söyleyemez. Konak yerine varınca bakarlar ki bebek yok. O yürek acısıyla Yörük gelini aşağıdaki ağıdı söyler:
Eskiden aşiret halinde yaşayan Yörükler yaylaya göçerlermiş. Yine Çukurova’dan yola çıkan göçebeler yaylalara gitmek için Andırın’a doğru yola çıkarlar. Yolda giderken bebeğin beşiğini deveye yükledirler. Yol- da bebeğin beşiği çam ağacına takılır ve orada asılı kalır. Gelin de yeni gelinmiş.– Eskiden yeni gelinler iki üç yıl kayınbabalarından hicab ederek onunla konuşmazlarmış. – Gelin “Konalğa yeri nasıl olsa yaklaştı. Be- beği geri gelir alırım” der ve utandığından kayınbabasına söyleyemez. Konalğa yerine varıp konarlar. Gelin bebeği almak için geri beşiğin yanına gelir ki karauuşlar (kara kuşlar) bebeğin gözünü oymuş. Yüreği yanık ana orada o acıyla şu ağıdı söyler: [Ali TEMİZ ]
Çok terkîb-i bend ve tercî-i bend biçimiyle yazdıkları mersiyeleri, Alevî ve Bektâşilerin Muharrem âyinlerinde söyledikleri şiirleri ve halk şairlerinin hece ölçüsü ile söyledikleri Hz. Hüseyin’in şehit edilişini dile getiren Kerbela ağıtlarını mersiye başlığı altında düşünebiliriz.
Bu şiirler, ölenin ardından onun hatırasını canlı tutmak ve yaşatmak amacıyla yazılırlar. Bektâşi ve Ale- vilerin Muharrem, Aşure ve mâtemlerde söyledikleri mersiyeler gibi, Sünnî tarikat mensupları da tekkelerde bu çeşit mersiyeler söylemişlerdir… Sünnî Müslümanların pek itibar ettikleri Süleyman ÇELEBİ’nin Mevlid’i ağıt geleneğinin, en geniş yaygın edebî şekli olarak kabul edilmektedir. (GÖRKEM 2001: 31)
f) Ağıt- Nesir İlişkisi
Ağıt- Halk Hikâyesi İlişkisi
Anlatım türleri içinde yer alan halk hikâyeleri, genellikle nazım-nesir karışık olarak anlatılmaktadır.
Bazı halk hikâyelerinde “ağıt” özellikli şiirlere rastlanılmaktadır. Halk hikâyelerinde hayatın tüm yönleri işlenirken özellikle ayrılık ve acı çekme ortak özellik olarak kendini gösterir. Dolayısıyla halk hikâyelerinde duygularını nesir olarak anlatamayanlar, yüreklerinden kopan ağıtla ilgili konuları şiirlerle dile getirirler. Hikâye kahramanları söyledikleri ağıtla içini ferahlatırken, bir yandan da dinleyicinin / okuyucunun da gönlüne su serper. ( KAYA 1999: 320)
Ağıtlar üzerine doçentlik tezi hazırlayan Muhan BALİ’nin eserine aldığı ve içinde ağıtlar bulunan hika- yeler şunlardır: Zülâl Şah, Kerem ile Aslı, Kurbâni, Arzu ile Kamber, Erzurumlu Cihan Kahraman, Salman Bey. (BALİ 1997: 273- 279)
Kerem İle Aslı hikâyesinde, Kerem’in ölümü nedeniyle söylenen bir ağıt, A. R. YALGIN tarafından kendisine hediye edilen bir cönkten neşredilmiştir.
Elbeylioğlu Hikâyesi’nde hanımından ayrılırken, Elbeylioğlu’nun söylediği ağıt da bu başlığımıza uyan bir örnektir:
Elbeyoğlu yeni evlenir ve evliliğinin 12. günü İstanbul’dan padişahtan ferman gelir. Giderken 12 günlük eşinden ayrılması çok zor gelir, eşine ve gidişine çok üzülerek ağıt yakar:
Aah kömür gözlüm nedir bu müşkül hallar? Ben gedersem aslan olur çakallar, Gorkarım ki yağlı ipe çekeller,
Aah nazlım senden ayrılmamız güc oldu.
Melul melul aah ne bakarsın yüzüme, yüzüme? Ateş goydun ciğerime özüme,
Çok ağlama boz düşürün gözüne gözüne,
Aah senin sevdan şu başımda tac oldu.
(Aah gelin sevdan şu başımda tac oldu). (Ağıt no: 320)
Köroğlu hikâyelerinde geçen Köroğlu ağıdını da Köroğlu, Kaynı Hulo u(Höllü)’nun ölümü üzerine söyler. (KAYA 1999: 321)
Kazak Nebi hikâyelerinde, Nebi’nin annesinin öldürülen eşi ve aynı hikâyedeki Hacer’in kocası Nebi’nin ölümü üzerine söylediği şiir… Arzu ile Kamber hikâyesindeki Arzu’nun Kamber’in ölümü üzerine söylediği şiirler birer ağıttır. (ŞİMŞEK 1993: 32- 34)
Yukarıdaki hikâyelerdeki kahramanların ölümleri üzerine söylenen ağıtlarda da görüldüğü gibi ağıt- larla halk hikâyeleri arasında ortak noktalar bulunduğunu, hikayenin kurgusunu ağıtların beslediğini ve süslediğini söyleyebiliriz
g) Ağıt- Masal İlişkisi
Masallar olağan üstü konuları ve ilgi çekici olaylarıyla, çocukları hayata hazırlayan, onların düşünce u unu zenginleştiren ve hayal dünyasını geliştiren, genişleten önemli edebi ürünlerimizden biridir. Ma- salların içinde pek fazla manzum bölümler bulunmasa da bazı türkülerin masallara kaynak teşkil ettiğini söyleyebiliriz.
Ali adlı bir gencin babası, her rüyasında oğlu Ali’yi canavarların (kurtların) yediğini görür. Bu yüzden oğlunu hiç dışarı çıkarmaz, evlenme vakti gelince Ali’yi teyzesinin kızıyla evlendirmiş. Ne var ki gelin gece canavar olur ve Ali’yi yer. Yedikten sonra tekrar eski haline dönüşür. Kız bakar ki teyzesinin oğlu ve eşi olan Ali paramparça. Kız orada dayanamayıp çok üzülerek aşağıdaki ağıdı yakar:
Bir alm’attım tekerlendi,
Dan yerler sakarlandı,
Uyan Ali dezzemoğlu,
Şimdi gelir babam bize.
Dört kitaptan yemin verdirir. (Ağıt no: 176)
Anadolu ve Rumeli sahasında yaygın olarak bilinen “Alim Türküsü” , bir masal anası tarafından, masal şeklinde anlatılmıştır. Türkünün masal moti eri ile süslenerek ve bazı masal epizotları eklenerek, masal haline getirildiği görülmektedir. (GÖRKEM 2001: 32)
Masalların içinde kimi zaman insanı derinden sarsan acıklı olaylar ve anlatımlar da bulunmaktadır. Hiç şüphesiz bunlardan biri de ağıttır. Anonim Halk Şiiri adlı eserinde konuyla ilgili bilgi veren Doğan KAYA şunları belirtmektedir: “Usta anlatıcılar tarafından anlatılan masallarda her ne kadar manzum kısımlar pek bulunmazsa da bazen metin manzum kısımlarla daha da zenginleştirilir… Sözgelişi, Hüsn-i Yusuf Şehzade adlı masalda, bebeğe ninni şeklinde söylenmiş bir ağıt bulunmaktadır. (KAYA 1999: 323) [10]
h) Ağıt-Efsane
Ağıtlardan bazılarının halkın hafızasında uzun bir süre yaşadıktan sonra efsane haline gelebildiği gö- rülmektedir. Özellikle tezimizde de yer alan Bebek (Boş Beşik), Avcı Mahmut’un Ağıdı (Ala Geyik), vb. ağıtlar gibi…
Ben gettim bir geyiğin izine, Geyik çekti beni sarpın yüzüne, Ben selem söylen elin gızına, Sakın olun öldü demen avcılar.
Çıktım da Şah Düldül’ün başına, Ganım galdı gayasının daşında, Bir nişannım galdı on beş yaşında, Güççük gardaşıma verin avcılar.
Benden selem söylen Hamza Dayıma, Ayar vursun binsin doru tayına,
Bir daha getmesin geyik avına,
Gedin gardaş gedin galdım gayada. (Emmim gızı vesek getti ellere. )
Avcı Mahmut’un nişanlısı da şöyle söyler:
İki geyik geldi gulacı’ımı yaladı, Yerde yeten de gökte melek ağladı.
Azerbaycan edebiyatında bilinen Maralın Göz Yaşları adlı efsanesinin içinde geçen şiirler (SAKAOĞ- LU 2003: 99-100) ile Anadolu’da yaygın olarak bilinen Taşbebek efsanesinin içinde geçen şiir de ağıt karak- terlidir. (SAKAOĞLU 2003: 138-139)
Bunların dışında “Bağda Hatun Ağıdı”, “Ceren Türküsü”, (ŞİMŞEK 1993: 36) vb. efsaneler önce ya- şanmış bir olay neticesinde hafızalara yerleşmiş aradan geçen zamanla birlikte önce türkü ardından efsane şekline dönüşmüştür.
10 Yukarı Çukurova Masallarında Motif ve Tip araştırması adlı Doçentlik tezinde Esma ŞİMŞEK’in Çukurova yöresinden derlemiş olduğu “Vezirin Kızı ile Hoca adlı masal metninin içerisinde yer alan iki şiir metni de ağıt karakterlidir ( ŞİMŞEK : 2001: 259-264)
i) Ağıt-Fıkra İlişkisi
Fıkralar, öncelikle güldüren ve güldürürken düşündüren, mizahı ve hicvi de bünyesinde barındıran edebi ürünlerimizden biridir. Aslında bu iki tür arasında herhangi bir ilginin olduğunu söylememiz pek de mümkün değildir ancak Andırın Gökahmetli köyünden olan ve Çukurova’nın ve Toroslar’ın en büyük kadın ağıtçısı olan Hasibe Hatun’a ait olan bir ağıt metni vardır ki tam bir ağıt fıkra özelliği taşımaktadır: Andırın’ın Çerkez Beylerinden birisi ölür ve herkes tarafından tanınan Hasibe Hatun çağırılır ve beyimizin adı ebediyen unutulmadan yaşasın diye bir ağıt yakması (söylemesi) istenir. Hasibe Hatun aynı zamanda edebi yönünün yanında mizahi yönü ve hazır cevaplılığı ile tanınan birisidir. Bu yüzden ölünün başına gel- diğinde sevdiği insanların yüreğini serinletmek için şöyle bir ağıt söyler:
Ne deyim de ne söyliyem Ölü bizden olmayınca, Bir Çerkez’e ağıt m’olur, Gırkı birden ölmeyince.
Diğer bir varyantta ise şöyledir: 1800’lü yıllarda Ka aslardan gelerek Andırın’ın en güzel yerlerinden olan Akifiye, Altınboğa ve Yeşiltepe (Kümbetir) köylerine yerleşen Çerkezler, o yörede yaşayan yerli halkı is- ter istemez tedirgin eder. O köylerde yaşayan bazı kişiler başka köylere kaçarlar. Türklerden biri öldüğünde, Kızıloluk köyü civarında yaşayan Sultan Garı adındaki bir kadın cenaze yerine davet edilir ve ağıt yaktırı- lırmış. Günün birinde Çerkezlerden önemli biri ölür ve bu önemli kişinin adı şanı sonsuza dek yaşasın diye Sultan Garı’yı çağırırlar ve bir ağıt yakmasını söylerler. Sultan Garı da şöyle der:
Ne deyim de ne ağlayım, Ölü bizden olmıyancak, Bir Çerkez’e ağıt m’olur, Gırkı birden ölmiyencek.
Sürü sürü gelirsiniz
Birem birem ölürsünüz. [11]
Bu sözleri duyan Çerkezler hemen Sultan Garı’yı sustururlar “yeter” derler. Andırın’ın İnekçiler oba- sındaki Dugulüş (Degülüş) adlı öküz ile konuştuğu Döndü Bacı arasında geçen karşılıklı şiirler de aslında ağıt-fıkra karakterlidir.
Degülüş:
Döndü Bacı Döndü Bacı Geliyor zopanın ucu,
11 Yalçın TOK ile 29. 08. 2003’te Andırın’ın Aki ye köyünde yapılan görüşmeden
Göğ otlar can ilacı, Goyur beni Döndü Bacı
Veli Dayı:
Degülüşüm Degülüşüm, Dayıcık seni satıcı,
Ken ediyor Gara Selim, Öldürüp hapis yatıcı.
Degülüş:
Tüğüm sarı tüğüm sarı, Ağrıyor mesesin yeri,
Ah Orçan’a varam ıdı, Ölsem de değenemem geri.
Döndü Bacı’ya seslenir: Öküze gasıl veriyom diye, Boşuna masal okuma, Çıktım gırlar’ın yasına,
Dünya yıkılsa s…(Ağıt no: 448) [12]
Andırın’ın Boztopraklı köyünde 1930’lu yıllarda sarı karınca denen çekirgeler istilâ eder. Çekirgeler köyde, buldukları her şeyi yemeye başlar, köylüye hiçbir şey bırakmaz. Köylü, çaresizlik içinde kıvranmakta ve kara kara düşünmektedir. Köyde çekirgelerden canı çok yanan bir köylü daha fazla dayanamayarak şöyle bir ağıt yakar:
Garınca geldi de kondu yazıya,
Ot gumadı goyun ile guzuya,
Arpa buğday senin, değme mazıya, Dinimin düşmanı sarı garınca.
Garınca geldi de bilmez amanı,
Aman garılar da vermen tumanı,
(Gaçın avradlar da vermen tumanı),
Yedi başşağı da galdı samanı,
Dinimin düşmanı sarı garınca. (Ağıt no: 450)
12 Sıddık DOĞAN ile 4. 02. 2003’te Andıran’ın Alınoluk köyünde yapılan görüşmeden.
Andırın’ın Parmaksızlar köyünde yaşayan İsmail Efendi, iki evlidir. İki hanımın üzerine Kadirli’nin Bozkıyı köyünden bir kız daha alıp getirir. Bu duruma hem kızan hem de üzülen Hasibe Hatun şöyle bir ağıt söyler:
“Bozguyu’dan gelin geldi, Kadirli zarkadak durdu, İki avrad yedi çocuk, Aman bu herif gudurdu.
Bozguyu’dan gelen güzel, Maşallah değmenin nazar,
İki avrad yedi çocuk,
Aman bu herif gudurgun gezer”
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi ağıt ile fıkra arasında bir etkileşim vardır. Diğer türlerde me- tin örneği vermeyip bu türde metin örneği vermemizin sebebi bu türe verilen örneklerin yaptığımız araştır- malarda pek görülmemesidir.
j) Ağıt-Beddua İlişkisi
Ağıtlarımızda bazen insanları çileden çıkaran ve zor durumda bırakan onları beklenmedik derin üzün- tülere ve acılara boğan durumlara düşüren kişilere karşı söylenen ağıtlar da vardır. Örneğin Şehitlerin Ağıdı (Öcalan’a İntizar) adlı ağıt metnimizde binlerce askerin şehit olmasına sebep olan Abdullah Öcalan’a beddua edilmektedir.
Sen de geçtin Türkiye’nin eline, Emniyet kemerini vurdular beline, Sen de ileyik oldun ölüme,
Can çeke çeke de sen de ölürsün. Nasıl gıydın nice bir cana, Bebekleri boyattın al kanlara, Ölüm ileyik oldu bu sana,
Can çeke çeke de sen de ölürsün. (Ağıt no: 132)
k) Ağıt-Köy-Seyirlik Orta Oyunu ve Karagöz İlişkisi
Bazı ağıtlar türkü şeklinde söylenmektedir. Bunlar zamanla özellikle köy düğünlerinde sergilenen se- yirlik oyunlarda kendini göstermektedir. Ayrıca seyirlik oyunlarda ölenler için ağıt söyleme durumu da söz konusu olabilmektedir.
Kahramanmaraş’ın Varyanlı köyünde oynanan Göçebe oyununda önceleri zenginken sonradan fakir düşen Gündeşlioğlu bu duruma dayanamayarak Allah’a kendini bu durumdan kurtarmasını isteyerek dua eder ve bir türkü / ağıt söyler. Aslında bu türkü bir ağıttır. (ELÇİN 1986: 693- 694 )
Tahir ile Zühre oyununda söylenen bazı şiirler de ağıt karakterlidir.. (SEVİLEN 1990: 142- 178). Anadolu’da düğünlerde oynanan “Arap Oyunu” ya da “Ölü Oyunu”nda Arap Koca ve Gelin üç önemli
oyuncudur. Arap Gelin’i almak için Koca’yı öldürür. Gelin yaşlı adamın üstüne kapanır, ağıtlar söyler, genel acıklı bir hava seyircileri de etkiler. (AND 1962: 49)
Sonuç olarak ağıtın diğer edebi türlerle etkileşim ve alışveriş içinde olduğu; bazen diğer türleri ağıtın besleyip zenginleştirdiği bazen de diğer türlerin ağıtın ortaya çıkmasına zemin hazırlayıp yardımcı olduğu söylenebilir.