AĞIT KAVRAMI, YAS TÖRENİ VE AĞITLAR
Eski Türk şiirindeki sagunun, Klasik Türk şiirindeki mersiyenin, Halk şiirindeki ve Halk söyleyişindeki karşılığı olan ağıt kavramı ve ağlamak kelimeleri hiç şüphe yok ki bizlere; ölüm, acı, ayrılık, yalvarmak gibi insanı derinden sarsıp, yüreğini parçalayan, gönlünü dağlayan, acı olayları ve bir o kadar eski ama eskime- yen görkemli üslubu ve dokunaklı ifadeleriyle Alper Tunga Sagusunu hatırlatır:
Alper Tunga öldi mü İsiz ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtılur
(Alper Tunga öldü mü?)
(Kötü dünya kaldı mı?)
(Zaman ondan öcünü aldı mı?)
(Şimdi yürek parçalanır.) (ŞİMŞEK 1993: 4)
Ağıt söyleme, dünya yaratıldıktan sonra Hz. Adem’in oğlu Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi ve arka- sından pişman olarak ağlayıp inlemesi ile başlamış, günümüze kadar devam edip gelmiştir. Ağıt söylemenin temelinde ölüm gerçeği yatmaktadır. Ancak öyle acı olaylar yaşarız ki; “ölümlerden ölüm beğen” sözünün anlamsız kaldığını görürüz. Ölüm olmaz, ama ölmeden önce ölüm acısını tattıracak nice olaylar meydana gelir. Dolayısıyla ağıtlar, sadece ölüm olayından sonra değil, insanın evinden, köyünden, şehrinden, yur- dundan uzaklara gitmesi, canından çok sevdiği insanların yanında olmaması, onulmaz dertlere yakalanıp acıların katmerlisini yaşaması ve buna benzer yüzlerce acı olaydan sonra da söylenmektedir.
Kadirli ve Osmaniye Ağıtları hakkında önemli araştırmalar yapan Esma ŞİMŞEK, ağıtlar konusunda şöyle der: “Ağıtlar; sızlayan kalplerin, dayanılmaz acıların, akan göz yaşlarının, yanık yüreklerin çare arayan feryadıdır. Yavrusunu yitiren ana, sevgilisine kavuşamayan âşık, yatağında inleyen hasta, sıla hasretiyle ya- nıp tutuşan garip, duygularını, ıstıraplarını ağıtlarla dile getirir.” (ŞİMŞEK 1993: 1)
Bazı araştırmacılarımız ise ağıdı şu şekilde tarif etmişledir: Mustafa Nihat ÖZÖN: “Divan edebiyatında mersiye denilen konuda yazılan manzumelerin halk edebiyatındaki adıdır. ” (ÖZÖN 1954: 162)
Halk Edebiyatına Giriş adlı eserinde Şükrü ELÇİN ise ağıt için; “İnsanoğlunun ölüm karşısında veya canlı-cansız bir varlığını kaybetme, korku, telaş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, isyanlarını, talihsizliklerini, düzenli-düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler. ” (ELÇİN 1986: 290) der.
Ağıt, Türkçe Sözlük’te; “Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bı- raktıklarının acılarını veya büyük felaketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan, yazı, sağu, mersiye.” (TÜRKÇE SÖZLÜK 1988: 23) şeklinde tarif edilir.
Arslan TEKİN, Edebiyatımızda İsimler ve Terimler adlı eserinde ağıt için; “Bir kimsenin ölümün- den dolayı duyulan acıları anlatmak için söylenen şiir. Bu özellikteki şiirlere Divan Edebiyatı’nda mersiye, İslamiyet’ten önceki Türk Edebiyatı’nda da “sagu” adları verilirdi ”der. (TEKİN 1995: 15)
Anonim Halk Şiiri adlı eserin yazarı olan Doğan KAYA ise ağıt hakkında şunları söylemektedir: “Ağıt- ların ortaya çıkışının temel sebebi ayrılıktır. Bu bakımdan biz de ağıtları; başta ölüm olmak üzere ayrılığın yahut üzüntünün doğurduğu ıstırap sebebiyle ortaya konulan lirik ürünler olarak düşünmekteyiz.
Ağıtlar, tıpkı dua, beddua, dilek ve öğütler gibi insanların bir arada yaşamaya başladığı ilk devirlerden itibaren var olan sözlü ürünlerdir ve insanlığın ortak özelliklerinden biridir. Çünkü insanlar, hangi inanç, hangi ırk ve hangi dilden olursa olsunlar ilk çağlardan beri ağıt söylemiş, böylelikle ıstırabını teskin etmek yoluna gitmiştir. Bazen de şahsi duyguların dile getirilmesinin yanında fanilik, toplumun dertleri, birtakım istenmeyen olaylar, düşmanlıklar ve bunları gereksizliği gibi konulara da yer verildiği olmuştur. ” (KAYA 1999: 24)
Ağıtlar, insanları veya milletleri derinden sarsan büyük acılardan veya felaketlerden sonra söylenir. Önce insanların kulaklarında yaşayan bu dokunaklı deyişler, söyleyişler zamanla yazıya geçirilerek kayıt altına alınır ve sözlü/yazılı gelenek ve edebiyatın bel kemiğini oluşturur. Acılarını içlerine gömen ve susarak zehirlenen insanlar; içlerini ve dertlerini dökmek, yazıklanmak, ağıt söylemek yoluyla yaralanmaktan ve ze- hirlenmekten kurtulur. Aristo’nun “Katarsis” dediği büyük ve büyülü “Arınma”yı yaşarlar. Ağıtlar insanların acılara karşı kuşandıkları bir çeşit zırh gibidir. Ağıtlar, gizli ve hızlı bir biçimde nesilden nesile aktarıldığı için birleşerek ve sürekli dinlenerek, gitgide insanı acı çekmenin normalliğine inandırır; insanlar her çağ- da büyük acılarla tutuştu, sizler de bu acılardan payınıza düşeni yaşıyorsunuz işte diyerek, insanlığa acıları ile baş etmeyi ve yaşamayı öğretir. İsteriz ki acılar da yaşanmasın, ağıtlar da söylenmesin. Ancak, acılar paylaşıldıkça hafi er. İnsanların acılarını ağıt söyleyerek paylaşan ve yaşatan ağıtçılarımız, böylece sosyal dayanışmayı pekiştirmiş ve dostlarının üzüntüsünü biraz olsun hafi etmiş olmaktadırlar. Dolayısıyla acı- ların paylaşılarak hafi etilmesine katkıda bulunan ağıtların ve ağıtçılarımızın bütün canlılığıyla yaşaması en büyük beklentimizdir. Esasen geleneğin bir direnci vardır. Hep varolmak, ayakta durmak ister. Kaldı ki beşik-mezar trajedisine kesin ve kaçınılmaz olarak mahkum olmuş insanlığın hayatından acıyı ve bunun ürünü olan ağıtları çekip çıkarmak olası değildir.