Yeni Türk edebiyatıyla alâkalı araştırma ve yayınları yanında klâsik Türk edebiyatı tarihine dair makaleleriyle de tanınan Ali Canib Yöntem (1887-1967), bir yazısında Hayriyye ile Lûtfiyye’yi mukayese etmiş; “Sünbülzade Vehbi” adlı başka bir yazısında ise onun diğer eserleriyle birlikte Lûtfiyye’si hakkında da bilgi vermiştir. “Sünbülzade Vehbi” isimli makalesinin başında söz konusu şairin “daima yavan, soğuk şeyler yazar bir geveze” olmadığını belirten Yöntem, “zevk sahipleri tarafından beğenilecek pek çok güzel ve üstadane şiirleri”nin bulunduğu üzerinde durur.
Ali Canip Bey, Vehbî’nin eserlerini tanıtıp değerlendirirken Lûtfiyye’nin didaktik bir metin olduğunu, edebî olmaktan çok tarihî yönden değer taşıdığını, o devrin ahlâk, hareket ve gidişini anlamak için bu gibi vesikalara başvurmak gerektiğini ifade eder. Rıza Tevfik’in Sünbülzâde Vehbî’ye dair 1944 Mayısında Yeni Sabah gazetesinde çıkmış yazılarını okuduğunu ve onlardan faydalandığını tahmin ettiğimiz Yöntem’in bu konuda yazdıkları, Lûtfiyye hakkındaki kısa tanıtım ve tenkitlerini naklettiğimiz edebiyat tarihlerine nazaran daha genişçe ve gerçeğe uygun bir değerlendirmedir. Bu parçanın, söz konusu mesneviden yapılan iktibaslar dışında kalan kısmını aynen naklediyoruz:
“Lûtfiye- Nabi’nin Hayriye’sine nazîre olarak kaleme aldığı manzum bir nasihatnamedir. Divanın sonunda münderiçtir. Oğlu Lûtfullah için yazdığı bu uzun manzume tabiatiyle Didaktik bir eserdir. Tıpkı Hayriye gibi edebî olmaktan ziyade tarihî değeri vardır.13 Naima istisna edilecek olursa eski tarihlerimizde meşgul oldukları devrin hususiyetlerini bulmak mümkün değildir. İşte bazı edebî eserler ve bunlar arasında Nabi’nin Hayriye’siyle Vehbi’nin Lûtfiyesi bu hususiyetleri görmek, devirlerinin ahlâk ve mişvarını anlamak için baş vurulacak vesikalardandır. Vehbi’nin ciddî olmaktan ziyade lâtifeye hamledilmesi lâzım gelen
İtibar eyleme pek hendeseye
Düşme ol daire-i vesveseye
demesine aldanarak onun geri kafalı bir adam olduğunu sanmak hatâdır.[1] O, devrinde pek revaçta olan bakıcılık, büyücülük gibi asıl ve esası olmayan yalancı ilimleri red ve tekzip etmiş, oğlunu bunlara inanmaktan meneylemiştir. Bundan başka ıstılah paralamanın; hasisliğin, mükeyfiyatın[2], kuşbazlığın aleyhinde bulunan şair bu eserinde bilhassa devrinin yer yer portrelerini çizmiştir. Bir iki misal verelim; yüksek mevkide olanların ruhan nasıl daimî bir üzüntü içinde olduğunu, manevî başdönmelerin bu adamları ahlâk itibariyle ne kadar tereddiye uğrattığını bakınız ne canlı tasvir etmektedir: (…)
Esnaf hakkında da tipik tasvirleri vardır: (…) Nabi’nin, oğluna ‘hacegânlık’ meslekini tavsiyesine karşı, Vehbi ‘ilmiye’ tarıkına girmesini ister. (…) İlmiye tarikine mensup olanların, öteki meslek sahiplerine nisbetle daha emin olduklarını anlatarak şöyle der: (…)”[3]
13 Hayriye ile Lûtfiye’yi mukayese eden bir makalemiz İstanbul mecmuasının 31 inci sayısındadır.
[1] Ali Canib, 22 Nisan 1327/ 5 Mayıs 1911 tarihinde yazdığı ve Genç Kalemler dergisinde “Yektâ Bâhir” takma ismiyle yayınladığı “Gençlik Kavgası” adlı yazısında, kalem münakaşasına giriştiği muhatabına Sünbülzâde Vehbî’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verirken, oldukça sert ve hakaretli bir dil kullanır. Onun yukarıdaki cümlesi ise 35 yıl önce Vehbî’yi tanıtmak üzere yazdığı satırlara göre gerçeğe daha uygun ve sağduyu mahsulüdür. Bu parçayı, edebî şahsiyetler ve eserlere dair kanaatlerin zamanla değişmesinin bir örneği olarak nakletmek isteriz:
“…İkincisi 1130 târihlerine doğru Maraş’da doğmuşdur; babası oranın hânedânından Râşid Efendidir; evvelâ kadılıkla şurada burada dolaşmış, sonra sefâretle Îran’a gitmiş, nihâyet yine kadılığa rücû‘ ederek 1224’de vefât etmişdir. Şiir nâmına birtakım herzeler yazan, Osmanlı edebiyat târîhinde bir leke teşkîl eden bu ikinci Vehbî ‘Sünbül-zâde’ diye şöhret bulmuşdur; onun öyle yâveleri vardır ki Ziyâ Paşa merhum bile:
Benzer kokusuz güle cebelde!
diye istihzâ etmişdir; ihtimâl siz onun:
Çokdan ayağın altına şevk ile döşendik
Sâkî der-i meyhânede biz eski hasırız!.
gibi sözlerinden hoşlanırsınız; fakat Nâcî Efendi kabîlinden pek hassas olmayan edebiyat muallimleri bile ‘şiirinde zevk-ı hakîkî ashâbının arayacağı halâvet bulunamaz’ diyorlar. Onun Tuhfe’si Nuhbe’si nihâyet biri Fârisî, öteki Arabi iki lügatdir; bir dehâ eseri değildir; hattâ bunları manzum yazması da büyük bir saçmadır; (…) sizin Plevne Târîh-i Harbi’nden her hâlde meşhûr olan eserlerinin içinde
İ‘tibâr etme hele hendeseye
Düşme ol dâire-i vesveseye
gibi ne kadar saçmaları vardır, bir bilenden öğrenseniz!…” (Yektâ Bâhir, “Gençlik Kavgası”, Genç Kalemler, ts., 2. cilt, nr. s. 37-38).
[2] Yazıda sehven böyle çıkan kelime, “mükeyyifâtın” olmalı. (ÂC).
[3] Ali Canib Yöntem, “Sünbülzade Vehbi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, İstanbul 1946-47, c. 1, Sayı 1, s. 99-102.