Tarihçilik: geniş bir vizyon, sağlam bir tetkik, yeterli dil formasyonu ve analitik düşünce tarzının yerleştiği kimselerde kemâl bulmaktadır. Osmanlı siyasasından yeni Türk devletine geçiş süreci hem tarih ilmi hem de tarihçilik açısından bir değişim/dönüşüm evresidir. Bu dönemde yetişen bir tarihçi olan Mükrimin Halil YİNANÇ da tarihî vakalara yaklaşımı ve kullandığı tarihsel metoduyla günümüz tarihçilerinin- bilhassa ortaçağ tarihçilerinin- gözlemlemesi ve örnek alması gereken bir şahsiyettir. Burada Mükrimin Halil YİNANÇ hocanın Anadolu Selçuklu tarihi özelinde tarih yazım metoduna ve yaklaşımlarına değinilecektir.
Anadolu, Türk Tarihi açısından uzun yüzyılları ve buna bağlı olarak sarmal olaylar dizisini bünyesinde barındıran bir coğrafyadır. Buradan hareketle Mükrimin Halil YİNANÇ da Türklerin Anadolu’ya ilk giriş sürecini detaylı bir şekilde araştıran ve Anadolu Selçuklu tarihini müstakil bir çalışma olarak telif eden ilk müellifimizdir. Mükrimin Halil YİNANÇ’ın Anadolu Selçuklularına matuf “Anadolu’nun Fethi” isimli eseri yayınlanmış önemli çalışmaları arasındadır. İlk kez 1934 yılında Akşam matbaasında yayımlanmış olan bu eser daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Zümresi yayını olarak 1944’te yeniden basılmıştır.[1] Yakın zamanlarda ise, yeğeni Refet YİNANÇ tarafından düzenlenen ve yayına hazırlanan bu eser Mükrimin Halil YİNANÇ’ın 1934’deki çalışmasının ikinci cildi olarak düşündüğü fakat ömrü vefa etmediği için yayınlayamadığı notlarında eklenmesiyle daha düzenli bir şekilde derlenip okuyucuya sunulmuştur.[2]
Mükrimin Halil Hoca’nın Anadolu Selçuklu tarihi yazımında kendine has kullandığı bazı yaklaşımları/yöntemleri mevcuttur. Bu yaklaşımlarının ilki Anadolu Selçuklu tarihini kendi çağı minvalinde ele almak ve değerlendirmektir. Bunun için de eserini, Anadolu Selçuklu tarihine yer veren ana kaynaklar ekseninde ele almış ve çözümlemiştir. Bu yöntemin ne denli önemli olduğu Fuat Köprülü’nün “Anadolu Selçukluları Tarihi’nin Yerli Kaynakları” isimli makalesinde genişçe anlatılmaktadır. Tarih yazımında ana kaynakların önemini yeterince idrak eden Mükrimin Halil Hoca da eserini oluştururken Selçuklular devrinde kaleme alınmış kaynakları mukayeseli bir şekilde ve gerekli açıklamalarla kullanmıştır. Genel olarak ana kaynaklara şöyle bir göz attığımızda: Ahmet Niğidî “el-Veledü’ş-Şefik”, Kerimüddin Mahmut Aksarayî“Müsameretü’l-Ahbar”, İbn Bibi “el-Evâmirü’l -Alâ’iyyefi’lUmûri’l- Alâ’iyye”, Ebu’l-Ferec“Tarih”, Azimî“Tarih”, İbnü’l-Esir “el-Kâmil fi’t-Tarih”, Reşidüddin“Camiü’t- Tevârih”, Hamdullah Müstevfî“Tarihi Güzide”, Urfalı Matheos“Vekayiname”, Mikhael Psellos“Kronoğrafya”, Bedreddin Mahmud Aynî “İgdü’l-Cümân…”, gibi önemli eserler genel bibliyografyanın az bir yekûnunu tutmaktadır. Mükrimin Halil hoca ana kaynakların yanında Anadolu Selçuklu Tarihiyle bağlantılı olan telif eserleri kullanmayı da ihmal etmemiştir. Fakat Anadolu Selçuklu Tarihine dair Türkiye’de yazılmış ilk müstakil eser olarak “Türkiye Tarihi Selçuklular Devri” isimli eserin orjinalitesi ulaşılabildiği kadarıyla Anadolu’nun yerli kaynaklarına başvurularak yazılmasında gizlidir.
Anadolu Selçuklu Tarihi Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yazılmış ve Türklerin muayyen bir zamanda teşkilatlandırdığı bir siyasî organizmanın çerçevesini betimlemekle beraber devletin sosyolojik açıdan çözülmesi temellerini de belirlemeye matuf bir çalışmadır. Mükrimin Halil YİNANÇ’ın Türk – İslam tarihine olan ilgisi ve bunun gereği olarak da alanda ilmî yetkinliği eserini kaleme alırken kendisine büyük avantaj sağlamıştır. İki cilt halinde ve ikinci cildi Mükrimin Halil Hocanın notlarından hareketle derlenen “Türkiye Tarihi Selçuklular Devri” isimli eser Selçuklu siyasî tarihini ele almakla beraber Anadolu sosyal tarihini de inceleyen bir çalışmadır. I. Cilt Anadolu’nun fethi ve Türklerin devletleşme sürecini anlatmaktadır. Bunun yanında Haçlılarla ve diğer Türk hanedanlıklarıyla (Artukoğulları, Danişmendliler, Mengücekler ve Saltuklular) girişilen mücadeleler de işlenen konular arasındadır. Ayrıca Bizans’ın Thema sistemi, Selçuklu idarî teşkilatlanması, Anadolu’nun içtimaı yapısı, Danişmendname ve Danişmendliler ile Anadolu Türk tarihi kaynakları hakkında bilgi verilmektedir. Siyasi anlamda I. Cilt III. Kılıçarslan ile bitirilmekte yani Anadolu’nun Türk iskânına açılmasından XIII. Yüzyılın başlarına kadar Türkiye Selçuklu tarihi anlatılmaktadır.
Eserin ikinci cildi ise, I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in İkinci saltanatından (1205) başlayarak II. Gıyaseddin Mesud’un birinci saltanatının sonuna kadar (1296) olan tarihsel süreci içermektedir. Bu cilde ek olarak III. Alâeddin Keykubad (1296-1301) ve II. Gıyaseddin Mesud’un ikinci saltanat devri de (1302-1308) Refet YİNANÇ tarafından eklenmiştir. II. cilt birinci cilde nazaran Selçuklu tarihi bağlamında daha ilgi çekici yaklaşımlar ihtiva etmektedir. Bu yaklaşımların ilki ikbal devri olarak maruf olan I.Alâeddin Keykubad devrine (1220-1237) yönelik düşündürücü eleştiriler olarak karşımıza çıkmaktayken ikincisi ise eleştirel birinci yaklaşımın devamı niteliğinde de düşünebileceğimiz Anadolu Selçuklu idarî mekanizmasının Moğol tazyikinden evvel bozulmaya/soysuzlaşmaya başlaması meselesidir – ki müellif burada İbn Haldun’un “asabiyyet” savı üzerinden değerlendirmeler yapmaktadır. Bunların yanında Moğol istilasıyla beraber Anadolu’da inkişaf eden tasavvuf çevresinin içtimaı yönden etkisi de –popüler anlamda tamamen olumlu yönde yapılan değerlendirmelerin dışında- gerçekçi bir bakış açısıyla ele alınmaktadır.
Yinanç Hoca, bir Anadolu Milliyetçisidir. 1920’li yıllarda bir grup arkadaşı ile birlikte Anadolu Mecmuasını çıkarır. Bu mecmuanın amacına uygun olarak kaleme aldığı yazılarında Selçukluların parçalanması ve yıkılmasında yabancı yerlerden gelen âlim, şair ve yöneticilerin paylarının büyük olduğunu yazar. O ilk bozulmanın Sultan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220) zamanında başladığını yazarak, onun Anadolu’nun kapılarını ilk defa yabancılara açtığını belirtir. Çok ağır ifadelerle bu yabancı unsurların mansıp peşinde koşarak büyük servetler edindiklerini ve sultanların gözünden yerli unsurları düşürdüklerini yazar. Yinanç Hoca, sultanın İran medeniyetinin meftunu olduğunu bu yüzden de İranlı ulema ve şuarayı memleketine çağırdığını, yabancılara kapalı olan memleketin kapısını açtığını belirtir. Ona göre, bu tarihten sonra her memleketten çok derbeder serseriler Anadolu’ya gelecekler, ilim ile beraber riyakârlığı, taassubu, kötü ahlakı birlikte getireceklerdir. Farisilerin vezirlik, münşilik, müstevfilik, tuğralik, tercümanlık, haciplik, kâtiplik, kadılık gibi mansıpları işgal ederek ondan sonra da memlekette tutunabilmek için sultanları mutlakıyete teşvik ederek Anadolu asilzade beylerini öldürtmeye ve sarayı ele geçirdiklerini belirtir. Böylece Anadolu’da idare yabancıların eline geçer.[3]
Mükrimin Halil Hoca’nın Türkiye Selçuklu Devletine en parlak dönemi yaşatan ve bir ikbal devri olarak görülen Sultan I. Alaeddin Keykubad’ı da ağır şekilde eleştirir. Onun (1220-1237) devrini değerlendirirken dikkatten kaçmayacak bir şekilde altını çizdiği nokta-i nazar devletin siyasî konjonktürde yakalamış olduğu gücü idare dinamizminde tutturamamış olduğudur. Moğol istilası dışarıdan gelen yani harici bir meseledir, bu meseleyi çözümden ziyade çözümsüzlüğe götürecek maraz ise içerdedir. “Yetiştikleri memleketlerde mevki kazanamamış bu aç ve haris serseriler Anadolu’ya akın akın gelmeye ve padişaha, saraya, şehzadelere ve emirlere hulule başladılar. Bir taraftan muvaffakiyet için her türlü fezâyihin irtikâbına cevaz veren ve göz yuman bu adamlar padişahları ve beyleri hilekarlığa alıştırdıkları gibi diğer taraftan padişahların “lâ-yüs’elammâ-yef’al” (sorgulanamaz) olduğu, yeryüzünde Allah’ın gölgesi ve halifesi bulunduğu hakkındaki kanaatlerini tamim ettiler…eski İran şahları gibi müstebid bir zihniyetle hareket etmeye, taht-ı idarelerindeki insanları kul addetmeye başladılar”.[4]Görüldüğü gibi burada devlet kademelerindeki bozulma ve bunun yönetime olan olumsuz etkileri dile getirilmektedir. Bilhassa İran etkisinin devleti asıl Türk harsından uzaklaştırdığına ve çöküşe sürüklediğine değinilmektedir. “Oğuz töresi mucibince Oğuz neslinden olan hakan, emaretleri Oğuz neslinden olan beylere tefviz ederdi. Oğuz beyleri Hakanın tebaası değil, silah arkadaşı ve hemşehrisiydi…Anadolu Selçukî selâtîni de Gıyaseddin Keyhüsrev-i evvel devrine kadar bu tarik-i misalîden ayrılmamışlar; Oğuz neslinden olan emirlerine kul, köle, uşak değil silah arkadaşı ve hemşehri muamelesi yapmışlardı”.[5]Bilhassa 1200’lü yıllarda başlayıp Alâeddin Keykubad devrinde zirveye ulaşan yönetici zümreyi yabancılaştırma politikası birçok Türk beyinin yönetimden uzaklaşmasına yahut öldürülmelerine sebep olmuştur. Moğol istilasıyla beraber devleti çöküşe sürükleyecek olan zümrelerde işte bu yabancılar olacaktır. Onları bu denli ikiyüzlü davranmaya iten sebep ise Anadolu coğrafyasıyla herhangi bir ünsiyet kuramamaları ve Selçuklu devlet mekanizmasıyla içselleşememeleridir. “Padişahtan uzaklaşan, yabancılar elinde baziçe olan Anadolu, Moğollar’ın hücumuna uğrayacak; vaktiyle bütün Avrupa âleminin kürre-i arzı lerzân eden çelik zırhlı, mutaassıp, hadsiz hesapsız, kalabalık insan kitlesinden terkip edilen müthiş ordularını tarumar ettiği halde bu defa üç buçuk göçebe ordusuna karşı bozulacaktır. O zaman Anadolu’nun re’s-kârında bulunan yabancı ve serseri herifler memlekete hıyanet edecekler, Moğollara casusluk eyleyecekler, memleketi onlara peşkeş çekecekler ve Anadolu’yu maddeten de inkıraza sürükleyeceklerdir”.[6]
Mükrimin Halil YİNANÇ’ın yönetim kademelerine Anadolu’ya dışarıdan gelen insanların istihdamını eleştirmesinin iki sebebi vardır. Bunun ilki bu insanların Anadolu coğrafyasının ne zorluklar ve mücadelelerle alındığını bilmemelerinden ve bu sebepten ötürü de Anadolu coğrafyasıyla ünsiyet kuramamalarından dolayı Anadolu’yu bir vatan olarak görmemeleridir. Doğal olarak da savunma gereğini yerine getirememektedirler. İkinci sebep ise İbn Haldun’un devletlerin kuruluşunda ve yıkılışında ana unsur olarak gördüğü asabiyye ruhunun körelmesi meselesinde gizlidir.[7] Burada önemle vurgulanan nokta Anadolu coğrafyasına dışarıdan gelen yabancı ırkların hem yönetim kademelerinde yer almaları hem de sosyal hayatta etkin olmalarıdır. Bu da bir takım olumsuzlukları beraberinde getirir. Bilhassa Moğol istilasıyla Anadolu’ya gelen farklı dinî algılar ve tasavvufî yorumlara sahip derviş zümreleri üzerinde durulur: “Moğollar’ın Maveraünnehir’i ve İran’ı istilasından sonra geri taraftan gelen serseriler gittikçe çoğalmaya, memlekette ahlaksızlık ve nifak tohumu ekmeye başladılar. İran, Irak, Suriye ve Azerbaycan’dan gelen hoca ve şeyhler de şahsi emel ve menfaatlerini tatmine, yahud şahsî kanaat ve akidelerini tamime çalışmakta idiler. Ekserisi İran mahsulü olmak dolayısıyla mütezellil, riyakar, ahlakî faziletlere lâkayd, tasavvuf perdesi altında bütün menhiyyâtımübah gören meşkukü’l akide bir takım kimselerden ibaret bulunuyorlardı. Hele bir kısmı mülhid ve batınî idiler. Bunlar halk arasına yayılarak, ümeraya hulul ederek rol oynamaya başladılar. Aslen ve neslen memlekete yabancı olan bu adamlar güya Anadolu’yu manen irşada geliyorlardı.”[8] Mükrimin Halil hoca bu görüşünü Babaî isyanının oluşumu ve Anadolu Selçuklu devletine verdikleri zarar mucibince delillendirmektedir. Bu duruma ek olarak bir Vefaî şeyhi[9] olan Baba İlyas-ı Horasanî ile halifesi Baba İshak’ın halkı nasıl isyana hazırladığını şu veciz sözlerle dile getirmektedir: “Baba İshak Köylere ve Türkmen obalarına giderek onları kandırıyor, muttasıl gözü yaşlı, melûlü’l-kalb, dünya ve mâfihâdanfâriğ olmuş görünerek herkesi samimiyetine inandırıyordu. Ondan sonra Horasanlı Baba İlyas ve müridi Baba İshak Amasya taraflarında faaliyete başladılar. Orada da aynı tarzda hareket ederek kerametlerine herkesi ikna ettiler.[10] Mükrimin Halil Hoca’nın sosyal zeminden yeterli desteği bularak devleti siyasî inkıraza uğratacak bir başkaldırıya tevessül eden bu zümreyi şiddetle eleştirmesinin en önemli nedeni Anadolu Türklerinin yabancılar tarafından teşvik edilerek ihtilale sevk edilmeleri ve böylece de saf Türkmenler’in büyük bir kırıma maruz kalmaları, devamında da Selçukluların yıkım sürecine girmeleridir. Hoca’nın Tasavvufî zümrelere karşı olan olumsuz yaklaşımında ana sebep Babaî isyanının Anadolu’ya bıraktığı büyük yıkım olsa da, aileden aldığı muhafazakâr dinî formasyonu da göz ardı edilmemelidir. Baba İlyas’ın Anadolu’lu olmadığını, İran’da yaşayan bir akideyi Anadolu’ya getirdiğini, onun müritlerinin çoğalarak her tarafta onun propagandasını yaptıklarını ve evliya olduğuna inandırdıklarını belirtmektedir. Baba ilyas’ın mürüdi olan Baba İshak’ın “ Muhteris sergüzeşti bir kimse olduğunu, halkı avlamak usullerini güzelce öğrendiğini, Anadolu’nun saf ve mert insanlarını avlamaya ve mürit yapmaya çalıştığını, herkesi kendileri gibi saf ve mert zanneden Anadolu’nun saf ahalisinin bu kabil ve serseri insanları kendilerinden sayarak onlara inandıklarını, dost suretinde görünen bu insanların gizli emellerinin olduğuna ve ulvi değerleri kendi amaçları için kullandıklarını” ifade etmektedir.[11]
Görüldüğü üzere Mükrimin Halil Hoca Anadolu Selçukluların yıkımını sadece merkez eksenli bozulmaya ve aksaklıklara dayandırmıyor aynı zamanda toplumsal tabanda yer edinen sorunları da değerlendiriyor. Bilhassa Babaîler hakkında öne sürdüğü ve onların toplumsal hafızayı ne denli ele geçirdiği hakkındaki değerlendirmesi daha sonraki çalışmalara temel teşkil ettiği muhtemeldir. Osmanlı kuruluş devrine dair son zamanlarda yapılan ciddi çalışmalar ışığında Aşıkpaşazade’nin Baba İlyas’ın torunu olduğu ve Şeyh Edebalı’nın da Vefaî tarikatı silsilesine bağlılığı göz önünde bulundurulduğunda; Aşıkpaşazade’nin, Şeyh Edebalı ve Osman Bey arasında kurduğu esaslı yakınlığın mantıklı bir açıklaması ortaya çıkmaktadır. Aşıkpaşazade ilk müstakil Osmanlı tarihini yazarken sadece siyasi bir kronografya yazma amacı gütmemiş aynı zamanda Şeyh Edebalı kanalıyla vaktiyle Selçuklulara başkaldıran dedesi Baba İlyas’ı ve Vefaî tarikatını da aklamıştır.[12] Bu tarihsel çıkarım, Mükrimin Halil Hoca’nın da belirttiği gibi Babaîler’in Anadolu’da vücuda getirdiği kökleşmenin ileriki yüzyıllara yansımasıdır.
Sonuç
Mükrimin Halil YİNANÇ’ın tarihçiliğini derli toplu olarak ortaya koyan en önemli eseri şüphesiz Selçuklular Devri Türkiye tarihi adlı eseridir. Bu eserde genel itibariyle Selçuklu Türkiye’si coğrafya (Anadolu) temelli ele alınmakta ve değerlendirilmektedir. Bu yaklaşım tarihî sebep sonuç sarmallarının çözümünde kolaylık sağlarken, herhangi bir boşluğun oluşmasına da mahal vermemektedir. XI. asırdan başlayarak Anadolu coğrafyasında kurulan Selçuklu hanedanı, akabinde beylikler devri, Osmanlı çağı ve Cumhuriyet devri olarak Anadolu Türklüğünün farklı inişli çıkışlı siyasî yapılanmasını bir bütün olarak değerlendirmektedir. Mükrimin Halil Hoca’nın bu yaklaşımı ise tarihsel süreklilik açısından yanılma payını ortadan kaldırmaktadır.
KAYNAKÇA
ACAR, Muzaffer, “ Beşer Hukuku Hakkında Anket: Mükrimin Halil’in Fikirleri”, Vakit, Sayı 7951, 1 Mart 1940, s. 1-3.
BAŞAR, Fehameddin, “Cumhuriyet Dönemi Tarihçileri / 1: Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç Hocaların Hocası”, Popüler Tarih, İstanbul 2006, Sayı 65 s. 76-81.
İBN HALDUN, Mukaddime,(haz. Süleyman Uludağ), Dergah yay., İstanbul, 2016.
OCAK, Ahmet Yaşar, Ortaçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri Selçuklu Dönemi, “Babaîler İsyanından Kızılbaşlığa: Anadolu’da İslam Heterodoksisinin Doğuş Ve Gelişim Tarihine Kısa Bir Bakış”, Kitap yay., İstanbul, 2014, s. 69- 102.
OCAK, Ahmet Yaşar, Yeniçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri Osmanlı Dönemi, “ Ahilik Ve Şeyh Edebali: Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Tarihi Açısından Bir Sorgulama”, Kitap yay., İstanbul, 2012, s. 13- 22.
ÜLKEN, Hilmi Ziya, “Ord Profesör Mükrimin Halil Yinanç”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IX(1), s. 227-229.
YILDIZ, Hakkı Dursun, “Ord. Prof. Mükrimin Halil yınanç ve Eserleri”, Tarih Dergisi, sayı 25, İstanbul 1971, s. 189-169.
YÎNANÇ, Mükrimin Halil, “Abdullah b. Mes’ud”, İslam Mecmuası, Sayı 39, 6 Teşrin-i Sâni 1331, s. 11-16.
, “Abdurrahman Şeref Efendi”, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nr. 9 (86), Sene 15, 1 Mayıs 1341, s. 211-214.
, “Anadolu Tarihi: Anadolu’nun Fethi (1-5)”, Anadolu Mecmuası, Sayı 4, İstanbul 1340, s. 144-150; Sayı 5, İstanbul 1340, s. 200-205; Sayı 6, İstanbul 1340, s. 212-215; Sayı 7, İstanbul 1340, s. 265-268; Sayı 8, İstanbul 1340, s. 300-303.
, “Bilal-ı habeşî”, İslam Mecmuası, Sayı 36, 10 Eylül 1331, s. 12-16.
, “Feridun Bey Münşeatı” Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nr 1, 1Kânunisani 1340, s. 37-46; nr. 2, 1 Mart 1340, s. 95-104; nr. 4, 1 Temmuz 1340, s. 216-226.
, “Milli Tarihimizin İsmi”, Anadolu Mecmuası, Sayı 1, Sene: 1, 1 Nisan 1340, s. 1-6.
, “On İkinci Asır Taihçileri ve Muhammed bin Ali el-Azîmî, II, Türk Tarih Kongresi, Devlet Basım Evi, İstanbul 1937, s. 673-690.
, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri I-II,(Haz. Refet Yinanç), TTK, Ankara, 2013(C. I), 2014(C. II).
, “Tanzimattan Meşrutiyete kadar Bizde Tarihçilik”, Tanzimat, C. II. Komisyon Maarif vekaleti, İstanbul 1940, s. 573-595.
, “Türk Darülfünunu Nasıl Olmalıdır?”, Milliyet, nr. 734, 26 Şubat 1928, s. 5.
[1]Fehameddin Başar, “Cumhuriyet Dönemi Tarihçileri/ 1: Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç Hocaların Hocası”, Popüler Tarih, Sayı 65, İstanbul, 2016, s. 80-81.
[2] Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri I-II,(haz. Refet Yinanç), TTK, Ankara, 2013(C. I), 2014(C. II).
[3] Yinanç, C. II, Selçuklular Devri, s.42.
[4] Yinanç, Selçuklular Devri, C. II, s.56.
[5] Yinanç, Selçuklular Devri, C. II, s.55.
[6] Yinanç, Selçuklular Devri, C. II, s.61.
[7]İbn Haldun, Mukaddime, (haz. Süleyman Uludağ), Dergah yay., İstanbul, 2016, s. 352- 355.
[8] Yinanç, Selçuklular Devri, C. II, s.57.
[9]Ahmet Yaşar Ocak, Ortaçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri Selçuklu Dönemi, “Babaîler İsyanından Kızılbaşlığa: Anadolu’da İslam Heterodoksisinin Doğuş Ve Gelişim Tarihine Kısa Bir Bakış”, Kitap yay., İstanbul, 2014, s. 76.
[10] Yinanç, Selçuklular Devri, C. II, s.158.
[11] Yinanç, c. II, s.158.
[12]Ahmet Yaşar Ocak, Yeniçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri Osmanlı Dönemi, “ Ahilik Ve Şeyh Edebali: Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Tarihi Açısından Bir Sorgulama”, Kitap yay., İstanbul, 2012, s. 13- 22.