Selahattin DÖĞÜŞ*
Dönem kaynaklarında adına rastladığımız Oğuzlar, Göktürk devletinin aslı unsuru olup, Göktürk yazıtlarında da yer alarak sonraki dönemlerde Batı Türklüğünü temelini teşkil ettiler. Göktürklerin yıkılışından sonra sürekli Batıya doğru göç ederek Aral Gölü çevresiyle Hazar Denizi kıyılarına kadar yayıldılar. Kısa süre Oğuz Yabgu Devleti altında yaşadıktan sonra Selçukluların liderliğinde dönemin önemli devletlerinden birini kurdular. Zamanla Müslümanlaşan Oğuzlar, Türkmen adıyla anılır oldular. Özellikle Horasan ve Maveraünnehir bölgesindeki İslam şehirlerinde yaşayanlara Türkmen denilirdi[1]. Moğol istilasının önünden kaçıp Anadolu’ya gelenler ise tamamen Türkmendirler artık. Oğuz kavramı ise destanlarda ve hatıralarda yaşamaktadır[2]. Büyük Selçuklu Devleti yazılarında, Kaşgarlı Mahmud’un bahsettiği Oğuz boylarından, Selçuklu tarihi kaynaklarında neredeyse hiç bahsedilmez. Oğuz boylarının çözülmekte ve dağılmakta olduğu bir dönemde boy adı yerine Kızıllu, Yağmurlu gibi Boy teşkilatındaki askeri reislerin adı kullanılmaya başlandı. Öyle ki Selçukluların içerisinden çıktığı Kınık boyu hakkında bile bilgiler kesilmiştir. Selçuklu devletini ortaya çıkaran ekserisi Müslüman olan Oğuzlar (Türkmenler), yıkılışına giden olayların da tetikleyicisi oldular.
Selçuklular zayıfladıkça Türkmen beylerinin adları yeniden anılmaya, kendi göçebe toplulukların başında taht kavgalarında ağırlıklarını hissettirmeye başladılar. Kuruluşunda en önemli rolü oynadıkları Selçukluların İran halkına dayanan bir imparatorluk olmasını hazmedemediler.
Selçuklu vezirleri Amidülmülk Kunduri ve Nizamülmülk gibi İranlı devlet adamları, büyük zorluklarla karşılaşmışlardı. Siyasetname’sinin 26. Faslında devletin kuruluşunda büyük hizmetleri olan bu hür yaratılışlı Türkmenlere karşı nasıl hareket edilmesi lazım geldiğini anlatan ünlü vezir, onları sultana bağlayacak tavsiyelerde bulunmaktadır[3]. Devlet merkezinde yoğunlaşan İran kültürü, zamanla görevlerini oğullarına aktarmak suretiyle kendileri için tehlike gördükleri Türkmen aşiretleri ve hatta bazı sultanlarla mücadeleden çekinmemişlerdir.
Nizamülmülk’ün başını çektiği İranlı bürokrasi amacına ulaşmış, devletin başlıca askeri makamları, Gaznelilerde olduğu gibi, saray kölelerinden yetişmiş kimselere verilerek muhtelif unsurlardan mürekkep (gulam) oldukça büyük hassa kuvvetleri (Gulaman-ı saray) vücuda getirilmişti. Ünlü Vezir’in Türkmenleri Türkleştirme siyasetinin tahakkuku imkansızdı. M. A. Köymen, Siyasetname’den hareketle, Melikşah döneminde Türkmenlerin ordudan tamamen tasfiye edildikleri sonucuna varmıştır.[4] Anlaşılan, Oğuz kabile reislerinin nüfuzlarını kırmaya ve hükümdarlık otoritesini kuvvetlenmesine yönelik siyasi ve idari gelişmeye rağmen, 11. ve 12. yüzyıllardaki aşiretler meselesi halledilememiş, Nizamülmülk’ün uyguladığı ikta sistemi de Türkmen meselesine bir çözüm bulamadı ve devlet, bu sorunun altında ezilmiştir[5]. Tuğrul Bey, Alp-Arslan ve Melikşah gibi ilk büyük Selçuklu Sultanlarının ve uğraştıran başlıca mesele Türkmen göçü ve hareketi olmuştur. Batıya yönelmek zorunda kalan Türkmen aşiretleri, Anadolu Selçukluları için de önemli bir mesele olmuştur. Selçuklu yöneticilerinin geliştirdikleri ikta, sürgün, iskân ve göç sistemi, Türkmenleri Türkleştirmek olarak algılanmıştır. Sonuçta bu süreç bütün Türkiye tarihi boyunca devam eden bir mesele olarak kalmakla birlikte, önemli siyasi ve toplumsal olaylara sebep olmuştur.
Kuruluşta emeği geçen Türkmen tayfaları, Selçuklu devlet teşkilatı ve ordudan uzaklaştırılarak uçlara doğru çekilmeleri sağlanmıştır. Böylece onlar, rakiplerine karşı denge unsuru olarak kullanıldıkları gibi, aynı zamanda Ermeni, Gürcü ve Bizans topraklarında yağma akınlarına sevkediliyorlardı. Ancak İbrahim Yinal, Musa Yabgu ve Kutalmışoğlu gibi Selçuklu hanedanından asi beyleri desteklemek durumunda kalan Türkmenler, onların güçlenmelerini sağlayarak giriştikleri isyan hareketlerinde Selçuklu yönetimini sarsmışlardı.[6] Türkmenlerin karışmış oldukları önemli bir isyan olan Kutalmış’ın isyanı başarısız olup Kutalmış da ölünce (1063), küskün Türkmenler, Anadolu’ya geçen Kutalmışoğullarına tabi olarak Anadolu’nun fethine büyük katkılar sağlamış, zaman zaman Büyük Selçuklu sultanlarıyla iktidar mücadelesine girişmişlerdi. Bu nedenle Tuğrul Beyden itibaren başlayan bu iktidar mücadeleleri, Selçuklular başta olmak üzere batı Türklüğünü etkilemiştir. Anadolu’ya göçen Türkmenler, göçebeliği terk etmeyerek uclarda geleneksel hayatlarına devam ederken, tedricen yerleşik hayata geçenler ise Türkleşmiş oluyorlardı.
İran coğrafyasında kurulan Selçuklularla birlikte Türk devlet ve toplum yapısında meydana gelen değişim neticesinde ellerindeki imtiyazları alınarak kendilerine haksızlık yapıldığını gören Oğuzlar (Türkmenler), Selçuklu yönetimine karşı tavır aldılar. Öyle ki Katvan Savaşında (1141) Sultan Sancar’ın Büyük Selçuklu ordusunu hezimete uğrattılar. Sultan Sancar devleti tekrar toparlayıp bir süre hâkimiyet sürse de Oğuz meselesi gündemini korudu. Gelişen olaylar, 1153 yılında Oğuzlarla Sultan Sancar’ı Belh civarında karşı karşıya getirdi. Savaşı kaybeden Sancar, esir alındı ve bir süre sonra ölümüyle de (1157) Büyük Selçuklular hâkimiyeti fiilen sona ermiş oldu. Konar-göçer Türkmenler tarafından kurulan Selçuklu Devleti’nin özellikle İran’a hâkim olmasından sonra göçebe Oğuz geleneklerini bırakıp yerleşik İran medeniyetinin tesirine girmesi ve Türkmenlerin idareden uzaklaştırılmaları Ebu’l-Gazi’nin deyimiyle aldatılmışlık olarak yorumlanmakta ve Selçukiler kardeş olup, kardeşiz deyip İl’e ve halka faydaları dokunmadı diye yakınmaktadır.[7] Öte yandan Selçuklu hanedanı bir yandan Oğuzların Kınık boyuna dayandırılırken, İran’da ünlü destan kahramanı Afrasyab’a dayanan bir şecereyi de benimsediler[8].
Türkmenler, Selçuklu hükümdarlarına karşı devletin nimetlerinden mahrum bırakılmalarından kaynaklanan kırgınlıklarını hiçbir zaman unutmadılar. Taht mücadelelerinde açıkça muhaliflerin yanında yer alarak, devlete karşı muhalefet ediyorlardı. Sancar’a isyan eden Oğuz kitlesinin 24 kabilenin sağ ve sol olarak 12 boyu içeren iki büyük kola yani Bozok ve Üçok zümrelerine ayrılmış oldukları, başlarında ayrı ayrı boy beyleri tarafından idare edildikleri İbnü’l-Esir’in verdiği bilgilerden anlaşılıyor[9]. Anadolu’ya geçen bu iki koldan türeyen muhtelif Türkmen aşiretleri Türkiye Selçukluları ve Osmanlı Beyliği dahil Türkmen beyliklerinin dayandığı asıl sosyal tabanı oluşturdular.
Türkmen (Oğuz) kavramı üzerine birkaç not
Genellikle Mavraünnehir bölgesine gelip bu bölgede Müslüman Arap ve İranlılarla karşılaşan Oğuzların Müslüman olanlarına Türkmen denilmiştir. Anadolu’da, Yörük kavramı ile karşılaştırılan Türkmen kavramına daha geniş bir anlam yüklendiği görülmektedir. Yörük sözünün yürümek mastarından çıkan bir kavram olduğunu hatırlatan F. Sümer, genel kanaate göre Yörük tabirinin Türkmen tabiri gibi bir nevi göçebe yaşayış tarzını ifade ettiğini belirtir. Ancak Yörük kavramından farklı olarak Türkmen adının bir sıfat isimden ziyade, sosyal, iktisadi, dini ve hatta siyasi bir kavramı çağrıştırdığı görülmektedir. Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu’ya yerleşen Türk kitlelerinin büyük çoğunluğunun göçebe halk tabakalarından oluştuğunu, bu kitlenin aynı yaşam biçimini uzun süre devam ettirdiğini görüyoruz. Anadolu’ya Malazgirt zaferinden itibaren gelenler için Yörük isminin kullanılmadığını görmekteyiz. Türkmen ve Yörük kavramı üzerinde tartışan araştırmacılara bakıldığında da Yörük adının sonradan bu kitlelerin arasında eski göçebe hayatını bırakmayarak gezgin olan ve fakat muayyen bir etnik teşekkülün değil, muhtelif etnik teşekküllerin parçalarına, yerleşmiş halk tarafından verilmiş daha geç bir isim olmalıdır.
Osmanlılar Kızılırmak’ın batısındaki Türkmenleri (göçebeleri) Şahın etki alanına giren Doğu Anadolu Türkmenlerinden ayırt etmek için siyasi bazı mülahazalarla kendi Türkmenlerini ayırmak için Yörük kavramını tercih ettiği fikrini savunan araştırmacılar da var. Yörük kanunnameleri çıkarıldıktan sonraki dönemler için Osmanlılarda Yörük tabirinin bir etnik form veya yaşayış tarzından ileri gelen bir isim olmaktan ziyade hukuki tabir olduğuna hükmedebiliriz[10]. Osmanlı Yörükleri bile belgelerde Yörük Türkmenleri şeklinde ifade edilirdi. Ortaçağ Anadolu’sunda Yörük tabirine rastlanılmadığı gibi, Oğuz kavramı ise ancak hatıralarda ve destansı eserlerde kalmıştır. Dolayısıyla Oğuz yerine aynı anlamda olmak üzere hep Türkmen adı kullanılmaktadır. Mevlevi kaynakları dahil Selçuklu kaynaklarında Türkmenler hakkında sürekli olumsuz ifadeler kullanılmasında İranlı bürokrasinin ve yazar takımının etkisi olmalıdır.
İlk göç dalgası ile Anadolu’ya gelen ve daha çok Batı Anadolu ile Rumeli’de konar-göçer yaşayan topluluklar Yörük, ikinci göç dalgası ile gelen ve daha çok Orta ve Batı Anadolu’yu yurt tutan konar-göçerler ise Türkmen diye adlandırılmıştır[11]. Ancak bu tasnif Anadolu uçlarını yurt tutan ve siyasi ve toplumsal muhalefetin ana merkezini oluşturan Türkmenleri ifadede noksan kalmaktadır. Dolayısıyla Anadolu’nun iskan siyasetinde Türkmenlerin Türkleştirilmesi tabirinden de anlaşılacağı üzere Türkmen kavramı, mevsimsel bir döngü ile yaylak-kışlak bölgeleri arasında sürekli mekik dokuyan konar-göçer zümrelerin aksine yerleşik düzenin sosyal ve ekonomik değerlerine karşı siyasi tavır alan bir hareketi ifade etmektedir. Aşağıda görüleceği üzere Karamanoğlu Mehmed Beyin başını çektiği Türkmenlerin Konya’yı zaptettikten sonraki duruşları da bunu göstermektedir.
Türkiye Selçukluları ve Türkmenler
Kutalmışoğullarının Anadolu’ya geçmesiyle, Türkiye Selçuklu Devleti kurulmuştur (1075). Türkiye Selçukluları, II. Kılıç Arslan dönemine kadar Anadolu’da siyasi hakimiyet kurarak, Miryakefalon zaferiyle (1176) burada kalıcı olduklarını kanıtlamıştı. Bu arada birçok Türkmen Anadolu’da iskan edilerek yeni fethedilen topraklar, vatan haline getirilmiştir. Sultan Sancar’ın ölümünden sonra yıkılan Büyük Selçuklular döneminde Moğol tazyikinin de etkisiyle Anadolu tam bir Türk kültürü ve medeniyet merkezi haline gelmiştir.
Moğol baskısıyla başlayan ikinci göç dalgasında, karıncalar ve çekirgeler gibiAnadolu’ya akan Türkmenler, Selçuklu sultanı tarafından uclara sevk edildi. Türkmenler Moğolların önünden kaçtığı gibi Rumlar da Türkmenlerin önünden kaçıyordu. Bu öyle bir yer değiştirmeydi ki hücrelerine çekilmiş rahipler bile yerlerini terk etmişlerdi. Fırsattan istifade eden Ermeniler, Çukurova’da (Kilikya) bir krallık kurmuşlarsa da güney uçlara yönelen Türkmenler sayesinde tekrar sarp yerlere çekildiler. Artık Anadolu’nun üç yönünde; batı, kuzey ve güney uclarıTürkmen ülkesi olarak adlandırılan uc beyliklerine dönüşmüştür[12].
Selçuklu Türkiye’sinde farklı iki kültürü temsileden ilk çarpışmalar, II. Kılıç Arslan’dan sonra Tokat bölgesinde yetişen II. Süleymanşah ile Süryani, Arap ve Fars kültürünün kaynaşma noktası olan Malatya bölgesi ekolüyle yetişen I. Gıyaseddin Keyhüsrev arasında gerçekleşmiştir. Mücadele sırasında II. Süleymanşah’ın galip gelmesiyle Türkiye Selçuklu Devletinde Türk kültürü hâkim güç haline gelmişti[13].
- Süleymanşah’ın ölümünden sonra iktidara gelen Gıyaseddin Keyhüsrev, sürgünde geçirdiği ve destek aldığı kültür çevrelerden de etkilenerek kendisini, Türk, Rum, İran ve farklı kesimlerin sultanı olması yönünde bir politika izlemeye başladı. Merkezi idareyi güçlendirmeye çalışan Sultan, Bizans ve komşu ülkelerle de dostane ilişkiler başlattı. Fakat adından da anlaşılacağı üzere bir İran hükümdarlık unvanını taşıması, diğer sultanların da bu geleneği devam ettirmesi, Selçuklu yönetimi üzerindeki İrani etkileri göstermektedir.
Türkiye Selçuklularında Türkmen kültürü ile İran kültürü arasındaki asıl mücadele ise Gıyaseddin’in ölümü sonrasında Malatya’da şehzade I. İzzeddin Keykavus (1211-1220) ile Tokat’ta şehzadelik yapan I. Alaaddin Keykubad (1220-1237) arasında gerçekleşmiştir. Sultan Gıyaseddin’in yanında yetişen devlet bürokrasisi, kendisi gibi Malatya’da yetişen İzzeddin Keykavus’u tahta geçirdiler. Alaaddin Keykubad’ı da Malatya yakınlarındaki Minşar Kalesine hapsettiler.[14]
İzzeddin Keykavus’un ölümü üzerine bir araya gelen devlet adamları istemeyerek de olsa, Mübarizeddin Behramşah ile Seyfeddin Ayaba’nın önerisiyle Alaaddin Keykubad’ı tahta geçirdiler. Uluğ Keykubad tahta geçer geçmez, devlet yönetiminde kontrolü ele geçirmeye çalışan Seyfeddin Ayaba, Bahaeddin Kutluca, Mübarüziddin Behramşah gibi Keykavus döneminden kalan devlet adamlarını ortadan kaldırdı. Anonim Seçukname’ye göre bertaraf edilen devlet adamlarının 24 kişi olduğu kaydedilir. Yerlerine de sırdaşı Emir Komnenos, Kemaleddin Kamyar, Saru Han, Küçlü Han vd. Harezm Beylerini ve kendisine yakın devlet adamlarını atadı[15]. Anadolu’ya gelen kesif Türkmen aşiretlerini sistemli bir iskân politikası ile uçlara yerleştirdi. Böylece selefleri zamanında devlet teşkilatında yerleşmiş bulunan İran kültürüne tabi önemli bürokratları devlet merkezinden uzaklaştırmış oldu. Bununla birlikte Şemseddin M. İsfahanî gibi İran asıllı devlet adamları da vardı.[16]
Böylece Selçuklu idaresinde yeniden Türkmen hâkimiyeti ve kültürü egemenliği tesis edilmiş olsa da Alaaddin Keykubad’ın öldürülmesi ve Selçuklu tahtına II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in(1237-1246) geçmesi üzerine Selçuklu merkezinde Türkmen devlet adamlarının hakimiyeti zayıflayarak yerini İran kültürüne tabi devlet adamlarına bırakmıştır. Üstelik Uluğ Keykubad zamanında Selçuklu ordusunda önemli bir yekûn teşkil eden Türkmen nüfusu da azalacaktır.
- Gıyaseddin Keyhüsrev’ingenç ve tecrübesizliği yanında kötü yönetimi, Sadettin Köpek’in devlet erkânını çıkarları doğrultusunda kullanması, Harezmli devlet adamı Celaleddin Karatay başta olmak üzere Alaaddin Keykubad döneminde ona yakın olan tüm devlet adamları işten el çektirildi. Arkasından tahta geçmek için harekete geçen Sadettin Köpek, Selçuklu soyundan geldiğini göstermek için I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in gayrimeşru çocuğu olduğunu iddiasıyla ortaya çıktı. Fakat II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından ortadan kaldırıldı. Bu dönem İrani devlet adamlarının etkisinde kalan Sultanın ilk yıllarında Eğirdir’de yaptırdığı kervansaray’ın kitabesine kendisi için; Türkmenler (havariç) ile bağileri (isyancıları) dağıtıp yok eden ibarelerini kazdırtması onun ve çevresindekilerin temsil etiği İran kültürünün etkisini göstermekte, izlenen Türkmen siyaseti hakkında da ip uçları vermektedir[17].
Türkiye Selçuklularının kuruluş ve gelişiminde de gerçekleşmiş olan bu anlayış ve değişimle haksızlığa uğradığı fikrine kapılan Türkmenler, Büyük Selçuklularda olduğu gibi, Türkiye Selçuklularına yönelik isyan hareketlerinde bulunmuşlardır. Türkiye Selçuklu Devleti, Büyük Selçuklular gibi askeri düzeni salt Türkmen gücüne dayanırken zamanla şekillenen yeni rejimde sivil kadrolar İranlılarla dolduğu gibi, askeri teşkilat da çoğunluğu Rum, Kıpçak, Frenk, Gürcü, Rus vb. muhtelif kökenlerden gelen ve Türk eğitimiyle yetişmiş Müslim-gayrimüslim köle (gulam) insanlar önemli mevkiler kazanmışlardı. Böyle değişik kökenlerden ve dinlerden gelen umera ve rical arasında devletin asıl kurucuları ve hanedan üyelerinin soydaşları olan eski Türk beyleri, artık azınlık durumunda idi[18]. Merkezi yönetimde otoritenin korunması ve saltanat kurumunun güvenliği bakımından, hükümdar ile aynı kanı taşıyan ırsi aşiret asaletine sahip bulunan bu insanlar, her şeylerini hükümdara borçlu olan kölelere göre çok daha tehlikeli idiler.
- Gıyaseddin döneminde devlet adamlarının Türkmenler aleyhinde izledikleri siyaset, onları küstürdüğü gibi merkeze karşı çeşitli isyanların çıkmasına da neden olmuştu. Türkmenlerin bu sultana karşı tavır almalarının bir nedeni de Türkmenlerin sevdiği Alaaddin Keykubad’ı zehirleyip muhalif gruplar tarafından tahta geçirilmesidir. Ayrıca Moğolların önünden kaçarak Anadolu’ya gelen Türkmenlerin sayısı gittikçe artıyordu. Bu artış bir süredir iyi idare edilmeyen devlette sosyal, ekonomik ve siyasal bunalımları da beraberinde getiriyordu. Böylelikle Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan beri en önemli meselelerden biri olan Türkmenler meselesi, Türkiye Selçukluları için de önemli bir problem haline geldi. Sonuçta, Baba İlyas-ı Horasani’nin önderliğinde başlayan Babaîler isyanı patlak verdi (1240). Selçuklu kaynaklarında büyük kaçgun olarak geçen ve Anadolu’nun neredeyse her köşesinden gelen Türkmen aşiretlerinin katıldığı bu korkunç isyanın dayandığı sosyal tabanı, Türkmen aşiretleri oluşturuyordu[19]. İbnBibîi, isyana katılan Türkmenleri kesafetini şu cümlelerle anlatır: … karınca ve çekirge gibi her köşeden harekete geçtiler. Arı kümesi gibi kaynayıp uğuldamaya başladılar… ilerledikçe o fitnelerin adamlarının ve askerlerinin kalabalığı artmaya başladı[20].
Bu isyana Maraş Uçbeyliği Türkmenleri ve Ağaçeriler de katılmıştır.[21]Karamanlı Türkmenlerin atası Nure Sofi de Babaî tarikatındandı. Bu isyanı bastırmakla görevlendirilen Selçuklu askerlerinin gevşek davrandığı üzerine yapılan mülahazalarda, isyanı sevk ve idare eden Türkmen dervişlerinin zulme uğradıklarına dair yaygın bir kanaatin bulunduğu belirtilmektedir. Üstelik Selçuklu ordusunda bulunan Türkmenlerin savaşı ağırdan aldığı açıktır.[22]Babaîler, karşılarına çıkan Selçuklu ordularını ezerek ilerliyorlardı. Selçuklu sultanı Konya’da kendini emniyette görmeyerek Kubadiye kalesine sığındı. Gönderdiği ordu Baba İlyas’ı (Baba Resul) yakalayıp asmakla birlikte savaşta Türkmenlere mağlup oldu. Türkmenlerin toplam 11 savaşı kazandıkları nakledilir. Nihayet süratle sınırlardan ücretle getirtilen muhtelif unsurlardan mürekkep bir ordu başsız kalan bu isyanı kanlı surette bastırabildi[23]. Bu güçten mahrum olarak Kösedağ’da Moğolların karşısına çıkan Selçuklu ordusu bozguna uğradı (1243). Selçuklu ümerası kaderlerine razı bir politika takip ederek makam ve mansıp derdine düşerlerken, Türkmenler Moğol istilasına karşı durarak bağımsızlık mücadelesinin baş aktörüydüler.
Bu dönemde Selçuklu yönetiminde İranlı kültürüne mensup bürokratların sayısı artmıştır. Bu artış saltanat başta olmak üzere, idari ve kültürel mekanizmalar üzerinde nüfuzunu göstermiş, yönetici tabaka tamamen İranlılaşmıştı. Devletin resmi dili Farsça olduğu gibi, İranlı yöneticilerin yükselen maddi refahları, Türkçe konuşan büyük nüfus üzerinde ekonomik ve kültürel baskı olarak yansıyordu. Devletle halk arasındaki kopukluk, siyasette olduğu kadar, kültür ve edebiyat konularında da kendisini iyiden iyiye hissettiriyordu. Okuma-yazma ve dil bilen Fars bürokrasisi, Türk unsurlarına idari kadroları yasaklarken, kendileri muazzam servetler ediniyorlardı. Büyük Selçuklularda olduğu gibi, Nizamülmülk döneminden itibaren, Müstevfi (Maliye Bakanı) Sadeddin Ebu Bekir, (İran asıllı Deylemli) Mühezzibüddin Ali, onun oğlu Muineddin Pervane, saltanat naibi ve ünlü vezir Şemseddin İsfahanivd. olduğu gibi, önemli mevkideki bir İranlı, başka bir İranlıyı himaye ediyor ve ailece önemli makamlara geliyorlardı. Bu ailelerin maddi servetleri, araştırma konusu olmuştur[24].Bunların sayıları, İbn Şeddad’ın anlattığı gibi, Moğolların Irak-ı Acem’e girmelerinden sonra daha da arttı[25]. Nihayet sözü geçen bu emirler şahsi hırsları yüzünden, Alaaddin Keykubad’ı ortadan kaldırıp çocuk yaştaki oğlu Gıyaseddin’i tahta geçirmişlerdi. Kösedağ savaşında neredeyse savaşmadan meydanı Moğollara bırakan Gıyaseddin Keyhüsrev, idareyi tamamen İranlı bürokratlara bırakmış, fırsatı değerlendiren İranlı bürokratlar Moğollarla işbirliği yaparak askeri teşkilatı da tamamen ellerine geçirmişlerdi. Enteresan olan da, adı geçen bürokratlara övgü yağdıran Selçuklu kaynağımızın İran menşeli müellifi İbn Bibi’den bu bilgileri öğrenmemiz.
Bu dönemden itibaren, II. Gıyaseddin’in oğullarından IV. Kılıç Arslan,Moğol ve onlara tabi İranlı devlet adamlarının yardımıyla tahta geçerken, Türkmenler ise II. İzzeddin’den yana oldular. II. İzzeddin Keykavus’un fırsatsını buldukça Moğollara karşı koymaktan çekinmemesi, onun istilacılara karşı olan tavrı, Moğollara muhalif bütün çevreleri yanına çektiği gibi, Türkmenleri de yanında olmasının ana sebebi idi. Hatta eşkıyalık hareketlerinden vazgeçmeyen Ağaçeriler dahi Keykavus’un yanında idiler. O. Turan, Keykavus ve yanındaki devlet adamlarının halkı ve Anadolu’ya peyder pey gelen Türkmenleri Moğollara karşı cihada davet ediyordu. F. Sümer de her sınıftan halk kesimlerinin ve özellikle Türkmenlerin İzzeddin Keykavus’un yanında olduklarını belirtirken, bunun sebebini kardeşinin aksine Moğollara karşı direniş göstermesi olarak açıklar[26]. Ama Keykavus, Moğollara karşı giriştiği bağımsızlık mücadelesinde başarısız oldu ve Anadolu’dan ayrılmak zorunda kaldı. Anadolu’daki bu bölünmüşlük ve taht mücadeleleri bazı İranlı bürokratları hırslarının kurbanı yaparken, yerini başka bir İranlı alıyordu. İranlı bürokratlarla Moğol sömürgecileri birincileri makam, ikincileri de sömürme hırsıyla yarışırken kaybeden hepAnadolu halkı oluyordu. Aksarayî, Selçuklu Anadolu’sundaki siyasi ve kültürel sömüründen acıyla söz eder: “Anadolu gerçi gariplere melce ve rahat ve istirahat yeridir. Ama bizzat kendisi günü aç geçen bir sevgilidir”[27].
Moğollar bir yana, bir yandan da Malatya ve Elbistan’dan Kilikya-Suriye sınırlarına kadar uzanan Ağaçeri Türkmenleri, bu istikrarsızlık içinde yağma ve tahriplerde bulunuyordu. Bu arada Türkmenlerin de desteğiyle tahtı ele geçiren II. İzzeddin Keykavus, ülkeyi Moğollara karşı savunmak istiyordu. Böylece uçlardaki Türkmenleri ve Ağaçerileri yanına alan Sultan Keykavus, hem İlhanlıları hem de onların uzantısı olarak gördükleri İrani unsurların tahakkümüne son vermek istiyordu. Toroslarda ve Batı Anadolu uçlarına göçen Türkmenler uzun süredir mücadeleye başlamışlardı. Özellikle Türkmenlerdeki direnme ve istiklal isteği sultanı teşvik ediyordu. Sultan, meydana getirdiği orduyu Baycu Noyan üzerine gönderdi. Selçuklu kuvvetleri ile Moğol öncü birliklerinin karşı karşıya geldikleri ilk çarpışmalarda Moğollar Türkleri mağlup ettiler. Asıl Moğol ordusu ile Selçuklu ordusu 1256 yılında Konya-Aksaray arasındaki Sultan Hanı civarında karşı karşıya geldi. Selçuklu ordusu Kösedağ’da olduğu gibi, kendi içerisindeki uzlaşmazlıklardan dolayı az bir Moğol ordusu önünde hezimete uğradı. Bu savaşta vezir Kadı İzzeddin büyük emirlerden bazıları da öldüler.[28]
Bu yenilgiden sonra Alanya’ya doğru kaçan Keyavus’tan boşalan tahta IV. R. Kılıç Arslan geçti. Muineddin Süleyman da Pervaneliğe getirildi. Bundan sonra Selçuklu devletinin yönetiminde yegâne söz sahibi Muineddin Pervane oldu. Gelişen iç siyasi olaylar sonucunda Hülagu ülkeyi, Kızılırmak sınır olmak üzere iki saltanata bölmüş, doğuda IV. Kılıç Arslan, batıda ise II. İzzeddin Keykavus vardı.[29]Hülagu, Pervaneyi de Kılıç Arslan’a vezir yapmıştı.
Hülagu Anadolu’daki ekonomik, siyasi ve kültürel sömürüyü daha aktif hale getiren uygulamaları hayata geçirmesi istiklal ateşiyle yanan Türkmenleri ve onlara dayanan Sultan Keykavus’u harekete geçirmişti. Bu gelişmeler, Bizans uçlarında yoğunlaşan Türkmenlerin başında Uç beyleri bulunuyordu. Ancak bu kıpırdanışları haber alan Muineddin, Moğol ordusunu harekete geçirmesiyle akamete uğradı. Büyük bir ordunun üzerine gelmesi üzerine II. Keykavus ülkeyi terk etti ve İstanbul’a kaçtı[30]. Uçlarda Türkmenlerin başlattığı istiklal mücadelesi sürmekle birlikte Türkmenler sürekli baskı altında kaldılar. Bu olaydan sonra IV. Kılıç Arslan tek başına Selçuklu tahtına geçtiyse de gerçekte devleti yöneten İranlı bürokrasinin başı Muineddin Pervane idi. IV. Kılıç Arslan’ı bir kukla gibi yöneten Pervane, Keykavus döneminden kalan kadroyu pasivize etmiş, zaptettiği Sinop liman şehrini de kılıç hakkı olarak mülküne geçirmişti. Bu keyfi icraatların farkına varan IV. Kılıç Arslan, bu diktatörün önüne geçmek istediyse de entrikalara kurban gitti.[31] Yerine tahta geçen III. G. Keyhüsrev ise İbn Bibi’ye göre 2,5, Aksarayî’ye göre 6 yaşında idi; bu da Pervane’ye tam bir hareket serbestisi kazandırdı.[32]Uç Türkmenlerinin başını çektiği istiklal hareketlerinin merkeze doğru yayıldığını görüyoruz ki 1276’lara rastlayan bu dönemde Pervane’nin başını çektiği kozmopolit bürokratların maddi taleplerindeki artış ve zulme varan baskıları olmuştur.
Selçuklu devlet adamları ülkenin içine düştüğü bu fetretten kurtaracak tek ümit olarak Memluk devletini görüyorlardı. İkili siyaset güden Pervane de bu ümitteydi ve el altından Baybars’a haber gönderilmişti. Baybars, gerekli desteğin yapılması durumunda bu davete olumlu cevap verdi. Memluklar, Ayn-ıCalut’tave Kuzey Suriye’de Moğolları hezimete uğratmışlardı. 1277 yılında Elbistan’da Moğol ordusunu müthiş bir hezimete uğratan Baybars’ın bu zaferi, Türkmenleri bağımsızlık mücadelesi için harekete geçirmiş ancak umduğu desteği bulamayan Baybars, Selçuklu yönetiminin bu ikiyüzlü siyaseti yüzünden Anadolu’yu Moğollardan temizleyemeden geri dönmüştü.
Şu bir gerçek ki bağımsızlık mücadelelerinin başını Karamanoğulları çekiyordu. En anlamlı olanı da Karamanlı Şemseddin Mehmed Beyin önderlik ettiği harekettir. Keykavus’un İstanbul’a sığınmasına rağmen başlatmış olduğu mücadeleyi sürdüren Uç Türkmenleri, Karamanoğlu Mehmed Bey’le birlikte hareket ediyorlardı. Bundan önce babası Kerimüddin Karaman’ın başlatmış olduğu istiklal hareketi sonuçsuz kalmıştı; İzzeddin Keykavus’un başlatmış olduğu istiklal hareketine destek veren Karamanlı Türkmenler, Konya üzerine hareket etmişti. Gevele kalesi civarında Moğol destekli Selçuklu ordusuna mağlup olmuşlar, Kerimüddin Karaman da aldığı yaradan fazla yaşamadan ölmüştü (1262). Birçok Türkmen katledilmiş, kurtulanlar da Memluk uçlarına doğru kaçmışlardı. Onun ölümüyle Karamanlıların başına Şemseddin Mehmed Bey geçti.[33]Bu da Mehmed Bey’in Konya istilasının çok önceden planlanmış bir hareket olduğunu göstermektedir.
Karamanlı Türkmenlerinin başını çektiği muhalefet halkasına, diğer Türkmen beyleri de giriyordu. Nitekim Sultan Baybars’ın Moğol-Selçuk kuvvetlerini Elbistan’da bozguna uğratması Türkmen hareketinin güçlenmesine neden oldu. Bunun üzerine iyice cesaretlenen Mehmed Bey, önce Aksaray’a hücum etti, buradan Konya üzerine yürüdü. Karamanoğlu Mehmed Bey, yanında Sultan II. İzzeddin Keykavus’un oğlu olduğunu iddia ettiği bir şehzade ile Konya önüne geldi.Baybars’la da görüşmüş olan Karamanlı Mehmed Bey, bölgesindeki Moğolları temizledikten sonra Selçuklulara verdiği vergiyi de kesti ve bağımsızlığını ilan etti. Üzerine gönderilen Selçuklu-Moğol kuvvetlerini Göksu geçidinde mağlup etti. Yardıma gelen Moğol destek güçlerini de yenen Karamanlı Mehmed Beyin kazanmış olduğu bu başarılar şöhretinin yayılmasına neden oldu. Mehmed Bey, bu mücadelede Selçuklu yönetimine karşı çıkan Niğde Emiri Hatiroğlu Şerefeddin ile de ittifâk kurdu. Hatiroğlu, Memlûk sultanına güvenerek, Moğollara karşı isyan etmişti. Hatiroğlu, zaptettiği Ermenek serleşkerliğini (askerî kumandanlığı) Şemseddin Mehmed Bey’e verdi. Selçuk ve Moğol kuvvetleri Hatiroğlu isyanını bastırarak, Şerefeddin Bey’i öldürdüler (1276). Bununla beraber, Karamanoğlu Mehmed Bey mücadeleye devam etti. Karamanlı Mehmed Bey, Menteşe ve Eşrefoğullarını da yanına alarak giriştiği bu harekât sonucunda başkent Konya’yı ele geçirdi (1277)[34].
Ertesi gün yanına getirdiği Cimri’yi (Alaaddin Siyavuş), Kaykavus’un oğlu olduğunu öne sürerek Konya tahtına oturttu; kendisini de vezir ilan etti[35]. Konyalıların Cimri’ye biat etmelerini sağlayan Mehmed Bey, adına hutbe okuttu ve sikke bastırdı. Mehmed Bey, Konya’da kaldığı süre içerisinde düzenlediği bir divan toplantısında, “Bundan sonra divanda, dergâh, bargâh (saray ve resmi toplantılarda) mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır” kararını ilan etti[36]. Mehmed Beyin bu hareketi adeta bir ihtilaldi.
Alaaddin Siyavuş ve Mehmed Beyin Konya’daki hâkimiyetleri çok kısa sürdü (37 gün). O yüzden burada alınan kararların pek önemi kalmadı. Ancakaskeri ve siyasi olduğu kadar milli ve kültürel bir başkaldırıya öncülük etmesi açısından da önem taşımaktadır. Zira III. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Moğol Şehzadesi Kongurtay’ın üzerlerine doğru geldiğini gören Cimri, Mehmed Bey ve Karamananlılar Konya’yı yağmalayarak kaçtılar.[37]
Asi Türkmenleri takip eden Selçuklu-Moğol kuvvetleri, Mut Ovasına kadar geldiler. Burada başlayan çarpışmalarda Mehmed Bey ve kardeşlerini birer birer öldürdüler. Arkasından Türkmenleri de yanına alan Cimri’yi takip eden Selçuklu kuvvetleri, Seyitgazi yakınlarında Pınarbaşı mevkiinde karşılaştılar. İki taraf arasında gerçekleşen savaşta Cimri ele geçirildi ve derisi diri diri yüzülerek öldürüldü; cesedi de ibret olsun diye diyar diyar gezdirildi (1279)[38]. Karaman ve onlarla birleşen Türkmen aşiretleri üzerine düzenlenen tedib seferleri 1283’de Selçuklu tahtına oturan II. Gıyaseddin Mesud zamanında da devam etti. Bununla beraber, Karamanoğulları hiçbir zaman mücadeleden vaz geçmedi.
Anadolu’da bağımsızlık mücadelesinin önderi olan Karamanlı Türkmenler için İlhanlı hükümdarı Gazan Han’ın;“Eğer Karamanoğulları Rum Türkmenleriolmasa idi, güneşin battığı yere kadar atımla çiğnerdim” dediği nakledilir[39].İbn Kemal de Karamanlı Türkmenler için; Yel gibi ansızın çıkarlardı sel gibi ili günü yıkarlardıdemektedir[40]. Ancak Moğol yanlısı bir tutum sergileyen Aksarayi, Karamanlı Türkmenlerinin Moğol karşıtlığını, soysuz, zorba Türkler, asi, baği ve havariç kelimeleri ile anmıştır[41].
Türkmenler Anadolu Uçlarında
Merkezi yönetimin şartları aslında henüz yerleşik hayata geçmemiş Türkmenler için bir çelişki oluşturuyordu. Göçebe olarak yaşayan bu kitleler, sürekli bir karmaşaya sebep olduklarından merkezden olabildiğince uzaklara ve yerleşik hayat yaşanan bölgeler dışına özellikle de Hıristiyan sınır boylarına (uçlar) yönlendiriliyorlardı. Buralarda kendi aralarında merkez tarafından atanan uç beyinin yönetimi altında yarı bağımsız bir statüye sahip olarak yine kendi aşiretleri üzerinde hüküm süren Türkmen beyleri aynı askeri düzeni sürdürüyorlardı[42]. Türkmen reisleri dışında kalan Türk beyleri ise güçlü İran kültürü etkisi altında formasyon kazanarak İranlı meslektaşlarıyla kaynaşmış ve merkezi yönetim şartlarına uyum sağlamış olmakla birlikte, egemenlik anlayışında eski töresini unutmayarak Türk özelliklerini yaşatıyorlardı. Güçlü siyasi iktidarlar döneminde uç beyleri sorun teşkil etmemekle birlikte istikrarsızlık zamanlarında ise ortaya çıkarak güçlerini gösteriyorlar, saltanat kavgalarında rol alıyorlardı. 13. yüzyıl Anadolu’sunun en önemli siyasi ve askeri olayları bunlar etrafında gelişiyordu.
Bizans’la Selçuklu sınırı arasında Batı Anadolu’ya yayılmış olan Türkmenler, bir bakıma her iki tarafın da kontrolü dışında kalmış olan uç bölgesi göçebe hayat şartlarının gerektirdiği serbestliği koruyup sürdürmeye elverişli bir barınak ve etkinlik alanı işlevi görüyordu. Buralarda Bizans sınırlarına yağma ve ganimet akınlarında bulunan Uç Türkmenleri(Turkman al-uc), Selçuklu sınırlarını korumakla görevliydiler. Bu uç güçleri Haçlı seferlerine karşı ilk direnişi gösterdikleri gibi, zamanı gelince taht iddiasında bulunan Selçuklu ve Bizans veliahtlarının da dayandığı bir askeri destek kuvveti idi. Özellikle kaynaklarda Uluğ (Büyük) Keykubad olarak geçen I. Alaaddin Keykubad, yönetim mekanizması içine çok kalabalık ve oldukça güçlü bir göçebe grubu ile desteklenen yeni bir unsur sokmuştur. Saf Türklerden oluşan bu yeni unsura kozmopolit Selçuklu yönetici kadrosunca tamamen yabancı gözüyle bakılmıştır. Keykubad, Harzemşah’ın ölümünden sonra çapulculuk, ve yağmayla büyük bir huzursuzluk kaynağı sayılan bu kitlelere ülkenin zengin gelirli vilayetlerinden bir kaçını ikta ederek, reislerini de önemli görevlere getirmeksuretiyle onurlandırmıştır. Selçuklu sultanı onlar için bir velinimetti. Bu yüzden A. Keykubad öldürüldüğü zaman Türkmenler, birlik halinde yeminlerine sadık kalarak onun veliahdını savunmasını üstlenmeye çalıştılar.
Yazıcıoğlu Ali ve Neşri başta olmak üzere kaynaklarda Saruhan, Karesi, Aydın, Menteşe, Hamid, Teke ve Saruhan beylikleri, Sultan II. Mesud’un nökerleri arasında adı geçen önemli uç emirlerindendir[43]. Karesi beyleri gibi bazı uc beylikleri, genelde kendilerini Danişmendliler sülalesinin idaresi altında az veya çok birleştirilmiş, özellikle de Anadolu mücahitlerinin efsanevi kahramanı, Seyyit Battal Gazi’nin halefi olarak gösterilen Melik Danişmend Gazi’nin devamı olarak gösterirler[44]. Zira Anadolu yarımadasının batı ve kuzey uclarının fethinde en önemli rolü oynamışlardı. Selçuklularla yaptıkları sürgit mücadelelerden sonra Kızılırmak’ın doğusundan batı uçlarına nakledilen Danişmendli Türkmenler, orada bulunan Türkmenlerin başına uç beyleri olarak yerleştirilmişler.[45] Bölge aynı zamanda Danişmendiye vilayeti olarak anılmıştır. Anadolu uçlarına dağılan Danişmendliler, beraberlerinde Seyyit Battal Gazi kültünü de getirmişlerdi. Seyyit Battal Gazi’nin menkıbelerinden oluşan destani bir eser olan Battal-name, Danişmend Gazi’nin gaza ve kahramanlık öykülerinin anlatıldığı Danişmend-name’ye ilham olmuştur. İslam halifesinin Battal Gazi ve Ebu Müslim’e verdiği sancağın Anadolu’da Rumlara karşı gaza yapması için Danişmend Gazi’ye de verildiği anlatılır.
Danişmendoğullarının idaresinden çıktığını gördüğümüz batı ucunun kısa sürede Bizans’tan zaptedilen topraklara yerleşen Türkmenler, böylece Bizansla Selçuklu Devleti arasında bir tampon meydana getirmiş oluyordu.
Malazgirt’ten sonra Selçukluların maiyetinde akıp gelen Türk boylarının bir kısmı da Kuzey-batı Anadolu’da kurulmuş Çobanoğulları ve Candaroğulları beyliklerinin temelini attılar. 1084’te Sinop’u muhasara edip zapteden Emir Karatekin Sinop, Kastamonu ve Çankırı’da kısa bir süre de olsa hüküm sürmüştür. Anadolu sahilleri (sevahil-i rum) Simre, Kastamonu ve Sinop’tan İznik’e dek uzanan sahayı Sultan Mesut, oğlu Gazi Çelebi’ye ikta etmiştir. Bu sahil bölgeler, uç beylerinin kontrolüne girdi. Selçuklu sultanları tarafından ikta olarak verilen Türkmenlerin kaidesi özelliği taşıyan Kastamonu ve yöresi, Bizans’a karşı daimi mücadelede alanı olmuştur. Kastamonu uç beyliği sahasında I.Alaaddin Keykubad devri faaliyetleri ile ilgili olarak Yazıcızade Ali’nin kayıtlarında Emir Hüsameddin Çoban’ın gaza işlerini, Kayı beylerinden Ertuğrul, Gündüzalp ve Gökalp’e havale ettiği yazılıdır.[46]İbn Bibi’nin vermiş olduğu bilgilerden anladığımıza göre Melikü’l-ümera Hüsameddin Çoban, Selçuklu Devleti’nin kuzey ve kuzeybatı yönünde Bizans ve Trabzon Rumlarına karşı sürekli şekilde gaza ile meşgul olan bir uç beyidir. Maraş emiri Nusretüddin hasan gibi o da kuzey uclarında Türk geleneklerine uygun olarak ırsi bir emarete sahiptir[47]. Candaroğullarının hâkimiyetine kadar Kastamonu ve Karadeniz kıyıları, uc Türkmenlerin faaliyet alanı idi.
Selçukluların en önemli uc bölgesi sayılan Batı Anadolu uçlarında kurulan Aydın, Menteşe, Saruhan, Karesi beylikleri ve Kastamonu-Sinop uçlarında kurulmuş Candaroğulları Türkmen beylerinin hepsinin kurucu ulu (ğ) beyleri, vaktiyle Selçuklu sultanları tarafından kendilerine ikta edilen bölgelerde siyasi hâkimiyetler kurmuşlardı. Moğol tazyikiyle sahillere kadar inen bu Türkmen beylikleri, ilk kez denizlerde gaza faaliyetlerine başlamışlardı. I.Kılıç Arslan’ın öldürttüğü İzmir’in hakimi Çaka Bey (1092), Aydınoğlu Gazi Umur Bey, Pervaneoğullarının efsanevi deniz korsanı Gazi Çelebivd.nin Rum ve Latin denizcilerine karşı mücadelesi, Osmanlı deniz gazilerine (korsanlarına) ilham kaynağı olmuştu[48]. Moğollara karşı Karamanlılarla ortak hareket eden Menteşe Beyliği de, Türk korsanlarının bir tesisi olarak ortaya çıkmıştır. Bizans sınırlarında bulunan Türkmen beylerinin Osman Gazi’nin son zamanlarında ve kesin olarak Orhan Gazi zamanında bölgede emirü’l-ümera bulunan Osmanlı beylerine tabi kılınmıştır.
Adı geçen Türkmen beyliklerinin Bizans ve Latin dünyasına yönelik akınlar ve korsanlık faaliyetleri nedeniyle birer gazi kimliği taşıması onları, yine birer uç beyliği olan Dulkadir ve Ramazanoğulları arasında farklı bir yapıda incelenmesine zorlamış olmalıdır. Dulkadir ve Ramazanoğulları gibi Oğuzların Bozok ve Üçok kollarından muhtelif Oğuz boylarına mensup Türkmen aşiretlerinin Memluk sınırında bulunmaları nedeniyle gazi kimliği taşımıyor gibi görünse de Anadolu’nun güney uçlarında bir prenslik ve krallık kurmaya çalışan Ermeni hâkimiyetine ve Anadolu’yu kasıp kavuran Moğollara karşı bağımsızlık mücadelesi vererek Ermeni-Moğol ve Ermeni-Haçlı ittifakına karşı Karamanoğulları ile ittifaklar kurarak, bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşmasına en önemli katkıyı sağlamışlardır. Zira Ortaçağ Anadolu’sunda Ermenilerin en yoğun nüfusunun bulunduğu bölge Çukurova ve Maraş bölgesi idi (Kilikya). Moğollar, Dulkadir Türkmenlerinin direnci sayesinde Elbistan’dan güneye, Ramazanoğlu Türkmenlerinin direnci sayesinde Torosları aşıp Çukurova’ya, Karamanoğulu Türkmenlerinin inatçı mücadelesiyle de Batı Anadolu’ya inememişlerdi.
İlk zamanlar, I. Alaaddin Keykubad, Moğol istilasının önünden kaçıp Anadolu’ya gelen Karaman Türkmenlerini Ermenek ve Mut bölgesine yerleştirmişti. İçel’i fethettikten sonra Kilikya Ermenilerinin buraya yönelik tehditlerini önünü kesmek için Türkmenleri bölgeye yerleştirerek nüfus yapısını lehine çevirmeyi başarmıştır. Daha sonra II. Kılıç Arslan, Kilikya ucunda tehlikeli bir sınıra yerleşmiş olan Karamanlıların merkeze karşı bir olay çıkarmamaları için 1256 yılında Karaman Beye Kilikya ile Konya sınırları arasında yer alan kendi toprakları Ermenek ve Larende bölgelerini ikta olarak vermiş, böylece Karamanoğlu uç beyliğini kurmuştu. Selçuklu yönetimi, böylece hem Kilikya Ermeni Krallığını tehdidi altında tutmak, hem de başkent ve merkez şehirlerini Türkmen taşkınlıklarından korumayı hedeflemişti. Bu bölgeye yerleşen Avşar, Ağaçeri, Salur, Varsak, Gülnar, Turgut, Bayburt, Çepni gibi göçebeler hayvancılık, tahtacılık, kömürcülükle geçinmektedir. Başta Karamanoğulları olmak üzere Selçuklu sınır boylarında kurulmuş olan Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları uç beylikleri, Ermeni hâkimiyet sahasını baskı altında tutmuşlar, Karamanoğulları Torosların iç ve kuzey taraflarını, Ramazanoğulları ve Dulkadiroğullarıysa Torosların dış ve güney kesimlerinde hakimiyet kurmuştur.
1277 yılında Elbistan hezimetinin öcünü alan Abaka Han, Anadolu’da bir Türkmen katliamı yapmış, kaçanların çoğu Bizans uçlarına ve bir kısmı da Memluk sınırlarına giderek bu devlete tabi olmuşlardı. Anadolu’ya gelen Baybars’a destek veren Türkmenler ve hassaten Karamanlılar, Moğolların Anadolu’daki en önemli müttefiki olan Ermenilere karşı savaştılar.[49]Memluk ve Selçuklu devrinde Güneydoğu Anadolu’nun batı parçasında ve Kuzey Suriye’de gayet kesif bir halde bulunan Türkmenler, yüzyıllar boyunca bitmez-tükenmez bir kaynak olarak önemli siyasi ve iskân faaliyetlerinde bulunmuşlardır. 13-15.yüzyıllarda (Şam Türkleri genel adıyla anılan bu Türkmenlerin siyasi ve iskân faaliyetleri kısaca: Maraş ve Elbistan bölgesinde Dulkadirli, Çukurova’da Ramazanoğlu beylikleri kurmuşlar, Kilikya fethine katılarak burada yurt tutmuş ve bu bölgenin Türkleşmesini sağlamıştır[50]. Üstelik rakip Türk ve Müslüman hanedanların saldırılarına karşı da birer tampon görevi görmüşlerdi.
Anadolu uçlarında yoğunlaşan Türkmenlerin küçük siyasi teşekküller şeklinde ortaya çıkardıkları onlarca beylik, zamanın kaynaklarında tavaifü’l-müluk genel adıyla anılırdı. Türkmen reisleri başlarda bey, uç beyi, ulu(ğ) bey, beylerbeği gibi siyasi ve askeri iktidar terimleriyle anılırken Arap ve İran kültürün tesiriyle Uç beyleri, uç eri, uç muhafızı, vali, amil, melik, emir, emirü’l-ümera,uç ümerası, melikü’l-umera olarak anıldı. Unvanlarıyla anılır oldular. Hatta bazı Türkmen beyleri, sultan unvanıyla bile anılırdı. Aslında bu unvan, merkezde en yüksek askeri makam işgal eden kimsenin yani başkumandanın resmi sıfatıdır yani ordu kumandanlığı demekti. Uç beyliği de Oğuz geleneği icabı babadan oğla geçerdi.
Ancak sultan tarafından devlet ordusunun başında sefere gönderilen herhangi bir kumandana da verildiğinden aynı zamanda birkaç kişi aynı unvanı taşıyabilmektedir. Selçuklular zamanında Anadolu uçlarında, eski Oğuz ananesine dayanılarak sağ ve sol kolu gösteren iki uç bölgesine ait resmi ordu kumandanları anlamında iki uç beylerbeyi gösterilmiştir. Ama Mükrimin Halil’in Maraş Emirleri adlı eserinde Maraş ve Kilikya gibi Hıristiyan sınırlarında yerleşen uç beyi Türkmenlerle bu sayının üçü, hatta dördü bulduğu görülecektir.[51]
Sonuç
Türklerin, Çukurova ve Maraş uçlarındaki ilk faaliyetleri, Abbasilerin Anadolu’nun güney sınırlarında uzanan sugur (avasım) garnizon şehirlerinde, savaşçı unsur olarak Orta Asya’dan getirdikleri Türkleri yerleştirmeleriyle başlamıştı. Suğur(uc) beylerinin(amiller) idaresindeki bu Türkler aynı bölgede yerleşmiş olan dindaşlarıyla birlikte sık sık Anadolu içlerine akınlarda bulunuyorlar, bazen de Bizans akınlarına karşı bu İslam uc’unu savunuyorlardı. Bu uç beyleri, çok defa gazilerin önde gelenlerince kendi aralarından seçilirdi. Kendi adlarına para bastıran, emir, melik ve hatta sultan unvanlarını taşıyan bu uç beylerinden birçoğu Türk’tü. Söz konusu Türk varlığı, Abbasilerin zayıflaması ve Bizans İmparatorlarının bölgeden Müslümanları kovup Ermenileri tampon kuvvetler olarak yerleştirmesiyle bir dönem inkıtaa uğramıştı. Malazgirt zaferinden sonra savunma düzeni çöken Anadolu’da, Kilikya (Çukurova, Maraş) Türkmen akınlarıyla zaptedildi. 1097 yılındaki I. Haçlı seferi sonucunda birçok yer gibi Kilikya da Türklerin elinden çıktı. Daha çok Toros dağlarında yaşayan Ermeniler ovaya inerek Çukurova ve Maraş havalisinde prenslikler kurdular. Kilikya Ermeni krallığı, bir taraftan deniz, diğer yandan yüksek dağlarla çevrili bulunması gibi tabii engeller yanında özellikle Türklerin Anadolu’da Bizans, Suriye’de Haçlılar ile devamlı ve çetin bir mücadele içinde bulunmaları sonucu kurulabilmişti. Ancak Bizans ve Haçlıların kudretinin kırılmasından sonradır ki Ermeni krallığı, Selçukluların, sonra da Moğolların egemenliğine girmiş ve sonra da Memluklarca ortadan kaldırılmıştır[52].
Bölgeye ilk Türkmen akınları Tuğrul Bey’in kumandanlarından Afşin Bey tarafından vuku bulmuştur. Afşin Bey Malazgirt’ten önce, Malatya, Kayseri, Maraş, Antep, Antakya ve Anadolu içlerine doğru gazalarda bulunmuştu. Reşüdeddin, Camiü’t-Tevarih’inde, Emir Çavuldur’un da bölgede faaliyet halinde olduğu kaydedilir. Alparslan’ın komutanlarından Çavuldur, Maraş ve Sarız taraflarını fethetmişti. Kutalmışoğlu Süleyman Anadolu’yu baştan başa istila ettikten sonra komutanlarından Emir Buldacı, Ceyhan boylarındaki şehirleri birer birer zapt ederek Maraş’a geldi. 1086 yılında Maraş’ı alarak bölgede bir emirlik kurmuş, ancak ömrü uzun sürmemiştir. Bölgedeki Ermeniler ise dağlık alanlara ve sarp kalelerinde tutunuyorlardı.[53]
1097’de başlayan I.Haçlı seferinde Maraş, Haçlıların eline geçti ve burada Ermeni prensliği doğdu. Selçukluların başında bulunduğu Müslüman ittifakı, 1150 yılında Maraş ve havalisini Haçlılardan geri aldılar. Böylece 17 sene Ermenilerin 35 sene de Latinlerin elinde kaldıktan sonra Sultan Mesud Maraş’ı alıp oğullarından Kılıç Arslan’a verdi. O da, Maraş’ı sınır vilayetlerinden olması hasebiyle Batı Anadolu’da Rum sınır vilayetleri gibi idare ederek Maraş’ı da yurtluk ve ocaklık olarak Türkmen beylerine tevcih ediyordu.
Stratejik önemi sebebiyle Selçuklu sultanları, hanedana mensup bir melik veya en seçkin komutanlarını Maraş ve Elbistan’a göndermekteydi. Maraş-Adana-Kayseri üçgeninde kurulan ve merkezi Kozan olan Ermeni prensliği kuvvetleri sürekli Selçuklu topraklarına saldırılar düzenliyorlardı. Bölge ticaret ve hac yollarının geçiş güzergâhı olduğu için Ağaçeri ve sair Türkmen gruplarının da eşkıyalıklarına sahne olmaktaydı. Bunlara karşı koymak için gönderilen seferlerde bölgenin dağlık olmasından dolayı kesin netice alınamıyordu. Bu yüzden Batı Anadolu’da Hıristiyan uçlarında olduğu gibi Maraş’ta bir uç beyliği kurulmuştur. I. G. Keyhüsrev zamanından itibaren Elbistan, doğrudan Konya’dan gönderilen valilerce idare edilmeye başlandı.
Maraş Uç beyliğinin ilk emiri Hüsameddin Hasan Beydir. 1186’dan sonra Maraş birkaç defa Selçukluların elinden çıkmış 1208-9’da G. Keyhüsrev tekrar Maraş’ı Ermenilerden almış ve Nusretüddün Hasan Beyi Maraş Emiri olarak atamıştır. İbn Bibi’nin melik-i Maraş, hâkim-i Maraş dediği ve uzun uzadıya methettiği bu emir, Selçuklu devletinin güneydoğu sınırı üzerinde Kilikya Ermeni Krallığı ile Antakya Haçlı Prensliğine karşı bir uç mıntıkası teşkil eden Maraş vilayetinin ırsi valisi idi. Adına yazılmış kitabelerde el-emirü’l-isfehsalar ve melikü’l-ümera gibi unvanlar taşımaktadır[54]. İbn Bibi’nin melilü’l-ümera dediği Hasan Bey, tıpkı kuzey yönünde Kastamonu bölgesinin ırsi valisi ve emiri Hüsameddin Çoban gibi büyük bir gücü ve şöhreti olan bir Türkmen uc beyidir.
1211’de Sultan Gıyaseddin şehit olunca iki oğlu arasındaki taht mücadelesinde Batı Anadolu uçlarındaki Türkmenler ve Karamanlılar gibi Maraş Uç Türkmenleri de I. İzzeddin Keykavus’u sultan seçmek istemişlerdi. I. Gıyaseddin’in gözde emirlerinden olan Hasan Bey, Keykavus’u tahta geçirecek kadar nüfuz sahibiydi. İ. Keykavus’un Maraş’a gelip Suriye sınırlarında kazandığı başarılarda Hasan Beyin önemli hizmetleri olmuştur. Selçuklu tahtına çıkan I. Alaaddin Keykubad zamanında da Hasan Bey, bu sultana hizmet etmiş, Eyyubilerin Anadolu seferlerini durdurmasında bölgeyi tanıdıkları için önemli rol oynamıştı. Çeşitli entrikalar sonucu A. Keykubad, Nusretüddin Hasan Beyi idam etmiştir (1233). Hasan Bey, Maraş emirleri içerisinde en önemlisi olup, mühim imar faaliyetlerinde bulunmuş, Afşin’deki Ashabu’l-Kehf külliyesini kurmuştur.
Bundan sonra Hasan Beyin oğullarının dönemi başladı. Önce Muzaferüddin, Maraş emiri oldu. 1234-1241 yıllarında emirlik yapan Muzaferüddin, Selçukluya bağlı olarak hizmetlere devam etti. I. Keykubad’ın ölümünden sonra II. G. Keyhüsrev zamanında 1241’de Muzaferüddin’in ölümü üzerine Hasan Beyin diğer oğlu İmadeddin, Maraş emirliğine geçti. Onun Maraş emirliği 1258’e kadar sürdü. İmadeddin’in emirliği zamanında Ağaçeri Türkmenlerinin eşkıya hareketleri bastırıldıktan sonra Kilikya Ermenilerinin saldırısı vuku buldu. Selçuklu Sultanı II. İ. Keykavus’tan istediği yardımı alamayan İmadedin bu kez Eyyubilerden yardım istedi. Ancak oradan da destek alamayınca Maraş’ı tek başına savunamayarak Anadolu içlerine doğru yönelmek zorunda kaldı. Maraş, Ermeni kralı Hetum’un hâkimiyetine girdi.
1260 yılında Hülagu’nun Suriye seferinde Moğollara destek olan Ermeniler, Maraş, Besni ve Kuzey Suriye vilayetlerinde bir süre daha hâkimiyet sürdüler. 1265 yılında Sultan Baybars, Türkmenleri de yanına alarak Kilikya seferine çıktığında Sis’e girmiş, Ermeni kralının oğlu Leon’u esir etmişti. Moğolların Anadolu’yu işgal ettiği yıllarda uçlarda en büyük müttefiki Ermenilerdi. Bölge Türkmenleri ise Dulkadir Beyliği kuruluncaya kadar yarım asır kadar Mısır sultanlarının Halep valisi tarafından sevk ve idare edilmeye başladı. Maraş, vaktiyle nasıl Anadolu Selçuklularının Suriye’ye karşı Uc’u olduysa, bu defa da Suriye’nin Anadolu’ya karşı serhat şehri olmuştu. Türkmen beyleri aynı şekilde derebeylik şeklinde emirliklerini sürdürüyorlardı. Halep valilerinin emrindeki Türkmenler, savaş zamanlarında aşiretlerle birlikte Memluk ordusuna iltihak ederler, Ermenilere ve gerekse Moğollara karşı Anadolu’da vuku bulan seferlerde öncü ve akıncı vazifesi görürlerdi.
Böylece Hüsameddin Hasan Bey tarafından kurulan Maraç Uc beyliği,1258 yılına kadar sürdü. Bu tarihten 1298 yılına kadar Maraş ve havalisi Ermenilerin elinde kaldı. Bu tarihte Memluklar tarafından zaptedilen Maraş ve Elbistan, bölgede yaşayan Türkmenlere ikta edildi. Türkmenler daha sonra Memlukların vesayetiyle Dulkadir Beyliğini kuracaklardır. Bu beyliğin sosyal tabanı daha çok Oğuzların Bozok koluna mensup Avşar, Beydilli ve Bayat boylarına dayanmakta idi.[55]
KAYNAKÇA
Aksarayi, Müsameretü’l-Ahbar, neşreden O. Turan, Ankara 1944.
Ayan, Ergin; Oğuz İsyanı, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2007.
Bayram, Mikail; “Türkiye Selçuklularında Devlet Yapısının Şekillenmesi”, Türkler, 7. cilt, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002.
Bayram, Mikail; Anadolu Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Kömen Yay., Konya 2003.
Çetintürk, Selahaddin; “Osmanlı İmparatorluğunda Yürük Sınıfı ve Hukuki Statüleri”, Ank. Ün. DTCF Dergisi, III, Ankara 1943.
Döğüş, Selahattin; “Batı Anadolu Sahillerinde Türk Korsanları/Deniz Gazileri”, Abdulkadir Yuvalı Armağanı, Cilt 2, Kayseri 2015.
Ersan, Mehmet; Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, TTK Basımevi, 2007.
Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, (Türkmenlerin Soy Kütüğü), haz. Z. K. Ölmez, Ankara 1996.
Gökhan, İlyas; Maraş Tarihi, Ukde Yayınları, Maraş 2011.
Gündüz, Tufan; Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, Yeditepe Yay., İst. 2015.
Gündüz, Tufan; “Konar-göçer”, DİA, 26. Cilt.
Günler, Mevlüt; “Türkmen Meselesi Bakış Açısından Karamanoğlu Mehmed Bey ve Fermanı’nın Bir Değerlendirilmesi”, Karamanoğulları Beyliği Sempozyumu Bildirileri, Konya 2016.
İbn Bibi, el-Evamirü’l-Alaiye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk-name), I-II, çev. Mürsel Öztürk, KB Yay., Ankara 1996.
İbnŞeddad, Baybars Tarihi, çev. Şerafeddin Yaltkaya, TTK Ankara 2000.
Kaymaz, Nejat; Anadolu Selçuklu Sultanlarından II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Devri, TTK, Ankara 2009.
Kaymaz, Nejat; Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdari Mekanizmanın Rolü, TTK Basımevi Ankara 2011.
Kaymaz, Nejat; Pervane Muineddin Süleyman, DTCF Yay., Ankara 1970.
Koca, Salim; Anadolu Türk Beylikleri Tarihi, Berikan Yay., Ankara 2013.
Koca, Salim; I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), TTK Yay., Ankara 1997.
Köprülü, Fuat; Osm. İmparatorluğunun Kuruluşu, TTK Basımevi, 1999.
Köprülü, Fuat, “Oğuz Etnolojisine Dair Tarihi Notlar”, Türkiyat Mecmuası, I, İst. 1925.
Kuşçu, Ayşe Dudu; “Kösedağ Savaşı Sonrasında Moğol İstilasına Karşı Karamanoğullarının Önderlik Ettiği İstiklal Hareketlerinin Sonuçsuz Kalmasında İranlı Unsurun Rolü”, Karamanoğulları Beyliği Sempozyum Bildirileri, Konya 2016.
Köymen, M.Altay; Büyük Selçuklu Veziri Nüzamü’l-mülk ve Tarihi Rolü”, Türkler, C. V., Ankara 2002.
Köymen, M. Altay; Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 1982.
Köymen, M.A.;Büyük Selçuklu İmp. Tarihi, III, Ankara 1991.
Nizamülmülk, Siyasetname, haz. M.A.Köymen, Ankara 1999.
Ocak, A.Yaşar; Babailer İsyanı, İletişim yayınları, İst. 1996.
Öden, Zerrin G.;Karesi Beyliği, TTK Basımevi, 1999.
Ömeri, Mesâlikü’l-ebsâr fî memâlikü’l-emsâr’dan naklen Zerrin G. Öden, Karamanoğulları Beyliği, http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=373200 (22.11.2016).
Sümer, Faruk; “Çukur-ova Tarihine Dair Araştırmalar”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Ankara 1963.
Sümer, Faruk, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I/1969, TTK Yay Ankara 1970.
Sümer, Faruk; Oğuzlar (Türkmenler), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İst. 1992.
Turan,Osman Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İst. 1971.
Ülkümen, Osman;Karaman ve Çevresi Türkmenleri Tarihi, Kültürü, Karaman 2012.
Yücel, Yaşar;Çobanoğulları Beyliği, Candaroğulları Beyliği, TTKyay.,1988.
Uyumaz, Emine; Sultan I. Alaaddin Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasi Tarihi, (1220-1237), TTK Yay., Ankara 2003.
Uzunçarşılı, İ. H.;Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri Tarihi, TTK 1984.
Yinanç, M. Halil, “Maraş Emirleri”, TTEM, sene 14-15 (1924), Nr. 6, Nr. 7 (84), Nr. 8(85).
Yinanç, M.Halil; Maraş Emirleri, ed. İ. Gökhan-S. Kaya, Ukde Yay., K. Maraş 2008.
* Prof. Dr., KSÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, dogusselahattin@yahoo.com
[1] Ergin Ayan, Oğuz İsyanı, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2007, s. 17.
[2] Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İst. 1992, s.14, 15.
[3]Nizamülmülk, Siyasetname, haz. M.A.Köymen, Ankara 1999, s. 73.
[4]M.A. Köymen, Büyük Selçuklu İmp. Tarihi, III, Ankara 1991, s. 237.
[5] F. Köprülü, Selçuklu İmparatorlarının takip ettikleri Büyük Oğuz boylarını parçalayarak muhtelif yerlere dağıtmak siyaseti neticesi Oğuzların büyük bir kısmı batıya göçetmiştir, bk. “Oğuz Etnolojisine Dair Tarihi Notlar”, Türkiyat Mecmuası, I, İst. 1925, 194. .
[6]Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, s. 18; Mevlüt Günler, “Türkmen Meselesi Bakış Açısından Karamanoğlu Mehmed Bey ve Fermanı’nın Bir Değerlendirilmesi”, Karamanoğulları Beyliği Sempozyumu Bildirileri, Konya 2016, s. 480-483.
[7]Ebu’l-Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, (Türkmenlerin Soy Kütüğü), haz. Z. K. Ölmez, Ankara 1996, s. 264.
[8] Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, Yeditepe Yay., İst. 2015, s. 17.
[9]Ergin Ayan, a.g.e., s. 23; M. A. Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 1982, s. 168.
[10] Selahaddin Çetintürk, “Osmanlı İmparatorluğunda Yürük Sınıfı ve Hukuki Statüleri”, Ank. Ün. DTCF Dergisi,III, Ankara 1943, 102-109.
[11] Tufan Gündüz, “Konar-göçer”, DİA, C.26, s. 162.
[12] F. Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I/1969, Ankara 1970, s. 4.
[13] Mikail Bayram, “Türkiye Selçuklularında Devlet Yapısının Şekillenmesi”, Türkler, 7. cilt, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 170.
[14]İbn Bibi, el-Evamirü’l-Alaiye, C. I, s. 156-161; Salim Koca, I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), TTK Yay., Ankara 1997, s. 26-28.
[15]Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İst. 1971, s. 339-342; Emine Uyumaz, Sultan I. Alaaddin Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasi Tarihi, (1220-1237), TTK Yay., Ankara 2003, s. 18-20.
[16] Uyumaz, a.g.e., s. 279; Nejat Kaymaz, Anadolu Selçuklu Sultanlarından II. GıyaseddinKeyhüsrev ve Devri, TTK , Ankara 2009, s. 50.
[17] Nejat Kaymaz, Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdari Mekanizmanın Rolü, TTK Basımevi Ankara 2011, s. 100, 101 vd.
[18] N. Kaymaz, Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü, 18-19.
[19]Bu isyanın geniş sosyal tabanı için bkz. A.Yaşar Ocak, Babailer İsyanı, İletişim yay., İst., s.
[20]İbn Bibi, C.II, s. 50.
[21]M.H.Yinanç, Maraş Emirleri, ed. İlyas Gökhan-Selim Kaya, Ukde Yay., K. Maraş 2008, s. 50.
[22] Bk. Mikail Bayram, Anadolu Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Kömen Yay.,Konya 2003, s. 171; Ocak, Babailer İsyanı, 136-137.
[23] Köprülü, Osm. İmp. Kuruluşu, TTK Basımevi, 1999, s. 48.
[24] Bk. Ayşe Dudu Kuşçu, “Kösedağ Savaşı Sonrasında Moğol İstilasına Karşı Karamanoğullarının Önderlik Ettiği İstiklal Hareketlerinin Sonuçsuz Kalmasında İranlı Unsurun Rolü”, Karamanoğulları Beyliği Sempozyum Bildirileri, Konya 2016, ss. 164-165; M.A. Köymen, Büyük Selçuklu Veziri Nüzamü’l-mülk ve Tarihi Rolü”, Türkler, C. V, 265-270.
[25]İbn Şeddad, Baybars Tarihi, çev. Şerafeddin Yaltkaya, TTK Ankara 2000, s. 18.
[26] O. Turan, Selçuklular Zamanında, s. 487; F. Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Sel. Araş. Dergisi, C. I, TTK Yay., Ankara 1970, 32, 35.
[27]Müsameretü’l-Ahbar, s. 19.
[28]İbn Bibi,es-Evamir, C. II, s. 147; N. Kaymaz, Muineddin Pervane, s. 63.
[29]İbn bibi, el-Evamir, II, s. 155.
[30]Aksarayi, Müsameretü’l-Ahbar, neşreden O. Turan, Ankara 1944, s. 52; İbn Bibi, II, 162.
[31]İbn Bibi, II, 167-169; Aksarayi, a.g.e.,64-65.
[32]İbn Bibi, a.g.e, 170; Aksarayi, a.g.e, 66; Kaymaz, Pervane, s. 124.
[33]Aksarayi, a.g.e., s. 54; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, TTK Yay., Ankara 1988, s.3.
[34]İbn Bibi, a.g.e., C. II, s. 205-206; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 561; Mevlüt Günler, a.g.m., s. 490.
[35]İbn Bibi, a.g.e.,C. II, s. 204; Koca, Anadolu Türk Beylikleri, Berikan Yay., Ankara 2013, s. 39.
[36] Osman Turan, Mehmed Beyin bu deklerasyon gibi ilanını milli bir şuurdan ziyade kültür seviyesiyle alakalı olduğunu söyleyerek İbn Bibi gibi resmi Selçuklu kaynaklarının doğrultusunda görüş beyan eder; bk. a.g.e., s. 562; Prof. Salim Koca, Karamanoğlu Mehmed Bey’in bu kararında sadece siyasi bağımsızlığının değil, kültürel bağımsızlığı da amaçladığını söylemektedir; Anadolu Türk Beylikleri Tarihi, s. 40.
[37]İbn Bibi,a.g.e.,C. II, s. 211.
[38]İbn Bibi, II/215-216; Turan, a.g.e., s. 569-570.
[39]Ömeri, Mesâlikü’l-ebsâr fî memâlikü’l-emsâr’dan naklen Zerrin G. Öden, Karamanoğulları Beyliği, http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=373200 (22.11.2016).
[40] Osman Ülkümen, Karaman ve Çevresi Türkmenleri Tarihi, Kültürü, Karaman 2012, s. 101.
[41]Aksarayi, a.g.e., s. 53-54.
[42] Fuat Köprülü, Osmanlı İmp. nun Kuruluşu, s. 47, 48.
[43] Zerrin G. Öden, Karesi Beyliği, TTK, 1999, s. 4.
[44] İ. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, TTK Basımevi, 1984, s. 96 vd; Öden, a.g.e., s. 12.
[45]İbn Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye, I, s. 111; Nejat Kaymaz, a.g.e., s. 48.
[46] Yaşar Yücel, Çobanoğulları Beyliği, Candaroğulları Beyliği, TTK 1988, s. 39.
[47] N. Kaymaz, Anadolu Selçuklularının.., s. 60.
[48]Sevahil-i Rum beylikleri için bkz. Selahattin Döğüş, “Batı Anadolu Sahillerinde Türk Korsanları/Deniz Gazileri”, Abdulkadir Yuvalı Armağanı, Cilt 2, Kayseri 2015, s. 1237-1257.
[49] Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, TTK 2007, 196-198.
[50] Faruk Sümer, “Çukur-ova Tarihine Dair Araştırmalar”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Ankara 1963, s. 8-9.
[51] Bk. Nejat Kaymaz, Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü, s. 45-46; Mükrimim Halil, “Maraş Emirleri”, TTEM, sene 14-15, Nr. 6, 347.
[52] Sümer, “Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar”, s. 4.
[53] İlyas Gökhan, Maraş Tarihi, Ukde Yayınları, Maraş 2011, s. 102-103.
[54] Mükrimin Halil (Yinanç), Maraş Emirleri, TTEM, sene 14, No: 8(85), s. 92-93.
[55]Mükimin Halil Yinanç, “Maraş Emirleri”, TTEM, 7 (84), 1924, s. 87-95; Refet Yinanç, Dulkadir Beyliği, TTK Basımevi, 1989, s. 8.